Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Levent Gültekin ile söyleşi: Başkanlık sistemi geliyor mu?

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/290235233″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba iyi günler. Levent Gültekin ile yayındayız. Uzun zaman oldu Levent’le yayın yapmayalı. Hoşgeldin Levent. Başlığı “Başkanlık Sistemi Geliyor mu?” diye attık biliyorsun. Onunla başlayalım, ama daha konuşacak çok şey var. Devlet Bahçeli’nin açıklamaları… Aslında tam ne olduğu da belli olmadı. Değişik değişik şeyler söyledi. Ben dün Ümit Bozdağ’la konuştum; o çok net bir şekilde MHP’nin başkanlık sistemine destek verdiğini görüp, parti içerisinde biliyorsun beş milletvekilinin –ama biliyorsun sayılarının daha fazla olduğunu söylüyor– itiraz edeceğini söylüyor. Bu iş oldu bitti, kapandı mı yani? Ne diyorsun?

Bu mesele sadece Bahçeli açısından değil Erdoğan açısından da bir belirsizlik hâlâ. Çünkü çok net değil kafaları. Yüzde 60’ı görmeden gitmeyecekler, öyle görünüyor.

Yüzde 60 mı?

Yeni konuştum bir anket şirketiyle –hepimizin tanıdığı, adını vermeyeyim şimdi, onun izni olmadan–, geçen ayki 15 Temmuz’un çok sıcak, duygunun çok yoğun olduğu dönemde, hemen akabinde yaptığı ankette bıçak sırtı diyor şu anda.

Bıçak sırtı derken? % 50’nin bıçak sırtı mı?

Tabii, kararsızlar dağıtılmadan evet diyenler %46, hayır diyenler %44.

Başkanlığa mı?

Başkanlığa. Kararsızlar dağıtıldığında 50 küsur evet, 49 küsur hayır. Ben tahmin ediyorum bunlar da görüyorlar. İktidar da bunu görüyor. Bu onlar için bir şey. Bir hayır aldıklarında her şey tepetaklağa da dönebilir. Bu sadece Meclis’ten geçme meselesi değil, referandumu da garantiye alma hesabı güdüyorlar, zannediyorum ki onu göremediler. Çünkü dikkat ediyorsan Mayıs-Nisan baharda referandum dillendirilmeye başlandı. Sonra Binali Yıldırım çıktı, “Aceleye getirmeyin, ne baharı?” falan filan. Sonra Eylül konuşuldu, Eylül’e de sarkabilir bu iş. Tahmin ediyorum orada bir şey var. Bir de AKP’lilerin kafasında Bahçeli’yle ilgili bir tereddüt var. Dikkat ediyor musun bilmiyorum.

Oyuna mı getiriyor…

“Acaba bir şey mi yapıyor bize? Niye bu böyle yapıyor? Niye tavrını net koymuyor?” Dün bugün gazetelerde gördüm; Binali Yıldırım milletvekillerini toplamış, sormuşlar: “Ya, biz bu adamdan bize bir numara çekiyor hissiyatımız var. Sen görüşmende öyle bir şey hissettin mi? Var mı öyle bir duygun?” falan filan diye. Şimdi Bahçeli de anladığım kadarıyla bunlarla biraz oynuyor. Bir taraftan “Hayır parlamenter sistemden yanayız”; ertesi cümlede, “Biz mecliste ne oy verirsek, sandıkta da aynısını veririz” diyor.

Onu şu nedenle söyledi: Semih Yalçın’ın bir gazeteye verdiği demeçte “Orada evet dememiz, sandıkta evet diyeceğimiz anlamına gelmiyor” demişti. Kendi genel başkan yardımcısını tekzip etti yani.

Bahçeli, bilmiyorum, kendi ipini çekiyor. Biz ne söylesek bir anlamı yok. Bahçeli’yi uyarmak için söylemiyorum, Bahçeli uyarılacak bir adam da değil, uyarının da Bahçeli nezdinde bir kıymeti olduğunu zannetmiyorum dediğin gibi. Kendi genel başkan yardımcısını tekzip eden birine biz buradan ne desek bir kıymeti yok da… Ama şunu düşünen MHP’liler var mıdır onu da bilmiyorum. Şunu düşünüyorum, şunu düşünmeleri lazım: “Bu adam bizi yok ediyor”; Tayyip Erdoğan’ı başkan yapma meselesi değil ki bu artık. Bu bütün siyasetin devre dışı kalması. MHP ne yapacak? Başkanlık olduktan sonra MHP diye bir parti mi kalır? MHP diye bir partinin bir anlamı mı kalır?

Kendi varlığını…

Kendi varlığını yok ediyor adam. Çünkü bütün dünya biliyor bunu. Bence Bahçeli de biliyor ki MHP ideolojik sınırları içerisindeki bir partinin artık %20 alması bile mümkün değil. % 50 alacak, başkan adayı çıkaracak… öyle bir şey yok. Bu ne demektir? Etkisiz, yetkisiz; ben artık barajı aşmayacağını düşünüyorum, artık bu kadar şeyden sonra; AKP’nin bu kadar milliyetçi çizgiye kaymış olmasından sonra; Tayyip Erdoğan’ın Bahçeli’nin yapmak istediklerinin tamamını daha radikal, daha sert bir tonda yapıyor olmasından sonra; milliyetçi bir partinin kıymeti kalmadı. Bu bir; ama asıl Bahçeli’nin kalmadı.

Peki Levent, şu soruyu hep seninle birkaç kere konuştuğumuzu hatırlıyorum, hangi yayında olduğunu hatırlamıyorum ama; Tayyip Erdoğan zaten fiilen başkan. Yani birtakım riskler olabilir vs. falan ama; adını koymak istiyor olabilir tamam ama; şöyle de bir husus var: Bir sonraki aşamada, Tayyip Erdoğan sonrası Türkiye’de, bu başkanlık sistemi, şu anda Tayyip Erdoğan’ı temsil ettiğini düşündüğü kitlelerin aleyhine de dönebilir.

Onu düşünmüyor ki Tayyip Erdoğan şu anda. Tayyip Erdoğan’ın düşünerek yaptığına inanmıyorum, yok öyle bir şey. Şimdi az çok tahmin edebiliyoruz oradaki ruh halini: 15 Temmuz, 17 Aralık, kendisine yapılan “darbe”. Bütün bunları alt alta koyduğunda karşınızda korkmuş bir adam var; korku başka bir şeydir. Korku, bir insanın ruhuna sindiğinde –psikolojik analizleri var, psikiyatrik analizleri var, ilk defa kendimiz keşfetmiyoruz ki– korkuya yenilmiş bir insanın davranışlarının nasıl olacağına dair yüzlerce kitap var, yüzlerce rapor var, yüzlerce analiz var. Tayyip Erdoğan bir korkuya yenildi. Korku onu teslim aldı, şimdi o korkuyla hareket ediyor. O korku ne? “Ya, bir şey olur, ayağım tökezler düşerim. Bu yaptığım; anayasayı askıya alma, bütün bu kanunsuzlukların bir bedeli, ağır bedeli bir şekilde, olur ya, bana bunu yaparlar” diye. İki, şimdi böyle bir dönemde, sık sık arkasını kollama ihtiyacı hissediyor. Başbakanı devamlı kollama ihtiyacı hissediyor. “Acaba bana bir yerde bir numara çekiyor mu?” Şimdi diyelim ki, Tayyip Erdoğan profilindeki bir adam, Binali Yıldırım kalkıp Abdullah Gül’ü ziyaret ettiğinde, –geçen hafta etmişti ya–, Tayyip Erdoğan pozisyonundaki bir adam işkillenmiştir o ziyaretten. “Acaba ne konuştular? Acaba bana bir tuzak mı kuruyorlar?” Şimdi Tayyip Erdoğan bir şeyin farkında: Tayyip Erdoğan’ın etrafında dostu yok. Şimdi etrafında dostu olmayan bir insanın…

Sen geçen bir yazı yazdın; bayağı acayip bir yazıydı.

Evet.

Çok yakınındaki insanlar, yani kimse sana “Sallıyor” diyemiyor, çünkü tarif ediyorsun bir anlamda asıl insanları ve…

Benim bu söylediğimi aslında herkes biliyor, bu gizli saklı bir şey değil ki. Herkes Tayyip Erdoğan’ın yakınındakilerin, dışarıda Tayyip Erdoğan aleyhine konuştuğunu biliyor.

Kendisi biliyor mu?

Kendisi de biliyor bence. O yüzden başkanlığa bu kadar asılıyor bence. Etrafında dostu olmadığını biliyor. Bak bir şey söyleyeyim, bu haber oldu mu bilmiyorum: Aslında Tayyip Erdoğan 15 Temmuz’u daha erken öğreniyor. Bir kamera çağırıyorlar. Bunu biliyor muydun?

Bilmiyordum.

Bilmiyor muydun?

TRT’yi Marmaris’e çağırıyorlar değil mi?

Bir kamera çağırıyorlar, Ulusa Sesleniş konuşması yapıyor, kaseti veriyor; “Acilen ulaştır, bunu bütün kanallarda yayınlasınlar” diye. En yakın adamı ve kaseti alan kayboluyor gece saat 12’ye kadar. O yüzden apar topar CNN’de çıkıyor, periscope’tan.

Onu sen bilgi olarak mı söylüyorsun, yoksa okudun mu bir yerde?

Bilgi olarak bu. Hayır ben bunu en yakınındaki adamdan dinledim.

Bir ajansın ya da TRT’nin bir şey yaptığı ya da yayınlamadığı gibi bir şey duymuştum, ama çok spekülasyon olabilir…

İşte bu. TRT genel müdürü kayıp. Yani etrafındaki insanların büyük kısmı bir anda arazi olarak aslında darbeye alan açtılar. Tayyip Erdoğan’a yapılmış olan, Türkiye’ye yapılmış olan bu darbeyi engelleyen, Tayyip Erdoğan’ın dostları değil, Tayyip Erdoğan’ın muhalifleri. Tayyip Erdoğan’ın muhalifleri darbeye destek olsaydılar, Tayyip Erdoğan’ın dostları orada olacaklardı zaten.

Peki orada müdahale etmemeleri vs. darbeyle işbirliği yapma amaçlı mı? Yoksa bu darbe başarılı olur biz de kendimizi kurtaralım insiyakı mı?

Şimdi o nasıl bir psikolojidir onu bilmiyorum, ama bir yıkımın içinde olduklarının bence birçoğu farkında. Ben o yazıyı niye yazdım? Yazmam öyle yazı. Benim öyle bir tarzım yok, biriyle yaptığım konuşmayı aktarayım oraya. Hani işitmiş birinden duymuş olsam yine çok üzerine düşmem.

Doğrudan duydun.

Adam geldi bana, geldi. Kendi aradı beni. Ben aramam, çünkü ben iktidarın yakınındaki arkadaşları, yakınları, genelde biliyorsun, aramam. Şundan dolayı; tenezzül etmediğim için değil. Bir şey istiyor, yakınlık göstermeye çalışıyor pozisyonuna düşmemek için; iktidarda benim bir sürü arkadaşlarım var. Saray’da da var eski arkadaşlarım; hani hukukumuz bozulmamış, ama şimdi arayıp sormuyoruz mesela. İstesem ararım onları, “Ne olup ne bitiyor?” diye. Kendi beni aradı, “Gel buluşalım, bir kahve içelim” diye. Kalktım gittim. Şimdi bu çok zoruma gittiği için o yazıyı yazdım. Kendi bana dedi “Sen Tayyip Erdoğan’ı eleştiriyorsun, yanlış yapıyor diye eleştiriyorsun” dedi. “Tayyip Erdoğan yanlış yapmıyor, bilerek ülkeyi bölmeye çalışıyor” dedi.

Çok büyük bir suçlama ya!

Ben o kadar demedim, ben güya muhalifim, “Tayyip Erdoğan düşmanı”. O bile bile beni ürküttü. O zaman “Nasıl yani?” dedim ya, “Söyleyemiyorum, adını koyamıyorum” dedi, “ama Tayyip Erdoğan bence bir yere çalışıyor.”

Yok ya!

Tamam, bunu diyen bir adamın sabah akşam “Reisimize kalkan eller kırılsın” diye tweet attığını gördüğümde ayarım bozuluyor.

Herkes Twitter’a girip, “Reisime kalkan eller kırılsın” tweetini kim attı diye arayacak!

Ayarım bozuluyor. O değil ki, duyuyorum mesela. Dün duydum, geçen hafta yazıyı yazmadan önce duydum. Bakanlardan bir tanesi benim arkadaşımın da olduğu sohbete gidiyor ve orada diyor ki: “Ya iyice delirdi artık. Biz de ulaşamıyoruz, bize de kapattı. Şarteri bize de indirdi, bizi de duymuyor.” Şimdi bunu diyen bakan. E kardeşim, bunları biliyor. Tayyip Erdoğan da bunları duyuyor. Bunları duyduğu için, senin soruna cevap olsun diye söylüyorum; “Bunların sağı solu belli değil. Benim etrafımda kim var?” Zaten o korku psikolojisi insanda herkesten şüphelenmeyi getirir beraberinde. Şizofrenik vaka denilen durumdur o, tanımlamak için söylüyorum; Tayyip Erdoğan için değil de.

Güzel.

O yüzden bunu sağlama almak istiyor. Başkanlığı alayım.

Başkanlık denilen olay da öyle bir şey değil ki yani. Sonuçta şunu da biliyoruz: Padişahların bile sadrazamları vs. var. Türkiye gibi bir ülke tek bir kişinin bütün hücrelerine kadar girip yönetebileceği bir şey değil. Sonuç olarak yine ekip, başkanlık da olsa yine bakanlar kurulu olacak. Bakanları belki Meclis’ten değil de doğrudan, Amerika’da olduğu gibi doğrudan başkan atayacak vs. ama yine bir ekip olacak.

Ben sana desem ki; “Ruşen, benim orada boş bir evim var, al sana verdim bunu, senin olsun. İstediğin gibi kullan, yetki de sende, yani mal senin.” Sen onun tapusunu almadan hissiyat olarak “Bu benim der misin?” Tapusunu almazsan rahat etmezsin. Şöyle düşünebilirsin: “Biri beni buradan bir gün çıkarabilir, hak iddia edebilir.” Aslında ev zaten senin, zaten sen kullanıyorsun. İstediğin gibi tamir yapıyorsun, tadilat yapıyorsun…

İşi sağlama almak.

O tamamen psikolojik bir şey. Yani, tapusunu da alayım.

Peki şöyle gidelim; diyelim ki başkanlık sistemi şu ya da bu şekilde geçti, referandumla vs. Değişik ne olacak? Var olan şu anda…

Hiçbir şey olmayacak. Sadece Erdoğan etrafındaki bu itaat daha perçinlenmiş olacak. Şimdi diyelim, az çok birilerinin kalbinde, “Acaba bundan kurtulabilir miyiz?” havası var iken “Artık kurtulamayız” havası netleşmiş olacak. Türkiye açısından, “Acaba siyaseten bir çıkış olur mu?” beklentisi varken, “O artık yokmuş” olacak. Başkanlığın da olduğu bu sistem, bu çürüme, bu yıkım artık gerçekleşecek ve “Biz sonrası için ne yapabiliriz?”e bakmaya başlayacak artık insanlar.

Mesela Ümit Özdağ şöyle söyledi; “Bu başkanlıktan sonra federasyon ya da özerklik vs. yapmak için başkanlığı yapıyor” diye bir inanışı var. Çok komplo teorisi mi?

Çok komplo teorisi. Zaten onların işleri güçleri komplo teorisinin üzerine yorum yapmak. Hiç öyle bir şey yoktu, yoktur demiyorum. Tayyip Erdoğan eğer ikinci bir adım olarak kendi ile ilgili tehdit bir tehlike gördüğünde onu federasyonla aşacağını fark etsin, onu da yapar. Ben yapmaz demiyorum Tayyip Bey için. “Ya bunu yapmam, bu kırmızı çizgimdir buna asla dokunmam” kırmızı çizgisi olmayan bence nadir biridir Tayyip Erdoğan, kırmızı çizgisi yok. Din iman dahil buna, Müslümanlık da dahil. Ne diyor dün: “Mağdur edebiyatı yapmak ihanettir.” Mağdur dediği ne biliyor musun? 100 bin insanı attı. Ben kalbim bana gelen maillerden, duyduklarımdan, benim çevremde. Benim çevremde dört kişi var. Asla cemaatle alakası yok, asla dindarlıkla, İslami mahalleyle alakası yok, asla. Tamamen sol, bambaşka alanlardan. Sadece benim çevremde dört kişi. Akrabalarım, eşim dostum, onun bir kardeşi; dört kişi var. Benim çevreme dört kişi düşmüş, dördünden bir tanesi bari Cemaat’le alakası olsa mesela. Şimdi şuraya getirmek istiyorum; 100.000 kişi atmış, benim tahminim 90.000 kişi mağdur. En az 90.000’i mağdur. Bir şekilde bankada hesabı olmuş falan. Attıklarının tamamı dindarlar, yani şuraya getirmek istiyorum: Bir adamın hayatı, siyaset mücadelesinin bir amacı vardı. Neydi o? Devlette alnı secde gören insan görmek. Değil mi? Sen biliyorsun, İslamların başka ne derdi vardı? Abi gelelim namaz kılanları, dindarları. Bak adam siyasi anlarının sonlarına yaklaşırken yaptığı tek bir şey var; devletteki bütün namaz kılanları, devletteki bütün dindarları kazımak.

Hepsini değildir herhalde.

Şu anda öyle bir psikoloji varmış, öyle duydum Ankara’da. Namaz kılanlar büyük bir tedirginlik içindeymiş.

Eskinden kılmayanlar kılardı.

Namaz kılmayan solcu rahat. Diyelim ki, zaten Ateist adamım. Bana zaten…

Öyle çok Ateist de atıldı…

Gitti arada. Ona bir şey demiyorum ama genel algı. Yoksa arada solcular da gitti.

Bu tam bindiği dalı kesmek oluyor.

Tayyip Erdoğan zaten şu anda kendiyle mücadele ediyor. Öyle bir pozisyonda cemaat meselesinde. Arada bütün dindarları attı demiyorum ama ana görüntü, mesela dün bir okurumla konuştum; inanılmaz AKP’li annesi. Cemaatten uzaktan yakından alakası yok, atılmış. Ama kadın şey diyormuş buna rağmen; “Ya memleket Suriye olacağına, olmasın ben işimi kaybedeyim. Aman Tayyip Erdoğan’a bir şey olmasın.” İşinden olmuş kadın. Maddi durumu iyi olduğu için çok dert etmiyormuş, kocasının durumu.

Bunların büyük bir çoğunluğu, düşünsene, yani atılanlar bir şekilde lanetleniyor, hele gerçekten de şöyle düşünelim; Hakikaten cemaatle öyle ya da böyle ilişkisi olan bir öğretmen düşün ya da memur düşün…

Onun bile suçu yok. Cemaat dediğimiz o FETÖ dedikleri tanımlama, cemaat değil. 5.000 kişiyi geçmez ben sana söyleyeyim. Savcısı, hâkimi, birkaç polisin üst düzey emniyeti, ordudaki birkaç kilit noktaları. Geriye kalan öğretim görevlisi darbe mi yapacak? Adamı zihinsel olarak beğenmeyebilirsin, ben de AKP’nin tutumunu beğenmiyorum, Cübbeli Ahmet’i de beğenmiyoruz açlığa mı mahkum edeceğiz? Adamı görünce diken oluyor açlığa mı mahkum edeceğiz? Bunlar da var, o yüzden diyorum o 90.000’in en az 80.000’i mağdur diye. Geriye kalan 10.000’i cemaat mensubu olsa bile, açlığa mensup etmişler. Korkunç bir şey. Şimdi duydum, kadın savcı, atmışlar; evlere temizliğe gidiyormuş. Nasıl bir felaket, hayat?

Açıkçası evlere temizliğe gidebilmesi bile… çünkü onlarla yan yana görünmek…

Bazen diyorum ki, başka bir şey dönüyor da çözemiyoruz. Çözsen diyecekler “komplo teorisi kuruyorsun.” Bak şimdi bir şey söyleyeceğim sana; Karayolları’ndan mühendisler atmışlar. Başka bir mühendislere başka bir özel sektörde iş verebilecek bir firmanın yöneticisi demiş ki, arkadaşım anlattı, “Ya o mühendisler benim için o kadar kıymetli ki, şimdi bulamıyoruz yetişmiş eleman. Tam alacağım, bana yazı gönderdiler alırsan başına iş açarsın diye, alamıyorum. Mühendise ihtiyacım var, o adam yetişmiş mühendis; FETÖ’den atmışlar diye ben de alamıyorum.” Şimdi, adamı bırakmıyor gitsin herhangi bir yerde özel sektörde çalışsın. 100.000 insan üç mı kalacak? Ailelerle birlikte milyondan bahsediyoruz. Şimdi niye komplo teorisi diyorum? Ruşen, Anadolu sermayesi dedikleri Türkiye’de üç tane firma vardı ya! Üç tane. Cumhuriyet tarihinin, TÜSİAD var bir tarafta, bir tarafta da Anadolu sermayesi diyebilecekleri yeni yeni oluşuyordu. Yani Erbakan, sağ iktidarların bütün yükünün toplamı İstikbal, Gaziantep’teki, adını unuttum bir de İpek Holding. Üç tane vardı, ilk 500’e giren; üçünü de yok etti adam ya!

Antep’teki de Konukoğlu’nun. Kardeşler?

Konukoğlu değil, başka biri. Üç tane ilk 500’e giren Anadolu sermayesini sen yok ettin. Aklım almıyor mesela. Bunu bir adam niye yapar? Nasıl yapar? Cumhuriyet’in, tam da senin, sen derken iktidarı kastediyorum. Bütün hayatını kurmuşsun, çünkü kafanda şöyle bir Türkiye var: Merkezden çevreye bir yürüme yapıyorsun, merkezden çevreye birazcık yürümüş; adamı da geldin yok ettin. Biraz yürümüştü zaten, benim için öyle bir şey yok da iktidarın bakışıyla söylüyorum; TÜSİAD, Beyaz Türk değerlerinden kopuk, bizim gibi düşünen. Hepsini yok ettin. FETÖ’yle mücadele ediyorum diye.

Peki ne zamandır, Cemaat, FETÖ; ben FETÖ demekten hoşlanmıyorum ama, neyse. Sesi pek çıkmıyor? Yani bunlar sosyal medyada yasaklandılar vs. falan diye mi? Yoksa bu bana sanki bilinçli bir strateji kendilerini unutturmak istiyorlar gibi geliyor…

Ne olacak ki, unutturmasalar ne olacak, unuttursalar ne olacak? Ben artık bir varlık gösterebileceklerini bir ihtimal vermiyorum.

Bitti gitti diyorsun…

Bitti gitti.

Ama bugün yine Konya’da askerde, hava kuvvetlerinde…

Hayır, o eski kalıntıları temizliyorlardır. O da mesela korkunç bir şey. Anladığım kadarıyla orduyu bütünüyle bitirmeyene kadar orduyu bitirmesi; o FETÖ’yü bitirmek değil ki, orduyu da bitirmek aynı zamanda. İnsanlara, bak şimdi bir şey söyleyeceğim sana; aynı şey PKK ile ilgili stratejide de geçerli. Şimdi PKK sorunu niye çözmüyor? Adam dağdakine çıkış yolu açmadı, açmıyor. Adam diyor ki, diyelim ki ben PKK liderlerinden biriyim, çıktım 30 yıl dağda bir mücadele verdim. Yanlış olabilir, fark edelim ki bugün yanlış olduğunu anladım, artık yol kalmadı. Şunu yapamam ki; “Abi özür dilerim, ben yanlış yaptım.” O halk boğar seni, “Kardeşim benim 50.000 çocuğumu niye öldürttün” der. O yüzden bir örgütle müzakerenin amacı o örgüt liderlerine çıkış alanı açmaktadır. Cemaat’te de aynı şey. Bir çıkış açmıyor, bir kapı açmıyor. Her taraftan kapatıyor böyle e çözemezsin ki onu. E kardeşim bir alan aç ki, kaçsın, çıksın yani kaçsın. Kaçsın derken yurtdışına çıksın demiyorum; cemaatin dışına çıkabilecek o sorgulamayı yapsın, kendi iç dünyasını bir…

İtirafçı olmayı dayatıyorlar yani.

O da ahlaksız bir şey, onur kırıcı bir şey.

Ne demiş Hüseyin Gülerce komisyonda; “Hiçbir sorumluluğunuz yok mu” diye sorulduğunda, “Allah beni affetsin” demiş.

Onları affeder ama onların adına hesap açanı affetmiyor Allah. Bu olmaz ki ya, buradan baktığımızda cemaatin toparlama şansı yok. Toparlansa da şansı yok. Orada üç tane pilotu kalmış, çete gibi olurlar eğer ileri gitmeye kalkarsa. Bir de zaten hem maddi imkanları çok büyük ölçüde kaybettiler, zaten bugünle ilgili bir şey değil. Ben 2010’da yazmıştım: Siz ülkedeki bu tabanı, toplumu kaybettiniz, Ergenekon-Balyoz var ya. Ülkedeki her kesimin nefretini kazanmak demek yeter, istersen bütün devlet sizin olsun. Bütün kadrolarda sen ol ama bütün insan senden nefret ediyor. Afrika’da çok güçlüymüşsün, Amerika’da çok güzel okulların varmış; e burada nefret ediyorlar senden! Bunun üzerine biraz kafa yor “ne yaptım, nereden geldim?” diye; anlamı yok. Fakat, başkanlık sistemini biz de tartıştık ona tekrar döneyim, beni çok rahatsız eden bir şey var o da şu, bunu yazacağım burada birkaç cümle diyeyim: Kölelerin, sahiplerinin nasıl yaşayacağını tartışmasını benzetiyorum bu tartışmayı. Yani sanki, kendimizi katarak söylüyorum, biz aslında şu anda biz köle pozisyonundayız. “Bizim sahibimiz, nasıl bir evde otursun, nasıl bir arabaya binsin, bize günde beş sopa mı atsın; üç sopa mı atsın?” Bunları entelektüel hava içerisinde, televizyon ekranlarında bundan büyük bir zevk duyarak tartışıyoruz. Başkanlık sistemi şu anda o çünkü başkanlık sistemi bizi, senin, toplumun hayatına artı ne değer katar diye tartışılmıyor ki; Tayyip Erdoğan’ın yetkileri ne olacak, ne olmayacak? Bütün bunlar yargıya bu kadar mı hükmedecek, şu kadar mı hükmedecek? Rektörleri seçimle mi atacak yoksa yok gerek yok kendisi mi atacak? Bunun arka planını öğrendim çok yakınlarından birinden; ne yapıyor bu adam? Rektörlerin seçimlerine niye karşı çıkıyor? Dedi ki, şöyle düşünüyor; “Doğru bir tanedir kardeşim, onu da ben bu halk adına düşünüyorum. Ne demokrasisi?” Böyle düşünüyormuş, şimdi geldiği nokta bu.

Üniversitedeki hangi profesörün rektörlere daha iyi…

Evet, ben bilirim diyor. Oradaki yüzlerce adam bir araya gelecek bir fikir beyan edecekler filan; gerek yok biz biliriz hangi üniversiteye. Doğru bir tanedir zaten onu da ben yapıyorum zaten daha ne araya demokrasi girsin falan filan, uzatmayın diyormuş; yeni yöntemi bu. Şimdi bu adamın, meseleye böyle bakan adamın yetkilerini tartışmak, kölelerin sahiplilerin yaşamını tartışmalarından başka bir şey değil. Televizyonların tartışma programını izliyoruz, gerçi çok şükür izlemiyorum ben; 15 Temmuz’dan bugüne kumandayı elime almamışım. Televizyon kumandasını…

Maç da mı seyretmiyorsun?

Hiçbir şey seyretmiyorum.

Yavaş yavaş toparlayalım ama biraz Twitter’da, “Levent Gültekin konuşuyor konuşuyor kendisi ne yapıyor?” diyorlar. Ne yapıyorsun? Mesela demokrasi için birlik faaliyetinde var mıydın? İlgilendin mi?

Gittim. Levent Gültekin ne yapıyor? Yazı yazıyorum, elimden geldiği kadar konferanslara gidiyorum, insanlarla sohbet ediyorum, başka ne yapabilirim ki yani? Elimden ne geliyorsa onu yapıyorum.

Siyaset yapmanı isteyenler var mı?

Siyaset yapmamı isteyen çok insan var. Aslında bir niyetlendim, siyaset yapayım diye değil. Gidip insanlara diyorum ki, arkadaş biz yapabiliriz, biz bu ülkede insanız. Aklımız var, zekâmız var, kabiliyetimiz var; bu adam hepimizi rehin alamaz. Biz yeni nesil, yeni dil, kimliksiz, kimliksiz derken ön plana çıkarma anlamında söylüyorum, yani etnik kökenini, mezhebini herkes gömsün kalbine insan olarak. Ya Ruşen çok iyi gazeteciyse, başımın üzerinde yeri olsun o kadar; kötü gazeteciyse yeri olmasın. Bu adam çok iyi hâkim, biz onu bilmeyelim Alevi midir, Kürt müdür, Sünni midir, Atatürkçü müdür; hakimliğine bakalım, mühendisliğine bakalım, doktorluğuna bakalım diyen bu, yeni nesilden kastım bu. Biraz dolaştım insanları, ya biz yapabiliriz. Biz çıkarız meydana ve öyle işler yaparız ki Tayyip Erdoğan altı ayda dağılır.

Bu kadar yani…

Hiç iddiasız söylüyorum. Tayyip Erdoğan, aslında bunu biliyor. Neyi bildiğini söyleyeyim; eğer aşağılayamayacağı, hakaret edemeyeceği, değersizleştiremeyeceği, karşısında bir lider olduğunda dağılacağını bildiği için her tarafı kapattı. Meral Akşener’in önünü niye kesti? Niye yok etti? En ufak bir hareketlenme olmasın diye. Şunu diyebilecek bir yiğitlik yok Tayyip Erdoğan’da. “Kim olursa olsun, kendine güveniyorsa çıksın karşıma bakalım görelim”. Bunu diyebilecek biri değil Tayyip Erdoğan. Tayyip Erdoğan şöyle biri; hiç kimse çıkamaz karşıma, çıkamaz diyor zaten; çıkarttırmıyor. Çıkamazdan kastım ‘sen kendine güvenmiyorsun’ değil, çıkarttırmıyor. Hayır kardeşim ben senle çıkmam diyor, bu kadar.

Meral Akşener bitti mi?

Şunu tamamlayayım; bu niyetle gittim insanlara, bir şey beklemeyelim. İlla iktidar olacağız, hayır! %1’de olabilir, Türkiye’nin havasını değiştirebiliriz, yepyeni bir dil kurabiliriz. Biz illa milletvekili olalım, gelelim memleketi yönetelim; böyle bir derdimiz olmasın. Biz topluma ulaşalım, o bir kalkan olsun bize; yapalım. Abi, kime gittiysem, herkes garantili; “Ama baraj aşmaz, ama biz peki nasıl yapacağız, biz biraz bekleyelim önümüzdeki seçimlerde CHP’den milletvekili oluruz.” Herkeste bir garanti, kapak atmak var oraya. Arkadaş milletvekili olsan ne olacak ki? Diyelim ben CHP’den ya da HDP’den milletvekili oldum, ne fark eder? Ne olurum ya, artı bir değerim ne olur? Bunu yapıyorum, bunun için uğraştım, baktım olmuyor şimdi yazılarımı yazıyorum. Yazılarımı niye yazıyorum? Yazılarımı AKP tabanına ulaşmaya çalışmıyorum, ulaştığımı düşünüyorum. Çok oradan şey alırım ben. Benim yazılarım çok, kendimi övmek için söylemiyorum gelen eleştirileri söylüyorum, ya sen de yazıyorsun ama onlar okumuyor: Hayır! Dün bir okurum söyledi; babası AKP’liymiş annesi de AKP’liymiş, “Yazınızı gönderdim babama, ilk defa okumuş çok beğenmiş ve o da whatsapp’taki bütün arkadaşlarına yollamış” AKP’li. Whatsapp’taki bütün arkadaşlarına yollamış.

Yaktın adamı!

Hayır, şimdi böyle şeyler oluyor. Onlara ulaşmaya çalışıyorum kendimce. Demokrasi cephesine katıldım. Çok iyi bir niyet var özellikle Rıza Bey; çok kibar, o işin fikir babası, çok yetkin, çok beyefendi; ağırbaşlı; fakat sol ne yazık ki Türkiye’de, öyle bir yazım vardı ya okudun mu “Sol”u?

Hayır.

Nasıl okumazsın ya solcu olarak? Dediler ki bana, “Bizi bizden daha iyi anlattın ya”, sol anlattım da yazım var benim iki hafta önce. Şimdi sol tamam, Türkiye’nin vicdanı, Türkiye’de hiç kimsenin yapmadığı şeyleri yapıyor. Mesela talan varsa orada gösteri yapıyor, bir yerde bir çocuk ölüyorsa orada tepki gösteriyor. Demokrasi ölüyorsa ona bir itirazı var, itiraz tamam da icraata geldiğinde yapamıyorlar. Arkadaş tamam, biz ne yapacağımızı biliyoruz, ne istediğimizi de biliyoruz Türkiye için, ama şöyle yapalım dediklerinde; o yok.

Öylesi de güzel bak.

Ama şu anda Türkiye’nin yapmaya ihtiyacı var, çünkü şunu anlarım; normal bir ülkede sadece ilkesini savunmak adına bile muhalefet etmeyi çok değerli bulurum. Benim derdim sonuç almak değil, benim derdim iktidar olmak değil, ben sadece bildiğim doğruları söylerim. Normal bir ülkede bu çok kıymetli bir şeydir. Bir şeye talip olmadan bir şey yapmak. Ama Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu durum bunu kaldırmaz. Yıkımı durduracak bir şeye ihtiyaç var; o yüzden onu orada görmedim. Yöntem, üslup yaklaşım aşamadık. Tamam çok iyi niyetliler, sen de katkı ol ama olmuyor. Geliyor, ideolojik şeye tıkanıyor, o toplantıda da o çıktı. Bir taraftan bizi çağırdılar sonra adını sol blok koydular, anlaşalım diyorlar. Bir önceki toplantıda soru sordum dedim ki: Arkadaşlar şu sorunun cevabını kendinize vermeniz gerekiyor. Bu sorunun cevabını kendinize vermezseniz, demokrasi birliği yol kat etmez: Biz 30 yıldır bu ülkeye bir şey söylüyoruz fakat bu ülke bizi duymuyor. Tamam? Peki ne olacak da bugünden itibaren bizi duymaya başlayacaklar? Bu soruya cevap bulmanız lazım. Bugüne kadar EMEP partisini duymamış bir halk, bundan sonra niye duyacak? Bugüne kadar filan aydının, filan yazarın dediği demokrasi özgürlük duymamış anlamamış bir halk, yarından itibaren niye duyacak? Nasıl duyacak? Bu soruya cevap vermeniz lazım, sonra yürüyebiliriz. E sen söyle dediler, ben de anlattım üslup sorununuz var, yaklaşım sorununuz var, duygu birliği kurma sorununuz var; bunlar tedavi etmeniz gerekiyor sonra. Ona da pek açık değiller.

Şöyle bir ön kabul var sanki; Türkiye’de sanki bir şeye ihtiyaç var ki var; yıllardır var onun yeterli olacağı sanılıyor sanki ama yeterli olmuyor. Tek başına bir şey anlamına gelmiyor. Bitirelim mi?

Bitirelim.

Evet, Levent Gültekin ile bayağı bir şey konuştuk, Başkanlık sistemi ağırlıklı konuştuk. Kendisine çok teşekkürler, bir daha arayı bu kadar açmadan devam ederiz. Levent Gültekin’e ve sizlere çok teşekkür ediyoruz. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.