Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gülen ve Cemaat gerçeği/3 Gülen’in söylemi, Cemaat’in yapılanması



Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. “Fethullah Gülen ve Cemaat Gerçeği” yayın dizisinin üçüncü bölümünde karşınızdayım. Burada Fethullah Gülen’in söylemi ve Cemaat’in yapılanmasını ele almaya çalışacağım. 1985 yılında gazeteciliğe başladığım andan itibaren İslamî hareketler ve yapılanmalarla ilgili çalışmalar yapıyorum ve o andan itibaren de Fethullah Gülen ve cemaati hakkında bilgi sahibiyim. O konuda çalışmalarım var. Şöyle bir soruyla karşı karşıya oldum hep: “Bu cemaat ne yapmak istiyor?” sorusu. Yani ilginç bir şekilde, Türkiye’de varolan Nakşibendilik ya da başka tarikatlar, ya da başka İslamî cemaatler hakkında, “Ne yapmak istiyorlar?” sorusu pek sorulmaz. Çünkü bu cemaatlerden bildiğimiz, mesela Süleymancılar Kur’an kursları açar. Nakşiler ve Kadiriler zikir yapar; bir şeyh vardır, şeyhin etrafında halkalar vardır ve orada birtakım ritüeller geliştirilir. Eğitim temelli bir çalışma olur. Küçük çapta ekonomik çalışmalar da olur. Ama Fethullah Gülen Cemaati’nin başından itibaren hep “Bu cemaat ne yapmak istiyor?” sorusu beraberinde soruldu. Bunun en önemli nedeni de bu cemaatin tamamen kapalı bir yapılanma olmasıydı. Şimdi kapalılık meselesi çok önemli. Çünkü Türkiye’de İslamî yapıların hemen hemen hepsi aslında kapalıdır. Bu kapalılığın en önemli nedeni de malum Cumhuriyet ideolojisinin dini kamusal alandan çıkartması ve birtakım sınırlamalar getirmesi, yasaklamalar getirmesi ve özellikle varolan tarikat türü yapıların da varlıklarını sürdürmek için bir nevi yeraltına inmeleridir. Böyle bir kapalılık zaten vardır. Yani yasal olmayan alanda çalışırlar ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında, daha sonra İnönü döneminde de birtakım cemaatlere yönelik, o zamanların tabiriyle zikir âyini sırasında yakalanan, tarikat âyini sırasında yakalanan insanlar, müritler hep haber olmuştur. Ve bunlar irtica olarak tanımlanmıştır.

Saldırıya hazırlık için kapalılık

Fethullah Gülen Cemaati’nin kapalılığı Türkiye’deki diğer İslamî cemaatlerin kapalılığından çok ciddi bir şekilde farklı bir kapalılıktı ve hâlâ öyle. Buradaki fark şu: Türkiye’deki geleneksel cemaat yapıları kendilerini korumak için kapanırlar. Yani varlıklarını korumak, varlıklarını sürdürebilmek için, devletin hışmından kurtulabilmek için kapandılar. Ve bu bildik bir olaydı. Ama Fethullah Gülen Cemaati bunun ötesinde bir şey yaptı. Fethullah Gülen Cemaati, korunmanın ötesinde, kendini koruma ama ardından bir saldırıya hazırlık için kapalı çalıştı. Yani kendini gizledi. Devletin hışmından korunma, devletten gelebilecek zararları en aza indirmenin dışında, Fethullah Gülen Cemaati’nin öteden beri devletin içine sızma, devleti ele geçirme perspektifi vardı. Onun için gizli çalıştı. Bu anlamda Fethullah Gülen Cemaati’ne yönelik dile getirilen, benim de sık sık tekrarladığım “Niye şeffaf değilsiniz? Niye açık değilsiniz?” sorusuna Cemaat’ten temsilciler hep “Herkes böyle, niye diğerlerine sormuyorsunuz? Çünkü devlet çok acımasız” vs. gibi cevaplar verdiler. Bu cevaplar aslında gerçek cevaplar değil.
Fethullah Gülen Cemaati’nin şeffaf olmamasının en önemli nedeni Fethullah Gülen Cemaati’nin görünen faaliyetlerinin ötesinde görünmeyen faaliyetlerinin olmasıydı. Bunu başından itibaren gündeme getirdi. Bir gazeteci olarak bu realiteyle, yani Fethullah Gülen Cemaati’nin perspektifinde devletin içine kadro yerleştirmek ve bunu tabii ki gizli yapmak perspektifinin olduğunu gazeteci olarak çalışmaya başladığım andan itibaren ve diğer İslamcılardan, diğer İslamî cemaatlerin ya da grupların insanlarından duydum. Hep böyle bahsedildi. İlginç bir şekilde Türkiye’de İslamî yapılar, devletle sorunları olmasına rağmen, devlet tarafından dışlanmalarına rağmen –ki 80’li yılların ortaları ve 90’lı yılların başlarını kastediyorum– Gülen Cemaati’nin devlete sızma projesini, stratejisini görüp bundan rahatsız oluyorlardı. Bu çok ilginç bir durumdu.

Gülen’in babayiğitleri

Bir başka ilginç olan durum, o tarihlerde bana ve yakın çevrelerine Gülen Cemaati’nin bu tavrından eleştirel bir şekilde bahseden bazı kişiler zamanla Cemaat’in kapsama alanına girdiler, Cemaat’le beraber hareket eder oldular. Cemaat’in devlete yönelik stratejisini sadece başkalarının anlattıklarından değil, Fethullah Gülen’in o tarihlerde Abdulfettah Şahin adıyla yazdığı yazılarda, özellikle Sızıntı dergisindeki başyazılarında da görmek mümkündü. Bunu 1990’da çıkan kitabım Âyet ve Slogan’da Fethullah Gülen Cemaati’yle ilgili alıntılarla göstermiştim. Hatta o bölüm bugün Medyascope’un web sayfasına da yüklendi. İsterseniz oradan bulabilirsiniz. Orada Fethullah Gülen mesela bir yazısında çok net bir şekilde diyor ki: “Elinde ilim meşalesi, her yerde bir çıra tutuşturup cehalet ve görgüsüzlüklerle mücadele edenlere, üstün bir inanç ve azimle dökülüp yolda kalanların imdadına koşanlara, maruz kaldıkları zorluklar karşısında isyan etmeden, ümitsizliğe düşmeden bir küheylan gibi yoluna devam edenlere, yaşama arzusunu unutarak yaşatma zevkiyle şahlanan babayiğitlere ihtiyacımız var.” Babayiğit… Biliyorsunuz Fethullah Gülen çok şiirsel, belagatlı bir dil kullanır yazılarında ve sohbetlerinde. Burada da Fethullah Gülen bu babayiğitleri devlete yönelik hazırlamayı söylüyor. Ama burada tabii devletten kendisine “Bize babayiğitler yolla, şöyle iyi kadrolar yolla ve biz onları istihdam edelim” gibi bir talep yok. Tam tersine devlet “Bu Gülen Cemaati bizim başımıza çorap örmek istiyor” diye hep teyakkuzda. Ama Cemaat bunu yaptı. Cemaat’in bunu yaptığını hep duyduk. Ama bu hep geçiştirildi, çok önemsenmedi. Cemaat’in poliste, yargıda, içişlerinde ve hatta orduda ciddi kadroları olduğu, buralara sızmak istediği, buralara sızmak için birtakım yasadışı yollara tevessül ettiği –mesela sınav sorularını çalmak vs. gibi– iddialar hep dile getirildi. Dönem dönem bu iddiaların karşılığı olarak birtakım şeyler açıklandı. Ama genellikle bu iddialar Türkiye’de o tarihlerde, tam Refah Partisi’nin yükselişine denk gelen 90’lı yıllarla beraber –ki tüm dünyada İslamî hareketin yükselişi vardı– din-devlet ilişkilerinde bir normalizasyona geçiyordu Türkiye. Katı laikçilikten uzaklaşma dalgası hâkimdi. Fethullah Gülen ve cemaati bu tarihlerde kendilerine yönelik bu yaklaşımları, Kemalist, jakoben, dayatmacı yaklaşımlar olarak görüp kendilerini çoğulcu demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin koruması altına aldılar. Hep şu söylendi, biliyorsunuz: Tabii ki devlette herkes, her cemaatten insan olabilir. Neden olmasın? Onlar da bu ülkenin vatandaşı. Fethullah Gülen defalarca bu soru kendisine sorulduğunda ne dedi? “Benim öğrencilerim, bana kendini yakın duyan insanlardan devlette memurlar olabilir, üst düzey de olabilir. Bunun kimseye bir sakıncası yoktur.” Buraya kadar tabii ki yok; devlette her yerden insan olabilir ve olmalı da. Ama bir yapı düşünün ki bu yapı devletin değişik yerlerine yönelik olarak, özel olarak öğrencileri yetiştirsin ve özel olarak onları oralara atasın. Mesela diyelim ki dershanelerden yetişen birtakım öğrencileri, kendi dershanelerinde yetiştirdikleri öğrencilerin üniversite tercihlerini bizzat onların abileri ya da ablaları yapsın, Işık Evleri’ndeki ya da dershanelerdeki. Çocuklar onların belirlediği okullara gitsinler. O okullardan sonra onların yönlendirdiği işlere gitsinler. Mesela diyelim ki çok parlak bir hukuk fakültesi mezunu olan bir genç avukat olup çok iyi paralar kazanabilecekken savcılık ve yargıçlık sınavına girip çok az parayla devlette savcı ve yargıç olarak çalışabiliyor. Ama bunun karşılığında ne alıyor? Bunun karşılığında ileride savcı ve yargıç olarak Cemaat’in çok kritik, stratejik birtakım adımlarında önemli roller oynayabiliyor.

Cemaat’in devşirmeleri

Ülkede Gülen Cemaati gibi devletin içerisinde sızmaya yönelik bu perspektifte çalışan İslamî ya da değil, Türk milliyetçisi, Kürt hareketinde, sol hareketten vs. hemen hemen hiçbir grup yok. Olsa bile böyle bir örgütlülüğe sahip olan bir yapı yok. Dolayısıyla Gülen Cemaati çok rahat bir şekilde buralara, devletin değişik yerlerine organize bir şekilde sızdı. Şimdi bunu yaparken, bu, Cemaat’in görünmeyen kısmı. Bir de Cemaat’in görünen kısmı var. Okullar öncelikle, medya, birtakım şirketler vs. Bunların büyük bir kısmına 17-25 Aralık’tan sonra el konuldu biliyorsunuz, kayyum atandı, kapandı. Yöneticileri hapse atıldı vs. Cemaat’in bu görünen yüzü –ben buna sivil kanadı diyorum–, sivil kanat hep Cemaat tarafından öne çıkarıldı. Bu sivil kanat demokrasi der, darbe karşıtı olur, dinler-arası diyalog der, hoşgörü der. Ve bunu diyen inandırıcı kadroları vardır, inandırıcı insanları vardır, köşe yazarları vardır, televizyon kanalları vardır, oralarda programlar yapılır. O programlarda Cemaat’le ilgisi olmadığı bilinen değişik yerlerden liberaller, hatta solcular vs.’ler, MHP kökenli insanlar yapar. Bir çoğulcu görünüm de vardır. Hatta bir zamanlar, uzun bir süre Etyen Mahçupyan da Gayri Müslim kimliğiyle Zaman gazetesinde yazıyordu. Başkaları da var, Gayri Müslimler de var vs. Bu görünen yüzü ve burada Cemaat çok başarılı. Okulları çok başarılı, çok elit. Okullarından çıkan öğrenciler en iyi yerleri kazanıyor. Üniversiteleri çok iddialı. Yurtdışındaki okulları çok iddialı ve her gün yenileri açılıyor. Lise diye başlıyor, üniversite diye gidiyor vs. Böyle bir yapı var ve bu yapının birtakım yan kolları, vakıflar, dernekler, yabancı ülkelerde lobi faaliyeti yürüten kurumları vs.’siyle Cemaat gerçekten sivil, özgürlükçü, demokrat, liberal bir kimlikle karşınıza çıkıyor.
Şu anda Batı medyasına baktığınız zaman, 15 Temmuz Darbe Girişimi’yle ilgili çıkan yazıların hemen hemen hepsinde Cemaat’e yönelik olarak verilmiş çok ciddi krediler var. Çünkü bu insanlar, Batı dünyası, Cemaat’i hep bu yüzüyle gördüler. Öteki yüzü bir iddia, onların gözünde ve iddiayı dile getiren de kim? Tayyip Erdoğan gibi Batı’nın gözünde otoriterliği tescillenmiş birisi. Sonuçta neden deniyor? Bir tarafta sivil, hoşgörülü, dinler-arası diyalog diyen, konuşulabilen insanlar; öte yanda İslamcılığını gizlemeyen, otoriter olduğu bariz, basın özgürlüğüne vs. diğer konulara karşı çok acımasız, Kürt meselesinde de çözüm yolundan sapmış, Suriye’de birtakım radikal İslamcı örgütlerle ilişkileri olduğu söylenen bir siyasî hareket ya da lider var. Gülen Cemaati hep bunu kullandı, hatta en son Fethullah Gülen’in darbe girişiminin ardından yaptığı açıklamalarda çok ciddi bir şekilde, açık ve net bir şekilde Tayyip Erdoğan’ı dünyada IŞİD’e en fazla destek veren kişi olarak gösterdiğini de gördük.

Cemaatten farklı bir yapı

Bunun dışında, ama bir de bizlerin yaşadığı bir şey var. Biz bunları 15 Temmuz’da daha net bir şekilde gördük. Bütün bu sivil yapı aslında sivil olmayan yapının zemini olarak kurulmuş bu cemaatte. Uzun bir süre, 17-25 Aralık’tan sonraki süreçte birçok yazıda Cemaat’in sivil ve sivil olmayan kanatları arasındaki ilişki üzerine yazı yazmıştım belli bir tartışmayı başlatmak için ve açıkçası Cemaat’in sivil yüzlerinin sivil olmayan kanada belli bir anlamda itiraz etmesi, Cemaat’in içerisinde bir tartışma başlaması umuduyla. Tabii ki bu çok düşük bir umuttu, beklentim yüksek değildi ve nitekim bunun gerçekleşmeyeceği de çıktı. Cemaat aslında sivil yapısıyla ve sivil olmayan yapısıyla aslında tek bir yapı. Bu tek yapının özelliği de Fethullah Gülen’in başından aşağı, tepeden tırnağa her şeyini denetlediği çok sıkı bir İslamî cemaatin ötesinde, daha çok bir istihbarat servisini andıran bir yapı söz konusu. Bu yapıyı Türkiye’deki diğer İslamî cemaatlerle, mesela bir Nakşibendi ya da Kadiri cemaatiyle, ya da Fethullah Gülen’in geldiği Nurculuk hareketiyle kıyaslamak bence artık çok gerçekçi değil. Bu yapıyı dünyanın değişik yerlerinde varolan, Hıristiyan dünyasında ya da başka yerlerde varolan, “secte” ya da “cult” diye tabir edilen yeni dinsel hareketlerle kıyaslamak daha mümkün. Mesela bir Opus Dei hareketi var. Mesela Amerika’da değişik dönemlerde çıkan birtakım toplu intiharların vs.’lerin yaşandığı ya da devletle çatışmaya giren dinî yapılarla kıyaslamak daha gerçekçi olabilir. Burada çünkü İslam bir yerden sonra Cemaat’in ve Fethullah Gülen’in amaçlarının, hedeflerinin gerisinde kalıyor. Burada İslam dini, Nurculuk, Said Nursi vs. her şey enstrümantalize ediliyor. Böyle bir olayla karşı karşıyayız. Yani bu bir İslamî cemaatin ötesinde, çok ciddi siyasi hedefleri olan bir şebeke. Ve bu şebeke küresel bir şebeke, sadece Türkiye değil. Tabii ki Türkiye ana merkezi, ama uzun bir süredir Fethullah Gülen’in Pensilvanya’da yaşadığını düşünürsek, anavatanı Türkiye olan ama karargâhı ABD’de olan, faaliyet alanı tüm yerküre olan, binlerce insanı olan, binlerce bağlısı olan bir yapıyla karşı karşıyayız.

Cemaat çok iyi siyaset yapabilen bir yapı

Burada aslında çok soru var. Mesela şöyle bir soru: Küçük yaşta, daha askerî liseden itibaren Cemaat’e girip, Cemaat eliyle asker olan, subay olan bir genç, diyelim ki bugün tuğgeneral olarak darbeye dahil olan bir genç –artık genç değil tabii–, bütün bu süre boyunca şizofrenik bir hayat sürüyor. Yani bildiğimiz klasik subay tiplemesine uygun, çünkü subaylar biliyorsunuz daha bir komün gibi yaşarlar, birbirleriyle iç içe yaşarlar. Ve hep de biliyoruz ki bu tür yapılara karşı teyakkuz hâlinde olunduğu için de insanlar kendilerini gizlerler. Gülen Cemaati’nin özellikle sivil olmayan ayağında çok ciddi bir kendini gizleme, iyice gizleme, kişisel olarak da gizleme hali var. Ondan sonra bir an geldiğinde bu insanlar en acımasız bir şekilde cuntacı, darbeci olabiliyorlar. Gerçekten çok önemli şeyler yaşadık 15 Temmuz’dan itibaren. Yıllardır bu konuda, Gülen Cemaati’nin bildiğimiz İslamî cemaatlerden farklı olduğu, bunun faaliyetlerini sorgulamanın, bu cemaati şeffaf olmaya davet etmenin, devletin bu cemaati toplum için daha sıkı bir şekilde denetlemesini talep etmenin temel hak ve özgürlüklere, demokrasiye aykırı olmadığını anlatamadık. Anlamak istemediler. Dönem dönem farklı kişilerle… çünkü burada Cemaat’in farklı bir özelliği karşımıza çıkıyor: Cemaat çok iyi siyaset yapabilen bir yapı. Karşısındaki, dışındaki yapıların kendi içerisindeki çelişkileri çok iyi okuyan, o çelişkilerden istifade eden, çok kolay kendine müttefik ya da katkı sunacak insan devşiren bir yapı. 15 Temmuz’a kadar bunu gördük. 15 Temmuz’da o kadar net bir şekilde yaşandı ki olaylar, bu katkı vermiş olan, Cemaat’in bir şekilde çeperinde de olsa buna yardımda bulunmuş olan insanların derin bir endişeye kapılmış olduklarını görüyoruz. Halbuki onu bir şekilde görebilmeleri lazımdı. Ama bir nevi efsunlanmışlardı, bunları görmediler, görmek istemediler. Şimdi en fazla sığınabildikleri alan bir tevil alanı. Bu da nedir? “Tiyatro, aslında böyle değil, bunlar bir senaryo”nun ötesine gidemiyorlar. Bir çaresizlik içerisindeler.

Dinlerarası diyalog kandırmacası

Cemaat çok kişiyi kelimenin gerçek anlamıyla kullandı. Kimi zaman onlara birtakım imkânlar sundu, kimi zaman onların birtakım zaaflarını suiistimal etti. Bunu doğrudan ya da dolaylı bir şekilde, bunların zaafları üzerinden onlara bir tür şantaj uyguladı. Bir de insanlara duymak istediği şeyleri söyledi. Mesela dinler-arası diyalog meselesi, bugün İslam coğrafyasının en önemli sorunlarından birisi. İslam coğrafyasında İslamcılığın yükselmesiyle beraber diğer dinlerle ilişkiler konusunda çok ciddi sorunlar yaşanıyor. Ve böyle bir ortamda Fethullah Gülen Cemaati çıkıp dinler-arası diyalog başlatıyor. Büyük toplantılar düzenliyor. Hele Fethullah Gülen Türkiye’deyken, patrikler, hahambaşılar vs. hep birlikte düzenledikleri toplantılar var. Ve bununla çok ciddi bir PR yapıyor. Yani halkla ilişkiler faaliyeti olarak da Cemaat’in Papa’yla görüşmesi de buna bir örnekti. Ama çok iyi biliyorum, Cemaat’in AKP’yle ittifak yaptığı ve en güçlü olduğu dönemlerde, yani bu Ergenekon, Balyoz gibi soruşturmaları yaptığı dönemlerde Cemaat’in sivil görünen yapısında bu hoşgörü, dinlerarası diyalog falan denirken, Cemaat’in daha yeraltı gibi görünen birtakım internet sitelerinde vs. müstear olarak yazan bazı insanlar beğenmedikleri, sevmedikleri, karalamak istedikleri insanlara kripto-Ermeni, kripto-Yahudi gibi sıfatlar atfederdi. Yani Cemaat’in gerçek yüzü belki de buydu. Yani Cemaat’in gerçekten Hristiyanlara, Yahudilere olması gerektiği gibi açık, diyalogdan yana, dışta göründüğü gibi gerçekte böyle olmasının çok da sahici olmadığının örneklerini yakından takip edenler bilir. En sıkıştıkları anda insanları –ki Türkiye’de biliyorsunuz muhafazakâr camiada bu çok ciddi bir şekilde vardır– çok ciddi manada Gayri Müslim olmakla, Ermeni olmakla vs.’yle suçlarlar. Bunun örnekleri çoğaltılabilir. Ama en basit örnek nedir? Cemaat yıllarca Türkiye’de, özellikle Ergenekon-Balyoz sürecinde kendini demokrat diye, darbe karşıtı diye pazarladı. Darbeye karşı duruşun ana sivil merkezi olarak pazarladı ve çok kişi de buna bilerek ya da bilmeyerek inandı, kandı. Bazıları çok da inanmıyordu, ama bir nevi kendi taktikleri gereği inanır gibi yaptı. 15 Temmuz’da bunun ne kadar büyük bir yalan olduğunu gördük. Cemaat darbe karşıtı söylemini darbe hazırlığı için, kendine elverişli zemini hazırlaması için kullanmış. Dolayısıyla içi ve dışı tamamen farklı olan, esas gücünü sivil olmayan yapı üzerinden alan, sivil yapıyı hep sivil olmayan yapı için seferber eden bir hareketle karşı karşıyayız. Bu hareketi 30 yılı aşkın süredir takip etmeye çalışıyorum. Bu hareket konusunda emin olduğum, hâlâ kafamın çok net olmadığı detaylarına hâkim olmadığımız çok şey var tabii; çünkü kapalı bir yapı söz konusu. Ama emin olduğum bir nokta da şu: Bu hareket Fethullah Gülen’le başlıyor, Fethullah Gülen’le bitiyor. Yani Fethullah Gülen’in değişik vesilelerle yaptığı açıklamalarda söylediği, “Ben bilmiyorum, tanımıyorum, ordu içerisinde var mı, yargı içerisinde var mı, öyle diyorlar, ama ben tanımıyorum” falan, bunların kesinlikle doğru olmadığını düşünüyorum. Fethullah Gülen eminim darbe girişiminde yer alan subayların hepsini isim isim biliyor. Hangisinin ne yaptığını da pekâlâ biliyordur. Fethullah Gülen’den habersiz bu cemaatte bir yaprağın bile kımıldamasının mümkün olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla 15 Temmuz darbe girişimini eğer Cemaat yaptıysa, bunun sorumlusu da Fethullah Gülen’dir. Evet, bugünlük bu kadar. Yarın dördüncü bölümle karşınızda olacağız. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.