Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gülen ve Cemaat gerçeği/1: Batı neden Gülen’e daha yakın?

 

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler! Bugünden itibaren bu hafta boyunca beş gün “Fethullah Gülen ve Gerçeği” başlıklı bir yayın dizisi yapmak istiyorum. Bugün ilk bölümüyle karşınızdayım. Bugünkü konumuzun başlığı, yayın dizisinin ilk bölümünde, “Batı neden Fethullah Gülen’e daha yakın?” Burada kasıt tabii ki esas olarak Tayyip Erdoğan’a göre, Türkiye’deki bu savaşın taraflarından niye Fethullah Gülen’e daha yakın?
Bu çok acil mesele, çünkü Türkiye’de 15 Temmuz başarısız Darbe Girişimi’nin ardından Batı medyasına baktığımız zaman ve Batı’dan gelen tepkilere baktığımız zaman, özellikle medyaya baktığımız zaman, olayın darbenin gerçekleştirilmesi, kim tarafından niçin yapıldığı meselesi kısaca çok deşilmiyor, ama ona nasıl tepki verildiği ve bundan sonra ne olacağı konusu uzun uzun ele alınıyor ve çok net bir şekilde Fethullah Gülen ve cemaatinin bu darbeyle olan ilişkisi çok fazla ciddiye alınmıyor, önemsenmiyor, inanılmıyor. Hatta öyle ki darbeyi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir şekilde kendisi planladığı, yani bir şike, sahte bir darbe olduğuna yönelik açıktan ya da dolaylı, imalı yayınlar da yapıldı. İlk başta zaten darbenin büyük ölçüde başarılı olabileceği üzerine kuruluydu, Batı’dan gelen ilk tepkiler, daha sonra sahte darbeye doğru evrilmeye başladı nedense.

Gülen’in itibarı Erdoğan’a göre daha fazla

Buradaki temel mesele şu: Türkiye’de normal şartlarda askerî darbe denince, akla ilk gelen Kemalist subaylar oluyor. Türkiye’de şu âna kadar yapılan darbelerin hemen hemen hepsini yapanlar, kendilerini Atatürk üzerinden tarif ettiler. Zaten ordu Atatürk üzerinden inşa edildiği için ve Kemalizm ideolojisi üzerinden inşa edildiği için, bu alışılageldik bir şeydi. Ama özellikle 2007’den sonra AKP ile Fethullah Gülen Cemaati’nin işbirliğiyle, ittifakıyla, Ergenekon, Balyoz, Casusluk gibi soruşturmalar ve davalarla birlikte ordu, çok ciddi bir şekilde ayıklandı, çok ciddi tasfiyeler oldu ve Türkiye’de şu anda TSK’da darbe yapmak… tabii ki Atatürkçü, Kemalist kendini gören subaylar var, ama bir darbe yapabilecek potansiyele, güce ve cesarete sahip oldukları kesinlikle söylenemez. Dolayısıyla eskiden olsaydı kolaylıkla Atatürkçülük, Kemalizm aranacakken, şimdi o da olmadığı için aranmıyor, aktör pek fazla sorgulanmıyor Batı’da. Çünkü sorgulansa karşılarına bir şekilde Gülen Cemaati çıkacak, bunun yerine bundan sonra darbeye verilen cevap ve verilebilecek cevaplar, Türkiye’de zaten Tayyip Erdoğan yönetiminin varolan otoriterliğinin daha da güçleneceği üzerine yorumlar yapılıyor.
Peki, Batı niye Fethullah Gülen’i tercih ediyor? Çok net bir şekilde tercih ettiğini söyleyebiliriz. Eğer hükümet, Erdoğan yönetimi net bir şekilde bu darbe olayının arkasında Gülen Cemaati’nin olduğunu gösterebilirse, işin rengi tam olarak olmasa da bir ölçüde değişebilir. Ama şu haliyle baktığımız zaman Fethullah Gülen ve cemaatinin Batı’da, ABD’de, Avrupa’da, dünyanın birçok yerine itibarı Tayyip Erdoğan’a göre daha fazla. İsnat edilen birtakım suçlamalar ona pek yakıştırılmıyor. Bunun öncelikli nedenlerinden birisi tabii ki Gülen Cemaati’nin dünya çapında, küresel çapta örgütlü olması, okullarının olması, vakıflarının, derneklerinin, araştırma merkezlerinin olması ve buralarda da Batı’nın korktuğu türden İslamcı imajının dışında bir faaliyetin yürütülmesi, anadilin İngilizce olması vs.. Ve buralar, özellikle radikal İslam’dan endişelenen Batılılar için, aslında pekâlâ tercih edilebilecek okullar, örgütlenmeler olarak görülüyor. Dolayısıyla burada zaten Fethullah Gülen’in ideolojisi, Batı’da bir zamanlar özellikle ABD’de tarif edilen “Ilımlı İslam” sıfatına, küresel anlamda belki de en yakın olan söylemlerden birisi.

Ilımlı İslam örneği

Yani tam da Batı’nın arayıp da bulamayacağı ılımlı İslam modeline birebir uyuyor, birebir uymasının dışında Gülen, bizzat kendisi Batı’daki bu kaygıları ve beklentileri, arayışları bildiği için kendi söylemini buna göre düzenliyor. Örneğin, değişik dillere çevrilmiş olan, İslam’da terörün olmadığına dair kitapları var Fethullah Gülen’in. Birçok dilden yayın yapıyorlar ve buralarda sürekli olarak yumuşak bir İslam yaklaşımı, onun ötesinde dinler-arası diyalog konuları çok fazla öne çıkarılıyor. Yani Batı’nın tercih edeceği türden bir İslam yorumu ve üstelik bu yorum, küresel anlamda güçlü. Sadece Müslüman olan ülkelerde değil; Müslüman olmayan ülkelerde de çok ciddi okulları var, değişik kültürel faaliyetleri var, ticari faaliyetleri var. Buna ek olarak, Cemaat’in özel olan public relations (PR), halkla ilişkiler dediğimiz ve ayrıca bununla iç içe olan lobi faaliyetlerine özellikle Batı merkezlerinde çok büyük önem vermesi var. Cemaat’in bu konuda özellikle ABD’de, kısmen de Avrupa’da çok ciddi kuruluşları var; sırf bununla uğraşan insanlar var, bu konuda çok yoğun faaliyet gösteriyorlar, yaptıkları toplantılara ABD’de çok sayıda temsilci, yani Kongre üyesi ve hatta senatör katılabiliyor, birçok yere ulaşabiliyorlar ve belki kendi görüşlerini Batılı yönetici sınıflara çok kolaylıkla iletebiliyorlar. Bu konuda birçok yerde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden daha etkili bir lobi faaliyeti içerisinde olduklarını söyleyebiliriz.

Yurtdışındaki devasa faaliyet ağı

Bir diğer hususu –tabii bunu unutmamak lazım–, Turgut Özal’la birlikte başlayan Cemaat’in yurtdışı faaliyetlerinin devlet tarafından önünün açıldığı gerçeğini de unutmamak lazım. Bu, 28 Şubat Süreci’nde bir ölçüde sekteye uğradı; ama AKP iktidarıyla beraber, özellikle AKP ile Cemaat’in fiilen koalisyona gittiği 2007’den sonra bu çok net bir şekilde oldu. Dışişleri Bakanlığı bu konuda bütün temsilciliklere genelgeler yolladı, Cemaat’in yurtdışındaki kuruluşları, okulları, vakıfları, dernekleriyle Türk temsilcilikleri birlikte hareket eder oldu. Ve bir anlamda aslında bu sayede –ki Cemaat bu işleri gerçekten çok iyi bilir– birçok yerde dış temsilcilikler Cemaat’in gölgesinde kaldılar. Bunu da hiç akıldan çıkarmamak lazım. Yani devletin bugün bir süredir Cemaat hakkında söylediği, “Bunlar teröristtir, bunlar şöyle kötüdür, böyle kötüdür” gibi suçlamalar, birçok ülkede yadırganıyor; çünkü yakın bir zamana kadar Cemaat temsilcileri ve devlet temsilcileri –ki aynı parti iktidardaydı o sırada– birlikte hareket ediyorlardı. Dolayısıyla bu PR faaliyetlerini, halkla ilişkiler faaliyetlerini ve lobi faaliyetlerini hiç unutmayalım. Cemaat’in değişik diller konuşan çok sayıda üyesinin, yöneticisinin olduğunu; bunların özel olarak Batılılar’la konuşma konusunda özel yeteneklere sahip olduklarını, geliştirdiklerini de akılda tutmak lazım. Tabii, bu arada Cemaat zaten ideolojisiyle ve örgütlenmesiyle, lobi faaliyetleriyle zaten Batı’da belli bir güce sahipken, bir de belli bir tarihten itibaren Erdoğan’ın düşen grafiği var. Bu “one minute”le başladı, “Mavi Marmara”yla devam etti, Arap Baharı Dönemi’nde yaşanan, Mısır’da yaşananlarla ve sonra Suriye’de yaşananlarla işin rengi çok değişti. Ülkede Gezi’yle beraber başlayan, giderek tırmanan otoriterleşmeyle, temel hak ve özgürlüklerin hedef alınması, demokrasiden geri adımlar atılmasıyla beraber Tayyip Erdoğan’ın grafiği düşerken, Cemaat’in grafiği de yükselmese bile, birisi düşerken o aynı kalsa bile, onun çok üstünde kaldı. Burada tabii 17-25 Aralık’ın özellikle altını çizmek lazım, 17-25 Aralık yolsuzluk ve usulsüzlük ya da rüşvet soruşturmalarıyla beraber, Tayyip Erdoğan’ın imajı iyice düşerken, bu soruşturmaların arkasında olduğu görülen ya da tahmin edilen diyelim –ama bence görülen– Gülen Cemaati’nin de imajı daha da arttı. Yani bir tarafta yolsuzluğa battığı kabul edilen bir iktidar ve onun lideri, bir tarafta da gerekirse kendini riske atarak yolsuzlukla mücadele ediyormuş görüntüsüne sahip olan bir Cemaat ve onun lideri. Bunların üzerine demin de söylediğimiz gibi İsrail –ki Mavi Marmara konusu, Cemaat’le hükümet arasındaki koalisyonu zedeleyen en önemli hususlardan birisiydi, hatırlanacaktır– konusu, İslamcılık konusu, mesela Mısır Darbesi — Mısır Darbesi’ne karşı Cemaat’in bir duruş sergilediğini görmedik, buna karşılık hükümet Batı’yı karşısına alacak şekilde Mursi’ye destek verdi, ki bu hâlâ kendini gösteriyor.

Erdoğan’ın gücü, Türkiye’nin gücünden geliyor

Sonuç olarak baktığımız zaman, Batı’da Erdoğan ve Gülen’in karşılaştırmasını yaptığımız zaman, çok büyük bir dengesizlik görüyoruz. Erdoğan’ın gücü, büyük ölçüde Türkiye’nin gücünden geliyor. Yani ABD başta olmak üzere Batılı ülkeler, Türkiye’nin stratejik önemini, ekonomik gücünü büyüklüğünü vs.’sini reddedemeyecekleri için, Türkiye’yi kaybetmek istemedikleri için, Tayyip Erdoğan’la istemeseler de belli bir ilişki sürdürmek zorunda hissediyorlar kendilerini. Ama Gülen’le kurdukları ilişki daha farklı, Gülen’e bakışları daha farklı, Gülen’i her zaman –yani yakın bir zamana kadar– çok net bir şekilde söyleyebiliriz ki Gülen’i hep tercih ettiler; Gülen de zaten kendisinin tercih edilmesi için özel olarak gayret sarf etti, bu konuda faaliyetler yürüttü.
Şimdi, şunu düşünelim: Bugün Batı medyası darbe üzerine çok sayıda haber yaptı, burada bir yığın muhabir var, yorumu var, köşe yazarları var, gelenler var, uzaktan yazanlar var… Türkiye’yle ilgili çok sayıda haber ve yorum yazılıyor ve bunların bir kısmını da Türkiye’de medya çevirip koyuyor — izliyorsunuzdur. Buraların hepsinde hâkim olan temel mesele –başta da söylediğim gibi– “Bundan sonra ne olacak?” meselesi ve Tayyip Erdoğan’a yönelik, büyük ölçüde haklı, kuşkular, tedirginlikler var. Tamam, bu doğru; ama medyada çok büyük bir eksiklik var Batı medyasında. Bu da, “Kimdir bu Gülen? Bu Cemaat ne yapar? Ne yapmak ister?” bu konuda ciddi bir şekilde yapılmış –yıllardır bu işi takip eden birisi olarak söyleyebilirim ki– ciddi bir şekilde yapılmış herhangi bir eleştirel çalışma doğru dürüst yok; çok az var. Burada da tabii, özellikle üniversitelerde Türkiye araştırmaları üzerinde çalışma yapan yerlerde de bir nevi Gülen Cemaati’nin bir markası söz konusu. ABD’de olsun, İngiltere’de olsun, AB’nin diğer ülkelerinde olsun, Gülen Cemaati bu konuları çok ciddi bir şekilde, çok yakından takip ediyor; özellikle kendisiyle ilgili yapılan çalışmaları kendi lehine teşvik ediyor, kendisine yönelik eleştirel olarak yapılmış çalışmalara yönelik de çok ciddi karalama kampanyaları yürütüyor. Bu konuda mesela çok ilginç bir örnektir, Türkiye asıllı ama Fransız vatandaşı olan Araştırmacı Bayram Balcı’nın yıllar önce yaptığı, özellikle Orta Asya’daki Gülen Cemaati okullarıyla ilgili yaptığı araştırma çok objektif, çok derinlemesine bir araştırmaydı; ama Cemaat’in hoşuna gitmediği için Bayram hakkında –Bayram diyorum, çünkü kendisini yakından tanıyorum, şu anda ABD’de– bir yığın spekülasyon vs. çıkarttılar. Buna karşılık Bayram’ın yaptığı araştırmaların kenarına köşesine ilişemeyecek, siparişle yapıldığı çok kolaylıkla anlaşılan birtakım baştan savma işlere de çok ciddi bir şekilde sponsorluk yaptılar, bunları yaygınlaştırdılar vs.. Yani, medyada, üniversitelerde, Batı dünyasında baktığımız zaman Gülen Cemaati’yle ilgili Cemaat’in büyük ölçüde kontrolü var. Bugün siz bir araştırmacı olarak, bir gazeteci olarak Gülen Cemaati’nin devlet içerisinde ayrı bir örgütlenmeye gittiğini anlatmaya kalktığınız zaman, size çok itibar eden kişi olmayacaktır, büyük bir ihtimalle size “Tayyip Erdoğan işbirlikçisi” olarak bakacaklardır.
Ama burada ıskaladıkları çok önemli bir husus var: Örneğin ben kendi deneyimimden biliyorum, ben Tayyip Erdoğan’la işbirliği yaptıkları zaman da bunu söylüyordum, bugün de bunu söylüyorum; ama bunu söylediğiniz zaman, karşınızdaki araştırmacı ya da gazeteci çok can kulağıyla dinlemiyor sizi, bundan rahatsız oluyorlar. Bu gerçekle; Gülen Cemaati’nin bir İslamî cemaat olmanın ötesinde bir şebeke, yani tek kelimeyle şebeke olduğu yolundaki argümanları dinleme konusunda çok istekli değiller.
Bu konuda çok klasik bir şey var; delil talebi var. Delil meselesi önümüzdeki yayınlarda sık sık karşınıza çıkacak, bunu dile getireceğim, ancak şimdilik şöyle söylemekle yetineyim: 31 yıldır genel olarak İslamî cemaatleri, özel olarak da Gülen Cemaati’ni olabildiğince objektif bir şekilde çalışmaya, izlemeye, gözlemeye ve değerlendirmeye çalışan bir gazeteci olarak, benim gözlemlerim bu konuda Gülen Cemaati’nin devlet içerisinde örgütlenme içerisinde olduğudur –ki bunu ilk olarak 1990’da çıkan Âyet ve Slogan kitabımda çok net bir şekilde yazmıştım, “sessiz ve derinden” ara başlığını hâlâ kullanırım; artık tabii sessizlik kalmadı, her şey ortaya çıktı– Gülen Cemaati, Türkiye’de öteden beri bilinçli bir şekilde, organize bir şekilde örgütlenmiştir. Batı bunu görmüyor, belki görmek istemiyor; çünkü Batı şu anda Türkiye’yi yöneten yönetici sınıfla kendince birtakım nedenlerle, yönetici sınıftan özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan rahatsız.

Ehven-i şer

Dolayısıyla Fethullah Gülen bir tür ehven-i şer olarak görünüyor kendilerine. Bu ehven-i şer konusunda son bir not düşeyim ve noktalayayım: Zamanında 1994’te Refah Partisi yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara’yı alarak büyük bir zafer elde ettiğinde, ülkede yaşanan şokun ardından Gülen, ilk defa Türkiye’de kamuoyunun karşısına çıkmıştı. Refah Partisi şoku yaşayan Türkiye’nin yöneticileri, özellikle medyası, büyük sermayesi vs. denize düşen yılana sarılır misali, Erbakan’ın Refah Partisi’ni, Gülen’in ılımlı cemaatinin durdurabileceği düşüncesiyle buna yönelmişti. O dönemin gazete arşivlerini tararsanız, ya da hafızanızı yoklarsanız bunları göreceksiniz. Ve ondan sonra Gülen Cemaati, Erbakan’a ve Refah Partisi’ne karşı, yumuşak, ılımlı bir İslam olarak, alternatif olarak kendini sürdü ve bu süre içerisinde çok ciddi bir şekilde güç devşirdi. O günden bugüne geldik. Bugünden kastım nedir? 15 Temmuz’da Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kanlı darbelerinden, en hunhar darbelerinden birine imza atan bir harekete dönüştü. Dolayısıyla Gülen Cemaati’ne ehven-i şer mantığıyla yaklaşmanın çok doğru bir politika olduğunu düşünmüyorum, bu Türkiye içinde de geçerli, Türkiye dışındaki kişiler için de geçerli. Bunun anlamı, Gülen Cemaati’ne böyle bakılmaması gerektiği, Türkiye’de siyasi iktidarın desteklenmesi gerektiği anlamına gelmez; ama şu konuda çok net bir şekilde, duruşu göstermek gerekir, en azından ben kendi adıma bunu söylemek istiyorum: Kim yaparsa yapsın askerî darbeler, her zaman için tereddütsüz bir şekilde karşı çıkılması, hiçbir şekilde meşrulaştırılmaması gereken demokrasi dışı darbelerdir ve Gülen Cemaati en sonunda bunu da yaptı. Türkiye’ye bu kötülüğü de etti diyelim ve burada noktayı koyalım.
Yarın, Gülen Cemaati’nin ilk ortaya çıkışı ve Cemaat’in Türkiye’deki diğer İslamî cemaatlerden nerede ayrıldığı ve dünyadaki diğer bazı dinî yapılanmalarla nerede benzeştiği üzerinde duracağım. Şimdilik iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.