Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Levent Gültekin ile söyleşi: Türkiye ve dünyada liderler ve popülizm

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/295160291″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Levent Gültekin’le beraberiz. Levent hoşgeldin.

Merhabalar. Hoşbulduk.

Bir hayli oldu, en son yayından bu yana. Şimdi başlığı, “Liderler ve popülizm” diye verdik. Aslında sadece Türkiye değil, biraz dünyadan da bahsedelim istiyorum ama.. Önce Levent, şunu yapalım, sen geçen burada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlık sistemi istemesinin önemli nedenlerinden birisi olarak, çevresinde kimse kalmadığı, çünkü güvenmediğinden hareketle, bir yayından bahsetmiştin. Darbe girişimi gecesi, onun bir grup gazeteciye konuştuğunu, ama bunun hiçbir yerde yayınlanmadığını, özellikle de tabii kendi yayın kuruluşlarında, bunu söylemiştin. Biz onu yaptıktan sonra, hatta ondan bir de küçük bir şey yaptık biliyorsun. Ondan sonra birileri, “Yok canım, nereden çıkartıyor? Uyduruyor” dediler. Sonra ne oldu?

Tabii, tabii… Savcıları göreve çağırdılar, bu nereden uyduruyor bunları diye..

Evet. Sonra bir baktık ki, Mahmut Övür yazdı, ama önce Haşmet Babaoğlu yazmış. Hatta adres de verdiler. Marmaris’te yerel bir gazeteci bunu facebook’ta yayınlamış diye. Önce bir senin o söylediklerini arkadaşlar bir girsinler. Ona bir bakalım. Ondan sonra devam edelim.

(Önceki yayın : Levent Gültekin: ‘Erdoğan’ın etrafında güvendiği kimse yok, başkanlığı bu yüzden çok istiyor.’
Sık sık arkasını kollama ihtiyacı hissediyor. Başbakan’ı devamlı kollama ihtiyacı hissediyor. Acaba bir yerde bana bir numara çekiyor mu? Diyelim ki, Tayyip Erdoğan profilindeki bir adam, Binali Yıldırım kalkıp Abdullah Gül’ü ziyaret ettiğinde, geçen hafta etmişti ya..

Etmiş miydi?

Evet, öyle bir şey çıktı.

Haber oldu mu bilmiyorum.

Evet küçük bir haber oldu, gördüm. Binali Yıldırım Abdullah Gül’ü ziyaret etti diye. Şimdi Tayyip Erdoğan pozisyonundaki bir adam, işkillenmiştir o ziyaretten. Acaba ne konuşuyorlar? Acaba bana bir tuzak mı kuruyorlar? Şimdi bunda Tayyip Erdoğan’ı da anlarım. Tayyip Erdoğan bir şeyin farkında; Tayyip Erdoğan’ın etrafında dostu yok. Şimdi etrafında dostu olmayan bir insanın…

Sen geçen bir yazı yazdın, bayağı acayip bir yazıydı.

Evet.

Çok yakınındaki insanlara atıfta bulunarak, yani şimdi kimse sana şey demiyor, onda mutabıkız, yani sallıyor diyemiyor kimse. Yani çünkü tarif ediyorsun bir anlamda aslında insanları ve…

Bunu aslında, benim söylediğimi herkes biliyor. Bu gizli saklı bir şey değil ki. Herkes Tayyip Erdoğan’ın yakınındakilerin, dışarıda Tayyip Erdoğan aleyhinde konuştuğunu biliyor.

Kendisi biliyor mu?

Kendisi, Tayyip Erdoğan da bence biliyor. O yüzden işte bu başkanlığa bu kadar asılıyor. Yani etrafında dostu olmadığını biliyor. Şimdi bak bir şey söyleyeyim. Bu haber oldu mu bilmiyorum. Aslında Tayyip Erdoğan 15 Temmuz’u daha erken öğreniyor. Bir kamera çağırıyorlar. Sen bunu biliyor muydun?

Yok.

Bilmiyor muydun?

Marmaris’e çağırıyorlar.

Bir kamera çağırıyorlar. Ulusa sesleniş konuşması yapıyor. Kaseti veriyor. Acilen ulaştır bunu, bütün kanallarda yayınlasınlar diye. En yakın adamı ve kaseti alan kayboluyor gece saat 12’ye kadar. O yüzden apar topar CnnTürk’te yayına çıkıyor. )

Evet bu videoyu şimdi, baktık Anadolu Ajansı’nın açıklaması var, çok kalitesizdi, vesaireydi, cep telefonu görüntüsüydü gibi; ama Marmaris’te yerel bir gazeteci facebook’tan bunu canlı yayınlamış ve biz de onu yayınladık. Bayağı da net görüntüler. Açık, net. Yani CnnTürk’te söylediklerinin ilk şeyleri.

Biraz daha yumuşak tonu…

Ama şey çok ilginçti, kurucusu olduğumuz partinin diye Ak Partilileri özel olarak sokağa çağırıyor. Öyle bir bölüm var.

Şimdi Anadolu Ajansı’nın açıklaması, görüntü kalitesi diyor. Sanki normal bir dönemdeyiz. Darbe oluyor, adam da bir çağrı yapıyor. Ne yapacaksın görüntü kalitesini.

Bir de görüntü kalitesi de fena değil.

Evet fena bir kalitede değil. Zaten sonra ortaya çıkan, bizim bu konuşmadan yaklaşık bir 10 gün sonra döküldü ortalığa, orada bir kavga var. Bir kısmı Anadolu Ajansı’nı ve TRT’nin genel müdürünü töhmet altında bırakan, Ak Parti içerisinde, açıklamalar yapıyorlar. Cumhurbaşkanı’nın etrafındaki bir kısım isimler de, yok hayır bu genel müdürlerin suçu yok, üstlerine gelmeyin, abartmayın, herşey kontrol altında demeye getiriyorlar. Ama o daha önce söylediğimiz gibi. Bence orada Tayyip Bey’in etrafında bir grup kerhen de olsa, sessiz de kalarak, işini yapmayarak darbeye destek oldu. Onun başında kim var, o kimin organizasyonu, kime yakınlar onu bilmiyorum. Ama öyle bir grup var orada..

TRT’nin açıklaması biraz daha makul sanki, çünkü diyorlar ki; TRT’yi zaten darbeciler işgal etmişti.

O izah edilebilir ama orada da başka bir şey var. TRT’ye darbeciler geldiğinde genel müdür kayboluyor ortalıktan. Onunla ilgili de çok tartışma oldu. “Nereye gittin sen kardeşim? Yani niye direnmedin? Halk sokakta askere direnirken, sen niye kendi kurumunu korumadın?” diye öyle bir kavga vardı, öyle bir eleştiri vardı.

Yeni spekülasyonlar var, yeni bir Pelikan Bildirisi gibi bir şey çıkacak diye…

İşte bir tasfiye süreci başlatabilirler. Yani Tayyip Bey anladığım kadarıyla, kendi etrafında bir şekilde gidişattan rahatsız olan veyahut başka nedenlerle, sadece gidişat olmayabilir, tamamen başka nedenlerle bir şekilde kuyusunu kazan ya da onun istediği kadar, tırnak içinde söylüyorum, bu varolan mücadeleye destek olmayan kimler varsa onlara dönük o Pelikan benzeri bir tasfiye süreci var. Başlayacak gibi bir hava var. Bir de çok baskı var. “Niye içinizdeki FETÖ’cüleri temizlemiyorsunuz? Niye onlara göz yumuyorsunuz? Niye şunu yapmıyorsunuz?” Ama bu normal bir şey. Bu psikolojiye bürünen bir insan yanına kadar gelir. En yakınındakinden şüphelenmeye başlar. O psikoloji öyle bir şeydir. En yakınındakinden bile artık şüphelenirsin yani.

Bu FETÖ’cüler, hâlâ hiç kimseye bir şey olmadı. İnanılır gibi değil. Yani şimdi bakıyoruz, toplumda girilmedik, –daha önce de konuştuk ama tekrar tekrar konuşmakta bence hiç sakınca yok– toplumun tüm meslek grupları vs. hallaç pamuğu gibi atıldı. Marksistler, ateistler, komünistler bile.. Kürt hareketine yakın olanlar, onlar da bu hengâmede gitti. Ebesinden sağlık memuruna, oradan gece bekçisine kadar insan gitti hâlâ siyasetçi.. hâlâ hiçbir şey yok.

Ben onu şuna bağlıyorum. Bir tanesi, 17-25 Aralık’tan sonra birkaç tane seçim olduğu için.

Tamam, elendiler zaten…

Tayyip Erdoğan’ın elediğini düşünüyorum. Yani milletvekili bazında hemen hemen kalmamıştır. O tasfiyeyi o dönem…

Ama Bahçeli geçen yine rakamlar verdi biliyorsun.

Ama tekrar edeyim, bunlar çok iç içeler. O kadar iç içeler ki bu Cemaat’le Ak Parti, etle tırnak gibidirler. Yani bakanın oğlu bir cemaatin önde geleninin kızında veya onun kızı bunun oğlunda… Oğlu mesela benim tanıdığım, Tayyip Bey’in başdanışmanlarından birinin oğlu Gülen Cemaati’nde, ve babasıyla konuşmuyor. Biliyorum, bildiğim biri bu. Sırf bu olup bitenden dolayı babasıyla arasını bozmuş, rest çekmiş babasına gitmiş. Şimdi sonuçta o da onun evladı. Bir tarafta evlat var, bir tarafta bu mücadele var. O kadar çok iç içeler ki ayıramıyorlar da… Kimi alacaklar? Yapabildikleri tek bir şey var, dikkat et, nerede gariban, nerede böyle günahsız, nerede suçsuz “Cemaat’in mensubu’ olan var, onlar üzerinden götürüyorlar. Mesela, gerçekten suçlu olanların tamamı kaçtı yurtdışına. Yani gerçekten, “Bir dakika, gel, sen bu işleri biliyorsun” diyebileceğin en son, işte gördün hani ben suçlu demeyeyim, adamın günahını almayayım da, işte Kalkavan mesela.. O da gitmiş, gittikten sonra çıkıyor arama şeyi, yani gerçekten bir sorumlulukları varsa, gerçekten bu kumpas dediğimiz bu tür işlerde, bir şekilde, medyasında şurada burada, ucundan köşesinden destek olmuş ne kadar insan varsa hepsi kaçtı. İstifa etti, bir şey oldu. Şimdi bir tane memuru, öğretmeni, oradan buradan polisi, emekliyi toplayarak güya FETÖ’yle mücadele ettiğini söylüyor. Yukarıya dokunmuyor. Dokunamıyorlar. Niyesi, bence dediğim gibi; çok etle tırnak, iç içeler. Yani diyelim ki birine dokunacaklar, ya o en yakınlarındaki birinin bir akrabalığı çıkıyor ya bir yakın dostluğu çıkıyor ya bir hatır ilişkisi çıkıyor. Çıkıyor yani…

Olan garibanlara oluyor.

Olan dayısı olmayan, tanıdığı olmayan, akrabası olmayan, arkadaş benim bir suçum günahım yoktur sözünü oraya ulaştıracak kimsesi olmayan garibanlara oluyor.

Şimdi defalarca konuk ettik, beraber de yayına çıktınız. Kadri, benim kaç yıllık arkadaşım. Kadri’nin özellikle Cemaat konusundaki duruşunu çok iyi biliyorum. Şimdi Kadri, üye olmamakla beraber örgüt adına bilmem ne yapmaktan tutuklu. Yani akıl almaz bir şey. Sadece o değil tabi…

Sadece Kadri’nin tutuklanmasından öte bir şey var orada. Kadri’nin tutuklanması zaten başlı başına bir cinayet. Cinayet yani, başka bir izahı yok. Ben buna cinayet diyorum. Bir adam çekiyor, önüne geleni vuruyor. Bir de şu; arkadaş, FETÖ’yle mücadele ediyorsun. Öyle insanları içeri alıyorsun ki… Yani ben FETÖ’yle mücadeleyi nasıl sulandırırım, toplumdaki meşruiyetini nasıl yok ederim diye kafa yorsan ancak bu kadar yaparsın.

Uluslararası meşruiyetini de aynı zamanda…

Uluslararası meşruiyetini de nasıl… Çünkü uluslararası bir adam, dışarıdan bakan biri, ya bu adam Kadri Gürsel’i aldığına göre yok ya FETÖ’yle ilgili bir iş değil bu. Bu başka bir şey yapıyor, der. Bunu niye dedirtiyorsun? Kimse bilmiyor. Yani niye dedirtirsin mesela. Ha alacaksan Kadri Gürsel’i mertçe de ki kardeşim; sen muhalifsin, eleştiriyorsun. Şeyde demişler zaten, Cumhuriyet Yönetim Kurulu Başkanı Akın Atalay’ın iddianamesini gördüm.

Bu manşeti niye böyle attınız…

Yenikapı ruhunu zedeleyici manşet atmaktan. Tamam, burada açık açık diyorsun, muhalif olmaktan. Tamam olabilir. Ben de o ruhu beğenmiyorum. Şimdi bunu yaparsın, ama Kadri Gürsel’e cemaatçi deyip… Bak şimdi medyada, sen de biliyorsun ben de biliyorum, birçok arkadaş Cemaat’le o şeyi alttan aldı, yumuşak davrandı, görmezden geldi. Net tavır koyan bana on kişi say desen medyada, o dönem ama, şimdi herkes tavır koyuyor. Ergenekon’un Balyoz’un olduğu, dokunanın yandığı dönemde Cemaat’e net tavır koyan on kişi say desen, ikinci üçüncü sırada Kadri Gürsel’i sayarım. Ama sen bunu görmüyorsan, adamı alıp içeri atıyorsan, benim derdim FETÖ değildir diyorsun. Başka bir şey.

Peki başlığımıza dönelim.

Dönelim.

Popülizm, liderler… Son dönemde, sadece Türkiye’de değil, dünyanın dört bir tarafında, İngiltere’de Brexit oldu orada Farage gibi birisi çıktı, Trump geldi, Macaristan var, Marine Le Pen, Fransa vs. Bir popülizm diye bir şey söyleniyor ve biz Medyascope’ ta çok sayıda çok güzel çeviriler yayınladık. Bunların çoğunda da, bunlar mesela Trump, Farage, Erdoğan birlikte anılıyor. Eskiden Türkiye’de çok sık Erdoğan Putin benzetmesi yapılırdı. Şimdi onun yerine Erdoğan’ın böyle bir mesela Trump’a benzetilmesi vs. Sana bu makul geliyor mu?

Makullukla ilgili değil de, dünyada bir sağ yükseliş var. Sağın da faşizme kayan damarı. Peki niye? Bence buna bakmak lazım. Yani Trump gibi bir adam nasıl olur da oy alır? Nasıl? Yani Türkiye’de, ben o yüzden Türk toplumunu bir anlamda Amerikan toplumunun ilerisinde de görüyorum. Şöyle; Trump gibi bir adam Türkiye’de aday olsaydı, bu kadar oy almazdı diye tahmin ediyorum. Tayyip Erdoğan geçmişten gelen itibarından alıyor bu oyu. Yani insanlar şöyle diyor; hayır, biz bu adamı 15 yıl önce nasıl tanıdıysak, öyle. Şimdiki imajı, şimdiki algısını kabul etmediği için oy veriyor. Şimdi bütün dünyada bir sağa kayış var. Niye? Bence buna bakmak lazım. Bunun bence tek bir sebebi var; sol. Solun rezil durumu.

Birazdan seninle kavga edeceğiz.

Evet edeceğiz. Solun rezil durumu. Arkadaş, bütün dünyada bütün toplumlar bu kadar rezil liderlere niye yöneliyor? Hiç kafa yoruyor musun kendine? Yeniliğin yok. Kendini yenilemiyor sol. Topluma bir şey söylemiyor. Kendi hayalleri peşinde koşuyor. Toplumla duygu bağı kuramıyor. Yenilik sunamıyor. Trump gibi bir adam, mesela senin yayınladığın videoda çok güzel bir konuşmaydı o. Çok doğru bir şey söylüyor. Yani Trump’a oy verenlerin hepsi ırkçı mı? Trump’a oy verenlerin hepsi kafatasçı mı? Sağcı mı, faşist mi?

Ya da hepsi aptal mı?

Hepsi aptal mı? Hayır. Sol başarısız olduğu için, sol üretken olmadığı için, sol bunun karşısına çıkıp da adam gibi bir şey sunmadığı için toplum, gidip en berbat sağın, bugün tweet’te dedikleri gibi, en çomarlarına tevessül ediyor. Yani ben bunu birkaç zamandır söylüyorum. Türkiye’nin şu andaki en büyük şanssızlığı muhalefet hakkının sola kalmış olması. Bugün, diyelim ki Tayyip Erdoğan solcu olsaydı, diyelim ki Tayyip Erdoğan ve solcular iktidarda olsaydı ve böyle işler yapsaydı, İslâmcılar da muhalefette olsaydılar. Tayyip Erdoğan’ın altı ay ömrü kalmazdı, altı ay. Öyle bir muhalefet yaparlardı, toplumu öyle bir organize ederlerdi ki.. Tayyip Erdoğan altı ay yerinde oturamazdı.

Zaten şöyle bir şey var ya, bazı durumlarda hep bu söyleniyor; mesela İsrail’le anlaşmada, Ak Parti muhalefette olsaydı herhalde var olan iktidarı…

Darmadağın ederdi. Arkadaş, sol, vicdan olmaktan başka bir şey söyleyemiyor topluma. Tamam vicdansın, demokrasi diyorsun, özgürlük diyorsun, insan hakkı diyorsun. Fakat bunu topluma nasıl benimseteceksin, topluma nasıl bir güven vereceksin, toplumla nasıl bir diyalog kuracaksın? Strateji gibi bir derdin yok. Yenilik bekliyor toplum senden. İsyan istiyor bir anlamda, vermiyorsun. Ama o yenilik nostaljik bir şey değil ki.. Duygusal bir şey değil. Aynı zamanda hayatını sürdürmek istiyor. Yani hem var olan standardını koruyacak, hem de yenilik istiyor.

Mesela bugünün Türkiye’sine geldiğimiz zaman daha somut konuşalım. Şu anda bir ekonomik kriz olmasa bile sıkıntılı bir dönem geçiriyor Türkiye ve Avrupa’yla olan sorunlar da buna ekleniyor. Birbirlerini tetikliyorlar. Demokrasi sorunu var. Şu andaki sol mesela bu ekonomi konusuna ne diyebilir? Yani bunu şu anlamda söylemiyorum, bazıları şöyle diyor ya, iyi o zaman sen al yönet anlamında söylemiyorum. Sen bunun üzerine çok kafa yorduğun için söylüyorum. Ne yapabilir mesela?

Sadece ekonomi değil. Karşıda bir lider var. Hepimiz izliyoruz. Yüzlerce defosu var. Negatifliği var, yanlış politikaları var. Ülkeyi alıp getirdiği bir uçurumun eşiği var. Buna rağmen topluma bir şey söyleyemiyorsun. Dediğim o. Buna rağmen toplumun dikkatini çekemiyorsun. Çekmen gerekiyor. Buna rağmen proje üretemiyorsun. Buna rağmen gidişata… Yani insanlar sana güvenmiyor. Bana niye güvenmiyor demiyorsun. Diyorsun ama cevabını bulamıyorsun. Niye güvenmiyor? Çünkü yenilikçi değilsin. Çünkü eskisin. Çünkü hayal peşinde koşuyorsun. Çünkü ideolojik duygusallıktan kurtulmuyorsun. Çünkü kibirlisin. Çünkü kendini bir şey zannediyorsun ve topluma tepeden bakıyorsun. Hakaret etmeyi marifet zannediyorsun. Çünkü toplumu aşağılayarak bir yere gideceğini zannediyorsun. Aşağılamayacaksın. Bu toplum niye bana gelmiyor diye düşüneceksin. Hakikaten söylüyorum. Tayyip Erdoğan gibi bir siyasetçinin Türkiye’de seçim kazanması sol açısından utanç vericidir.

Peki bunun alternatifi? Sol popülizm mi?

Popülizm değil ki. Sahici bir politika. Gerçekten demokrasi. Gerçekten özgürlük. Gerçekten insan hakları. Ama ben solun, dünkü yazımdan sonra inanılmaz bir hayal kırıklığı yaşıyorum şu anda. Gerçekten diyorum. Bu öyle duygusallık filan değil.

Ne yapıyorlar?

Ben hiç solun içerisinde bu kadar fanatik, bu kadar yobaz, bu kadar ideolojik hastalıklı bir damar olduğunu bilmiyordum. Çok aklı başında insanlar var. Çok vicdanlı, çok demokrat. Onları tenzih ediyorum. Herkeste olduğu gibi. Ama bir kör, sığ, bir fanatik damar var ki aklım almıyor. Bir Küba-Erdoğan yazısı yazmışım, söylediğim çok basit. Ben Castro’nun ne olduğunu bilmiyor muyum? Klas adamdır diyorum. Duygusal bir bağ, duygusal bir yakınlık duyuyorum diyorum. Hayatım boyunca, son 10 yıldır yazı yazıyorum Erdoğan’la duygusal bir bağ kurdum cümlem yok. Erdoğan’ı beğeniyorum diye bir cümle kurmadım şimdiye kadar ama Castro’ya diyorum. Yiğit adamdı diyorum, esaslı bir adamdı diyorum. Tamam. Hatta o duygum beni kaldırdı, Küba’ya kadar götürdü diyorum. Bütün bunları dedikten sonra diyorum ki; arkadaşlar siz üç gündür Castro’yu övücü o kadar yüksek tonda mesaj attınız ki. Bir Ak Partili duygusuyla baktım o mesajlara ve şunu dedim; ya bir dakika. Biz niye Erdoğan’a kızıyoruz? Demokrasi, özgürlük, bağımsız medya, bağımsız yargı, insan hakları, evrensel değerler.. Bunları yok ettiği için kızmıyor muyuz? Sen de bunun için eleştirmiyor musun? O zaman eğer Castro’ya, eğer Küba’ya bu kadar övgü dizeceksek, dönüp bu değerlerin orada olmadığını görmemiz lazım. Ben Küba berbattır, Küba şöyledir demiyorum. Bağımsız medyayı önemsiyorsak, o Küba’da da yok. Eğer interneti kapatmak çağ dışı bir hareketse, diktatörlükse, Küba’da internet yasak. Ben gittim. Küba’da internet yasak. Beş yıldızlı otellerin lobilerinden başka yerde internet yok, beş yıldızlı otelin lobisinde de ancak pasaportunu vererek belli bir süre bağlanabiliyorsun. Bu… Yoksulluk var. Bunları da sorgulamıyorum. Küba’nın tabii ki negatifleri var ama bir sürü de iyi yönü vardır. Direnmiş, dünyaya meydan okumuş, kapalı bir şekilde kendi haysiyetini onurunu korumuş. Bütün bunlardan bağımsız bir şey söylüyorum. Ne yok? Muhalif yok. İki tane gazete, iki tane TV var o da devletin. Şimdi Türkiye’deki aydın yazar eğer bunları söylemeden, bunlara vurgu yapmadan Küba’yı göklere çıkarırsa o zaman Ak Partili’ye kızma hakkın yok. Onu söylüyorum. İkiyüzlü olmayalım diyorum. Bana diyorlar ki; ikiyüzlü ol. Sahtekar ol diyorlar bana. Dünden beri… Ya ben daha yeni farkettim, bu kadar olduğunu bilmiyordum gerçekten. Bizim İslamcı damarda vardır, o Akit damarında; bana öyle mailler atarlar. “Sen bu demokrasiyi ne kadar kutsallaştırıyorsun, demokrasi dediğin Amerika liberalizmin uydurduğu”

Küfür ideolojisi…

Dünden beri bana solculardan böyle mailler geliyor. “Sen ne anlarsın.. Sen tutturdun bu demokrasi, liberalizmden… Bu işler demokrasiyle olmaz” Ee neyin mücadelesini veriyoruz demokrasiyle olmayacaksa? Anlatabiliyor muyum?

Yine de Küba eleştirisi tamam da, Castro’yu hayırla yâd edelim mi?

Ediyorum tabii. Bundan şüphem yok. Tek dediğim bu. Mesela sana şöyle bir soru sorayım. Hakikaten bunu bana sen söyle. Tayyip Erdoğan’la Castro arasında bir nokta benzerlik yok. Buna hiç şüphem yok. Tamam mı? Fakat diyelim ki Tayyip Erdoğan’ın yolsuzluk iddiaları yok. Sarayda oturmuyor. Halkı da gerçekten düşünüyor. Hani diyorlar ya; Küba lideri halkını düşündü. Bunların hepsini yani Castro’da olan özelliklerin bir benzerinin Tayyip Erdoğan’da olduğunu düşünelim. Peki böyledir diye biz muhalifleri içeri atmasına ses etmeyecek miyiz? Bunu dert etmeyecek miyiz? Mesela Kadri Gürsel. Tayyip Erdoğan’ın yolsuzluk iddiaları yok, sarayda da oturmuyor, halkını da çok seviyor, ama Kadri Gürsel’i içeri attı diye ses çıkarmayacak mıyız?

Çıkaracağız tabii.

Böyledir diye gazeteleri kapatmasına itiraz etmeyecek miyiz? Böyledir diye, mesela dese ki Tayyip Erdoğan “Bundan sonra seçim yok kardeşim. Devrim yaptım,geldim iktidara. 50 yıl yöneteceğim”. Yani çok düzgün adamdır diye sesimizi çıkarmayacak mıyız? Sol bana şunu söylüyor: “Castro çok düzgün bir adam, oradaki şartları anlamamız lazım”. Neyi anlıyorum. Ben demokrasi istiyorum. Benim için farketmez. Eğer şartlar dersen, oranın şartlarını anlayalım dediğinde yarın Ak Partili bize onu söyleyecek, göreceksiniz. Türkiye’nin şartları…

Söylüyorlar zaten.

Zaten söylüyorlar.

Şimdi hiç beklemediğim insanlardan ekonomik sıkıntılarla ilgili çok acayip, abes abes yorumlar okuyorum, görüyorum. Yani beklemediğim insan dediğim, artık son kalanlar diyelim. İşte bunu da yine bir komplolara bağlıyorlar, vs.

Hâlâ öyle. Devam edecek, bak göreceksin. Şimdi biz neyini seviyoruz Castro’nun? Bu kirli, dünyanın bu emperyalizminin kirli çarkına yem olmamış olmasını. Doğru mu? Ben öyle yazdım. Yazımda da var bu cümle. Yenilmiş dünyanın çocukları olarak hepimiz bundan gurur duyuyoruz. Gurur duyduk ya. Hepimizin sözcüsü oldu diye. Şimdi bir Ak Partili’nin gözüyle bak, o da Tayyip Erdoğan’ı böyle görüyor, onu söylüyorum. Senin gözünde Tayyip Erdoğan sahte yapıyor, bunu yanlış yapıyor, ya bunu numaradan yapıyor de. Adam diyor ki, gördün mü diyor. Gitti Birleşmiş Milletler’e dedi ki: “Dünya beşten büyüktür”. Şimdi adam böyle bakıyor. Onu anlamak için, ona söz söylemek için biz Castro’yu överken şunu dememiz lazımdı. Çok övebilirim ama demokrasi konusu eksikti, ama bağımsız medyada yeterli işler yapmadı, ama muhaliflerine haksızlık etti. Çok düzgün liderdi ama eksikleri vardı. Bunu de. Dediğim sadece bu. Bunu da niye diyelim diyorum; içerideki toplum bize ikiyüzlü muamelesi çekmesin. Onlara ulaşalım. Ulaşmamız lazım. Ulaşamazsak ülke gidiyor. Sol bunu yapmıyor, sol kendi… Hepsini kastetmiyorum tekrar. Sol sol deyip duruyorum. Ben nefret ederim böyle şeyden. Böyle kategorize etmekten, o sol, bu sağ, bu İslamcı. Bir kısmı, bir kısmını söylüyorum ama genelinde olan bir sorun var; bir araya gelip çözüm üretemiyorlar. Strateji koyamıyorlar. Bunu bütün dünya için söylüyorum. Bu sadece bizim sorunumuz değil.

Evet. Fransa’nın mesela sorunu.

Şu an Trump’ın yükselmesi. Fransa’da, işte sizin yayında gördüm. Ne diyor Ahmet İnsel? Le Pen her halükârda birinci turu…

Birinci sırada çıkacak.

Niye? Çünkü sol orada da topluma bir şey söyleyemiyor.

Bir tane işte seçildi, Hollande, rezalet.

Rezalet. Bir şey söylemiyorsun. Bir şey söylemen lazım. Bu böyle nostaljiyle, ideolojik sloganla, duygusal hamasetle varamıyorsun bir yere. Bir şey söyle.

Bu arada Fransa demişken, Fransa’da kim kazanırsa kazansın, ya Fillon merkez sağın adayı ya Le Pen ikisi de Esad yanlısı. Rusya’ya yakın.

Buyur.

…ve çok ilginç, son dönemde Suriye’de Esad karşıtı, Batı’da en güçlü Esad karşıtı ülke Fransa’ydı. Şimdi o da bitecek. Zaten Trump’ın Putin’le yakınlığı biliniyor.

Bir şey söyleyeceğim. Şimdi bu radikalizm ya da faşizm birbirini tetikleyen bir şey. Mesela, bunu çok abartılı bulabilirsin, dünyadaki bu faşizmin bu kadar kabarmasında bizim ülkenin, Türkiye’nin etkisinin büyük olduğunu düşünüyorum. Yani Türkiye’deki bu İslamcı otoriterlik ve o kafa Ortadoğu’da büyük bir sarsılmayı da beraberinde getirdi. Suriye politikası, Mısır politikası, Suudi Arabistan’la birlik, IŞİD politikası ve bunların Batı’ya yansıması. Ve onun neticesinde…

Etkisi olmuştur ama belirleyici olan daha çok ekonomi.

Tabii, tabii. Etkisi vardır diyorum. Yoksa bütünüyle onlar yaptı anlamında demiyorum. Bir etkisi var. Ekonomi zaten başlı başına…

Türkiye mesela ilk Arap baharının ortaya çıktığındaki hani sakin, örnek ülke vs modunda olabilseydi, kendi ülkesindeki demokrasiyi güçlendiren bir ülke olarak kalabilseydi, işin rengi çok değişebilirdi; ama Türkiye artık mesela 2005-2007’de Washington’da gazetecilik yaptığım dönemde model lafı hep Türkiye için konuşuluyordu. O tartışılırdı. Model demek doğru olur mu, yanlış olur mu gibi.. Şimdi geçse geçse kötü model olarak geçiyor. Çok acayip bir şekilde…

Türkiye çok çok büyük imkânları heba etti. Şimdi geldiğimiz noktada, bak bugün biraz önce söyledim. Ne diyor Nabi Avcı? “Ülkemiz çok kötü durumda. Dua bekliyorum.” Duaya kalmışız. Bunu biz dediğimiz zaman, ya felaket tellalı diyorlar. Bir bakan, bir bakanın ağzından bugün duyduk. “Ülkemiz çok kötü durumda. Herkesten dua bekliyorum.” Bu olacak şey değil. Niye dönemiyorsun? Dönmen lazım. Uyanman lazım. Görüyorsun ve hepsi biliyor. Ak Partililerin çok büyük bir kısmı büyük bir endişe taşıyor. Duyuyorum yani. Böyle bir feveran haldeler. Ulaşamıyorlar, sözünü geçiremiyorlar. Şunun farkındalar, bindikleri araba ve şoför, şoför son sürat gazla duvara gidiyor ve içeride panik haldeler. Ya bir dakika arkadaş diyecek durumları yok.

Ama ses de çıkaramıyorlar.

Ses de çıkaramıyorlar. Şununla ilgili, biraz tamamlamama müsaade et. Eğer, muhalifler –bunu Türkiye için de söylüyorum, dünya için de geçerli, Trump için de geçerli–; muhalif sol, diğerlerinden daha demokrat olmazsa sağ alır başını gider. Çünkü toplumla daha kolay iletişim kuruyorlar. Toplumun duygularını daha fazla kabartıyorlar. Solun demokrat olması gerekiyor. Sosyalist, dün öğrendim yani dün anladım bir kere daha, yani biliyordum da, nasıl İslamcıdan demokrat olmayacağını anlamışsam.. İslamcıdan demokrat olmaz. Müslüman demokrat olur ama İslamcıdan demokrat olmaz. Solcu olur demokrat ama sosyalistten demokrat olmayacağını dün bir kere anladım. Zaten öyle bir derdi de yok.

Neyse bu tartışmayı şimdi kesiyorum.

Bir de, yok, şunu söyleyeyim, onlara birkaç cümle edeyim müsaade et. Bir yazımı okuyan göklere çıkarıyor, öbür yazımı aynı adam ama aynı okuyan, “Zaten senin bu İslamcı geçmişinden şüpheleniyorduk. Bir gün döneceğinden…” Ne utanmazlık. Arkadaş, kendi arkadaşlarım iktidarda. 5 yıldır istediğim, sen de şahitsin, istesem giderdim, istediğim makamı alırdım. Yanlarında olurdum. Bütün bir mahallemi, bütün arkadaşlarımı terk etmişim, karşıma almışım. Hiçbir gelir elde etmeden, hiçbir çıkarım olmadan yazı yazıyorum, konuşuyorum. Bir damarına basmışım. Hakaret etmemişim, yanlış bir şey söylememişim, incitmemişim. Sadece, bak yanlış yapıyorsunuz demişim diye.. “Sen zaten… bu İslamcılar böyledir” Bu nasıl bir sığlık, bu nasıl bir sefillik ya. İnsan biraz…

Sen geçen bir tweet atmıştın, çok acayipti. Bir şeyimizi paylaşmaya korkuyorsunuz, nasıl… O çok güzeldi.

Ha tabii… Yazımı paylaşmaya korkuyorlar, yazımı ya, yazımı paylaşmaya… Beğenmeyebilir bunu anlarım. Ama “Abi çok güzel yazıyorsun. Hadi devam” diyor. Nereye devam edeyim tek başıma?

Peki Levent, şunu söyleyeceğim. Geçen konuşmuştuk, film yapacakmışsın. Siyasetçi olamadın, sinemacı mı olacaksın?

Yok, aslında siyasetçi olmak derdinde değilim, sinemacı da olmayacağım da. Başka bir şey söyleyeyim. Bir şey yapmamız lazım. Benim böyle bir… Yani bunu kafama takıyorum, bir şey yapalım. Bu kadar çaresizlik olmaz. Yani sola yine bir laf çakacağım. Sol, vicdanını rahatlatıp rahat ediyor da.. İşte ben vicdan rahatlatmayla rahat edemiyorum. Bir eylem, bir şey, somut bir şey yapalım diye uğraşıyorum. Siyaset olsaydı, insanlar toplanabilseydik bir araya, parti yapardık. Oyla eylem yapardık. Sonra düşündüm, bir şey yapalım. Nedir o? Dedim film çekelim bir tane. Çok güzel bir film var. Sürpriz Damatlar diye. İzledin mi bilmiyorum.

Ne diye?

Sürpriz Damatlar.

Yok izlemedim.

Sürpriz Damatlar diye bir film var. Fransız filmi. O kadar güzel işlemişler ki. Bir adamın dört tane kızı var. Dört kızının her birini, birini bir Filistinli’ye veriyor. Daha doğrusu kızlar gidiyor, vermiyor. Adamın kendisi de faşist. Fransız faşisti. Bir kızı Filistinli’yle, öbür kızı Yahudi’yle, öbür kızı bir Çinli’yle, en sonuncu kız da bir Afrikalı’yla evleniyor ve bunların dördü bir masa etrafında toplanıyorlar. İlk iki toplantı büyük bir kıyametle geçiyor. O onun yediğini yemiyor, Filistinli’yle Yahudi Filistin kavgası yapıyorlar. İşgal kavgası yapıyorlar. Afrikalı’dan mideleri bulanıyor, aynı sofraya oturamıyorlar. Afrikalı’nın gelenekleri bambaşka falan.. Bir kıyamet kopuyor önce. Üçüncü yemekten sonra bir şey çıkıyor ortaya. “Ya biz insanız, aramızda hiçbir fark yok”. Yani ufak tefek. Ne mesela; Filistinli diyor ki, “Ben domuz yemem” diyor. “Tamam yapmayalım domuzu” diyorlar. Yahudi diyor ki; “Ben koşer isterim yemekte”, “Tamam koşere dikkat edelim” falan. Yani o farklılık üçüncü yemekten sonra eğlenceye dönüşmeye başlıyor. Bu filmin daha biraz değiştirilmiş Türkiye versiyonunu yapayım dedim. Yapacağım şimdi, konuşuyorum. Yapımcılarla konuşuyorum. Aslında şunu yapayım diyorum, yazıyoruz, çiziyoruz, konuşuyoruz. Bir Türkiye hayali çiziyoruz insanlara. Hepimiz öyle. O çizdiğimiz hayalin filmini çekelim. Nedir o Türkiye, biz aslında ne diyoruz? O Türkiye’de Alevi nerede duruyor, Kürt nerede duruyor, dindar nerede duruyor ve bunlar bir araya geldiğinde nasıl bir Türkiye oluyor.

Çoğulculuğun filmi.

Solcu nerede duruyor. Çoğulculuğun filmi aslında. Yani farklılıkların anlamsız olduğunu, esas olanın bu ülkenin vatandaşı olmak olduğunu… Eğer gerçekten bir demokrasi olursa, gerçekten bir özgürlük olursa bu farklılıkların keyif verici bir hale dönüştüğünü… Mesela diyelim ki ülkücü birinin Kürtçe türkü, Kürt birinin Lazca bir çalgı, işte Alevi kültürünün kattığı bir yenilik, dindarlığın esprisi gibi. Bunları bir arada toplayan bir film fikri var. Şimdi yapımcılarla görüşüyorum. Yönetmenle görüşüyorum. Senaryo, arkadaşın ismini vermeyeyim. Sizin de tanıdığınız bir arkadaş, senaryo çalışması yapıyor.

Sen neyini yapacaksın?

Ben sadece organizasyonunu yapacağım. Belki bu para bulma işlerini biraz organize edeyim diyorum. Yönetmenliğini birine vereceğiz, yapacağız sonra çıkacağız.

İnsanlar para vermeye korkar böyle şeylere.

Hayır, negatif bir şey yok.

Olsun.

Burada bir Ak Parti, iktidar eleştirisi yok. Türkiye bu. Baktığında şunu diyeceğiz aslında. Topluma şunu göstermemiz lazım, arkadaş bu ülke tek başına dindarların, tek başına Alevilerin, tek başına solcuların, tek başına Kürtlerin, tek başına Türklerin ülkesi değil. Türkiye demek, bu farklılıkların bir araya gelmesinden oluşan ülkeye deniliyor. Çünkü Kürtleri al buradan, yavan bir ülke kalıyorsun. Alevileri al, yavan bir ülke kalıyorsun. Dindarları al… Yani anlatabiliyor muyum? Bunu gösterelim. Yani bir pozitif duygu olsun. Bir eleştiri değil. Pozitiflik üzerinden. Önce eleştirsinler birbirlerini, her türlü kavgalarını yapsınlar. Sonunda o farklılıkların aslında anlamsız bir farklılık olduğunu, herkes mesela başörtülü isteyen başörtülü yaşadığını, Alevi’nin Cem Evi’nde istediği gibi ibadetini yaptığını..

Peki bu kadar yaşanan kutuplaşmanın ardından bu söylediğin çok naif kalmıyor mu?

Eğer yenilirsek bu kutuplaşmaya, yaşayamayız bu ülkede. Naif kalabilir ama teslim olamayız Ruşen. Yani biz de, hepimiz yenilirsek.. Ya çok büyük kutuplaşma var, biz de ona göre gardımızı alalım, biz de ona uyalım dersek yaşayamayız ki. Boğuluruz. Bak ben şu anda dünden beri kendimi bir ıssız adam gibi hissediyorum. Niye? Kendi arkadaşlarımla 5 yıldır kavga ediyorum. Bir yazı yazmışım diye, güya beni anladığını zannettiğim bir kesim bir gecede aforoz etti beni. Ve ben şöyle bir duyguya kapıldım; biz yalnız kalmışız kimse yok. Çünkü ben demokrasi diyorum, bir şey demiyorum ki. Çıkarım yok, makam peşinde koşmuyorum. Demokrasi. Yani huzur içinde yaşayalım. Ağız tadımız olsun. Burada İslamcılarla da bir düşmanlığım yok. İslamcılara, Tayyip Erdoğan’a bir düşmanlığım yok. Tayyip Erdoğan, tek dediğim bir şey vardı; abi düzgün yönet bu ülkeyi ya. Yıkıl git demedim, senin iktidarını istemiyorum demedim, sen şöylesin demedim. Öyle bir yapım yok. Abi düzgün yönet. Tamam bunun için eleştirdim. Çalmayalım dedim, çırpmayalım. Çocukları öldürmeyelim. Ötekileştirmeyelim. Ya gazetecileri atmayalım. Kadri Gürsel hapiste olmasın kardeşim. Yazıktır, ayıptır yani. Çoluk çocuğu var. Murat Aksoy’u…

Kadri Gürsel dedik. Ahmet Türk içeride ya…

Ahmet Türk. Ahmet Türk gibi bir adamı içeri atmak demek, ben Türkiye’yi yok etmek istiyorum demektir. Bunu anlatamıyorum Ak Partililere. Ben Ahmet Türk ile ilgili tweet attım. O da ayrı bir ürküntü verdi bana. Gelen tepkilere baktım. Altına çok tepki geldi. Gelen tepkilerin önemli bir kısmının profil fotoğrafı Atatürk. Bir ittifak var yani. Ak Partililer de değil, Atatürkçüler bana kızıyor. Sen nasıl… Ya Ahmet Türk bu hareket içerisinde en makul, en konuşulabilecek, en düzgün, en anlayışlı adam. PKK’ya direndi. Hendeği koydurtmadı Mardin’e. Hendeğin uygulanmadığı illerden bir tanesi. Bunun bir karşılığı olması lazım. Adam…

Belki sırf bunun içindir.

Belki de sırf bunun için aldılar. Bilemiyoruz ki.

Mesela şimdi şeyi düşün. Bugün ben iki saat önce bir yayın yaptım. Tahir Elçi’nin yıldönümü. Öldürülmesinin biliyorsun birinci yılı bugün. Tahir Elçi, bütün hendek olaylarında hem devlete hem örgüte tavır almış, onları eleştirmiş. Ama bir kumpasla, işte yok sen PKK’ya bilmem ne diyor musun falan gibi şeylerle resmen…

Resmen adamı yok ettiler.

Evet ve az sayıdaki…

Az sayıda, aklı başında, iki tarafa da sözünü duyurabilecek insanlardan, birkaç taneden biri. Yok ediyorlar böyle. E şimdi ona bak, o yüzden diyorum. Evet çok naif kalabilir ama buna yenilemeyiz. Senin, bu Medyascope’un, çaban ne? O değil mi? Buna yenilmeyelim diye. Sen de buna direniyorsun, ben de buna direniyorum. Direniyoruz. Filmle direnelim. İzlenir, izlenmez. Yazıyla direniyorum. Başka bir şeyle direniyorum. Herkes bir şey yapacak. Kutuplaşmaya teslim olamayız. Eğer kafamızdaki ötekini yenmezsek, eğer kafamızdaki bir şekilde negatif baktığımız insandaki o negatifliği kaldırmazsak siyaset bizi çürütecek.

Ama orada şöyle bir şey var. Ama dediğime bakma, sana hak vermiyor değilim. Şöyle bir hikâye var; mesela sen kendi yaptıklarından biliyorsun. Demin sözünü de ettik. Şimdi birtakım insanlar sana, bana, başkalarına birtakım misyonlar atfediyorlar. Bizim kendimize atfettiğimizin ötesinde misyonlar atfediyorlar ve acayip bir şekilde gaz veriyorlar. Ve şöyle de bir şey oluyor açıkçası. Gaz veriyorlar ve herkes bizden son yazımızı yazmamızı, son videomuzu çekmemizi, son filmimizi çekmemizi ve hani böyle şey yap, kopar zincirlerini gibi.. Ama sürdürülebilir bir şey yapabilmek lazım aynı zamanda.

Bence de. Ben de o yüzden dikkat etmeye çalışıyorum. Dile, mesela..

Senin dikkat eder halin bu mu?

Ben valla dikkat ettiğimi düşünüyorum. Yani ama şuna dikkat et, çok az kişi yapıyor. Ben mesela Ak Parti seçmeniyle diyalog kurmaya çalışıyorum yazılarımda. Evet Erdoğan’a karşı belki biraz sert konuşuyorum ama.. Hakaret etmiyorum, hırsız demiyorum, diktatör demiyorum. Anlamı yok kızmamın da. En fazla sert kelimelerle, yapma böyle, diyorum. Ya yapma kardeşim. Anlatabiliyor muyum? Ama saygıda hiç kusur etmem. Yani bütün kesimlere saygıda kusur etmiyorum. Ne Alevi’ye karşı bir sözüm var, ne solcuya karşı. Ne diyorum mesela, bak solcular içerisinde çok düzgün, çok aklı başında, çok demokrat insanlar var. Ama bir de Akit damarı dediğimiz fanatik damar var. Ama o sadece orada değil ki. İslamcısında da var, Atatürkçüsünde de var, Alevisinde de var. Yani bu damara bakarak herkesteki bu marjinal damara bakarak tavır belirlemiyorum zaten. O anlık, bizi duygusal olarak etkiliyor. Sana da belki bir linç geldiğinde duygusal olarak belki etkileniyorsun ama bu diyelim ki senin Kürtlerle ilgili kanaatinle ilgili..

Hangi linççiler daha kötü? Ben hepsinden…

Ben hepsinden yedim.

Ben de hepsinden yedim.

Ben Kürtlerin en fanatiğinden de yedim. Dün akşamki solculardı. Solcular beni şöyle bir hayal kırıklığına uğrattı. Belki biraz fazla. Ben mesela Kürtlerin, Kürt hareketine mensup tabanın demokrat olmadığını biliyorum. İslamcılık hareketine mensup olanların tabanının demokrat olmadığını da biliyorum. Solcuların da belki bir miktar, ama bu kadar fanatik olduklarını bilmiyordum. Dün akşam onların o fanatik yüzünü gördüm. Yani diyorum ya, arkadaş bak hakaret etmemişim, en ufak bir cümlem yok, Castro’ya bir şey söylemiyorum. Dediğim şu; ikiyüzlü olmayalım. Bundan dolayı iki gündür küfür, hakaret… Eleştiriye kızmam. Sonuna kadar bana söylesinler. Yanlış düşünüyorsun desinler. Kardeşim sen bu işi bilmiyorsun desinler. Bunu anlarım. Ya kardeşim niye hakaret ediyorsun? Ne demişim ben sana? Niye hakaret ediyorsun? Dün bir tanesi yazmış, diyor ki; sizi, bak siz diyorum diyor parantez içerisinde, uzun zamandır takip ediyorum. Seni, parantez içinde diyor ki artık sen diyorum, bu saatten sonra aforoz ediyorum.

Çok güzel…

Çok güzel… Niye? Demişim ki arkadaş, Küba’da da demokrasi yok, bu adamı bu kadar! Bunu översen, demokrasi olmayan bir yeri översen, buradaki adam sana ikiyüzlü der. Dediğim bu. Demiyorum ki Küba’yı sevme.

Tamam, bu sana çok koymuş. Mesela eskiden bu sosyal medyayı ve medyayı cemaat çok trollerdi. Çok sert şeyler yapıyorlardı. Onlar artık ortadan kayboldu. Hem zaten yasakları var anladığım kadarıyla.

Yasaklılar. Bir kere biz görmüyoruz, öyle bir şey var.

Evet, bir de bazıları da kendini geriye çekti ama …

Bu dediğimiz isimlerden birçoğunun Cemaat’ten koptuğunu duydum.

Öyle mi?

Tabii…

İlginç.

Yani adını vermeyeyim, bizim bildiğimiz sosyal medyadaki o yazar çizerlerin bir kısmı defteri kapatmış, cemaatle de ilişkisini kesmiş.

Yurtdışındalar tabii.

Yurtdışı. Yani yurtdışına kaçmak, Cemaat’e gitmek anlamında demiyorum.

Hayır, hayır. Ama bu söylediklerin yurtdışında yaşıyorlar. Türkiye’de değiller.

Evet. Buraya gelemiyor, ispat edemeyecek kendini aslında. Evet cemaatle bağımı kopardım, artık inanmıyorum, güvenmiyorum cemaate diyen çok arkadaş olduğunu biliyorum.

Keşke bunları böyle bir, aleni bir şekilde bir özeleştiri yapsalar da herkesin, kamuoyunun yararına bir şey olsa.

Bence de. Bence de yapsalar. İnsanlar özeleştiri yapmıyor. Özeleştiri o kadar… Bak hep söylüyorum. Güldürmek için şimdi burada da anlatayım, biraz çok sert konuştuk. Hep derim, özür; en bedava, en ucuz kredidir. Bak benim eski genel müdürüm vardı çalıştığım kurumda. Çok sinirli bir adamdı. Mecidiyeköy’de giderken, zaten böyle titiz bir adamdı, trafikte bir genç ona bir yanlış yapıyor. Bu da kornaya basıyor. Genç buna küfür ediyor. Nasıl diyor.. Takip ediyor genci. Tutup dövecek. Mecidiyeköy’den Edirnekapı’ya kadar o sinirle genci takip ediyor. Genç bakıyor, bu deli.. Bırakmıyor peşimi. Çekiyor sağa, iniyor. Ya abi özür dilerim diyor. Kusura bakma, öfkeme yenildim diyor o anda. Bizimki şöyle diyor; evladım bunu niye baştan söylemiyorsun? O kadar yol gitmiş ha. Şimdi özeleştiri böyle bir şeydir. Karşındakini anında yumuşatır. Çık de kardeşim, yanlış yaptım, özür dilerim. Ne olacak? Alçalır mısın? Düşer misin? Yükseltir seni. Yanlış yapmaz mıyız? Ben de yaptım. Ben kitabını yazdım. Yanlış yaptım, özür dilerim diye kitap yaptım ya. İslamcılığın bu kadar berbat bir şey olduğunu bilmiyordum. Eğer bir günahım varsa şimdi bunu düzeltmek için uğraşıyorum diye.. Hala bana tweet atıyor adam. Senin de çok günahın var. Sen önce bir özeleştiri yap.. Daha ne yapayım yani? Mağaraya mı kapanayım tövbe etmek için, bilmiyorum ki.. Anlatıyorum anlatıyorum yok. O yüzden senin de dediğin gibi aslında bu çok kıymetli. Şimdi o arkadaşlar çıksalar deseler ki, biz yanlış yaptık, tabanda da bir uyanma olacak.

Çünkü çok sert şeyler yaşandı ve bu sert şeylerden geçiş için birtakım makul seslere, samimi ama samimi.. Şimdi itirafçının benim gözümde hiçbir kıymet-i harbiyesi yok.

İtirafçılık başka.

Evet.

Bak şimdi. Bunu kendime bir pay çıkarmak için söylemiyorum. Bir örnek veriyorum. Ben ne zaman, arkadaşlarımın iktidarında bıraktım o işleri. Yani gücün zirvesinde.. Diyelim ki tersten olsun. Ak Parti yıkıldı, yerine CHP geldi ve ben çıkıp diyorum ki, ben bu İslamcılıktan çok… bu değil ki. Ne zaman yapman lazım? Bir savcının önüne gitmediğin zaman, bir belayla karşı karşıya kalmadığın zaman, çıkarsın, bir özeleştiri verdiğinde odur kıymetli olan.. Öbürü başka bir şey ama.. İtirafçılık, şimdi Hüseyin Gülerce’nin yaptığı özeleştiri değil. Hüseyin Gülerce’nin yaptığı sefil bir şey yani.

Adını bile anmamak lazım. Unutuldular da zaten.

O çok sefilce bir şey.

Yavaş yavaş toparlayalım. Şimdi şöyle bir söz verelim. Bir akşam yayını sözü alalım senden.

Akşam yapalım evet.

Önümüzdeki haftalarda…

Bir hafta on gün bir yoğunluğum var, yurtdışına gidip geleceğim. Ondan sonra yapalım.

Levent Gültekin’e çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.