23 Temmuz’da gerçekleşen referandum sonucu Birleşik Krallığın, Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı, sadece yakın tarihin değil insanlık tarihini etkileyecek en önemli gelişmelerinden biri olacak. Ne var ki, tarihin ilk Brexit’i bu değil. İngilizlerin, tarihin akışını değiştiren ilk Brexit’i 16’ncı yüzyılın ilk yarısında İngiltere Kralı VIII. Henry hükümdarlığında yaşanmıştı. Birinci Brexit “aşk”, ikinci Brexit ise “korku” sonucu gerçekleşti. Sonuçları da ikisinin arasındaki anlam kadar farklı olacak.
Peki, neydi o ilk Brexit’in dinamikleri ve tarihin akışını nasıl değiştirdi?
İspanyol kraliyet ailesinden Aragonlu Catherine ile evli olan ve karısından bir türlü erkek çocuk sahibi olamayan VIII. Henry, kalbini İngiliz aristokratının güzel kızı Anne Boleyn’e kaptırmıştı. Anne Boleyn’e deli gibi aşık olan Henry, Catherine’den derhal boşanmak ve Anne ile kaçamak sürdürdüğü ilişkisini resmileştirmek istiyordu. Üstellik Henry’nin, Anne Boleyn’in ona bir erkek çocuk doğuracağına dair en ufak bir şüphesi dahi yoktu.
Ancak VIII. Henry’nin bu arzusunun ve erkek varis hayalinin önünde muazzam bir engel vardı: Katolik Kilisesi. Katolik inancına göre boşanmak yasak. Bu nednele Katoliklerce tanrının dünyadaki temsilcisi olarak kabul edilen Papa, Henry’nin boşanmasına dini gerekçelerle izin vermiyordu. Henry her yolu denedi, elinden geleni ardına koymadı; ancak Vatikan’ı bir türlü ikna edemedi. Oysa O, kudretli İngiltere’nin kudretli kralıydı; nasıl olur da istediğini gerçekleştiremezdi?
Sonunda Anne Boleyn aşkı, kelimenin tam anlamıyla VIII. Henry’i “dinden imandan çıkardı”. Çılgına dönen Henry modern dünyayı şekillendirecek birinci Brexit’i gerçekleştirdi: İngiltere’yi Katolik Kilisesi’nden ayırdı. İngiliz Anglikan Kilisesi’ni Vatikan’dan bağımsızlaştırdı ve böylece Anglikanlık yeni bir mezhebe dönüştü. Vatikan deneyiminden ders çıkaran Henry, Kaderini bu sefer başkasının iki dudağı arasına bırakmaya niyeti değildi. Kendisini de Anglikan Kilise’nin bir numaralı ismi ilan etti. Anne Boleyn’ine kavuştu.
VIII. Henry, 16’ıncı yüzyılda gerçekleştirdiği bu Brexit ile Katolik Kilise’sinin ve Papa’nın tüm fiyakasını alaşağı etmiş, tarihin akışını değiştiren bir devrime imza atmıştı. Kitlelerin inançla ilgili geleneksel algıları yerle bir olmuş ve yeni bir gerçeklik doğmuştu. Anglikanlık, kıta Avrupasında başgösteren Protestanlık mezhebiyle eş zamanlı olarak, insanoğlunun baskıcı Tanrı inancından özgürleşme yolunda en önemli adımına dönüştü.
Tarihin ilk Brexit’i sadece sosyal ve siyasal değil ekonomi tarihin de akışını değiştirdi: Modern kapitalizmin kapısını araladı. Papa’ya kırmızı kart gösteren Henry, İngiliz aristokrasinin politik desteğini almak için kraliyet arazilerini tek tek dağıtmaya başladı. Bu sayede aristokrasi ve sermaye sınıfı yeni birikimler elde ederek iyice güçlenmeye başladı. Diğer taraftan, Vatikan’a bağlı olan İngiltere’deki manastırlara da kilit vurdu. Üretici köylülerle toplumun sermaye sınıfı arasında bir tür denge sağlayan manastırlık kurumu yok oldu. Gelişmelerden korkan İngiliz aristokrasisi, sahibi oldukları arazileri çitlemeye başladı ve bu araziler üzerinde tarım yapan köylüler yavaş yavaş tasfiye oldu. İngiltere’de üretim hızla düştü ve ekonomik kriz Krallığı sarsmaya başladı. Aç kalan köylüler Londra’ya akmaya başladı ve zamanla tarihin ilk işçi sınıfı doğdu.
21’inci yüzyıl Brexit’i ise, 16’ıncı yüzyıldaki örneği ile karşılaştırıldığında bir karşı-devrim niteliği taşıyor.
Avrupa Birliği, insanoğlunun geliştirdiği en büyük siyasi, hukuki ve ekonomik “birliktelik” projesi. Eğrisiyle doğrusuyla, AB insanoğlunun geldiği en üst düzey, zihinsel bütünlüğü simgeliyor. Yüzyıllardır savaşmış toplumlar ve krallıklar, 20’nci yüzyılda 30 yıl arayla iki dünya savaşında oluk oluk kan akıtmış ülkeler, “Avrupa Birliği” olarak adlandırılan vizyon etrafında o güne dek görülmemiş bir uyumla birleştiler. Değil ekonomilerini ve sınırlarını, bayraklarını bile tekleştirme yolunda tarihin en ileri adımlarını attılar. AB’nin Kopenhag Kriterleri sadece komşu ülkelerde değil, dünyanın dört bir köşesinde birer çıpaya dönüştü.
Hal böyleyken, Londra Belediye Başkanı olarak ünlenen Muhafazakar Parti Milletvekili Boris Johson’un liderliğini yaptığı ikinci Brexit, AB’nin simgelediği vizyonu paramparça etme yolunda önemli bir adım oldu. AB’nin simgelediği değerlerin aksine Brexit etnik, dini ve sosyal farklardan duvar oluşturuyor; toplumsal, siyasi ve ekonomik kapalılık ile birlikte “ülke bayrağı”nı kutsuyor. (Nitekim araştırma sonuçları, Brexit’in referandumu kazanmasına yol açan kesimin de, bu duygulara aşina olan yaşlı ve eğitim seviyesi düşük İngiliz seçmenleri olduğunu gösteriyor.)
Medyascope'un haftalık e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her çarşamba mail kutunuzda.
Bu özellikleriye Brexit, insanoğlunun on bin yıllardır geliştirdiği, kanla ve gözyaşıyla hayat bulan empati kurma ve bütünleşme serüvenine en büyük darbeyi vurmuş durumda. Savaş psikolojisini besleyen korkunun, nefretin ve aşırı milliyetçiliğin kapısını aralamış oldu.
Tıpkı ilk VIII. Henry’nin Brexit’inde olduğu gibi Boris Johnson’ın Brexit’inin de dünyayı şekillendiren yepyeni bir sınav olacağına şüphe yok. İngilizlerin yeni kararının bu sefer nelere yol açacağını hep beraber yaşayıp göreceğiz.