Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan’ın alternatifi AKP içerisinden çıkamaz ama…

Soru çok net: Erdoğan’ın alternatifi Adalet ve Kalkınma Partisi içinden mi çıkacak? Malum Bülent Arınç’ın çıkışıyla beraber bu olay Türkiye siyasetinin gündemine çok ciddi bir şekilde oturdu. Bülent Arınç Taha Akyol’un programında söyledikleriyle, tek kelimeyle ortalığı karıştırdı ve geri adım da atmadı. Ardından Twitter’ da yaptığı açıklamalar geldi. İzleyenler bilir, kendisiyle telefonla sohbet ettiğimde bana kabaca özetleyecek olursam, ‘bu böyle gitmez’ dedi. Adalet ve Kalkınma Partisi içerisinde bir rahatsızlık var ve dolayısıyla soruyu ‘Erdoğan’ın alternatifi AKP içinden mi çıkacak?’ diye sorabiliriz.

Ancak şunu söylemek lazım, bu soru eski bir soru ama bu soru eskiden başka türlü sorulurdu. Soru eskiden‘Adalet ve Kalkınma Partisi’nin alternatifi “Adalet ve Kalkınma Partisi’nin içinden mi çıkacak?” diye sorulurdu. Yani AKP’nin içinden bölünüp yeni bir parti çıkar mı çıkmaz mı beklentisi vardı. Bunun en önemli nedeni AKP içerisindeki tartışmalardan ziyade muhalefetin zayıf, etkisiz, silik olmasıydı ki 13 yıldan beri bu durum üç aşağı beş yukarı hiç değişmedi. Şuanda da aynı şekilde Bülent Arınç’ın çıkışının bu kadar etkili olabilmesinin en önemli nedenlerinden birisi Türkiye’de ana muhalefet ve diğer muhalefet partilerinin AKP’yi ve Tayyip Erdoğan’ı zorlayabilecek herhangi bir çıkış yapamıyor olmaları. Dolayısıyla Bülent Arınç’ın çıkışı beklenenden de öte, belki de hakettiğinden de öte bir ilgi görüyor. Yani ‘mevcut muhalefet boşluğunu Adalet ve Kalkınma Partisi içinden birileri mi dolduracak?’ şeklinde bir soruyla karşı karşıyayız.

AKP’nin ilk yıllarında Erdoğan: Eşitler arasında birinci

Burada soru değişti, ‘AKP’nin alternatifi AKP’den mi çıkacak?’ yerine ‘Erdoğan’ın alternatifi AKP içinden mi çıkacak?’ şeklinde bir soruya dönüştü. Bu da aslında çok anlaşılır bir şey çünkü Adalet ve Kalkınma Partisi ilk yıllarında özellikle kolektif bir hareketti, kolektif bir partiydi. Bülent Arınç’ın, Abdullah Gül’ün, Abdüllatif Şener’in başta olmak üzere başkalarının da çok ciddi payları vardı bu partide, Tayyip Erdoğan liderdi ama eşitler arasında birinciydi.Zaman içerisinde şu yada bu şekilde, ilk olarak Abdüllatif Şener ayrıldı. Daha sonra Abdullah Gül cumhurbaşkanı olarak siyaset üstü bir konuma geldi ve ayrıldıve nihayet Bülent Arınç da ciddi bir şekilde kopmuş durumda. Ahmet Davutoğlu’nunda bir etkisi olduğu, iktidar mücadelelerinde çok belirgin bir rolü olduğu söylenemez.Bugün Türkiye’de bir AK Parti iktidarı var. Aslında bu Tayyip Erdoğan iktidarı. Özellikle Gezi sürecinden bu yana yaşanan süreçte bunu net bir şekilde görüyoruz. Bir diğer husus da muhalefet eleştirilerini Adalet ve Kalkınma Partisi’ne değil Tayyip Erdoğan’a yöneltiyor genellikle. Hatta Selahattin Demirtaş’ınveKemal Kılıçdaroğlu’nun sık sık yaptığı gibi Davutoğlu’nu bir kenara koyup doğrudan cumhurbaşkanını suçlayan, eleştiren çıkışlara da tanık oluyoruz. Yani Tayyip Erdoğan tek başına Türkiye siyasetini belirliyor ve iktidarı tek başına kontrol ediyor. Dolayısıyla buradaki soru çok doğal bir şekilde “Erdoğan’ın alternatifi AKP’den mi çıkacak?” şeklinde değişti.

Erdoğan karşıtı cephede yer almama kaygısı

Önümüzde çok ciddi sorular ve sorunlar var. Öncelikli soru Erdoğan’ın alternatifinin kim olduğu sorusu ama Arınç’ın çıkışında da gördüğümüz gibi Erdoğan’ı direkt cepheden karşısına alan bir çıkış yapılmıyor, yapılamıyor da. Bunun birçok nedeni var. Birincisi Erdoğan çok güçlü. Doğrudan kendisine yönelik saldırılar, hatta eleştiriler karşısında çok hassas. Öyle ki açılan davaların haddi hesabı yok. Hiç kimsenin Erdoğan’a tek başına karşı çıkabilecek bir gücü yok. İkinci önemli husus, aralarında çok eski bir hukuk var ve bu hukuk nedeniyle birbirlerini eleştirirken çok temkinli davranıyorlar. Bu biraz da geçmişin üzerlerindeki ağırlığı. Ama en önemli husus şu: Bugün AKP dışı çevreler içeride ve dışarıda ama özellikle içeride Erdoğan’la uğraşıyor, Erdoğan’la mücadele ediyorlar. Erdoğan da etrafında iktidarını kendisine yönelik saldırılarla mücadele üzerine inşa ediyor. Hatta kendisi ve ailesi diyebiliriz; özellikle Gezi’de ve 17- 25 Aralık süreçlerinde bu çok net bir şekilde ortaya çıktı.

Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ı doğrudan hedef alacak olan bir Bülent Arınç, bir Abdullah Gül çıkışı, ya da çoğaltabiliriz, Hüseyin Çelik, Sadullah Ergin, isimlerin sayısı giderek artıyor, daha da belirginleşiyorlar. Medyada da isimler çıkmaya başladı. Bugün Akif Beki’nin yazısı var. Çok net bir şekilde Bülent Arınç’tan yana tavır alıyor. Ama kimse Tayyip Erdoğan’a doğrudan saldırarak kendileri hakkında Erdoğan karşıtı cephenin bir unsuru görünümü vermek istemiyor. Özellikle de Gülen Cemaati’yle yan yana algılanmak istemiyorlar. Ama onlar ne kadar çaba sarfetse de bu süreçte Bülent Arınç başta olmak üzere sesini birazcık çıkartanlara hemen “paralelci” yaftasının yapıştırıldığını biliyoruz. Bu çok net. Bugün özellikle Akif Beki yazısında bunu çok detaylı olarak anlattı. Bülent Arınç da zaten hem Taha Akyol’la röportajında hem sonrasında yaptığı açıklamada bunu dile getirdi.

Danışıklı dövüş değil

Çok kişinin olup bitenleri bir tür danışıklı dövüş olarak gördüğü, görmek istediği malum. Halbuki böyle bir danışıklı dövüş söz konusu değil. AKP-Gülen Cemaati savaşı başladığı zaman “bu bir savaştır” dediğimde de birçok kişi “bu bir danışıklı dövüş, bizi kandırıyorlar, sende oyuna geliyorsun” demişti. Öyle olmadığı çok net bir şekilde ortaya çıktı. Bu da danışıklı dövüş değil. Böyle bir danışıklı dövüş olmaz. Bunlar karşılıklı olarak çok yıpratıcı çıkışlar. Mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şili dönüşü uçakta kendisinden “o zat” diye bahsetmesini öğrendiğinde Bülent Arınç’ın morali herhalde çok bozulmuştur. Çünkü çok eski hukukları olan insanlar ve her biri burada kendilerinin bir ağırlığı olduğunu, bugüne kadar gelinen noktada kendilerinin belli bir gücü olduğunu düşünüyor.

Tekrar AKP içerisinden Erdoğan’ın alternatifi çıkıp çıkmayacağı sorusuna dönecek olursak: Çıkmaz. Çünkü öncelikle Erdoğan’la bir açıkça mücadeleye girmiyorlar, giremiyorlar. İkincisi Erdoğan’a denk gelebilecek bir şahıs, bir profil ortaya çıkabilmiş değil. Çıksa bile bunun belli bir gücü olduğu, olabileceği söylenemez. Çünkü şu anda iktidar her anlamıyla Tayyip Erdoğan tarafından kontrol ediliyor. Hükümet de, parti de, belediyeler de hepsi bir şekilde Erdoğan ve çevresi tarafından kontrol ediliyor. Ve ilginç bir şekilde kavganın ya da tartışmanın, en önemli nedenlerinden bir tanesi bu. Yine Akif Beki’nin yazısında çok net gösterilmiş. Bugün Erdoğan’ın yakınında olup da bir takım eleştirileri dile getirenlere karşı kükreyenlerin büyük bir çoğunluğu trene sonradan bindiler. Yani bu çileleri çekmediler. Bir Bülent Arınç’ın, bir Abdullah Gül’ün, bir Sadullah Ergin’in, Nihat Ergün’ün Hüseyin Çelik’in çektiği çileleri, attıkları adımları, verdikleri gayretleri yaşamadılar. Hatta bazılarından biliyoruz, hepimiz biliyoruz, zamanında AKP ve Erdoğan karşıtı kişilerdi. Şuanda Bülent Arınç ve diğerlerinin geçmişe, Milli Görüş’e, Refah Partisi’ne, yenilikçi harekete, AKP’nin ilk kuruluş yıllarına referans vererek bir şeyler söylemeye çalışmaları bir yerden sonra çok etkili olamıyor. Çünkü bugün Tayyip Erdoğan’ı koruma görevinde olan insanların bu geçmişle bir ilgileri yok. Hatta o geçmişi bilmek dahi istemiyorlar. Onun geçmişte kaldığını düşünüyorlar, söylüyorlar çok net bir şekilde.

Vizyon eksikliği

Bir diğer husus, bugüne kadar dile getirilen ve bundan sonra dile getirilebilecek olan çıkışların bir vizyonu yok. Tayyip Erdoğan’ın eninde sonunda bir vizyonu var. bu yıllardan beri inşa ettiği ve bundan sonra da devam edeceği anlaşılan bir vizyonu var. 2023 bunun bir yerinde, 2071’ e kadar giden bir yaklaşım var. Ama öteki tarafta mesela Bülent Arınç’ın çıkışlarına baktığınız zaman en fazla şu cümleyle özetlenebilecek bir çıkış var : “Biz böyle değildik, yolumuzdan saptık.” Bu doğru bir tespit olabilir. AKP’nin ilk kuruluşuyla bugün gelinen noktada çok büyük bir fark var. Bülent Arınç’a, Abdullah Gül’e yada Sadullah Ergin’e ve diğerlerine göre bu bir gerileme, ilkelerden taviz verme. Ama şuanda Tayyip Erdoğan ve onu destekleyenler tam tersine bunun doğal bir gelişim olduğu iddiasındalar. Zaten bugünler için yola çıkıldığını dile getiriyorlar.

Dolayısıyla Arınç ve diğerlerinin alternatif olabilmeleri için bir vizyon geliştirebilmeleri lazım. Ama bu vizyonu AKP’nin ilk yıllarına referans vererek yürütebilmelerinin imkanı yok. Bunun bir başka önemli nedeni de şu: bugün Tayyip Erdoğan’a alternatif olabilecek insanların, hareketin, partinin neyse, AKP ile arasına çok ciddi bir mesafe koyabilmesi gerekiyor. Yani hem AK Parti içerisinde kalıp, hem de Tayyip Erdoğan’a alternatif oluşturmak, ‘asıl AK Parti biziz, öz AK Parti biziz’ çıkışlarıyla çok fazla bir yere gidilemez. Çünkü geniş kitleleri bu çıkış peşinden sürükleyemez. Çünkü geniş kitleler Tayyip Erdoğan’a alternatif arıyorlarsa bu AK Parti’nin bütün bu süreç boyunca yaptıklarından duydukları rahatsızlıktan dolayı. Bu nedenle AK Parti referansıyla çıkacak olan kişilerin tek başlarına bir alternatif çıkartabilmelerinin mümkün olacağını sanmıyorum.

Tabiiki bir takım partiler kurulabilir. Yeni parti için nabız yoklanıyor olabilir. Bu öteden beri söylenen, beklenen bir şey. Özellikle 1 Kasım seçimlerinde 7 Haziran gibi bir sonuç çıksaydı yani AK Parti tek başına iktidarı yakalayamamış olsaydı, o zaman parti pekala çıkabilecekti. Parti içerisinde bir kongre arayışı, yönetim değiştirme arayışı çıkabilecekti. Ama Tayyip Erdoğan o kısa süre içerisinde geliştirdiği stratejilerle tek başına iktidarı yeniden elde ederek o hazırlıkları, kendisini iktidarını paylaşmaya zorlama hazırlıklarını bertaraf etti. Orada aslında yapılmak istenen şuydu: Tayyip Erdoğan tek başına bu hareketi kontrol ediyor, iktidarı kontrol ediyor ama eğer gücü bir darbe yerse, bir kriz yaşarsa, tek başına iktidara gelemezse, bu sefer bu böyle gidemeyeceği için iktidarını yeniden paylaşmak zorunda kalacak diye bir hesap yapıldı. Özellikle Abdullah Gül’ün, Bülent Arınç’ın bu hesabı yapmış oldukları söylendi. Ve hiç yanıltıcı değil ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Şimdi uymayınca yeni bir süreç başlıyor. Ve Bülent Arınç’ın kişisel olduğu izlenimini çok veren ama destek çok aldığı için de, başkalarını da yanına kattığı için kolektif bir havaya kısa sürede bürünen bu çıkışının ardından biz bu alternatif meselesini gündeme getiriyoruz.

Ama tekrarlayacak olursak: bir Erdoğan’la mücadele etme konusundaki güçsüzlükleri, iki vizyon eksiklikleri, üç AK Parti ile olan ilişkilerini muhafaza etmek istemeleri meselesi çok ciddi bir şekilde önlerini tıkıyor.

Buradan ne çıkar?

Peki ne olabilir, buradan iç mi bir şey çıkmaz ? Buradan bir şey çıkıyor zaten. En azından tartışıyoruz, konuşuyoruz, günlerdir bunu konuşuyoruz, daha da konuşacağa benziyoruz. Bir tartışma var ve bu tartışma sürecek. İlk olarak Gülen Cemaati ile AKP arasındaki gerginliğin nasıl adım adım geliştiğini gördük. Bunun bu sertlikte gelişmesini beklemiyorum ama bir şeyler pekala gündeme geliyor. Bir rahatsızlık çıkıyor. Tabii ki Tayyip Erdoğan buradaki itirazları, kendine yönelik eleştirileri dolaylı ya da dolaysız eleştirileri daha önce bir çok konuda yaptığı gibi kendi lehine çevirebilir ama bu bir Gezi’de olduğu gibi ya da 25 Aralık’ta olduğu gibi kolay olmayacaktır. Çünkü şu çok net. Bülent Arınç ve diğerlerinin rahatsızlıkları kişisel rahatsızlıklar değil. Yani o bir takım troll ve trolliçelerin iddia ettikleri gibi Bülent Arınç aklına esti, küstü ve öfkeyle kişisel bir hesap peşine düştü denemez. Bu kesinlikle doğru değil.

Herkesin birtakım kişisel hesapları muhakkak vardır ama burada genel bir rahatsızlık var ve bu genel rahatsızlık AKP tabanında, AKP kadrolarında çok ciddi şekilde var. Bu bir realite. Gezi’de başladı, 17-25 Aralıkta devam etti ve zaten 7 Haziran’da da bunun bir yansımasını gördük ama bu kadarını beklemedikleri için bir toparlanma yaşandı. Ama bu toparlanmanın kalıcı olduğunu söylemek çok fazla mümkün değil. Çünkü şu anda çok kritik bir süreçten geçiyor Türkiye ve AK Parti iktidarı, Erdoğan iktidarı. Bu da Kürt sorunuyla beraber yaşanan gelişme.

Kürt sorununda “huzur” lafına dönüş

Erdoğan en son olarak “Sıkıntıları aşacağız, huzura ulaşacağız” dedi. Huzur lafı eski Türkiye’nin lafıydı. Kürt meselesinde huzur beklentisi, huzur operasyonları vs. hep eski Türkiye’nin laflarıydı. Ama AKP ile birlikte özellikle son birkaç yılda çözüm süreçleriyle beraber “huzur”lafı yerine “barış”, “çözüm” kullanılır olmuştu. Ama tekrar huzur lafına döndük. Çünkü Türkiye, siyasi iktidar çok ciddi bir kriz yaşıyor. Bu kriz Kürt meselesinde çözüm sürecinin askıya alınmasıyla beraber başladı ve sürüyor. Daha ne kadar süreceği belli değil ve bu yaşananlar şuanda çok fazla itiraz gelmese de özellikle ülkenin batısındaki kamuoyu görmezden gelse de Cizre’de, Sur’da, Kızıltepe’de, diğer yerlerde Yüksekova’da yaşananları görmek istemese de çok ciddi, çok kırılgan süreçlerden geçiyor Türkiye. Bu yönetilmesi kolay bir iş değil. Suriye’de keza bölgedeki Kürt sorunuyla ilintili bir şekilde çok ciddi süreçler yaşanıyor.

İşte bu geçilen kırılgan süreçte eğer AKP içerisinde itirazı olan kişiler, gidişattan memnun olmayan Arınç’ın dediği gibi bu böyle gitmez diyen kişiler Kürt sorununda açık, net pozisyon alabilirlerse o zaman bir şeyler değişebilir. Şuanda Türkiye’nin güneydoğusunda yaşanan olayların yaşanabilmesinin en önemli nedeni buna Kürt siyasi hareketinin dışında kimsenin itiraz etmemesi. MHP zaten etmiyor, CHP eder gibi yapıyor bir takım küçük detaylarda tartışıyor ama köklü bir şekilde karşı durmuyor. Zaten Adalet ve Kalkınma Partisi’nin en büyük avantajı, Tayyip Erdoğan’ın en büyük avantajlarından bir tanesi ana muhalefetin Kürt sorununda çok geri bir pozisyonda olması ve bunu bugün de görüyoruz.

Eğer AKP içerisinde rahatsızlık sahibi olan kişiler Kürt sorununda en azından çözüm süreci döneminin duruşlarını istikrarlı ve kapsamlı ve ikna edici bir şekilde dile getirebilirlerse o zaman bir şey değişebilir.

Şunu akılda tutmak gerekir diye düşünüyorum: Türkiye’de Kürt sorununu bir şekilde çözmeyi vaat eden herkes bir şekilde iktidara gelmiş, çözemeyeceği anlaşılınca da hemen uzaklaştırılmıştır. Bunun örnekleri Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Süleyman Demirel, bir yığın örneği var. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının bunca süre ülkeyi yönetebilmesinin en önemli nedenlerinden birisi de Tayyip Erdoğan’ın Kürt sorununu çözebileceği beklentisiydi ve bu konuda önemli gelişmeler de yaşandı. Ama bugün AKP ve Erdoğan Kürt sorununu çözebilecek bir pozisyonda durmuyorlar. Dolayısıyla Kürt sorununu çözememeleri onların siyasi geleceğini olumsuz anlamda çok ciddi olarak etkileyebilir.

İşte burada AKP içerisindeki rahatsızlık sahipleri, Bülent Arınç kısmen bunu yaptı, bunu ciddi bir şekilde dile getirip Kürt sorunu konusunda ikna edici, kapsamlı bir takım çıkışlar yapabilirlerse ve AKP dışındaki yerlerde siyaset yapan ya da siyasetle bu güne kadar pek ilgilenmeyen kesimlerle birlikte yeni bir hareketin içerisine girebilirlerse ki şuanda bunun hiçbir şekilde işareti gözükmüyor ve bu yeni hareketlilik Kürt hareketiyle kendi arasında belli bir momentum, bir ilişki yakalayabilirse o zaman belki birşeyler olabilir.

Aşınmış özgül ağırlıklar

Ama bunların hiçbirisinin işareti şuanda yok. Dolayısıyla bu çıkışlar çok kolay bir şekilde Tayyip Erdoğan tarafından bertaraf edilebilecek çıkışlar gibi gözüküyor ama şunu da kabul etmek lazım bir Bülent Arınç, bir Hüseyin Çelik, bir Abdullah Gül diğerleri ve medyada bunlara yakın duran kişiler çok tecrübeli, çok deneyimli isimler. Çok aşınmış olsalar da süreç içerisinde özgül ağırlıklarından çok şey kaybetmiş olsalar da belli bir deneyimleri var ve şuanda kendileriyle uğraşmaya çalışan kişileri çok kolaylıkla diskalifiye edebilecek kişiler. Ama buradaki sorun şu: Tekrar başa dönüyoruz. Kendilerinin karşısına çıkan kişiler, ayakları üzerinde duran, kendi başlarına bir varlığı olan kişiler değil. Bunlar Tayyip Erdoğan’ın iktidarı ile birlikte var olabilen kişiler. Tayyip Erdoğan güçlü bir şekilde iktidarda olduğu sürece, bu kişiler de Arınç ve benzeri çıkış yapan insanlara saldırgan üsluplarla, belden aşağı vuruşlarla pekala yollarına devam edecekler.

Erdoğan iyi, çevresi kötü mü?

AKP içinde bozulan uyum tekrardan sağlanabilir diye bir beklenti var. Açıkçası bunun pek olabileceğini, bu noktanın kolay kolay yakalanabileceğini sanmıyorum. Bunun yapılabilmesi için Tayyip Erdoğan’ın yakın çevresini büyük ölçüde değiştirmesi gerekir, bunun işareti yok. Ancak şunu da söyleyelim Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olması, sonra İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olması, Ak Parti lideri olması, başbakan olması ve cumhurbaşkanı olması bütün bu süreçlerde Tayyip Erdoğan’ın hep çok güçlü ekipleri vardı. Ne var ki bu ekipler genellikle hep değişmiştir. Değişik şekillerde, kimisi kendisinden uzaklaşmıştır, kimisi milletvekili, bakan olmuştur, danışmanlıktan uzaklaşmıştır vs. ama sonuçta hep güçlü ekiplerle çalışmıştır. Bugün de Tayyip Erdoğan’ın yakın çevresinde olan kişilerin hep onunla beraber çalışacağının garantisi yok. Ama şu aşamada da onların yerlerinden gideceğine dair bir işaret de yok.

Son olarak şunu söylemek istiyorum: Tayyip Erdoğan’la mücadele edemedikleri için, o güce sahip olamadıkları için yada doğrudan Tayyip Erdoğan’la mücadele ederlerse Erdoğan karşıtı cephenin içerisinde, örneğin Gülen Cemaati ile yan yana görünürüz endişesi nedeniyle, genellikle Erdoğan’a değil de onun yakın çevresine itirazlar yöneltiliyor. Yani o klasik bildiğimiz ‘kendisi iyi çevresi kötü’ stratejisi şuanda benimsenmiş görünüyor. Ama şunu biliyoruz ki o çevre diye adlandırılan kişiler haklarında çok da fazla laf etmeye değer insanlar değiller.

Sonuç olarak, Tayyip Erdoğan’ın alternatifinin AKP içerisinden çıkıp çıkamayacağı sorusuna benim cevabım kesinlikle hayırdır. Ama şunu da söyleyebiliriz ki AKP içerisindeki bu rahatsızlıklar Tayyip Erdoğan’ı ciddi bir şekilde rahatsız ediyor. Bunlar hiçbir anlamı olmayan çıkışlar değil. Ama çok köklü değişiklikler yaratabilecek çıkışlar olmaları mümkün değil. Başka rahatsızlıklarla, Ak parti dışındaki rahatsızlıklarla bir yakınlaşma, birlikte hareket etme olayı gerçekleşebilirse belki o zaman birşeyler söylemek mümkün.


Bu yazı 3 Şubat 2016 tarihindeki, “Erdoğan’ın alternatifi AKP içinden mi çıkacak?” başlıklı Medyascope.tv özel yayının Gökçe Çiçek Kösedağı tarafından yapılan dökümünden hareketle hazırlandı.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.