Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan – Bahçeli ittifakının geleceği

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/296707565″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Biraz önce MHP’den ihraç edilen milletvekili ve genel başkan adayı Ümit Özdağ’la bir yayın yaptım, telefon bağlantısı. MHP’nin ve genel olarak ülkücü hareketin başkanlık sistemine nasıl baktığını konuştuk. Ümit Özdağ çok net bir şekilde tabanın bu konuda razı olmadığını söyledi. Çok ciddi tepki olduğunu söyledi.
Bu yayının, şu anda yaptığım değerlendirmenin başlığını “Erdoğan-Bahçeli ittifakının geleceği” olarak saptadım. Daha önce yaptığım bir yayında “AKP-MHP yakınlaşması” demiştim. Artık yakınlaşma olayını aştık. Bir ittifak söz konusu. Bu ittifak aslında iki partiden çok, iki ismin, iki liderin ittifakı. Bunlar da Devlet Bahçeli ile Recep Tayyip Erdoğan. Bunun iki farklı nedeni var. Bir kere başkanlık sistemi bir Tayyip Erdoğan projesi. AKP’nin içerisinde değişik dönemlerde değişik kişiler parlamenter sistemi tercih ettiklerini söylemişlerdi. Bir süredir açık şekilde söyleyebilene rastlamıyoruz. Ama yakın bir zamana kadar bunu dile getiren, partinin kuruluşunda yer almış isimler vardı, önde gelen birtakım isimler vardı. Hatta Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığı ve parti genel başkanlığını kaybetmesinin sebebinin en önemli nedenlerinden birisinin başkanlık sistemi konusuna Tayyip Erdoğan’ın istediği kadar angaje olmaması gösteriliyordu — ki bir gözlemci olarak ben de buna katılıyorum. Davutoğlu da mecburiyetten başkanlık sistemi konusunda bir şeyler söylüyordu. Ama aslında bunu pek istemiyordu. Çünkü bu söz konusu olan sistemde kendisi gibi kişilerin çok fazla yeri olmayacağını düşünüyordu. Ama şunu da biliyoruz ki daha sistem resmen gelmeden de, Ahmet Davutoğlu Tayyip Erdoğan istemediği için sistemin kenarına itilmiş durumda.
Bu bir yanda Tayyip Erdoğan’ın projesi. AKP’nin içerisinde milletvekili, parti yöneticisi, parti kurucusu, yerel yönetici olarak başkanlık sistemi konusunda kafası karışık çok insan olduğunu biliyoruz. Ama büyük bir ihtimalle bunların kafa karışıklıkları Tayyip Erdoğan’ın projesini gerçekleştirmeyi engellemeyecek, ya da engel esas olarak AKP’nin içerisinden gelmeyecek. Tayyip Erdoğan’ın liderliğinin tartışılmazlığının etrafında bir konsensüs oluşmuşa benziyor. Özellikle 15 Temmuz’la beraber FETÖ işbirlikçisi olarak suçlanma şantajı ve riski nedeniyle AKP içerisinde belli eleştirileri olan ve bunları da yüksek sesle değerlendirmeye başlamış olan, mesela Hüseyin Çelik, Bülent Arınç gibi isimlerin de artık mutlak suskunluğu tercih ettiğini görüyoruz.
Ama sonuç olarak şunu söyleyeyim: Adalet ve Kalkınma Partisi’ni izleyen bir gazeteci olarak başkanlık projesinin yakın bir zamanda Tayyip Erdoğan’ın geliştirdiği ve esas olarak onunla özdeşleşmiş bir proje olduğunu düşünüyorum. Partinin kuruluşundan itibaren böyle bir proje yoktu. Yakın bir dönemde çıktı. Tayyip Erdoğan bunu partinin bütün organlarına dayattı ve onlara benimsetti. Ama sonuçta geldiğimiz noktada bu bir Adalet ve Kalkınma Partisi değil Tayyip Erdoğan projesi.
Öte yandan bu projenin bir parçası olmuşa benzeyen MHP’ye baktığımız zaman da bunun bütün MHP’nin bir projesi olmadığını da görüyoruz. Zaten MHP’nin içerisinde birtakım isimler tasfiye edildi. Tasfiye edilen isimlerle beraber hareket ettiklerini bildiğimiz bazı milletvekilleri de dahil MHP’liler hâlâ partinin içerisindeler. Ama geleceklerinin ne olacağı belli değil.
Şunu biliyoruz: MHP’nin de gündeminde bir başkanlık sistemi meselesi hiçbir zaman olmadı. Tam tersine MHP başkanlık sistemine öteden beri karşı çıktı. Ve bu sistemin üniter devlete aykırı olacağı düşüncesiyle hareket etti. Hatta başkanlık sistemi önerisinin Abdullah Öcalan projesi olduğunu söyledi. Ve özellikle Devlet Bahçeli’nin kendisi ve diğer MHP sözcüleri yıllardır Tayyip Erdoğan’ı başkanlık sistemi istediği için de özel olarak ve sert bir şekilde eleştirdiler.
Şimdi ortada çok büyük bir soru var: Ne oldu da Devlet Bahçeli bugün böyle bir noktaya geldi? İnanın bu sorunun cevabı bugün henüz verilebilmiş değil. MHP’den kişilerle konuştuğunuz zaman size en fazla söyleyebildikleri, Bahçeli’yi zor durumda bırakan olağanüstü kurultay konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve hükümet yetkililerinin Bahçeli’ye bir nevi yardım eli uzatmış olmasını gösteriyorlar. Ama şunu söyleyeyim: Kurultay’ın gerçekleşmemesi –ki gerçekleşmesi halinde Meral Akşener’in şansının çok yüksek olduğu söyleniyordu, ama ne zamandır artık bunun lafı bile edilmiyor–, böyle bir ihtimali engellemiş olmakla Tayyip Erdoğan’ın kafasındaki başkanlık sistemini gerçekleştirmek arasında nitelik anlamında çok büyük bir fark var. Bunlar beraber, birbirleriyle dengelenebilecek hususlar değil. Yani MHP’de olağanüstü kurultayı engelledi diye Bahçeli’nin Erdoğan’ın başkanlık hayalini gerçekleştirmesinde bu derece kolaylaştırıcı bir rol oynuyor olması bana yeterli bir açıklama olarak gelmiyor.
Daha ötesinde bir şey var. Galiba Türkiye’de devlet kendini yeniden yapılandırıyor. Ve devletin ideolojisi de yeniden yapılandırılıyor. Rejim yeniden tanımlanıyor. Ve bu tanımlanmanın içerisinde Bahçeli, kendisinin, partisinin ve çizgisinin de bir tür kurucu unsur olarak yer alabileceğini düşünüyor anladığım kadarıyla. Burada tabii en önemli mesele Kürt sorunu konusundaki ve bölgesel meselelerdeki tavır. Bir süredir Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başını çektiği yürütmenin, siyasi iktidarın Kürt meselesindeki ve bölgesel meselelerdeki tavrıyla aldığı pozisyonlar, geliştirdiği politikalar, söylemler itibariyle baktığımız zaman MHP’yle çok büyük bir yakınlaşma, aynılaşma görüyoruz. Yani bugün onca belediye başkanının tutuklanması –ki bugün iki tanesi daha Diyarbakır’da tutuklandı–, onca belediye başkanının tutuklanması ve belediyelere kayyum atanması, bunların hepsi Güneydoğu’da Kürt illerinde ve ilçelerinde oluyor.
MHP tek başına iktidarda olsaydı bundan farklı ne yapabilirdi? Bunların büyük bir kısmı MHP iktidarında da olabilecek olan birçok şey bir süredir Türkiye’de AKP iktidarı tarafından hayata geçiriliyor. Tam anlamıyla MHP’nin yapabileceği her şey yapılmasa bile, birçok şeyin yapıldığını görüyoruz. Ve burada bir aynılaşma var. Burada devletin yeniden yapılandırılmasında bir milliyetçilik tabanlı, güçlü devlet vurgusunun öne çıktığı, güvenlik konseptinin her şeyin önüne çıktığı, temel hak ve özgürlüklerin güvenlik gerekçesiyle askıya alınması ve geri planda tutulmasının öne çıktığı, beka kaygısının her şeyin önüne çıktığı bir süreç yaşıyoruz. Ve bu anlamda artık bir yakınlaşmadan değil aynılaşmadan ve ittifaktan bahsedebiliriz şu aşamada.
Ancak bu sürdürülebilir bir şey mi? Bundan hiç emin değilim. Bunun bir çok nedeni var. Mesela nedenlerden birisi şu: Tayyip Erdoğan 2002 sonundan itibaren, ülkenin yönetimini tek başına üstlendiği andan itibaren değişik ittifaklar kurdu. Ve bu ittifakları belli bir aşamadan sonra bozdu. Mesela Çözüm süreçleri; mesela Cemaat’le kurulan ittifak; mesela AKP’nin kendi içerisinde kurduğu, Abdullah Gül’ün, Bülent Arınç’ın, birçok ismin belli bir özgül ağırlığının olduğu bir nevi parti içi ittifaklar; bunların hepsinin şu ya da bu şekilde dağıldığını görüyoruz. Dolayısıyla MHP ve AKP’nin şu anda yaşadığı ittifakın da, daha önceki deneylerden hareketle baktığımız zaman bozulma ihtimalini de, dağılma ihtimalini de hep akılda tutmak lazım. Bu birinci husus.
İkinci husus, her ne kadar şu anda güvenlik devleti temelinde bir aynılaşma olsa da, bu iki hareketin de –ya da iki liderin de– geldiği background’lara baktığımız zaman, birbirlerine yakın ama birbirleriyle mesafeli yerlerden geldiklerini görüyoruz. Birinde milliyetçilik, birinde muhafazakârlık öne çıkıyor. Ama milliyetçi olan aynı zamanda muhafazakâr, muhafazakâr olan da aynı zamanda milliyetçi. Ama birinde önde milliyetçilik var, birinde önde muhafazakârlık var. Şu anda Tayyip Erdoğan Kürt sorununda muhafazakârlığı da ihmal etmeyerek milliyetçi pozisyonu çok daha fazla öne çıkarmış durumda. Böyle bir aynılaşma MHP’nin çok rahatsız olacağı bir aynılaşma değil.
Sonuçta birisi bir yere geldiyse o da Erdoğan MHP’nin çizgisine gelmiş gözüküyor baktığımız zaman. Ama MHP’nin çizgisine gelmiş olan bir AK Parti’nin ömrünün uzun olma ihtimali yok. En büyük özelliklerinden birini kaybeden AK Parti’nin… Bu özelliklerinden biri, en önemli hususlardan biri Selamet Partisi’nden hatta Milli Nizam Partisi’nden beri süren, 1970’ten beri süren, 71’den beri süren bir özellik. Bu hareket, bu çizgi Türkiye’de etnisiteler üzerinden bir kitle tabanına hitap edebiliyordu. Ne için yapıyordu bunu? İslam üzerinden, din üzerinden yapabiliyordu. Din kardeşliği üzerinden bu partinin içerisinde farklı etnik gruplar, tabii ki özellikle de Kürtler ve Kürt olmayanlar aynı dâvâ etrafında birleşebiliyordu.
Bu, bu partilerin en önemli ayrıcalıklarından biriydi. Milli Selamet Partisi’nden bu yana seçim haritalarına baktığınız zaman bu partilerin her şey bir yana Güneydoğu’da Kürtlerin, Kürt seçmenin ağırlıkta olduğu bölgelerde hep belli bir oy oranına sahip olduğunu görüyoruz. Hem Türk milliyetçiliğinin çok güçlü olduğu İç Anadolu’da, Orta Anadolu’da güçlü olup aynı zamanda Güneydoğu Anadolu’da güçlü olabilmek gerçekten çok ilginç bir durumdu. Ve bunu Milli Görüş partileri ve daha sonra AKP gerçekleştirdi. Ve bu, bu hareketlerin en önemli ayrıcalıklarından, istisnalarından birisiydi. Çok farklıydı.
Türkiye haritasına baktığınız zaman bugün Türkiye’nin her bölgesinden oy alabilen tek parti AKP. Kürt illerinde, Kürt seçim bölgelerinde ya birinci, ya ikinci. Birçok yerde birinci, birçok yerde de ikinci. Üçüncü parti zaten yok. Dolayısıyla çok büyük bir şeyi riske atıyor Tayyip Erdoğan. MHP’yle bu kadar içli dışlılıkla beraber Türkiye’deki bütün bu etnisiteler üstü pozisyonunu riske atıyor. Dolayısıyla ben bunun sürdürülebilir bir ittifak olduğunu düşünmüyorum. Büyük bir ihtimalle belli bir yere kadar gidilecek ve belli bir yerden sonra yollar ayrılacaktır.
Bunun bir örneğini 91 seçimlerinde görmüştük. O zaman Refah Partisi ve o günkü adıyla Milliyetçi Çalışma Partisi –sonradan adı MHP’ye döndü–, Islahatçı Demokrasi Partisi’ni yanlarına alarak bir seçim ittifakı kurmuşlardı. Çünkü yüzde 10 barajını geçmeleri gerekiyordu. Ve toplam 52 gün sürdü bu ittifak. Seçimler bitti, meclise girildi ve herkes kendi yoluna gitti. Üç parti de kendisi ayrı ayrı milletvekilleri istifa edip, MÇP’liler ve IDP’liler kendi partilerine gittiler.
Şimdi bu kadar kısa sürecek bir ittifak olmayacağı kesin. Başkanlık sistemini gerçekleştirmek için kurulan bir ittifak var. Önce bunun Meclis aşaması var. Meclis aşamasında belli bir oyun tutturulması ve referanduma gidilmesi var. Referanduma gidilmesinden sonra eğer “Evet” çıkarsa sistemin yeniden inşası var. Sistemin yeniden inşasıyla beraber Türkiye’deki birçok şeyin değişecek olması var. Ve bu değişikliklerden sonra bakacağız, Bahçeli ve MHP nerede. Bu çok önemli bir husus. Çünkü şu haliyle zaten parlamenter sistemde bile MHP en güçlü haliyle alsa alsa % 12-13, diyelim ki % 15 alıyor. Ve en fazla yapabileceği, bir koalisyona ortak olabilecek bir parti. Ama söz konusu edilen başkanlık sistemine baktığımız zaman bu gücüyle MHP’nin önümüzde şekillenmekte olan yeni sistemde etkisi hemen hemen hiç olmayacak. Mecliste şu halinden daha güçlü bir şekilde olmasının imkânı gözükmüyor. Zaten şu haliyle Meclis’te olsa bile Meclis başkanlık sisteminin altında çok daha etkisiz, işlevsizleştirilmiş olacağı için MHP resmen kendini iyice marjinalleştirmiş olacak.
O zaman ortaya bir soru atılıyor: Bunun ötesinde bir anlaşma mı var? Bunun ötesinde bir pazarlık mı var? Şu anda neyi görüyoruz? İki lider –tabii Başbakan Binali Yıldırım yürütüyor gibi gözüküyor görüşmeleri, ama esas olarak Erdoğan ve Bahçeli– bir konuda anlaşmış gözüküyorlar. Bu konu Türkiye’de başkanlık sistemini getirmek olarak şekilleniyor, tamam. Ama ondan sonra nasıl devam edeceği konusunda bize herhangi bir işaret vermiyorlar. Neden bu anlaşmanın olduğu konusunda da tatminkâr bir açıklama gelmiş değil.
Bahçeli’nin geçmişte başkanlık sistemine neden çok sert bir şekilde karşı çıktığı hakkında çok şey biliyoruz. Onların hepsinin videolarını arasak buluruz, açıklamaları buluruz. Salı günü yaptığı grup toplantılarında defalarca başkanlık sistemi aleyhine ve Erdoğan’ı suçlayarak karşı çıktığını biliyoruz. Ama şu aşamada niye buna “Evet” dediğine dair herhangi bir net açıklamayı Bahçeli’den duymadık. Dolayısıyla şu anda genel kamuoyunun bilgisi dahilinde olmayan bir süreç işliyor. Ama belli bir süre içerisinde, belli bir aşamadan sonra olayların biraz daha netleşeceğini düşünebiliriz. Ya bu ittifakın uzun sürekli olabilmesinin yegâne yolu bana göre bu iki hareketin birleşmesidir. Yani ittifakın ötesinde birlikte hareket ediyor olmasıdır, tek partiye dönüşmesidir. Böyle bir ihtimal az da olsa söz konusu. Ve böyle bir durumda ancak bu ittifak sürebilir. Ama MHP MHP olarak, AK Parti AK Parti olarak kalır, ama birlikte başkanlık sistemini getirecek olurlarsa bunun kazananının AK Parti, daha doğrusu Tayyip Erdoğan, kaybedeninin MHP ve Devlet Bahçeli olacağı kesin.
Dolayısıyla ortadaki bir soru işaretini, henüz net olmayan bir soru işaretini ortada bırakalım. O da Bahçeli’yle Erdoğan arasında nasıl bir anlaşma olduğudur. Tabii bir anlaşma varsa da bunun ne derece gerçekleşip gerçekleşmeyeceği de ayrı bir konu. Nitekim biliyorsunuz, Tuğrul Türkeş geçen Hürriyet gazetesinde AK Parti’nin Bahçeli’ye güvenmemesi gerektiğini, onun bir oyun yapabileceğini söylemişti. Çok spekülatif gelmiş olabilir; kimilerine göre ama Tuğrul Türkeş ne zamandır AK Parti içerisinde ve Başbakan Yardımcısı. Türkeş soyadını da taşıyan birisi. Dolayısıyla böyle de bir mesele var. Ben bir oyun olduğunu düşünmüyorum. Taraflar birbirlerine az bir şey verip daha çok şey almak isteyebilirler. Bu her zaman olan bir şey; ama bunun ötesinde bir dizayn konusunda devletin ve buna bağlı olarak da toplumun, siyasetin dizaynı konusunda bir mutabakat olmuş olması lazım.
Ama böyle bir mutabakat varsa, bu mutabakatın kazananı MHP olur. MHP ideolojisinin devlette daha hâkim olduğunu görürüz. Ve bu da AK Parti’nin ve Tayyip Erdoğan’ın siyasi geleceği için çok da olumlu bir nokta olmaz. Öncelikle bunu söyleyeyim. Eğer bir mutabakat yoksa, eğer bu tamamen bir sistemi getirmekten ibaret bir ittifaksa, geçici bir ittifaksa çok net bir şekilde bunun kazananı Erdoğan ve AK Parti olur. Kaybedeni de MHP ve Devlet Bahçeli olur. Bilinmezliklerle dolu bir sürecin içerisindeyiz ve süreç çok hızlı gelişiyor. Bu süreci hızlandıranın Devlet Bahçeli olması da işi daha fazla ilginç kılıyor. Ama her iki parti ve her iki lider için de attıkları bu adım onlara getirebilecekleri kadar onlardan götürebilecekleri olan adımlar. Dolayısıyla her şeyin tereyağından kıl çeker gibi gerçekleşebileceğini söylemek çok doğru olmaz.
Tabii diğer bir husus da şu: Bütün bu sürecin ardından referandumda “Hayır” çıkması durumunda iki lider birden çok ciddi bir kriz yaşarlar. Böyle bir ihtimal bir şekilde var. Her ne kadar siyasi iktidar eliyle Türkiye’nin başkanlık sistemi istediği yolunda bir hava yaratılmak istense de bu ihtimalin hep var; siyasette böyle şeyler oluyor, dünyanın dört bir yanında beklenmedik sonuçlar çıkıyor. Türkiye’de de çıktı. 7 Haziran ve 1 Kasım seçim sonuçları arasındaki farklar bile bu anlamda bize bir şeyler gösteriyor. Şöyle toparlamak istiyorum: Erdoğan-Bahçeli anlaşmasının, birlikteliğinin, ittifakının önemli bir yerinde muhakkak Kürt sorunu vardır. Çünkü en azından Bahçeli için en önemli meselenin bu olduğunu tahmin edebiliriz. Kaldı ki Türkiye’nin en önemli meselesi bu.
Dolayısıyla Bahçeli’nin razı olduğu Kürt sorunu endeksli bir birlikteliğin, ittifakın Tayyip Erdoğan ve AK Parti için çok ciddi sıkıntılara yol açacağını görmek çok da kâhin olmayı gerektirmez. Sonuçta iki lider birlikte bir yola koyuldular. Türkiye’yi de peşlerinden sürüklemek istiyorlar. Ama bu yolda birbirleri arasında ve gittikleri yolun kendi doğası gereği birtakım sıkıntıları yaşamaları ihtimali çok yüksek. Ama her şey bir yana her iki hareket de, yani MHP ve AK Parti, ve geldikleri ülkücü hareket ve diyelim ki Milli Görüş hareketinden çok ciddi anlamda bir kopuş yaşıyorlar ayrı ayrı. Ayrı ayrı kopuş yaşıyorlar ve bu kendi geleneklerinden koparak ortak, birlikte yeni bir şey şekillendirmeye çalışıyorlar.
Bu şekillenmekte olan şeyin Türkiye’nin Kürt sorununu çözebileceğini hiç sanmıyorum. Ve Türkiye’nin Kürt sorununu çözemediğiniz zaman da hiçbir şeyi çözemezsiniz. Söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.