Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Basketbol tarihinin en büyük pivotu: Kareem Abdul-Jabbar

Kerim3Bir oyuncuyu “büyük” yapan, nedir? Kariyerinin az ve öz olması mı, yoksa uzun ve detaylı kalması mı? Hücumu mu, savunması mı, çok yönlülüğü mü? Yeteneği mi, eğitimi mi, temel oyun bilgisi mi, zekası mı, azmi mi, disiplini mi; yoksa basketbola kattıkları mı? Süreklilik mi, patlayıcılık mı? Liderlik mi, yoksa görevini eksiksiz yapan bir piyade olmak mı? Ya başarılar? Ya, oyunu değiştirmek? Dominantlık? Çapınızı, fizyolojinizi aşmak? Yapılmayanları yapmak? Hepsi mi dersiniz? İşte yazı dizimizin girizgâhında bugün konuk edeceğimiz NBA “süper yıldızı”, bu dediklerimizin, aradıklarınızın hepsini fazlasıyla barındıran bir kariyeri yaşadı ve unutulmazlar arasında başa yerleşti…

Hayatın her bir köşesinde olduğu gibi, Amerika’da da, NBA’de de düzenin bir siyaseti var. Öyle ki, her türlü işleyişte, bu siyasetin izlerini ve neticelerini buluveriyorsunuz ister istemez. Neyin iyi neyin kötü olduğuna karar veren mercinin adaleti, her birimizin merhametiyle örtüşmeyebiliyor ne yazık ki. Ve işte bu yüzden, en büyük olanların bile hakkı yenebiliyor; kirli siyasetler uğruna hem emekleri hem de hatıraları küçümsenebiliyor. Yaptıkları katkılar ise, sporseverlerin dimağlarında hoş bir seda olarak kalıyor. NBA denince bu konuda, yani “underrated” (değeri azaltılmış, yeterli kıymet verilmemiş, küçümsenmiş, önemsizleştirilmiş) olma noktasında akla gelen ilk isimlerden birisi de, hiç kuşkusuz, gülümsemeden uzak ciddiyetiyle tanınan, “rekortmen” Kareem Abdul-Jabbar’dır.

Öyle bir oyuncu düşünün ki, sahada en küçüğünden en büyüğüne her işi yapsın, vazifeden asla kaçmasın, en kritik anlarda sorumluluk alsın ve layıkıyla yerine getirsin. Bitmesin; bu oyuncu Amerikan Kolej Basketbol Ligleri’nde (NCAA) neredeyse namağlup bir seri ile takımı UCLA’i 3 sezon üst üste şampiyonluğa taşısın. Üniversitede Houston Cougars’a karşı oynadığı maç (20 Ocak 1968), “Yüzyılın Kolej Maçı” olarak tescillensin. Hatta daha üniversite yıllarındayken oyununu bir marka haline getirmeyi başarsın, kendine özgü “sky-hook” (gök-çengel) atışını yaratsın, iki eliyle birden(!) bu atışı çalışsın ve mükemmelleştirsin.

Kerim2
Usta Bruce Lee ve öğrencisi Kareem, 1972

Öyle bir isim olsun ki, daha kolejden mezun olmadan Wilt Chamberlain, Bill Russell, Nate Thurmond, George Mikan gibi devleri görmüş NBA yöneticilerini ve rekabetiyle renk katan; Mel Daniels, Artis Gilmore ve Dan Issel gibi devlerle basketbolu zevkli hale getiren ABA yöneticilerini peşinden sürüklesin. Ama öylesine “karakterli” bir oyuncu olsun ki, seçimini yapmadan evvel, her iki ligdeki taliplerinden de (1969 NBA Draft’inde 1 numaralı seçim hakkının sahibi Milwaukee Bucks ve 1969 ABA Draft’inde 1 numaralı seçim hakkının sahibi New York Nets) tekliflerini kapalı bir zarf içerisinde vermesini istesin, ve zarflar açıldıktan sonra pazarlığı, kızıştırmayı düşünmesin, daha iyi teklifi veren Bucks’a, yani NBA’e gitsin. Hatta sonrasında teklifi yükselten Nets’e ve kendilerinde oynaması için önüne 1 milyon $ döken gösteri takımı Harlem Globetrotters’a sözünün adamı olduğunu ispatlarcasına net bir “hayır!” cevabı versin, sözüne sadakatini ispatlasın. Ve daha o yaşta, o yıllarda sadece NCAA oyuncularının gönderildiği basketbol Olimpiyat kadrosuna çağırılmasına rağmen, ABD hükümetinin Afro-Amerikan kökenli vatandaşlarına olan tutumunu protesto edip bir boykot gerçekleştirecek ve 1968’deki kadroya katılmayacak kadar da kararlı, sağduyulu ve cesur olsun…

Kerim5Yetmesin, üniversitedeyken California sokaklarındaki maçlarda karşılıklı oynadığı dev Wilt Chamberlain’i gözüne rakip olarak kestirsin, ona akıl hocalığı yapan Wilt’i aşmak için durmaksızın çalışsın, ve asla sahip olduklarıyla yetinmesin. Ve öyle bir isim düşünün ki, önce Yılın Çaylağı ödülünü 28.8 sayı ve 14.5 ribaunt ortalamalarıyla kazansın; sayı krallığında daha ilk yılından lig ikincisi, ribauntlarda da lig üçüncüsü olsun, ve takımına bir önceki seneye göre 29 maç daha fazla kazandırsın. Yetmesin, henüz sadece ikinci senesindeyken, yanına yıllanmış efsane “Big O” Oscar Robertson’ı katan ve daha kuruluşunun üçüncü yılını yaşayan Milwaukee Bucks’ı, NBA Şampiyonu yapsın. 25 yaşına bile gelmemişken, iki Normal Sezon En Değerli Oyuncu’su (MVP), bir de Finaller MVP’si ödülünü arşivine katsın…

 

Yine aynı adam, ilk şampiyonluğunu kazanır kazanmaz, dinini değiştirdiğini ve İslam’ı seçtiğini açıklasın (1971). O vakitlerde böylesi konulara çok daha bağnazca yaklaşan ABD medyasını ve halkını, kazandığı şampiyonluğa bel bağlayarak karşısına alsın, ve Ferdinand Lewis Alcindor’dan Kareem Abdul-Jabbar’lığa geçsin. Halbuki bu seçimi çok daha önce (1968) yapmış olsun; fakat olası tepkiler yüzünden, en temel hakkını kullandığını açıklamak için, en büyük olduğu ânı beklemeyi seçsin. Onun bu tercihini, kırdığı rekorlar, kazandığı şampiyonluklar bile ABD halkına sempatik gösteremesin…

Kerim9
Kareem, efsane pivotlardan Wes Unseld’e karşı skyhook’u ile egemenlik kurarken.

Çünkü aynı adam, saha içi isabet yüzdesi, top çalma ve pasörlük dahil basketbol adına her tür mükemmelliğe erişmişken, medyadan da  alabildiğine uzak kalmayı seçiyor olsun. İnsanlarla haşır neşir olmaktansa mümkününce kaçınsın, hatta basın tarafından “asosyal”, “küstah”, “somurtkan”, “kibirli” ve “ego manyak” ilan edilsin. Liderliğini yaptığı isimler onun büyüklüğünden kuşku duymazken, rakipleri ona karşı baskın çıkamazken, medya, yaptıklarını çok basitmiş gibi göstersin, ve kimselere bir zararı olmayan karakteri ve tercihlerinin intikamını ondan böyle alsın. Gazeteleri okuyanlar, özetleri seyredenler, sanki her maç 20 sayı 10 ribaunt 3 blok üretmek kolay bir beceriymiş gibi düşünsün ve başarıları hiçbir vakit hak ettiği değeri göremesin. Yanlı medya yüzünden, All-Star maçlarında ismi anons edilirken seyirciler onu yuhalayacak kadar ileri gitsin – bu yüzden de somurtkanlığı körüklensin…

Öyle ki, bir zamanlar Bob Pettit’in George Mikan’ı, Wilt Chamberlain’in da Bob Pettit’i geçtiği gibi, o da yıldızının hiç barışmadığı “ustası” Wilt’i aşıp, NBA tarihinde tüm zamanların en çok sayı üreten oyuncusu olmayı başarsın, ligde tam 20 sene (42 yaşına dek) oynasın, bu 20 yılın 19’unda All-Star seçilerek rekor kırsın; toplamda 6 şampiyonluk yüzüğü elde etsin. Altı kez normal sezon, iki defa da Finaller MVP’si ödülünü kazansın, iki defa ligin sayı kralı, bir kez ribaunt kralı, dört kez de blok kralı olsun, 10 kez ligin en iyi ilk beşine, beş kez en iyi ikinci beşine, beş kez en iyi savunma beşine, altı kez ikinci en iyi savunma beşine seçilsin. 42 yaşında bile gençlere taş çıkartırcasına oynasın, oyununu fizik gücüne değil, Jeet-Kune-Do ve yoga ile elde ettiği fizik mükemmelliğine ve zekaya dayandırdığı için 38 yaşındayken bile Finaller MVP’si ödülüne layık görülsün. Basketbol tarihinin görüp görebileceği, gelmiş geçmiş en “ölümcül”, en durdurulamaz hücum silahını, “go-to-move” diye tabir edilen bitirici hareketlerin en üstünü olan “sky-hook”u (gök-çengel) NBA literatürüne katsın. Fakat bu siyasetler ve medya ikonu olmaya duyduğu alerji yüzünden, NBA’in gelmiş geçmiş en büyük oyuncusu olarak nitelendirilmesin, hatta en büyük pivotu olarak bile görülmesin. Kerim10Basketbolu bıraktıktan sonra bile, yardımcı antrenörlükten öte bir iş teklifi alamasın, siyasi sebepler onun hocalığını, genç pivotlarla çıktığı özel antrenmanlar ve Lakers’ın son iki şampiyonluğunda yaptığı asistan koçluk ile sınırlasın…

İşte bu oyuncunun adıdır Kareem Abdul-Jabbar… O, 38 bin 387 normal sezon sayısı ile NBA’in tüm zamanlarda en çok sayı kaydeden oyuncusu. NBA tarihinde en fazla normal sezon MVP’si kazanan oyuncu. Robert Parish kendisini geçene dek, NBA tarihinin en fazla maçta oynayan ismi; Kevin Willis kendisini geçene dek de, NBA tarihinin en çok sezon oynayan (20) ve bir maçta oynayan en yaşlı (son maçını 42 yaşında oynadı) oyuncusu. 1997 senesinde açıklanan “NBA tarihinin gelmiş geçmiş en büyük 50 oyuncusu” listesine adını altın harflerle yazdırmakla kalmayıp, o listenin seçiminde bir de jüriliğe layık görülen basketbol üstadı. Lakers’ta George Mikan, Wilt Chamberlain, o ve Shaquille O’Neal’dan boşalan “dominant pivot” rolüne Andrew Bynum’un ardından layık görülen Dwight Howard’ı, bitirici bir hareketi olmadığını ve serbest atışlarını geliştirmeyi düşünemeyecek kadar düşük bir basketbol IQ’suna sahip olduğunu söyleyerek, en korkusuzca ve akıllıca eleştiren kişi…

Kareem; yani hem 6 yılını geçirdiği Bucks’ta, hem de 14 yılını geçirdiği Lakers’ta 33 numaralı forması emekli edilen, 2012’de Lakers’ın ünlü stadı Staples Center’ın önüne heykeli dikilen adam. Jeet-Kune-Do dersleri aldığı Bruce Lee’nin 1972 yapımı “Ölüm Oyunu” filmiyle başlayan bir film kariyerinin yanı sıra, bestseller olmuş kitaplarıyla bize yazarlıkta da usta olduğunu kanıtlayan birisi. Lakers’ın 80’lerde tüm basketbolseverlerin gönlünü çalan o “Showtime” basketbolunu, Magic Johnson ve James Worthy ile birlikte yaratan ve kusursuzlaştıran dev…


(Kareem’i kariyerinin başlarında, ihtiyarlayan bir Wilt ile çarpışırken görmek, en az Bill Russell – Wilt rekabetini seyretmek kadar zevklidir. Wilt, hayatının ilk ve tek “motivasyon konuşması”nda takım arkadaşlarına özetle şöyle der; “Uzun yıllar boyunca en iyi oyuncu bendim, fakat Bill Russell hep daha iyi takıma sahipti o yüzden şampiyon o oldu. Şimdi ise Kareem bu ligin en iyi oyuncusu, ama benim takımım daha iyi. Bu yüzden, kaybetmeyeceğiz!”)

Kareem’i anlatmak için bunlardan başka neler gerekir, derseniz, şöyle özetleyebiliriz: O, oyunu her şekliyle, yani oyun ne gerektiriyorsa onu yapıp, tüm yönlerinde uzmanlaşarak oynamış ve kazanmış kişidir. Kendisiyle özdeşleşen sky-hook’u gibi, oyunu göklerde, çok yukarılarda oynayandır. Gösterişi işin içine katmadan sade kalandır. Disiplindir, akıldır, zekadır ve asalettir. Yetenektir. Minik bir örnekle ispatlayalım: Michael Jordan’ın ünlü fade-away şutunu Kobe, Wilt’in oyun tarzını Shaq, Bill Russell’ın savunma üstadlığını Wes Unseld ve Dikembe Mutombo, George Gervin’in “finger-roll”unu Stephon Marbury benimsemiş ve yaşatmıştır; fakat Kareem’den sonra o meşhur sky-hook’u oyununun bir parçası haline getiren hiçbir oyuncu (pivot veya değil) çıkmamıştır. Hem de etkisi tüm NBA tarihine yayılmışken. Neden mi? Kimisi siyasi sebeplerdendir kuşkusuz; kimisi ise, onunki gibi bir vücuda, atletizme, sıçrayışa, dengeye, zamanlamaya, zindeliğe, çalışkanlığa ve beslenme şekline sahip olamadığı için yeltenemez. Kareem, böylesine eşsiz bir oyuncudur işte…

Kerim11
İki dev, Kareem ve Wilt.

Şiirsel ifadeleri bir yana bırakırsak; NBA’in en sancılı yılları olan 70’lerde, oyunu ayakta tutan en büyük pivottu Kareem. Oyunu değiştirdi; fiziksel kuvvet yerine atletizm ve zeka avantajı üzerine geliştirdiği tarzıyla yapılmayanı yaptı, pivot pozisyonunun çehresini değiştirdi ve kendisinden önceki herkesi aştı. Kulüp tarihinin tek şampiyonluğunu yaşattığı Milwaukee’den, en büyük pazarlardan biri olan Los Angeles’a terfi etti ve Magic Johnson ile beraber bizlere 80’lerdeki Celtics – Lakers – Sixers rekabetlerini yaşattı. Wes Unseld, Bill Walton, Dave Cowens, Artis Gilmore, Moses Malone, Dan Issel, Willis Reed gibi nice akranına, ve hatta Robert Parish, Hakeem Olajuwon, Patrick Ewing, Kevin Willis, Ralph Sampson ve Joe Barry Carroll gibi alt jenerasyonlara  hemen hep üstün geldi. Hatta Bob McAdoo, o’na karşı tutunamadı ve ancak onunla aynı takıma gelince şampiyonluklar kazandı. Sanat alanında UCLA’den diploma aldı ve oyuncuların NCAA’lerde pişmelerinin ne kadar isabetli olduğunu ispatladı. 20 yıllık kariyeri boyunca 18 kez play-off’lara kaldı, 10 kez takımını NBA Finali’ne taşıdı, 6’sından galibiyetle ayrıldı. Milwaukee’deki ilk yıllarında, boyalı alandaki mücadeleden retinası zarar gördüğü için kariyerinin geri kalanında koruyucu gözlükle oynamak zorunda kaldı. Hayatı boyunca migrenle mücadele etti. 2011 senesinde ise, en büyük sınavını geçip lösemiyi atlattı. 2015’te kas hastalığından tedavi gördü ve dimdik ayakta kalmayı sürdürdü. Her şeye rağmen, asaletini ve adaletini korudu ve buna karşın fikrini söylemekten de hiç çekinmedi. Hep en âkil ve dobra açıklamalar yaptı. Niye skyhook, diye soruldu; “Suratıma blok yemediğim tek atış tarzı buydu, ben de buna adapte ettim kendimi” dedi kısaca, üzerine söz söylenemedi. Oscar Robertson’ı Michael Jordan ile aynı seviyeye getirip tarihin hakkını verdi, kimse itiraz edemedi..

Kerim121947 yılında doğan Kareem, tercihleriyle ayakta kalabilmenin ve en büyük olabilmeye giden yolun en başat timsali oldu. Seneye 70’ine basacak olan 2.17 boyundaki bu efsane, nihayet 2008’de ESPN tarafından da hak ettiği saygıyı gördü ve tüm zamanların en büyük kolej oyuncusu ve en büyük pivotu seçildi (tabi bakalım, bu seneki yeni listede neler olacak?). Yetmedi, 2012’de ABD hükümeti tarafından kültür elçisi ilan edildi. İlle de biraz daha istatistik verin derseniz, buyurun: 20 sezon, 38 bin 387 normal sezon sayısı (tüm zamanların lideri), 5 bin 762 play-off sayısı (tüm zamanlarda 2.), 17 bin 440 normal sezon ribaundu (tüm zamanlarda 3.), 3 bin 189 normal sezon bloğu (ilk 3 senesinde NBA bu istatistiği tutmuyordu, fakat buna karşın tüm zamanlarda 3’üncü), 1995 yılında seçildiği Hall of Fame (Şöhretler Müzesi), sayısız bireysel ödül, vesaire, vesaire.

13

 

Vefa veya saygı mı istersiniz? Yukarıdaki resimde, Kareem’i UCLA’deki koçu John Wooden’ın elinden tutup yürümesine yardım ederken ve vefatına dek yalnız bırakmazken görebilirsiniz. Tevazu mu dersiniz? İnanılması güç, ama, Kareem hiçbir zaman kendisini tarihin en iyi oyuncusu olarak görmedi. Ona göre, doğup büyüdüğü New York’un efsanevi Rucker Park’ında, karşılıklı sokak basketbolu oynadığı ve basketbol tarihinin en hazin hikayelerinden birinin kahramanı Earl “The Goat” Manigult, bu oyunu oynamış en iyi isimdi. Kareem’in tek sorunu, yanlış tanıtılmaktı. Oysa Kareem Abdul-Jabbar, büyüklüktür. NBA tarihinin gelmiş geçmiş en komple ve en büyük pivotuna, saygılarımızla selam dururuz.

Ve Kareem Abdul-Jabbar’ın ünlü sky-hook’u.

Minik bir “trivia”: Kareem’in Los Angeles seyircisiyle arası, Milwaukee taraftarlarına nazaran çok daha iyidir. Öyle ki, muhteşem jazz koleksiyonu 1983’te bir yangın sonucu kül olduğunda, Los Angeles taraftarları kendisine muazzam bir jest yapmış ve birbirinden farklı 3000 kadar jazz albümünü ona posta yoluyla veya elden hediye etmişlerdir…

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.