Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ali Akel: Hendek’in stratejisi, siyaseti ve HDP

Hendek madalyonunun bir yüzünde ‘strateji’ diğer yüzünde ise ‘siyaset’ var. Madalyonun her yüzünde ise birer soru. İlki, hendek stratejisi ve siyaseti HDP’nin sonunu getirebilir mi, sandığa gömebilir mi? Diğeri ise HDP hendek stratejisine ve siyasetine kurban edilebilir mi, edilirse sonuçları ne olur?

Bu soruları tartışabilmek için yedinci ayını geride bırakmakta olan hendek olayına kısaca değinmek, bazı hatırlatmalarda bulunmak gerekiyor.

‘Barış süreci’, Türkiye kamuoyunun hiç beklemediği bir zamanda, Abdullah Öcalan’ın 21 Mart 2013 Newroz mektubuyla başladı. İmralı’da kurulan masa, 28 Şubat 2015’te, Dolmabahçe’de verilen fotoğraftan kısa bir süre sonra da devrildi.

Masayı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la birlikte AKP hükümetinin mi –gönüllü ya da gönülsüz, sonuç değişmiyor- yoksa PKK’nin mi tekmelediği tartışılsa da aslında gerçek ortada. Büyük bir medya kampanyası ve karartması sonucu özellikle batıda hakim kılınan kanı; bu olayın tek suçlusunun PKK ve HDP olduğu.

Beştepe’nin ve Çankaya’nın hendek siyaseti ile taşıyıcı medyası, bunu kamuoyuna 7/24 HDPKK eşliğinde sundular zaten.

Hendek olayının kamuoyunun gündemine girmesi de bu süreçte yaşandı. Gelinen noktada sürmekte olan hendek hadisesini, “Neden kazıldı, kazılmasının önüne geçilemez miydi? Kim kazdırdı, kazan niye kazdı? Kazmasalardı… Tuzak mıydı? Tuzaktı… Tuzağa niye düşüldü?” gibi sorular ve yargılar bağlamında tartışmak ise anlamını yitirdi.

Masanın devrilmesinden sonra PKK’nin bir strateji olarak sahaya sürdüğü ve YPS’nin pratiğe döktüğü hendekleri devlet çok şedit bir şekilde kapatma çabası içinde. Bunun sonucu olarak Cizre, Sur, Silvan ancak bir savaşta yaşanabilecek tahribatı yaşadı. Şırnak, Yüksekova, Nusaybin ise aynı süreci yaşıyor. Bir yol bulunamazsa –ki, durum oldukça vahim ve umutsuz- bu yıkım ve tahribat daha da artacak, yayılacak.

Büyük bir dezenformasyon ve yönlendirmenin yaşandığı hendek olayının ortaya nasıl çıktığını merak edenler merakını, İmralı Heyeti’nin Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşme tutanaklarını okuyarak giderebilir.  İmralı tutanakları, Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa (İmralı Notları) ismiyle kitap olarak yayınlandı ve internet ortamında da rahatlıkla bu tutanaklara erişim mümkün.

Hendek olayında görünen özetle şu: Abdullah Öcalan hendekleri kapattırırken, PKK ve YPS’yi hendekleri tekrar açmaya zorlayan bir devlet/hükümet politikası var. Öcalan talimat veriyor ve hendekler kapanıyor. Tutanaklarda, devlet yetkilisine de altını çizerek kalekol, askeri baraj inşaatlarına son verilmesi gerektiğini yoksa sürecin tehlikeye düşeceği uyarısında bulunuyor.

Kapatılan hendeklerin açmaya zorlandığının en çarpıcı örneğini, Ocak 2015’te Cizre’de polisin ateş açması sonucu hayatını kaybeden 12 yaşındaki Nihat Kazanhan olayı gösteriyor. DTK Eş Başkanı Hatip Dicle, Haber Nöbeti 6. Grubu’ndaki biz gazetecilere hendek olayını anlatırken, şöyle diyordu: “Cizre’deki hendeklerin kapatılması için Abdullah Öcalan’ın mesajını ben götürdüm. Dönerken yolda telefon açtılar, Nihat Kazanhan’ın vurulduğunu söylediler!”

Görüşmemizde bulunan bir DTK üyesi ise Sur esnafının hendeklerin kapatılması, sorunların çözülmesi için taleplerde bulunduklarını, Silvan’da kolluk güçlerinin yaptıklarını, duvarlara yazdıkları yazıları gördükten sonra bu taleplerini geri çektiklerini anlatıyordu.

Barış masasının tekmelenmesinden sonra PKK’nin hendek stratejisi ile savaşı şehir merkezlerine çekmesini sokaktaki vatandaştan esnafına, yerelde seçilmişlerden TBMM’ye seçilenlere geniş bir yelpazede eleştirilen, doğru bulunmayan bir husus. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Ankara’dan ve bölgeden, Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız’ın Cizre’den hendeklerin kapatılması için attığı çığlıkları, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Fırat Anlı’nın, “İnsanların tamamı barikatları savundu, hendek çok iyidir demedi. Öyle bir ruh hali yok. Birçok insan bunu eleştirdi. Diyarbakır’da yüzde 78 oy, 11 milletvekilinin 10’unu almışız. Biz mücadelemizi demokratik yollarla sürdürüp sonuç alabilirdik. Ama devletin bu ölçüsüz, orantısız müdahalesinden sonra bunun da ne kadar naif bir düşünce olduğunu insanlar gördü” sözlerini, bu serinin ilk yazısında okudunuz. Aynı grupta bulunan meslektaşımız Ümit Kıvanç da, konuya yazısında geniş yer verdi.

Hendek olayına karşı bölge insanının bakışını, hissiyatını Dört Ayaklı Minare’nin ayakları dibinde ensesinden vurulmadan birkaç dakika önce, Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi dile getirmişti: “Biz bu tarihi bölgede birçok medeniyete beşiklik etmiş, ev sahipliği yapmış bu kadim bölgede insanlığın ortak mekanında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar, çatışmalar, silahlar, operasyonlar bu alandan uzak olsun diyoruz.”

Aynı bakış devam etse de devletin verdiği cevap bu hissiyatı bambaşka bir yere taşıdı. Hendek olayına bakış ile hissiyat arasında ne yazık ki ‘dağlar’ kadar fark var bugün.

PKK’nin hendek ‘stratejisine’ karşı devletin sahneye koyduğu ‘siyaset’ böyle giderse herkesin felaketi olacak.

Hendek faturası sadece HDP’ye mi?.. 

PKK’nin hendek stratejisi ile devletin/hükümetin hendek siyaseti icraatında HDP’ye kesilen, kesilmeye çalışılan birden fazla fatura var. HDP seçimlere parti olarak girme kararı aldıktan sonra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın AKP Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu ile birlikte meydanları ve medyayı muhasaraya aldığını mevcut savaş ortamında çoğumuz neredeyse unuttu.

Bugün, 7 Haziran seçimleri öncesi olduğu gibi bu kanattan HDP’ye yönelik harekat daha da ağır bir şekilde sürdürülüyor. İhanet, ‘terörizm’ suçlamalarına dokunulmazlıkların kaldırılması tehdidi eşlik ediyor. Cezaevinin yolu gösteriliyor.

HDP’yi Türkiye siyaset sahnesinden silmek için her türlü enstrümana sarılan hükümetin Beştepe vesayetinde icraatlarını sürdürdüğü, hukukun rafa kaldırıldığı, savcı ve hakimlerin talimatla vazife gördükleri ve Meclis çoğunluğu göz önüne alındığında istediği faturayı kesmekte zorlanmayacağı açık.

PKK ile hendek savaşında devletin şehir merkezlerine artık tanklarla, toplarla müdahale ettiği, bodrumlarda insanların silahlı-sivil demeden -iddia boyutunda olsa da- yakarak öldürdüğü, öldürülenlerin ailelerine kemik ve kül olarak torbalarda teslim edildiği dikkate alınırsa; HDP’nin PKK’yi siyasete, müzakere ikna etmesi, ‘söz geçirmesi’ gibi tartışmalarda izahtan varestedir.

HDP’nin bedelini, ağırlığını belki de izah etmekte zorlandığı en büyük fatura ise her gün yüz yüze olduğu seçmeninden, Kürt halkından gelen fatura.

Dram inanılmaz boyutlarda…

Günlerce yerde kalan cesetler, vücut bütünlüğü kalmamış, yakılmış, parçalanmış bedenler…

Evleri yıkılmış insanlar. Evleri hâlâ ayakta olsa da duvarları binlerce mermi ile delik deşik olmuş, sütunları parçalanmış, duvarları yıkılmış, sadece eşyası değil; eşyası üzerinden benlikleri, kimlikleri, haysiyetleri, onurları tarumar edilmiş insanlar…

Taziye odalarında, kapalı kapılar ardında sadece şikayetler dile getirilmiyor…

Çoğu zaman, yaşanan dramlara ağıtlar yakılıyor.

Sokakta birkaç kişinin bir vekile gösterdiği tepkiyi, konuşmalardan cımbızlanan ve kamuoyuna defalarca ama defalarca dakikalarca servis edilen haberlere itibar ederseniz; gerçeğin kendisini ıskalamış ve sadece kendi kendinizi kandırmış olursunuz.

PKK’ye, HDP’ye tepki yok mu? Var, hem de ne biçim!..

Ama hiç de kamuoyuna, size sunulduğu o biçim değil.

Devlet derseniz; öldüren, yıkan, yıktığının üzerine bayrak diken polis, asker sadece…

Karşısında PKK’yi değil vekillerini, belediye başkanlarını, yereldeki yetkililerini görenler, “Neden Cizre’de, Sur’da olanlara izin verdiniz?” diye soruyor.

“Türk kardeşi”nin ilgi derecesini bildiği için, bölgeye dönük siyaset talep ediyor, cenazesine sahip çıksın istiyor. “Cizre’ye bir değil 15 vekil gelse, içeri girse, gerekirse ölse bunlar olur muydu?” diye soruyor.

Sur’un Abdal Dede Mahallesi’nde bir vatandaş, çalınan 9 bin TL değerindeki bakırı için, “Gelsinler, tutanak tutsunlar” deyince, “Kim, devlet mi?” diye sorduğumda, “Devlet de tutsun, belediye gelsin. Partim (HDP) gelsin tutsun” diyordu örneğin.

İdil’de abisi öldürülen bir Diyarbakırlı, “Özgürlük; ortak bir yaşamın getirdiği güzelliklerdir. Kimsenin öldürülmediği, ötekileştirilmediği, dışlanmadığı bir yaşam” diyordu. Devleti eleştirirken, “Kürtlere diz çöktürecekler mi? Hayır” diye sürdürüyordu sözlerini. Eleştiri oklarını HDP’ye yöneltirken, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Sur’a yürüyüş çağrısı yaptığı gün için, “On binlerce insan yürüdü o gün. Dağkapı’ya geldiğimizde polis, asker içerilere doğru çekildi. O kadar insana karşılık vermeleri mümkün değildi. Ama Eş Başkanı (Selahattin Demirtaş’ı kastediyor), milletvekillerini görmediler orada. Yürüselerdi içeri biterdi o iş” diye sitem ediyordu.

Hendekle özdeşleşen ‘ambulans’ için, “Ambulans, ambulans deyip duruyorlardı. Sümer Park’ta anneler oturuyor. Geçen gün bir anne kalp spazmı geçirdi, az daha ölüyordu. Çok mu zor oraya iki sağlıkçı koymak, bir ambulans koymak?” diye soruyordu.

Yaşananlar, tepkiler, eleştiriler başka yansıtılanlar başka. Bölgeden deneyimli bir gazeteciye “Bölgede yaşananlar medyaya ne kadar yansıyor?” diye sorduğumda, “Yüzde 20, ancak o kadar” diye cevap vermişti.

Ağır bir tablo yaşanıyor bölgede ve bu tablonun ancak yüzde 20’si, onunda büyük kısmı ne yazık ki tek boyutuyla yansıyor.

Bölgede siyasete güven, sorunun siyasetle çözüleceğine inanç her geçen gün daha da azılıyor. Baştaki iki soruya kısaca iki cümle ile cevap verecek olursak, böyle bir ortamda HDP’nin sonun getirilmesi, sandığa gömülmesi pekala mümkün olabilir. Daha önce Kürt sorununu çözmeye odaklanmış onlarca parti kapatıldı da ne oldu? Sorun çözüldü mü?

Parti programıyla, söylemiyle barış için, çözüm için bir umut olmuştu HDP. Hâlâ da öyle. Adı HDP veya başka bir şey olsun, böyle bir programı olan, çözümü, barışı önceleyen bir parti Türkiye’de Kürt-Türk barışının garantisidir.

HDP’nin ve başka kesimlerin HDP için dile getirdiği “Türkiyelileşme” ifadesi kulağa hoş gelse de esas olanın, doğru olanın “Türkiye’nin HDP’lileşmesi.”

Baştan beri devletin/hükümetin yaynında yer alanların şu soruyu sorması gerekiyor:  Esas olan Türkiye’nin HDP’lileşmesi iken, HDP’nin Türkiyelileşmesine ne kadar izin verildi?

 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.