Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: ABD-Türkiye-Irak arasında Musul tartışması

Heinrich Böll Stiftung Derneği'in katkılarıyla

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/286718744″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba iyi günler. Transatlantik’te bugün arızalı bir yayın olacak; çünkü Skype bağlantısında çözemediğimiz bir sorun oluştu. Geciktik, görüntülü yapamayacağız; sesli bir yayın yapacağız. Washington’dan Ömer Taşpınar ve Gönül Tol ile konuşacağız. Normal Transatlantik bağlantıları gibi uzun olmayabilir sesli olduğu için. Evet, Gönül ve Ömer merhaba. Kusura bakmayın, kimden kaynaklandığını bilmiyoruz; herhalde birileri sizlerin görüntülü bir şekilde gelmenizden rahatsız olmuş olsalar gerek. Şaka bir yana, Gönül, seninle başlayalım: Geçen hafta kapatırken, senin yönettiğin Ortadoğu Enstitüsü’nün Türkiye programının yıllık toplantısından, Türkiye toplantısından bahsetmiştik. Bir gün sonra o toplantıyı yapacaktınız, biz perşembe yapmıştık. O toplantı oldu, bitti; nasıl oldu? Neler konuşuldu? Neler tartışıldı? Bize biraz özetler misin?

Gönül Tol: Merhaba Ruşen. Geçen hafta yaptık toplantıyı, cuma günü. Çok insan katıldı; gün boyunca oturumlara 650 kişi katılmış. Benim temel olarak çıkardığım birkaç şey var. En önemlisi, en ilginci: Hâlâ Gülen Hareketi ile ilgili bir kafa karışıklığı var; ilk panelimiz onun üzerineydi. Mücahit Bilici, Gülen Hareketi’nden bahsetti. Garo Paylan vardı, Ömer vardı… Ben genel sorulara baktım, sadece birinci panelde değil; siyaseti işleyen, darbe teşebbüsünü işleyen panel değil; diğer panellerde de yöneltilen soruların büyük çoğunluğu Gülen Hareketi ile ilgiliydi. Bizim buradan çıkardığımız, gerçekten yazılan edilen şeylere rağmen hâlâ ciddi bir kafa karışıklığı olduğu. İkinci konu, “Türkiye’nin Batı ile İlişkileri” adlı bir panel vardı. ABD’nin Ankara nezdindeki eski büyükelçisi James Jeffrey konuştu. AB temsilcisi konuştu. Oturumu yine ABD’nin Ankara eski elçisi Robert Parris yönetti. Orada da vurgu yapılan şey, genel olarak, “Türkiye’nin Batı ile ittifakında, İŞİD ile mücadelede ne tür şeyler yapılmalı; Türkiye Batı’dan kopuyor mu?” tartışması oldu; fakat yine Gülen Hareketi’yle ilgili tartışma başladı. James Jeffrey biraz daha Türkiye’nin pozisyonuna yakın bir tutum aldı. “Darbe teşebbüsü bütünüyle Gülencilerin yaptığı bir şeydir, tehlikeli bir harekettir ve Türkiye bize bugüne kadar çok ciddi destek oldu, çok iyi bir müttefik oldu. 11 Eylül’den sonra Türkiye yanımızda oldu ve onların 11 Eylül’ünde biz de onlarla aynı dayanışmayı göstermek zorundayız” dedi. Son panel de Ortadoğu paneliydi. Ortadoğu panelinde de temel olarak Musul ve Rakka operasyonları konuşuldu. Yine orada da bu son darbe teşebbüsünden sonra hükümetin attığı adımlarla ordunun kapasitesinin ne kadar zayıfladığı, mücadelede etkili olup olamayacağı daha çok gündeme geldi.

Peki. Ömer, sana sorabilir miyim? Senin katıldığın panelde de ağırlıkla darbe ve iç politika konuşuldu anlaşılan. Gülen Cemaati ve onun bağlantıları konuşuldu. Gönül’ün anlattıkları, James Jeffrey’in pozisyonu falan önemli tabii; ama senin paneldeki sorular, cevaplar, insanlar nasıldı? Cemaat’ten insanlar var mıydı? İçlerinde tartışma çıktı mı? Yoksa daha sakin bir şekilde mi seyretti?

Ömer Taşpınar: Ruşen, Cemaat’ten insanlar, son zamanlarda son derece düşük profil izliyorlar. Normalde bu tip toplantılarda gelip soru sorarlarken, bu sefer yoktu.

İlginç.

Taşpınar: Cemaat’in olmayışı da ilginç bir şekilde belli oluyordu. Çünkü çok fazla sayıda Ak Parti’ye yakın, Ak Parti gençlerinden burada eğitim alanlar buluştu. Ak Partili gençler vardı. Onlar genelde çok sert bir şekilde “Neden daha fazla kınanmıyor? Amerika neden bizim yanımızda değil? Bu Gülen Cemaati’ni neden bir terörist olarak kabul etmiyorsunuz? Neden iade edilmiyor?” yönünde birazcık sitemli ve suçlayıcı sorular soruyorlardı. Aynı şekilde, Büyükelçilik’ten de katılım vardı. Büyükelçilik de şikâyetçiydi. Gerek PKK konusunda gerek Gülen konusunda ABD’nin Türkiye’ye yeterince destek vermediğini söylüyorlardı. Dolayısıyla paneldeki insanlar da ellerinden geldiğince bütün bu sorulara objektif bir şekilde cevap vermeye çalıştılar. Mücahit Bilici’nin sunumu özellikle Ak Parti-Gülen Hareketi arasındaki farkları anlatmak açısından, aynı zamanda benzerlikleri anlatmak açısından da yararlıydı. Yirmi yıldır Türkiye’de yaşayan bir İngiliz analist olan Gareth Jenkins, 15 Temmuz’u analiz ederken, 15 Temmuz’un karanlık bir yapısı olduğunu, TSK içinde nasıl bir katılım olduğunun tam olarak bilinmediğini, mutlaka Gülen’i de aşan bir koalisyon olduğunu söyledi. Dolayısıyla, objektif olmaya çalıştılar. Bana göre başarılı bir sempozyum oldu.

Şimdi en önemli konuya dönelim; Gönül, senin alanlarına girelim: Sen en son Ortadoğu dedin. Şimdi Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde bölgesel olarak Suriye çok fazla ön plandaydı ve zaten biz Transatlantik’te de hep Suriye konuştuk, Irak’a çok az değindik; ama son birkaç gündür Irak’la bir kriz var ve bu krize Washington da bir şekilde dahil olmuş durumda. Başika’daki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin varlığı, onların eğittiği güçler ve tabii yaklaşan Musul Operasyonu. Türkiye’nin burada olup olmayacağı meselesinde de giderek çok kızışan bir tartışma var. Bugün Başbakan Binali Yıldırım da Bağdat’tan gelen açıklamaların çok rahatsız edici, kışkırtıcı ve tehdit edici nitelikte olduğunu söyledi en son. Daha önce de Numan Kurtulmuş açıklama yapmıştı; başka açıklamalar da Dışişleri Bakanlığı’ndan gelmişti. Neler oluyor? Oradan, şu âna kadar benim gördüğüm kadarıyla Washington Bağdat’a yakın bir pozisyon sergiliyor? Yanılıyor muyum?

Tol: Evet Ruşen, yanılmıyorsun. Gerçekten de Musul Operasyonu başlayacak, elikulağında tartışmaları yapılırken, Türkiye ile Bağdat arasındaki gerginlik Washington’da çok sık konuşuluyor. Ve bizim anladığımız kadarıyla ABD gerçekten Türkiye’nin Musul’a, Musul Operasyonu’na dahil olmasını istemiyor. İstememesinin sebeplerinden bir tanesi, bir kere Türkiye’nin farklı bir ajandası olduğunu düşünüyor. İkincisi bunun Bağdat’la gerginliği artıracağı ve IŞİD-karşıtı koalisyonda çatlaklar yaratacağı düşüncesi var. Bu çok büyük bir endişe yaratıyor. Kaldı ki Bağdat’tan gelen tepkilere de bakarsanız, biraz evvel söylediğim gibi, Bağdat çok endişeli. Çünkü tarihten gelen, yani tarihsel bir endişe var. Türkiye’nin Musul üzerindeki talepleri vs. bunlar çok şüphe uyandırıyor Bağdat’ta ve bu nedenle, “Türkiye’nin farklı bir motivasyonu var, derdi IŞİD’i oradan temizlemek değil; Irak’ta, Kuzey Irak’ta etki alanını arttırmak” diyor ve bu yüzden karşı çıkıyor. Hatta bu yüzden, birkaç gün evvel Kerkük’teki peşmerge komutanlarından bir tanesi dedi ki: “Peşmerge olarak biz de istemiyoruz Türkiye’nin Musul Operasyonu’na katılmasını”. Peşmerge katılmayacak, fakat Türkiye’nin de katılmasını istemediklerini söyledi. Fakat diğer taraftan Erdoğan diyor ki: “Bizim olmadığımız Musul Operasyonu söz konusu değildir”, diyor. Tabii Türkiye’nin operasyona nasıl, ne şekilde katılacağı çok net değil. Benim birkaç gün evvel okuduğum kadarıyla, Türkiye TSK’yı göndermeyi planlamıyor. Bu Nuceyfi denen eski Musul valisinin birliklerini eğitti. Onlar vasıtasıyla bu operasyona katılmak istiyor. Fakat anladığım şu ki Türkiye’nin bu operasyonda oynayabileceği herhangi bir rol, Musul Operasyonu’nu komplike hale getiriyor, kolaylaştırmıyor. Zaten bir sürü soru işareti var; bu operasyon kolay bir operasyon olmayacak. Bir de Türkiye’nin Bağdat’la girdiği ağız dalaşı ve sürekli şuna vurgu yapması: “Musul alındıktan sonra Türkmenler, Sünniler, Sünni Kürtler söz sahibi olmalıdır” vs. gibi vurgular yapması, Bağdat’ta hoş karşılanmıyor ve Türkiye’yle bir gerginlik kaynağı durumunda şu anda. Bu da tabii Washington’un hoşuna giden bir durum değil.

Ömer burada şunu sormak istiyorum; Şimdi Musul Operasyonu şu ya da bu şekilde olacak. Şu ya da bu şekilde başarılı olacak ya da olmayacak. Ama şimdiden, daha operasyon başlamadan böyle büyük bir gürültü kopmuş durumda ve düzeleceğine tırmanıyor. Daha önce de kopmuştu. O sırada Sinirlioğlu’yla Hakan Fidan Bağdat’a gidip sorunu yatıştırmış gibiydiler, ama şimdi tekrar başladı. Şunu sormak istiyorum: Daha orta ve uzun vadede Irak IŞİD’den arınsa bile bu aktörlerle nasıl bir ülke olur? Türkiye’nin orada birtakım yaklaşımları var, hesapları var diyelim, beklentileri var. Kürtler var, Sünniler, Şiiler vs. Şu andaki mesele IŞİD gibi gözüküyor, ama IŞİD aradan çıksa da Irak bölgede sürekli bir gerginlik kaynağı olacağa benziyor. Öyle değil mi?

Taşpınar: Kesinlikle öyle. Dünyanın ilgisi hep Suriye üzerinde ve Suriye, bir bakıma İran ve Suudi Arabistan’ın yürüttüğü Şii-Sünni çatışmasının ana merkezi olarak gözükse de, düşük yoğunluklu olarak bu savaşın yaşandığı yer, gerek İran gerek Suudi Arabistan gerek Sünni-Şii boyutuyla Irak’ın ta kendisi. Irak’ta, Bağdat’ta süregelen çok zor bir denge var Sünni azınlıkla Şii çoğunluk arasında. İran’ın etkisi son derece güçlü devam ediyor. Türkiye her ne kadar Sünni blokla hareket ediyor olsa da, Irak’a baktığı zaman Türkiye’nin en öncelikli gördüğü yer her zaman Erbil oluyor tabii. Kendi Kürt meselesi, Barzani’yle iyi giden ilişkiler, birtakım enerji ilişkileri nedeniyle Türkiye’de uzun dönemde ne olur diye soruyorsan Ruşen, ben Irak’ın parçalanacağını pek düşünmüyorum. Çünkü, Barzani olsun, Talabani’nin partisi olsun, bir şekilde denge politikası izlemeye çalışacaklar Bağdat’la. Petrolleri var diye, petrole dayanarak bağımsızlık ilan etmeleri, her ne kadar uzun vadede bu yönde planları olsa da, kısa dönemde gerçekçi değil. Türkiye ile Bağdat arasında denge politikası izlemeye çalışıyor Barzani. O yüzden Barzani’nin oyun planını iyi anlamak gerekiyor. Türkiye’nin Barzani üzerindeki oyun planını da iyi anlamak gerekiyor. Türkiye’nin bütün amacı Barzani’yi güçlendirerek, hatta barış sürecinde bile Barzani üzerinden veya Suriye’deki Kürtler üzerinden, Barzani üzerinden bir proje yürütmeye çalışmak, ki bu bana da çok gerçekçi gelmiyor.

İsterseniz burada noktayı koyalım. Biraz alıştığımız Transatlantik bağlantılarından farklı oldu, ama yine önemli bir konuyu, özellikle bu konuyu ele aldık. Musul, Başika ve Türkiye ile Irak ve ABD arasındaki meseleyi. O zaman haftaya daha geniş konuşalım. Sorunu herhalde çözmüş oluruz, ne olduğunu anlamadığımız Skype sorununu çözmüş oluruz. Bir sorun yok, haftaya buluşuyoruz değil mi?

Tol: Evet Ruşen, buluşuyoruz.

Daha geniş bir yayın yaparız ve elimde hiçbir veri yok, ama tahmin ediyorum ki haftaya cuma, hissiyatım o ki, çok yoğun bir gündemle bir Transatlantik yapacağa benziyoruz. Öyle bir hissiyatım var.

Taşpınar: Öyle olacak Ruşen, çünkü burada pazar akşamı Clinton ile Trump arasında ikinci tartışma yaşanacak. Onu da konuşmuş olacağız.

Evet o da olacak da, daha ziyade bizim bölgede işler daha da çok karışacağa benziyor gibi bir hissiyatım var benim. Şimdi insanlar, “Nereden çıkartıyor?” diye soracaklar hemen; içgüdüsel bir şey diyelim. O zaman sanırım sakin konulardan konuşuruz, ama tabii ki Transatlantik başlıklı bir program yapınca çok sert konularla yüz yüze kalıyoruz. Ömer Taşpınar’a ve Gönül Tol’a teşekkür ediyoruz. Sizlerden de özür diliyoruz, elimizde olmayan sorunlar nedeniyle her zamanki görüntülü yayınımızı yapamadık, daha kısa bir yayın oldu. Herkese iyi günler, sağolun.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.