Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Türkiye’de İslam, İslamcılık ve cemaatler

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/280967165″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Türkiye’de İslam, İslamcılık ve cemaatler üzerine bir yayınla karşınızdayım. Bu yayın açık olacak. Soru ve yorumları alacağız. Bu soru ve yorumlardan rejideki arkadaşların seçtiklerinden bazılarını buradan cevaplandırmaya ya da yorumlar üzerinden bir tartışma yapmaya çalışacağız. Sorularınızı Periskop’tan ve Facebook’tan yollayabilirsiniz. Yorumlarınızda, değerlendirmelerinizi de yollayabilirsiniz.

Öncellikle bir girizgâh olarak şunu söylemekte yarar var. Fethullah Gülen Cemaati’nin özellikle 15 Temmuz’daki darbe girişimi olayından sonra Türkiye’de cemaat meselesi bambaşka bir şekilde tekrardan tartışılmaya başlandı. Cemaat sıfatı tanımı Gülen Cemaati’nin tekeline alınmış gibiydi. Diğer cemaatlerin pek fazla adı geçmiyordu, önem verilmiyordu. Gülen Cemaati böyle bir işe kalkışıp da başına çok büyük dertler gelince; daha doğrusu dert demeyelim buna, bunun cevabını devletten çok sert bir şekilde alınca; özellikle Türkiye’de Gülen Cemaati’nin büyük ölçüde tasfiyesi gerçekleşirken, hep aynı soru gündeme geliyor. Diğer cemaatler ne yapıyor, Gülen Cemaati’nin boşalttığı yeri diğer cemaatler mi dolduracak? Bunu daha önce bir başka yayında değerlendirmeye çalışmıştık, ama o zamandan bu zamana hâlâ bu tartışma sürüyor. En son CNN-Türk’teki Tarafsız Bölge yayınında bu konunun tartışıldığını duydum. İzlemedim açıkçası, ama yansımalarını biliyorum. Orada ilginç olarak Kemalist iddialı kişilerle İslamcı iddialı kişilerin, cemaatlerin zararlı olduğu konusunda mutabık kaldıkları gibi bir imaj ortaya çıkmış. Ve genellikle şöyle şeyler söyleniyor: “İşte, devletten Gülen Cemaati gitti, ama yerine başkaları gelirse onlar daha tehlikeli olabilir, vs.” Bunların çok üstünkörü, kesin önyargılı ve birtakım hesaplarla yapılan değerlendirmeler olduğunu düşünüyorum.

Olabildiğince serinkanlı bir şekilde bakıldığı zaman –geçen yayını izleyenler de bilecektir– söylediğim şeyi tekrarlamak istiyorum: Türkiye’de Gülen Cemaati’nin boşluğunu doldurabilecek hiçbir cemaat yok. Hepsi birleşseler bile dolduramazlar. Zaten böyle bir niyeti olan cemaat olduğunu da sanmıyorum. Böyle bir şeye talip olan kimsenin olduğunu da sanmıyorum. Kaldı ki AKP iktidarı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gülen Cemaati deneyiminden sonra böyle bir şeye kesinlikle izin vermeyecektir.

Bunu söyledikten sonra, birkaç önemli hususun altını çizmek lazım. Çok karıştırılan kavramlar var. İslam, İslamcılık ve cemaatler meselesinde, çok basit bir şekilde şunu söylemek lazım: İslamcılık İslam’ın içinden çıkartılmış bir siyasi ideolojidir. İslamcılığın da farklı farklı türleri vardır. Yumuşak olanı, sert olanı, radikal olanı, şiddete yöneleni, yasak siyaseti öne çıkaranı, vs.. Şöyle söyleyebiliriz: İslam’dan İslamcılık çıkar, ama İslamcılıktan İslam çıkarmak o kadar kolay değil. Ya da daha anlaşılır bir şekilde söylemek gerekirse: Her İslamcı Müslümandır ama her Müslüman İslamcı değildir, İslamcı olmak zorunda değildir. Kendini Müslüman hisseden bir insan Türkiye’de ya da herhangi bir yerde politik olarak çok farklı bir yerde bulunabilir. Solda da olabilir, sağda da olabilir, ya da İslamcı olabilir.

Bir diğer husus ise: Cemaatlerin hepsi İslamcı değildir. Hatta özellikle Türkiye’de cemaatlerin çok azı İslamcıdır. Cemaatlerin büyük bir çoğunluğu siyasetle çok fazla ilgilenmemeye dikkat ederler. Başlarına bir şey gelmesinden hep endişe ederler. Özellikle laiklik uygulamalarının çok daha güçlü olduğu dönemlerde cemaatlerin en önemli meselesi varkalmaktır, varlıklarını korumaktır. Ve varlıklarını korumanın en önemli yolu da, devletin dikkatini çekmemek, gerekirse devletten zarar görmemek için devlete bazı tavizler vermek, ya da tavizler verir gibi yapmaktır. Özellikle çokpartili hayata geçildikten sonra, siyasi partilere oy vaadidir bu; siyasi destek vaadidir. Ama cemaatlerin büyük bir kısmının siyasete çok da fazla angaje olduğu söylenemez.

Bazı cemaatler çok fazla angaje olmuştur. Özellikle Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi’nin kuruluşu, yani Milli Görüş hareketinin kuruluşu, Nakşibendilerin İskender Paşa kolunun –ki o dönemdeki şeyhi Mehmet Zaid Kotku’nun bilgisi, onayı ve teşvikiyle olmuştu. Başka cemaatlerden insanlar gelmişti, ama Milli Görüş’ün ilk yılları esas olarak İskender Paşa’nın ürünüdür. Ama bazı cemaatler de bunun dışında kalmıştır. Ya da Nurculuk hareketi siyasetle hep ilgili olmuş, ama siyaseti kendisi yapmak yerine merkez sağ partileri desteklemeyi tercih etmiştir. Bu, Demokrat Parti’den Adalet Partisi’ne, daha sonra Doğru Yol Partisi’ne şeklinde evrilmiştir. Nurculuğun büyük bir kısmı böyleydi. Ama yakın dönemde tabii ki Türkiye’de merkez sağ diye bir şey kalmadığı için, Nurcuların önemli bir kısmı da Adalet ve Kalkınma Partisi’ne destek vermek ya da vermemek gibi bir ikilemin içerisinde kaldılar.

Tekrar söyleyecek olursak, her İslamcı Müslümandır ama her Müslüman İslamcı değildir. Her İslami cemaat İslamcı değildir. Bir de cemaatlerin hepsini aynı kaba koymamak gerekiyor. Bütün cemaatleri tarikatlar olarak görmek de doğru değil. Önemli bir teknik ayrıntı bu. Çünkü tarikatta tasavvuf denilen çok köklü, yüzyıllara dayanan bir ekolün takipçileri. Burada bir şeyh var, şeyhe bağlılık var, zikir gibi birtakım faaliyetler var. Ama Türkiye’de güçlü olan, özellikle son dönemde güçlü olan Nurculuk, Süleymancılık gibi hareketler, zamanında tarikat ile bir takım ilişkileri olmuş olsa da, bambaşka yapılardır. Bunlarda bir lider vardır. Ama lider tarikat şeyhi gibi değildir, daha farklı bir konumdadır. Ve buralarda da tarikat ritüellerinin uygulanmadığını görürüz. Bunlara o anlamda daha çok İslami ekoller demek daha doğru olur. Bu ekolleri bir Nakşibendilik gibi, Kadirilik gibi, Mevlevilik gibi tarikatlarla bir arada almamak gerekiyor. Bir diğer husus ise tarikatların kendi içlerinde tarihten bu yana çok sayıda kolları olması. Türkiye’de de aynı şekilde tarikatların çok sayıda kolu var. İnsanlar bazen karıştırabiliyorlar; hepimiz, ben de yıllardır bu işlerle ilgilenmeme rağmen hâlâ birçok kolun varlığını daha yeni öğrendiklerim de var.

Evet, bir soru ile başladık. Bütün cemaatler İslamcı mı? Aslında bunun cevabını verdim. Tekrar söyleyeyim: Bütün cemaatler İslamcı değil, İslamcı olan cemaatler var, siyasetle çok ilgilenen cemaatler var. Siyasetten özel olarak bilhassa uzak duran cemaatler var. Bazı cemaatler de –Mevlevilik gibi– daha folklorik görünümde yapılar; mesela Türkiye’de Mevlevilik öteden beri varlığını sürdürüyor, ama Mevleviliğin bir Nakşibendilik’le, bir Kadirilik’le kıyaslanamayacak kadar farklı bir konumu var. Türkiye’de farklı farklı cemaatler, farklı farklı tarikatlar, farklı farklı toplumsal gruplara hitap ediyor. Dolayısıyla bunların hepsinin ayrı ayrı özellikleri var. Ama şunu söyleyebilirim. Benim gazeteci tecrübemde gördüğüm husus, Türkiye’deki cemaatlerin çoğunluğu siyasetten uzak durmaya çalışır. Daha doğrusu kendisi siyaset yapmaz. Siyasetçilerden uzak durmuyor olabilirler, ama kendileri bilfiil siyaset yapmaktan uzak dururlar. Ama kendi varlıklarını korumak ve varlıklarını daha da güçlendirmek için siyasetçilerle ilişki kuran çok sayıda cemaat var — ki bunların içerisinde tarikatlar da var.

Evet, bir başka soru, neden en çok Menzil Cemaati’nin adı geçiyor. Öncelikle, Menzil Cemaati, Nakşibendiliğin önemli bir kolu. Menzil adını Adıyaman’da bir köyden alıyor. Orada konuşlu, esas merkez orası. Aslen Siirt’ten oraya göç etmiş Kürt kökenli bir ailenin şeyhinin devamıdır. Ve Menzil Dergâhı, Nakşibendiliğin Menzil kolu, şu anda Türkiye çapında ve Türkiye’nin dışında çok sayıda müridi olan bir yapılanma diyelim. Aslında uzun bir süre Menzil Dergâhı kendini çok fazla göstermemeye çalışırdı. Siyasetten çok fazla uzak durmaya çalışırdı. Bunun bir nedeni de Seyda olarak anlatılan Muhammet Raşid Erol’un –ki Menzil Tarikatı’nın şu anda hayatta olmayan tarihi şeyhidir– kendisi 12 Eylül askeri darbesinden sonra Çanakkale’ye sürgün edilmiş olması. Orada yaşamak zorunda kalmıştır. Buradan çok ciddi bir ders çıkardı. Uzun bir süre siyasetten uzak durmaya çalıştı. Ancak siyasetçiler Menzil’den uzak durmadı. Özellikle Büyük Birlik Partisi’nin hayatını kaybeden lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun Menzil Dergâhı’na bağlı olduğu söylenirdi. Bazı siyasetçiler de buraya giderdi. Mesela Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın Menzil’den olduğu söylenir, ya da eski Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın da Menzil Dergâhı’na bağlı olduğu söylenir. Menzil Dergâhı Muhammet Raşid Erol’un ölümünün ardından yerine geçen kardeşiyle beraber biraz daha kendini değiştirdi. O zamana kadar Menzil, kitap basan, kamuya açık faaliyet yapan bir yer değildi. Anca son yıllarda çok ciddi bir şekilde dışarı açılmaya başladı. Radyo istasyonları, TV kanalları, dergileri var. Mesela Semerkant deyince, herhalde ilanlarını en azından görmüşsünüzdür metroda vs. başka yerlerde. TV kanalları, radyoları var. Medya alanında ciddi bir şekilde faaliyet yürütüyorlar. Sağlık alanında çok ciddi şekilde faaliyetleri var. Ve bu cemaatin Hükümet ile, AKP ile arası iyi biliniyor. Ancak Menzil Cemaati benim yakından bildiğimi sandığım bir cemaat. Buradaki insanların cemaate bağlılığı bir Fethullah Gülen Cemaati’ndeki ilişkiyle kıyaslanamayacak kadar gevşektir. Fethullah Gülen Cemaati’nde insanlar, çocuklar özellikle çok küçük yaşta alınır, yetiştirilir, eğitilir ve birtakım misyonlara hazırlanırlar. Ama Menzil Cemaati’ndeki olay, genellikle belli bir yaşa ermiş insanların bir şekilde bu cemaate bağlanmasıdır. Genellikle esnaf ya da serbest meslek sahibi kişiler çok var. Yoksul insanlar, yani alt gelir düzeyinde insanlar da var. Burada şeyhe bağlılık çok önemli, şeyhi ziyaret çok önemli. Şeyh ziyareti Menzil köyüne yapılıyor. Ve özellikle Muhammed Raşid Erol zamanında bu çok olurdu. Ben de çocukluğumdan beridir onu bilirim. Mesela İstanbul’da ben Çağlayan’da otururken, yazları Çağlayan’dan otobüsler kalkardı Menzil’e. Ve bu otobüslere, diyelim ki alkol bağımlısı ya da kumar tutkunu insanlar aileleri tarafından konulur ya da ailelerinden biri eşlik eder, bunları Menzil’e götürürlerdi. Ve Menzil’de bu kişiler “tedavi olur” ve geri dönerlerdi. Namaza başlarlardı, içkiyi bırakırlardı, kumarı bırakırlardı vs. Tabii bırakanların bir kısmının tekrar başladığı oluyordu, ama böyle bir inanış vardı. Türkiye’nin dört bir tarafından ve yurtdışından da insanlar orayı, Menzil köyünü bir ziyaret yeri olarak görürler. Şimdi böyle bir yapıdan Fethullah Gülen Cemaati’nin boşalttığı devlet kadrolarını doldurmasını beklemek bence biraz abartılı. Ama adının çok geçmesi, şu anda son dönemde bu cemaatin özellikle medya faaliyetleri ile dikkat çekiyor olmasından. Ve birtakım ticaret faaliyetleri ile sağlık ve diğer alanlarında dikkat çekiyor olması ve de hükümet ile arasında bir sorun olmamasından dolayı çok fazla adı geçiyor. Yanılmıyorsam geçen bir TV yayınında, adını vermeyim, “ama bir cemaat var, büyük ihtimalle onlar bunu yapacak” dedikleri, Menzil cemaatidir. Ben bu konuda, açıkçası o değerlendirmeyi kim yaptı bilmiyorum, TV yayını izlemedim, ama çok kaba tabiriyle bu tür değerlendirmelere söyleyeceğim şey: Tamamen atıyorlar olur yani. Sallıyorlar. Fethullah Gülen Cemaati’nden dolayı insanların gözü korktuğu için, o korkuları üzerinden yürümeye çalışıyorlar. Bu şu anlama gelmiyor tabii. Menzil Cemaati devletin içerisinde örgütlenir mi örgütlenmez mi? Orada kadroları var mı? Başka cemaatlerin de muhakkak vardır, olacaktır. Zaten var. Ama bunların hiçbirisinin Gülen cemaatinin yaptığı gibi devletin içerisinde paralel bir hiyerarşi oluşturmaya gideceğini kesinlikle düşünmüyorum.

Bu anlamda Türkiye’de Gülen Cemaati’nden daha tehlikeli diye tabir edilebilecek, devlete sızma anlamında şu anda var olan cemaatlerden hiçbirisinin olduğunu düşünmüyorum. Bundan sonra da böyle bir yapının ortaya çıkabileceğini kesinlikle sanmıyorum. Bunlar açıkçası insanların gözünü korkutmak için yapılan şeyler. Niçin bunu yapıyorlar? Bunun farklı farklı nedenleri olabilir. Mesela cemaatlere çok sıkı denetim getirilip onların boşalttığı alanları kendileri doldurmak isteyen insanlar da olabilir. Evet, bir başka soru, Gülen Cemaati’ne destek veren başka cemaat var mı? Benim bildiğim kadarıyla yok. Bir kere bu çok büyük bir cesaret ister. Türkiye’de böyle bir cesareti gösterebilecek, şu ortamda özellikle böyle bir cesareti gösterecek kimse yok. Çünkü Gülen Cemaati’ne karşı topyekûn bir savaş var. Ve bu savaş kapsamında Cemaat’le ilişkili neredeyse herkese yönelik bir savaş var. Dolayısıyla Gülen Cemaati’ne destek vermek, bir kere çok büyük bir riski göze almaktır. Ama zaten Gülen Cemaati’nin diğer cemaatlerden destek almışlığı da yoktu. En fazla yani, bir yakınlık, işte birbirlerine tahammül etme durumu vardır, ama Gülen Cemaati’nin diğer cemaatlere karşı çok acımasız ve onlara karşı kibirli bir bakışı vardı. Ve bu kibir de büyük ölçüde şundan gelirdi: Çünkü bütün cemaatlerin okul sayılarının toplamından kat kat fazla okulu olan bir yerdi. Bütün cemaatlerin medyalarının toplamından, yani radyo TV vs. kat kat fazla medyası olan bir yapıydı. Ve devletin içerisinde çok ciddi bir şekilde gücü olan ve bu gücünü istediği gibi kullanan ve bazı durumlarda diğer cemaatlerin aleyhine kullanabilen bir yapıydı. Dolayısıyla Gülen Cemaati’nin yanında hemen hemen hiç kimse olmamıştır. Ancak ve özellikle 15-25 Aralık Operasyonu’ndan sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan çok net bir şekilde tüm cemaatlere: “Ya benim yanımdasınız, ya onların yanında” gibi bir dayatmayı yaptı ve cemaatlerin büyük bir kısmı, ezici bir kısmı tercihini Erdoğan’dan yana yaptılar. Az sayıda yapı nötr bir pozisyon takınabildi. Onun dışındakilerin hepsi AKP’nin ve Erdoğan’ın yanında yer aldılar. Siyasi iktidarın yanında yer aldılar. Bunun birçok nedeni vardı. Birincisi zaten Gülen Cemaati’nden hazzetmiyorlardı. İkincisi, devletin hışmından korkuyorlardı. Üçüncüsü, Gülen Cemaati’nin tasfiyesi ile beraber kendi alanlarının genişleyeceğini düşünüyorlardı. Dolayısıyla cemaatlerin hiçbirisi Gülen Cemaati’ne destek vermiyor, vereceği de yok. Zaten Gülen Cemaati 17-25 Aralık’tan sonra bunu birazcık denediler. Ama çok da fazla böyle bir destek talebinde bulunmadılar. Bulunamadılar. Açıkça söylemek gerekirse bulunacak yüzleri de pek yoktu.

Başka soru ve yorum varsa. Bir şeyi söylemek istiyorum. Geçen yayında unuttuğum, adını anamadığım bir cemaat var. Süleymancılar var. Belki onunla ilgili soru gelecektir, ama gelmeden ben söyleyeyim. Süleymancılık Türkiye’nin neredeyse Nurculuk kadar eski yapısı. Cumhuriyet tarihi döneminde Cumhuriyet’le beraber ortaya çıkan bir yapı. Süleymancılığın en temel özelliği Kur’an eğitimi; özellikle Cumhuriyet’in ilk yıllarında Kur’an eğitiminin engellendiği, izin verilmediği düşüncesiyle kurulmuş olan yeraltı Kur’an kursları organizasyonu ile başlayan, daha sonra Kur’an eğitiminin normalleşmesiyle beraber kendisi de yer üstüne çıkan bir hareket. Bu hareket öteden beri siyasetle ilgili. Özellikle Süleymancılığın kurucusu Süleyman Hilmi Tunahan’ın ölümüyle beraber, yerine geçen damadı Kemal Kacar kendisi doğrudan siyaset yapmış, milletvekilliği yapmış biriydi. Onun ardından gelen Süleyman Hilmi Tunahan’ın torunları. Şu anda, uzun bir süredir Süleymancılık birkaç parçaya bölünmüş durumda. Bunlardan esas ana parçayı taşıyor gözüken Arif Denizolgun, bir ara ANAP’ta siyaset yapmıştı, bakanlık da yapmıştı yanılmıyorsam; o uzun bir süre AKP’ye mesafeli bir şekilde durdu. Ama buna karşılık kardeşi Beyazıt Denizolgun AKP’nin ilk kuruşundan itibaren AKP’de yer aldı ve milletvekilliği de yaptı. Sonuçta Süleymancıların büyük bir bölümün AKP’den uzakta olduğu biliyoruz. Bu nedenle özellikle son yıllarda Süleymancılık bayağı bir güç kaybetti. Ama çok köklü bir yapılanma olduğu için Süleymancılığı Türkiye’de hep ciddiye almakta yarar var. Ancak tabii ki şöyle bir husus var: Özellikle AKP iktidarı ile beraber Türkiye’de dindarların gündeminde artık böyle bir Kur’an eğitimi, işte başörtüsü vs. gibi sorunlar kalmadı. Bir zamanlar bir ihtiyaç gibi gözüken, dindarların ihtiyacı gibi gözüken taleplere cevap vermek iddiası ile ortaya çıkmış olan Süleymancılık belli bir tarihten sonra artık fonksiyonunu yitirdi. Eski fonksiyonunu yitirdi. Yeni döneme uygun olarak kendini geliştiremedi. Süleymancılık aslında Türkiye’de hâlâ etkisini sürdürmekle beraber, giderek güç kaybeden, kendini yenileyemediği ölçüde, duruma intibak edemediği ölçüde etkisi marjinalleşen bir yapı haline geliyor. Bu duruma intibak etmeyi, yani gelişmelere intibak etmeyi, cemaat yöneticileri, Süleymancılığı yöneten kişiler genellikle siyasi partiler arasında tercih yapmak gibi anladılar ve yaptıkları tercih de genellikle yanlış olduğu için kaybettiler. Yani ilk baştan itibaren mesela AKP’ye yanaşmış olsalardı, belki bambaşka bir durum söz konusu olacaktı, Süleymancılıkla ilgili olarak. Ama uzun bir süredir AKP ile mesafelerinden dolayı, hatta ona muhalif oldukları için ciddi bir şekilde güç kaybettiler. Eğer son dönemde benim kaçırdığım bir şekilde AKP ile ilişkileri varsa veya birlikte hareket ediyorlarsa, onu bilemiyorum ama sanmıyorum.

Evet soru ve yorum: Türkiye’de Selefi akımları güçlü mü? Güçlü, ama tabii ki cemaatler kadar, bir Nurculuk kadar, bir Nakşibendilik kadar güçlü değil; Selefi akımlar genellikle zaten var olan bu akımları reddeden akımlardır. Özellikle gençlik kesiminde vardır. Selefi akımların hepsinin illaki şiddete yönelmesi gerekmiyor, ama Türkiye’de Selefi olanlar hızlı bir şekilde El Kaide, IŞİD gibi yapılara yönelebiliyorlar. Bunların sayısı şöyle güçlü, oran olarak yüksek olmayabilirler; ama Türkiye çok büyük bir ülke olduğu için, bunların oranı az da olsa, sayıları fazla oluyor. Yani şu anda Türkiye’de ve dünyada Selefilik deyince akla gelen, Yeni-Selefilik olarak tanımlanan artık El Kaide ve IŞİD’dir. Daha yumuşak, entelektüel yönü güçlü olan Selefiliğin etkisi Türkiye’de iyice azalmış durumda. Türkiye’deki Selefiliğin büyük bir kısmı radikal gruplar. Bunların çok güçlü olduğunu, etkili olduğunu zaten son zamanlarda yaşananlarla görüyoruz. Türkiye’den Irak ve Suriye’ye savaşmaya giden çok sayıda insan var. Ve bu insanların hepsi de genç değil. Ailece gidenler ve oralarda ilan edilmiş olan İslam devletinde yaşamak için oraya çoluk-çocuğuyla beraber gidenler de var. Dolayısıyla Türkiye’deki Selefiliği çok ciddiye almak lazım. Ben bu konuda 2014’ün Mart ayında, “Selefileri Beklerken” diye bir yazı yazdığımda (bakınız bana çok kızanlar olmuştu. Abarttığımı söyleyenler olmuştu. Ama daha sonra yaşananlar bunu gösterdi. Türkiye’de Selefi bir damar var. Hep söylenen şöyle bir şey vardır: Türkiye’de Anadolu İslamı var, bu Anadolu İslamı bu tür yapılara izin vermez. Bence artık bunun pek bir anlamı kalmadı. Geçmişte var mıydı bilmiyorum, ama günümüzde pek bir anlamı yok. Türkiye’de Selefiliğe çok yatkın bir atmosfer var. Bir kere coğrafyamız çok yatkın, yanıbaşımızda bu akımlar çok güçlü; öte yandan, Türkiye’deki din-devlet ilişkilerinin inişli çıkışlı grafiği ve AKP’nin İslami iddialı bir parti olarak gelip yaptığı icraat; en son Gülen Cemaati’nin, İslami cemaat olma iddiasındaki bir cemaatin yaptıkları ve nihayet AKP yönetimi ile Gülen cemaati arasındaki çatışmanın doğurduğu atmosferde, Türkiye’deki İslami anlayış, İslami yaşam, İslami cemaat yapılanmaları vs., hepsi allak bullak oldu. Çok karıştı işler, hiç bir şey eskisi gibi değil. Hani eskiden burada Osmanlı geleneği vardı, devlete itaat esastır, şudur budur gibi şeyler klişe olmaktan öteye gitmiyor.

Türkiye’de iş koptu diyelim. Cemaatlerin etkisi giderek azalıyor. Cemaatlerin etkisinin azalıyor olması İslam’ın ve dinî hayatın, dine bağlılığın azaldığı anlamına gelmiyor. Bir taraftan bireyselleşme yaşanırken bir taraftan da Selefilik gibi daha farklı sıkıntı doğurabilecek yapılanmalar da güçleniyor. Bunların üzerinde duracağı varsayılan Diyanet ya da cemaatler gibi yapıların Türkiye’de IŞİD ve El Kaide gibi yapıların temsil ettiği ideolojilerle ve İslam anlayışıyla mücadele etmesi bana çok fazla mümkün gibi gelmiyor. Zaten çok fazla mücadele etmeye kalkıştıkları da söylenemez. Son yıllarda artık bıçak kemiğe dayandığı için Diyanet bir şeyler yapar gibi yapıyor, ama bunların da artık çok geç olduğunu düşünüyorum.

Evet, başka bir soru: Tayyip Erdoğan hangi cemaatten? Tayyip Erdoğan’ın gençliğinde Nakşibendiliğin İskender Paşa Cemaati’ne yakın olduğunu biliyoruz, ama artık belirli bir noktadan sonra, belirli bir cemaat olması gerekmiyor. Necmettin Erbakan da aynı şekilde İskender Paşa Cemaati’ndendi, ama daha sonra kendisinin o cemaati aşmış bir siyasetçi olduğunu, Tayyip Erdoğan’ın da aynı konumda olduğunu, birçok siyasetçinin de aynı konumda olduğunu söyleyebiliriz. Tayyip Erdoğan o anlamda artık cemaatler-üstü birisi ve tabii önemli olan, birtakım vakıflar aracılığıyla, aile fertlerinin yöneticiliğini yaptığı birtakım vakıflar aracılığıyla İslami cemaatlerin sahası olan sosyal hayata, eğitim alanına ve diğer alanlara doğrudan müdahale ediyor Tayyip Erdoğan. Dolayısıyla şunu söyleyebiliriz: Diğer İslami cemaatleri kontrol altında tutmak, onları kendine bağlı kılmak isterken, yine öte yandan çok güvendiği isimler, aile ve yakın çevresi aracılığıyla İslami cemaatlerin esas alanı olan sosyal alan ya da dinî-sosyal alanını doğrudan kendisi denetim altına almak istiyor; bu konuda devlet imkânlarını da kullanarak o vakıfların önünün ne kadar açıldığını biliyoruz. Bu anlamda artık Tayyip Erdoğan’ın şu cemaate bağlı ya da başka bir siyasetçiyi şu veya bu cemaate bağlı diye değerlendirmenin hiçbir anlamı yok. Cemaatlerin ona olan bağımlığına bakmak daha gerçekçi olur.

Evet, İsmail Ağa Cemaati 15 Temmuz’da güçlendi mi? Açıkçası 15 Temmuz’un kime nasıl etkisi olduğunu ölçmek için çok erken. Tabii ki burada bazı cemaatler Tayyip Erdoğan’ın çağrısı üzerine sokağa çıkmak konusunda daha cesur davrandılar, bazıları ise ürkek davrandı. Bunun çetelesini ben tutmuş değilim, ancak İsmail Ağa Cemaati’ne bağlı insanların özellikle İstanbul’da bayağı sokakta olduklarını kestirebiliyoruz. Bu onların tek başına güçlenmesine yeter mi? Açıkçası çok da emin değilim. Bu konuda bugün AKP Ankara milletvekili Aydın Ünal’ın bir yazısını okudum. Davadan fırsat çıkarmak gibi çok ilginç bir yazı, Yeni Şafak’ta. 15 Temmuz’da ortaya çıkanlar ile şu anda ortada olanlar arasında çok büyük bir fark olduğunu, bunun birçok olayda böyle olduğunu söylüyor. Aynı şey burada da geçerli 15 Temmuz’da sokağa çıkan, hayatlarını feda eden ya da risk alan insanların çok da fazla önde olmadığını, ama 15 Temmuz’da nerede oldukları belli olmayan insanların bugünlerde çok fazla fırsattan istifade etmek istediklerini söylüyor, ki herhalde o içeriden birisi olarak daha güçlü gözlemlere sahiptir. Dolayısıyla 15 Temmuz’da sokağa çıkanların, burada tanklara karşı, Cemaat darbesine karşı direnmiş olanların bundan kârlı çıkacağı diye bir şey yok açıkçası; pekâlâ tam tersi de olabilir. Yakın zamana kadar Cemaat’le çok teşrik-i mesai içerisinde olanlar da şu dönemde çok daha fazla güçleniyor olabilirler; bunları kestirmek çok mümkün değil. Hiçbir şey otomatik olarak gelişmiyor. “Şu, darbeye karşı çıktı, dolayısıyla güçleniyor”, “şu, darbeye karşı çıkmadı, dolayısıyla etkisi azalıyor” demek çok mümkün değil. Birebir buna denk gelmiyor.

Bir gözlemci olarak şunu çok net bir şekilde söyleyebilirim, tarafsız olup olmadığıma siz karar verin: Bu işi yıllardır yapıyorum ve kimlerin Gülen Cemaati’yle ne tür ilişkileri olduğunu az buçuk gözlemlemiş birisiyim. Yakın zamana kadar Gülen Cemaati’yle gerçekten çok yakın ilişki kurmuş, onların açtığı alanlardan istifade etmiş bildiğim ne kadar insan varsa, onların büyük bir kısmı, –bir kısmı tabii ki gözaltına alındı, ülkeyi terk etmek durumunda kaldı, o ayrı– ama varkalanların en sert Cemaat düşmanı olduklarını görüyorum. Zaten Cemaat konusunda, Gülen Cemaati ve FETÖ konusunda kim sesini en çok çıkartıyorsa, açıkçası onlara bir soru işareti, hatta birden fazla soru işareti koymanızı öneririm. Genellikle bunu, kendi şeylerini örtmek için, geçmişlerini örtmek için yapıyorlar. Aslında bu birçok olayda geçerli, bu olayda da böyle. Benim kişisel gözlemim ortalıkta gürültü koparanların önemli bir kısmının değişik zamanlarda –ki kendi meslek grubumda bunu çok yakından biliyorum– yani en yalın kılıç FETÖ savaşçısı olanların zamanında Fethullah Gülen Cemaati’nin yargıçları, savcıları ve polis şefleri ile beraber neler yaptıklarını hepimiz, en azından ben ve arkadaşlarım yakından biliyoruz.

Evet, başka bir soru. Türkiye’de şeyhi olmayan cemaat var mı? Şeyhi olmayan cemaat var tabii ki. Demin söyledim: Tarikat olmayan cemaatlerde şeyh yoktur; ama bazı durumlarda, en azından Fethullah Gülen olayında biliyoruz, Fethullah Gülen şeyhin de ötesinde bir cemaat lideri olarak ortaya çıktı. Ama bazı cemaatler, mesela Nurculuğun Yeni Asya kolu, benim bildiğim, yıllardır daha kolektif bir liderlikle yönetiliyor. Bazı cemaatlerde, tarikat olmayan cemaatlerde, –tarikatlarda zaten şeyh vardır, ama bazılarında şeyh çok kuvvetlidir, bazılarında daha yumuşaktır, otoritesi daha yumuşaktır– tarikat olmayan cemaatlerin içerisinde bazı liderler tarikat şeyhlerinden daha otoriter olabilirler. Bir de şunu vurgulamak lazım: Tarikat şeyhi dendiği zaman çok otoriter, diktatör insanlar olarak algılamamak gerekiyor. Yani oradaki ilişkinin illaki çok otoriter olması gerekmiyor; o bağlılık çok büyük bir otorite bağlılığı gibi olmayabiliyor; çok yumuşak, müritlerini çok rahat bırakan, özgür bırakan tarikatlar da var dünyanın dört bir tarafında. Türkiye’de de var; sayıları az olmakla beraber. Ama kendi gözlemimi aktarırsam genellikle şöyle bir şey oluyor: Tarikat şeyhlerinin etrafında bir halka olur. Bu halka genellikle tarikatın işlerini görür. Mesela maddi işlerini görür. Diyelim ki tarikatın muhasebesini tutar vs. yapar, tarikata bağlı işyerlerini kontrol eder; şu olur bu olur, daha dünyevi işlerle uğraşırlar. İşte o kişilerin içerisinde çok otoriter eğilimli, diktatör eğilimli insanlar çıkabiliyor. Bazen tarikat şeyhi bu işlerle hiç ilgilenmese de, altındaki insanlar çok dünyevi meselelerle çok ciddi iktidar savaşlarına falan girebiliyorlar.

Evet, başka soru var mıydı? PKK’ya destek veren cemaat var mı? Öyle cemaat olarak yok. Ama Türkiye’de Kürtler dindardır. Genel olarak baktığımızda Türkiye’deki dindarlık ortalamasının üstünde olduğunu tarihsel olarak biliyoruz. PKK uzun bir süre din konusunda çok mesafeliydi, hatta eleştireldi. Ama belli bir süre sonra din konusunda dilini yumuşattı. Dolayısıyla son yıllarda, özellikle son yıllarda dindarları da kapsamaya başladı. Yasal partilerde vs. bunu çok net görebiliyoruz. Ama böyle, ülke çapındaki yaygın tarikatlar anlamında, cemaatler anlamında, bildiğimiz kadarıyla PKK’ya destek veren tarikatlar yok. PKK çizgisine destek veren tarikatlar yok. Ama Kürt bölgelerinde olan bazı tarikatların, bazı medrese âlimlerinin, bazı şeyhlerin destek verdiğini tahmin edebiliyoruz. O konuda birtakım bilgiler de var. Ancak şunu söyleyelim: İlk başta bahsettiğimiz Menzil Cemaati esas olarak Kürt’tür, ama cemaatin çoğunluğunun Kürt olduğu söylenemez, bu zaten çok ilginç bir olay, Kürt şeyhe bağlı çok sayıda Kürt-olmayan binlerce insan var ve aslında Türkiye’de Kürt sorunu tartışmalarında da incelenmesi gereken bir yapılanma Menzil Dergâhı. Vefat eden Raşid Erol ve kardeşi de, şu anda işleri yürüten şeyh de, Türkçeleri zayıf kişilerdi. Onu öyle biliyorduk. Hatta şunu da biliyoruz: Onlara yakın olmak için Kürtçe öğrenen müritler olduğunu bile duymuşluğum vardı. Mesela Menzil Dergâhı’nın kesinlikle PKK’ya destek vermediğini çok net bir şekilde biliyorum. Ama bu PKK düşmanlığı yaptığı anlamına da gelmiyor. Ama cemaatlerin gerçekçi olmalarından kaynaklanan bir şey bu; böyle bir açık tutum alma yoluna gittiklerine tanık olmadım, ama hiçbir şekilde sempatik bakmadıklarını da rahatlıkla söyleyebiliriz. Onun dışında, ülke çapındaki tarikatların, cemaatlerin böyle olmadığını biliyoruz. Yalnız Nurculuğun içerisinde tabii çok önemli bir istisna var; Said Nursî’nin kendisi Kürt olduğu için, tabii ki Türkiye’de Kürt sorununda Menzil bir örnek, ama en önemli örnek tabii ki Nurculuktur. Ama Nurcu hareket Said Nursi’sin Kürtlüğünü uzun bir süre hep geri planda tuttu, hatta gizledi de. O konuda çok ciddi bir tartışma vardır. Ve bu tartışma nedeniyle Nurcu hareketin ana gövdesinden kopmuş, daha Kürt kimliğini öne çıkartan Nurcu gruplar var. Bunlar arasında çok etkili olanları da var; dönem dönem bazı kişiler öne çıktı. Mesela Hizbullah’ın kaçırıp öldürdüğü İzzettin Yıldırım bunlardan birisiydi. Bu hareketlerden Nurculuk kökenli olup, ama ana gövdesinde yer almayan Kürtlerin içerisinde PKK’ya yakın duran, yani sempatik ya da en azından empatik duran çevrelerin olduğunu söyleyebiliriz. Evet, cemaatler tarikatlara göre daha mı ılımlı? Şimdi bu soruda bir düzeltme yapalım. Cemaat derken tarikatları da katıyoruz. Ama tarikatların dışında demin Süleymancılık, Nurculuk dediğimiz, daha tarikat olmayan İslami ekoller var. Şimdi İslami ekollerin tarikatlara göre daha ılımlı olduklarını kesinlikle söyleyemeyiz, hatta tam tersini söylemek de mümkün. Tarikatlar daha sağlamcıdır, daha dikkatlidir. Siyasetten daha uzak dururlar genel olarak, hepsi değil. Ama demin söylediğim, Nurculuk ve Süleymancılık gibi olaylar Cumhuriyet döneminin ürünü oldukları için, özellikle tek-parti yönetimine tepki boyutu olduğu için, siyasetle çok daha yakından ilgilidir. Zaten bunların başına Said Nursî başta olmak üzere Süleyman Hilmi Tunahan’ın da başına değişik dönemlerde değişik yasal sorunlar gelmiştir. Dolayısıyla onlar siyasetle daha fazla alâkalıdırlar. Ama her siyasetle alâkalı olanın radikal olduğu anlamına gelmiyor; şunu söyleyebiliriz: Tarikatların Nurculuk ve Süleymancılığa göre daha siyasetten uzak, daha ılımlı olduklarını söyleyebiliriz. Tabii istisnai birtakım tarikatlar var.

Başka soru. Cübbeli Ahmet Hoca’nın siyasetle ilgisi nedir? Yani, bunun hakkında ne söylesem bir yerden sonra anlamı yok. Cübbeli Ahmet Hoca bambaşka bir olay yani. Bir fenomen. Dolayısıyla o, kendisi İsmail Ağa Cemaati’nden, yani Nakşibendimer’in İsmail Ağa Cemaati’nden. Artık fenomen olmuş bir kişi; her şeyle ilgilendiği gibi siyasetle de ilgileniyor. Bir ara Gülen Cemaati’nin hışmına da uğradı; cezaevi tecrübesi de yaşadı. Şu anda yine çok aktif ve zaten kendisini en son Yenikapı Mitingi’nde genelkurmay başkanıyla tokalaşırkenki fotoğrafıyla da gördük. Cübbeli Ahmet Hoca’nın, çok popüler bir figür olmakla beraber, Türkiye’deki cemaat gerçeğini birebir yansıttığını söylemek mümkün değil. Eksantrik bir kişilik, ama Türkiye’deki cemaatlerin içerisinde bu tür insanların sayısı fazla değil. O gerçekten çok meşhur, yani zamanın ruhunu yakalamış bir isim diyelim. Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi? Takdiri sizin olsun. O şu anda yaşadığımız post-modern hayata, dünyanın gereklerine, kendi deneme-yanılma yöntemleriyle bayağı ayak uyduran biri ve buradan kendisine popülarite yaratmış biri. Her şeyle ilgili olduğu gibi siyasetle de ilgisi var. Ve anladığım kadarıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bayağı ciddi bir şekilde destekliyor. Ancak yanılmıyorsam yakın bir zamana kadar bir gazetede yazıyordu ve o gazetenin sorumlusu şu anda FETÖ soruşturması kapsamında tutuklu yargılanıyor. Tabii bu konular kendisine soruluyor mu bilemiyorum.

Evet başka? Sol siyasete yakın olan cemaat var mı? Böyle bir cemaat yok, benim bildiğim. Şimdi düşünüyorum da, sol büyük ölçüde Alevilik üzerinden yürüyor. Alevilerin içerisindeki farkı cemaatleşme ya da gruplarla alakası var. Sola yakın olan cemaat, arada sırada, tarihin değişik zamanlarında, yerel bir tarikatın şeyhinin vs. sola yakın olduğu gibi laflar çıkar, ama şu anda benim bildiğim kadarıyla yok. Ama Cumhuriyet’in ilk yıllarında, CHP’nin tek-parti yıllarında CHP’li olan din âlimleri ve birtakım cemaat ve tarikat liderleri olduğu söylenir. Ama yakın bir zamanda, benim gazeteci olarak izlediğim dönemde, cemaatlerin içerisinde sola yakın bir cemaat yani solcu diyebileceğimiz bir cemaat bilmiyorum ben. Solun birtakım değerlerini savunan kişiler olabilir. Ama kendini solun yanında ya da CHP’ye, hatta daha soldaki partilere destek verme anlamında olan yapılar yok, bilmiyorum, varsa haberdar olan izleyiciler bana haber verirlerse sevinirim; ama olsaydı herhalde bir şekilde duyardım diye düşünüyorum. Başka sorumuz galiba yok.

Evet, arada bu tür yoruma ve soruya açık yayınlar yapmayı, benimle ve başka konuklarımızla yayınlar yapmayı düşünüyoruz. Medyascope’u daha interaktif kılmamız gerekiyor. Ancak izleyicilerimize şunu söyleyelim: Maalesef sosyal medyayı ve bizim yaptığımız, kullandığımız uygulamaları –Periscope başta olmak üzere– kötü niyetle kullanan insanlar çok olduğu için ve iyi niyetle kullanan izleyicilerimizi ve takipçilerimizi rahatsız etmemeleri için yoruma kapalı yapıyoruz genellikle; ama alabildiğince bunu kırmaya, daha açmaya çalışacağız. Bu arada arkadaşlarımız herhalde kötü niyet gösterenleri engellemiş olabilirler. Burada bizim bir şeyimiz yok. Sorularınız ve ilginiz için çok teşekkür ediyoruz. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.