Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Türkiye Raportörü Kati Piri: “AB de çökmüyor, Türkiye de…”

Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Kati Piri ile parlamentonun Türkiye’nin AB’ye katılım müzakerelerinin dondurulması kararını ve Türkiye-AB ilişkilerini konuştuk. Röportajın metnini aşağıda bulabilirsiniz.

Merhaba, bugünkü konuğumuz Avrupa Parlamentosu üyesi ve Avrupa Birliği Türkiye raportörü Kati Piri. Kendisi aynı zamanda Avrupa Parlamentosu Sosyalistler ve Demokratlar İlerici İttifakı Grubu üyesi. Kati Piri’yle Avrupa Parlamentosu’nun aldığı Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinin geçici olarak dondurulması kararını konuşacağız. Kendisi şu anda Brüksel’de, o yüzden Skype üzerinden konuşacağız. Merhaba.

Merhaba.

Geçtiğimiz ay Avrupa Parlamentosu Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinin dondurulması lehine oy kullandı. Parlamenterlerin bu kararı almasının temel sebebi neydi?

Avrupa Parlamentosu Türkiye’nin AB’ye katılma sürecini her zaman çok ciddiye aldı. Ancak şunu biliyoruz, Avrupalı siyasi liderler sürecin en başından itibaren çeşitli engeller çıkardılar. Müzakereler başladı, hemen ardından da tıkandı. Parlamentoda biz her zaman insan hakları ve hukukun üstünlüğüyle ilgili fasılların açılmasını savunduk çünkü Türkiye’nin Avrupa’ya bağlı kalması gerektiğini ve Türkiye’nin AB’ye katılma sürecinin çok önemli olduğunu düşünüyorduk. Eğer ciddiye alırsanız bu süreç aslında Türkiye’nin AB’ye entegre olmasıyla alakalı. Bu yüzden hukukun üstünlüğüyle, ifade özgürlüğüyle ilgili uyulması gereken şartların standartları çok yüksek. Şu an Türkiye’de duruma baktığımızda… Ki son üç senede Türkiye AB standartlarını karşılamaktan giderek daha çok uzaklaştı. 15 Temmuz’da yaşananlar, son dört aydaki olaylar; yerel belediyelerde çalışanların görevinden alınması, 10 meslektaşımın, 145 gazetecinin ve 10 bin kendini savunma ve suçsuz olduklarını kanıtlama fırsatı bulamayan sıradan Türkiye vatandaşının hapse girmesi, Avrupa Parlamentosu’nun şu anda Türkiye’nin AB’ye girmesinden bahsetmeye devam etmek inandırıcı değil demesine neden oldu. Bu yüzden müzakerelerin geçici olarak dondurulması için çağrı yaptık.

Biliyoruz ki bu sembolik bir karar ve önümüzdeki ay AB üyesi ülkelerin Dışişleri Bakanları toplanıp müzakerelerin dondurulmasını konuşacaklar. Sizce parlamentonun kararı bu tartışmayı nasıl etkileyecek?

Haklısınız müzakerelerin dondurulmasına ilişkin bir karar vermek bizim elimizde değil, AB liderlerinin elinde. Ancak, bazı hükümetlerin kendi ulusal parlamentolarında yaptıkları tartışmalarda aynı sonuca vardıklarını gördük. Size kendi ülkem Hollanda’da gerçekleşen tartışmayı bir örnek olarak verebilirim. Hollanda hükümeti Avrupa Parlamentosu’nun kararını sahiplenmeye karar verdi. Almanya’da hükümeti oluşturan iki grubun da bu mesajı vermeyi tartıştığı söyleniyor. Parlamentoda biz Türkiye’yle diyaloga devam etmek istiyoruz, çoğunluk Türkiye’nin AB’ye bağlı kalmasını istiyor. AB çökmüyor ve hiçbir yere gitmiyor, Türkiye de çökmüyor ve hiçbir yere gitmiyor. Birbirimize ihtiyacımız var, belki her zamankinden daha fazla. Ama AB’ye katılmaktan bahsetmek oldukça ciddi bir mesele. AB liderlerinin 15-16 Aralık’ta neye karar vereceğini göreceğiz. Ama size şunu kesin olarak söyleyebilirim, bundan bir sene önce Aralık ayında aynı konuyu tartıştıklarındakine göre daha sert bir tonda konuşacaklar.

Sizce Dışişleri Bakanları’nın görüşmeleri dondurma kararı alması yüksek bir ihtimal mi?

“Görüşmeleri dondurmak” tam olarak ne demek? Sizin de sorularınızdan birinde söylediğiniz gibi bu siyasi bir mesaj: Türkiye’de işler böyle gittikçe, daha da kötüye giderken katılım müzakerelerinde yeni bir fasıl açılacağını iddia etmek inandırıcı değil. Bizim “görüşmeleri geçici olarak dondurmakla” kast ettiğimiz bu. Eğer AB ülkelerinin Dışişleri Bakanlarının çoğunluğu da aynı sonuca varırsa hiç şaşırmam. Ancak büyük ihtimalle bunu “geçici olarak görüşmeleri dondurmak” olarak tanımlamayacaklardır.

Sizce Türkiye hükümetinin AB’yle ilişkileri tekrar rayına oturtmak için yapması gereken en acil şey ne?

Yeniden hukukun üstünlüğünü sağlamak. Çünkü artık Türkiye’de hukukun üstünlüğünden bahsedilemezmiş gibi duruyor. Türkiye oldukça zor bir dönemden geçiyor, sadece 15 Temmuz’da olanlar değil, terör saldırıları, beş senedir Suriye’de süren savaş, bölgede olan her şey… Anlıyorum, komşumuzda devam eden bir savaş ve ülkemize gelen üç milyon mülteci olmayan Hollanda’dan konuşmak kolay. Türkiye’nin zor bir zamandan geçtiğini anlıyorum. Ama temel ilke hukukun üstünlüğü olmalı, herkesin kendisine nasıl bir itham yöneltilirse yöneltilsin suçlu olup olmadığına tarafsızca karar verebilecek bir hakime gidebileceğini bilmesi lazım. Şu anda bu Türkiye’de kesinlikle işlemiyor. 100 binden fazla kişi görevinden alındı, 40 bin kişi bir mahkeme önünde suçsuzluklarını kanıtlama fırsatı verilmeden hapse kondu. Bence Türkiye hükümetinin yapması gereken ilk şey hukuka uygun, adil ve tarafsız süreçlerin işlemesini tekrar sağlamak. Suçlu olanlar tabii ki bir hakim tarafından yargılanmalı; ama bir siyasetçi tarafından değil, ve cezaları neyse çekmeliler. Aynı zamanda, hükümet bile bunu kabul etti, tutuklananlar arasında birçok masum insan da var. Aslı Erdoğan örneğini verebiliriz, Aslı Erdoğan hapiste ne yapıyor? Onun 15 Temmuz darbe girişimiyle hiçbir ilişkisi yok, kendisiyle ilgili hiçbir iddianame yok. 15 Temmuz darbe girişimine dahil olan, girişimin arkasında olanların hükümetin önceliği olması gerekirken, Aslı Erdoğan gibilerin nasıl hapiste olduğunu anlamak mümkün değil.

Sizce AB liderleri Türkiye’nin AB’ye bağlı kalmasını sağlamak için kendi üstlerine düşenleri hakkıyla yaptı mı?

Son on seneye bakarsanız, AB’nin sadece Türkiye hükümetine değil, Türkiye halkına karşı yaptığı sayısız hata var. 2004’te müzakerelere başlanması kararı alındığında kutlamalar yapılırken, birkaç ay içerisinde Kıbrıs yüzünden müzakereler bir nevi durduruldu. Türkiye hükümeti Annan planını desteklerken, Kıbrıs’ta referandum yapıldı ve Kıbrıs AB üyesi oldu. Böylece AB’ye Katılım Müzakereleri Fasılları anında bloke oldu. Türkiye halkının büyük bir kısmının AB’nin bu durumla baş etme şekliyle ilgili hislerini anlıyorum. Ben her zaman Türkiye’yle AB’nin çok yakın ve güçlü ilişkileri olmasından yanaydım ve öyle olmaya devam edeceğim. AB’nin geleceği için demokratik bir Türkiye’nin birliğin parçası olmasının çok iyi olacağına inanıyorum. Ama dürüst olmak gerekirse, birçok siyasetçinin bu konuda farklı görüşleri var. Müzakerelerle ilgili çok dürüst olduğumuzu düşünmüyorum. Bu yüzden tüm bu katılım süreci… Türkiye tarafından da, Türkiye hükümeti hâlâ bugün de AB’ye katılmak istediğini söylüyor. Bu çok iyi ama  yaptıklarınız AB’ye katılmanızı kolaylaştırmıyor. İki tarafın da inandırıcılığı zedelenmiş durumda ve bunu düzeltmeliyiz, önceliğimiz bu olmalı.

Birçok demecinizde en başından itibaren mültecilerle ilgili anlaşmayı katılım süreciyle ilişkilendirmenin yanlış olduğunu söylediniz. Bunu açabilir misiniz?

AB çaresizken, bir milyon kişinin sınırlarına dayandığı gördüğünde, AB’ye çoğu mülteci bu kadar göçmen gelmeye başladığında… AB bölünmüştü, bazı ülkeler kesinlikle mültecileri kabul etmek istemiyordu. Mültecileri eşitlikçi, adil ve insani bir şekilde dağıtmamızı, kimsenin İtalya ya da Yunanistan’da sıkışmadan rahatça hareket etmesini ve herkesin Almanya’ya olduğu gibi bir ülkeye akın etmemesini sağlayacak bir sistem olmadığı için; AB’nin 28 siyasi lideri bu sorunu kendileri çözmeyi başaramadıkları için; göçü yönetmektense durdurmayı tercih ettikleri için Türkiye-AB anlaşması gerçekleşti. Şu anda AB’ye neredeyse hiç kimse gelmiyor. En başından itibaren Türkiye’yle bu konuda konuşmanın iyi olduğunu düşünüyordum, Türkiye halkı beş senedir mültecilerle birlikte yaşıyordu, AB’nin mültecilere destek olmak için Türkiye hükümeti ve halkıyla birlikte hareket etmesinin vakti gelmişti. Ama yapmadığımız şey şuydu: mültecilere hukuki ve güvenli yollar sağlamak. Türkiye hükümetinden sadece yasadışı yolları durdurmasını istedik ama mültecilere yasal yollar açmadık. Türkiye hükümeti müzakere masasındayken, tahmin ediyorum ki bu teklif onlardan geldi, katılım müzakerelerinin hızlanmasının da mültecilerle ilgili anlaşmaya dahil edilmesini talep etti. Bence AB bunu kabul ederek yanlış yaptı. Bunu düşünmemin sebebi müzakerelerin hızlanmasını istememem değil, ama AB üyeliği, şayet ciddiye alırsanız, bazı değerlerle ilgili… Aynı değerlere sahip olmakla ilgili; ifade özgürlüğüne, azınlık haklarına, hukukun üstünlüğüne saygı duymakla ilgili, sınır güvenliğiyle değil… Türkiye’deki bazı demokratlarda da AB’nin nasıl olup da böyle bir anlaşma yaptığına dair bir hayal kırıklığı oluştu. Yıllardır katılım süreciyle ilgili hiçbir pozitif işaret verilmezken birden Türkiye mültecileri durduracak diye müzakereleri hızlandırmaya karar verdiler! Bu biraz ikiyüzlü bir duruş… AB’ye katılım bir ülkede yapılan reformlarla ilgili. Sınır güvenliği ve kontrolüyle hiçbir alakası olmaması lazım. Bu yüzden bence bu iki şeyi birbirine bağlamak mantıklı değildi.

Şimdi şöyle bir şey düşünülüyor, AB müzakereleri dondurmayı hatta durdurmayı, Türkiye de mültecilerin AB’ye geçmesine izin vermeyi birbirlerine karşı siyasi koz olarak kullanıyor. Bu açmazdan nasıl çıkılacak?

En azından Avrupa Parlamentosu adına şunu söyleyebilirim: Bizim yaptığımız bir tehdit değil. Bir tepki. Türkiye dünyadaki gazeteciler için en büyük hapishane olmaya devam edecekse nasıl oturup Türkiye’nin AB’ye katılmasından bahsedebiliriz? Bu inandırıcı değil. Yani bunun tehditle alakası yok, bence Türkiye’de olanlara dair çok farklı bakış açılarımızın olduğunun bariz olduğu bu durumda hâlâ Türkiye’nin AB’ye katılım müzakerelerinden bahsedebilirmişiz gibi davranarak ne AB vatandaşlarına ne de Türkiye vatandaşlarına iyilik yapmış oluruz. AP’nin kararının bir tehdit olarak algılanmış olmasını anlıyorum ama daha çok bir uyarı olarak görülmeli. Parlamento olarak biz AB’ye katılım süreçlerini çok ciddiye alıyoruz. Parlamentonun çoğunluğu Türkiye’yle üyelik müzakerelerini sürdürmemiz gerektiğine inanıyor. Ama Türkiye hükümeti de hâlâ bunu istediğini göstermeli. Muhtemelen iki taraftın da yanlış anladığı birçok şey var. Biliyorum bu her şeyi çözemez ama her şey diyalogla başlıyor…  Ben anlaşamasak bile Türkiye’ye ziyaretlerimin de devam edebileceğini umuyorum. Bazı siyasetçiler birbirlerini kişisel olarak sevmeseler de en nihayetinde vatandaşlarımıza diyalog kurmaya devam etmeyi istemeyi ve diyalogun devam etmesi için elimizden geleni yapmayı borçluyuz.

Türkiye’ye bir sonraki ziyaretiniz ne zaman olacak?

Çok yakında. Önümüzdeki yılın başlarında gelmeyi umuyorum. Parlamento kendi raporunu hazırlayacak ve ben raporu Türkiye’yi ziyaret ettikten sonra hazırlamak istiyorum. Yani önümüzdeki yılın başlarında orada olacağım.

Hükümet yetkilileriyle de görüşeceksiniz…

Parlamentonun resmi Türkiye raportörü olarak daha önce de yaptığım gibi hükümet yetkilileriyle görüşmek için talepte bulunacağım, aynı zamanda tabii ki muhalefet partileriyle ve sivil toplum temsilcileriyle görüşeceğim. Hükümetin cevabının ne olacağını göreceğiz. Ben Türkiye’yi böyle ziyaret ettiğimde resmi bir görevle geliyorum ve hükümet yetkileriyle de görüşmeyi umuyorum.

Size son olarak kişisel bir soru sormak istiyorum. Siz Türkiye’ye defalarca geldiniz, Türkiye’yle ilgili birçok konu hakkında çalıştınız, burada tanıdığınız birçok kişi vardır diye tahmin ediyorum. Türkiye ve bu son gelişmeler hakkındaki kişisel duygularınız neler?

Canımı yakıyor… Söylediğiniz gibi sadece raportör olarak değil, öğrencilik zamanlarımdan beri Türkiye’yle her zaman bir ilişkim vardı… Ben University of Groningen’de okudum, Türkiye’den öğrencilerle değişim programları yapıyorduk. Öğrencilik zamanlarımdan beri tanıdığım arkadaşlarım var. Sahip olduğumuz siyasi farklılıklardan bağımsız olarak, insanların Türkiye’nin geleceğiyle ilgili umutsuz olduklarını görüyorum. Hangi partiye oy verdiklerinden bağımsız olarak, işlerin kötü gittiğini düşünüyorlar. Bir de tabii 15 Temmuz’da yaşanan şok var, terörle ilgili yaşanan korku var, nereye gideceği bilinmiyor… Türkiye’deki arkadaşlarımın gelecek için umutlu olmasını diliyorum ve bu geleceğin Türkiye ve AB’nin birlikte inşa etmesini umuyorum. Buna inanmaya ve bunun için çalışmaya devam etmeliyiz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.