Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Getirilmek istenen başkanlık sistemi: Prof. Levent Köker ile söyleşi

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/297546019″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu

Merhaba. Bugün çok yayın yaptım, farkındayım; ama Türkiye’de konuşacak çok şey var. Tabii ki öncelikle, Cumartesi günü (10 Aralık) yaşanan terör saldırısı Türkiye’de çok büyük bir şok yarattı. Bunları konuştuk bugün. Murat Yetkin’le öğle saatlerinde bir yayın yaptım. Ardından kendi değerlendirmelerimi yaptım. Ama bir başka önemli konu var ki, Türkiye artık başkanlık sistemine doğru yol alıyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın getirmek istediği Başkanlık sistemi konusunda AKP ile MHP’nin anlaşması sonucu, Cuma günü (9 Aralık) meclise sunulan Anayasa değişikliği tasarıları, bugün de (12 Aralık) Anayasa Komisyonu’na gitti. Çok kapsamlı değişiklikler öngörülüyor. Yeni bir süreç başlıyor. Ve biz bunları, şu anda misafir öğretim üyesi olarak New York’ta bulunan anayasa hukukçusu, Prof. Levent Köker’le konuşacağız. Levent merhaba.

Merhaba Ruşen.

Konuşacak çok şey var. İzleyicilerimize de söyleyelim, biraz uzunca bir yayın olacak. Önce şunu sorayım. Seninle bu konuda daha önce de birkaç kere yayın yaptık. Ama ortada pek taslak yoktu. Genellikle gazetelere sızan birtakım bilgiler vardı ki, kimisi doğru, kimisi de yanlış çıktı o bilgilerin. Şimdi elimizde imzalanmış, çok net bir taslak var. Milletvekillerinin daha okumadan imzaladıkları, ama verilen bir taslak var. Önce bir bütüne bakalım. Sen bir anayasa hukukçusu olarak, bu taslak hakkında genel olarak ne diyorsun?

Birkaç şey söylenebilir. Birincisi, siyasi açıdan bu anayasa bir çoğunluk anayasası olacak. Yani, AKP ve MHP’nin temsil ettiği parlamento çoğunluğunun destek vereceği tahmin edilen bir anayasa olacak. Bu çoğunluğun kapsamı dışında kalan parlamento üyeleri ve onların temsil ettiği toplum kitleleri, bu anayasanın yapım sürecinin dışına itilmiş durumdalar. Dolayısıyla bu, siyasi açıdan bir sakınca. Yani, anayasa değişikliği teklifinin içeriğine hiç girmeden söylememiz gereken birinci şey bu. O yüzden de toplumun yaklaşık % 40-45’ini dışarıda bırakan bir anayasa değişikliği süreci yaşıyoruz. Bu, daha önce yaşadıklarımızdan biraz farklı. Çünkü Türkiye bundan önce çok önemli anayasa değişiklikleri yaptı. 2001’de, 2004’te ve sonrasında.
2007 hariç, bunların çoğunda, daha katılımcı ve daha kapsayıcı bir anayasa değişikliği süreci yaşadık. En azından komisyonlar çalıştı. Şimdiyse, iki partinin mutabakat temin ettiği anlaşılan ve tabii oylama ve referandum sonuçları konusunda da herhangi bir kestirimde bulunamayacağımız, oldukça dışlayıcı bir anayasa değişikliği yapım süreci.

Peki, bunun normali nedir? Şöyle bir şey söyleniyor: “Daha önce komisyonlar vardı, ama geldi tıkandı, şimdi iki parti anlaştı” vs. Olabildiğince geniş kesimlerin katılması, çoğulculuk olmadan da, anayasa değiştirilemez mi?

Değiştirilebilir. Anayasa buna müsait. Şu anki anayasayı değiştirme kurallarına göre, en az 330 milletvekilinin kabul etmesi halinde, zorunlu referanduma gidilmek suretiyle bir anayasa değişikliği yapılabilir. Bu yolla yapılan bir anayasa değişikliği, siyasi olarak da, hukuken de mümkün. Lâkin uzun ömürlü bir anayasa, çünkü burada bir sistem değişikliğinden bahsediyoruz. Detayda bir anayasa değişikliği, mesela sadece milletvekili sayısını 550’den 600’e çıkartan bir anayasa değişikliği olsa, bu kadar büyük bir mutabakat ısrarımız olmayabilir. Ama bir sistem değişikliğine gidilmesi söz konusu olduğu için, bu basit bir anayasa değişikliğinin ötesinde, adeta yeni bir anayasa çalışması yapmak gibi, Türkiye’nin öteden beri istediği bir yeni anayasa hedefi vardı biliyorsun. Yeni, demokratik ve sivil bir anayasa olması hedefleniyordu. Bu hedefin bir parçası olması gereken bir büyük sistem değişikliğinden bahsediyoruz. Fakat bu konuda daha önce yapılan çalışmalarda, hepimizin de bildiği gibi, birkaç defa komisyonlar kuruldu ve dağıldı mecburen. Çünkü anlaşma sağlanamadı. Bu, şu demektir: Türkiye’nin yasama-yürütme ilişkilerine ilişkin, parlamenter sisteme mi dönülsün, yarı-başkanlık mı olsun, başkanlık mı olsun, şimdi de bir ucube terim üretildi “Cumhurbaşkanlığı sistemi” diye. Hiçbir dile tercüme edilmesi mümkün olmayan bir dil. Doğrudan doğruya başkanlık modeline uyan bir değişikliktir.
Bütün bunların olabilmesi için ciddi bir mutabakat sürecinin yaşanması gerekirdi. Çünkü bunun altında, çok temel toplumsal sorunlar yatıyor. Bu sorunları çözecek bir anayasa değişikliği değil de, burada sadece Cumhurbaşkanlığı makamını yetkilendirmek, güçlü bir yetkiyle Cumhurbaşkanlığı kurmak ve bununla istikrarı sağlamak düşüncesi hâkim bu yeni teklifte. Bunun hangi sorunları çözeceğini bilmiyoruz, ama içindeki çelişkilere girdiğimiz zaman…

İstersen çelişkilere girmeden, diyorsun ki, bu, ufak tefek değişikliklerden ibaret olmayan, sistemi tamamen değiştirmek isteyen bir anayasa değişikliği paketi. Peki, yeni sistemde, adı Cumhurbaşkanlığı, ama biliyoruz ki Başkanlık aslında fiiliyatta.

Evet. Böyle bir sistem yok. Bunu Fransızcaya tercüme etmeyi deneyebilirsin.

Peki şunu sorayım. Bir anayasa hukukçusu olarak baktığında, bu sistemin en temel, öne çıkan yönleri neler?

Aslında ona geçmeden önce şunu söylemeliyim. Bu değişikliği talep eden değerli milletvekillerinin genel gerekçede yazdıkları çok temel bir husus var. O hususa dair bir şey söylemek istiyorum. Çünkü bu, yazılı olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na sunulmuş olan anayasa değişikliği teklifinin genel gerekçesi. Bu genel gerekçede haklı bir şey söyleniyor. Vesayet, Türkiye’de sisteme hâkim bir kavram. Dolayısıyla bu vesayeti ortadan kaldırmak için böyle bir anayasa değişikliği önerdik deniliyor sonunda. En fazla vurgulanan ve bütün bu sistem değişikliğinin dayandırıldığı temel gerekçe; “demokratik prensiple bağdaşmayan, seçilmiş iktidarın yanında ikinci bir iktidar düzeni oluşturmuş olan vesayet odaklarının veya vesayet güçlerinin tasfiye edilmesi ve demokratik seçimle işbaşına gelmiş olup milli iradeyi temsil eden iktidarın önünün açılması” gibi bir gerekçe söyleniyor. Hâlbuki bu gerekçe aslında yanlış bir gerekçe. Çok kötü formüle edilmiş. Türkiye’de de ikili bir iktidar yapısı var, o doğru. Bu, Anayasa hukuku kitaplarında veya Türkiye’nin anayasal gelişmesi hakkındaki kitaplarda, çalışmalarda, çok itibarlı hukukçuların, siyasal bilimcilerin, sosyal bilimcilerin eserlerinde değinilen bir şey.
İkili iktidar yapısı var; ama bu ikili yapı, vesayetçi kurumlarla demokratik kurumlar arasında değil. Anayasa tarafından düzenlenen, dolayısıyla hukuka tâbi kılınan bir iktidar var. Bir de, o hukukun dışında kalan ve hiçbir şekilde hukukun denetleyemediği bir başka devlet iktidarı yapısı var. Bu ikili iktidar yapısından hareketle bir anayasa değişikliği tasarlanmış olsaydı, yani, bütünüyle devlet iktidarını anayasal hukukla çerçeveleyen, anayasal kuralların içine alan ve bunların dışında denetimsiz hiçbir iktidar alanı bırakmayan bir anayasa değişikliği teklifi yapılmış olsaydı o zaman daha doğru olurdu. Baştan teşhisi yanlış koyunca, gerekçesi yanlış olunca, yani, vesayeti tasfiye ediyoruz diye bir gerekçeyle sistem değişikliği önermeye kalkınca, sonuçta gene yetkili ama sorumsuz bir devlet iktidarı yaratılmış oluyor ki, hukuk tarafından denetlenmesi mümkün olmayan devlet gücü alanını, bu sistem değişikliği önerisi genişletmiş oluyor aslında.

Peki, en önemli mesele, devlet iktidarının hukuk tarafından denetlenmesinin kapısı tamamen mi kapanıyor şu anda?

Fiilen, konuştuğumuz zaman görülecek ki, bu sistem değişikliğiyle cumhurbaşkanına…, tabii burada şunu söylemek lazım; bu değişiklik teklifi bir sistem değişikliği teklifi. Bunun ne görevdeki cumhurbaşkanının kişiliğiyle bir ilgisi var, dolayısıyla hep baştan beri yaptığımız yanlış da şu, Türkiye’de bir sistem tartışılırken kişiler tartışılıyormuş gibi yapılıyor. O yüzden bazen bu tartışmalar saçma yönlere gidiyor ve tıkanıyor. Bunun görevdeki cumhurbaşkanıyla veya müstakbel cumhurbaşkanının kim olacağıyla ilgisi yok. Nitekim bu öneriyi yapanlar da bunun kişisel bir şey olmadığını, bir sistem değişikliği olduğunu söylüyorlar. Dolayısıyla, bundan arındırarak, daha objektif bakarak konuşmamız yerinde olur. Böyle baktığımız zaman, bu teklifle birlikte cumhurbaşkanına öyle yetkiler veriliyor ki, bu yetkilerin denetim mekanizmaları da olmadığı için, tamamen denetimsiz bir alan açılıyor cumhurbaşkanının yürütme yetkilerinin içinde. Yürütme yetkisinin bir boyutu olarak da cumhurbaşkanına adeta yasama yetkisi devrediliyor.

Bunu biraz açar mısın? Nasıl oluyor o?

“Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” diye bir yeni müessese var. Bu teklif kabul edilirse, Cumhurbaşkanı, yürütme görevinin gerekli gördüğü konularda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkartacak. Değişikliği incelediğimiz zaman, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin, bu yeni kararname tipinin, bugün bildiğimiz Kanun Hükmünde Kararname yerine geçtiğini görüyoruz. Şimdiki sistemimizde iki Kanun Hükmünde Kararname tipi var. Biri, olağan dönemlerde çıkartılan KHK’ler. Bir de, bugün de yaşadığımız OHAL, sıkıyönetim, savaş gibi hallerde çıkartılan KHK’ler. Bugün biliyorsun, Bakanlar Kurulu’nda, Başbakan, Bakanlar ve Cumhurbaşkanı var.
Olağan dönemlerde KHK çıkartabilmek için, Bakanlar Kurulu’nun, TBMM’den belli konularda, hangi konuda KHK çıkartmak istiyorsa o konuda belli bir süreyle sınırlı olmak üzere yetki alması gerekir. Yetkiyi kim verecek? TBMM. TBMM’nin neden böyle bir yetkiyi vermesi gerekiyor? Çünkü Anayasa’nın 7.maddesine göre, yasa yapma yetkisi TBMM’nindir ve Anayasa’ya göre bu yetki devredilemez.
Yürütme organı, yani, Bakanlar Kurulu, Kanun Hükmünde Kararname çıkardığı zaman ve bu teklifte de Cumhurbaşkanı, bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarttığı zaman insanların zihninde şöyle bir kuşku uyanıyor: Acaba, kararname çıktığı zaman, bu, yasama yetkisinin yürütme organına devredilmesi anlamına mı gelir? Bu haklı bir kuşkudur. Çünkü çıkartılacak olan KHK veya bu teklife göre Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, kanun hükmünde olacaktır. O zaman yasama yetkisinin devredilemezliği prensibi karşısında bu yürütme organının KHK çıkartma yetkisinin mânâsı nedir? Yürütme organı kanun yapar pozisyona mı geçmektedir? Bunun cevabının “hayır” olması için şu olmalıdır: Yasama organı bir kanun çıkartarak Bakanlar Kurulu’na KHK çıkartma yetkisi verecek, konu sınırını belirleyecek. Sonra da çıkan KHK’nin onaylanması gibi bir işlev üstlenecek.
Şimdi, bu değişiklik teklifine göre, KHK kalkıyor. Çünkü Bakanlar Kurulu kalkmış oluyor. Başbakan ve Bakanlar Kurulu’nun olmadığı bir sistemden bahsediyoruz. Cumhurbaşkanı, tek başına yürütme organını temsil ediyor. Daha doğrusu, yürütme organı Cumhurbaşkanı’ndan oluşuyor, tek kişi. Bakanlar Kurulu diye bir kurul da yok. Dolayısıyla, bu yetkiye göre, Cumhurbaşkanı, KHK yerine geçen Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkartacak. Peki, Cumhurbaşkanı’nın çıkarttığı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin dayandığı bir yetki kanunu var mı? Yok.

Ama, anayasanın 7. Maddesi de duruyor bu arada değil mi?

7. maddesi de duruyor, işte, çelişki dediğim de bu zaten. Çünkü şöyle bir şey var. Burada iş biraz karışabilir bizi izleyenler açısından. Teklife baktığımız zaman Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi hangi konularda çıkartılabilir? Bir defa, temel hak ve hürriyetler ile ilgili Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkartılamaz deniyor. Bu, teklifin iyi tarafı. Bunu akıl etmişler. Yoksa Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile temel hak ve hürriyetler alanı da düzenlenmeye kalkılabilirdi. Hâlâ da kalkılabilir. Çünkü Türkiye gibi ülkelerde bir başka sakıncası da var bu işin. Bugün, Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri yayınlanıyor. Fakat bu KHK’lerin hiçbiri, anayasada ve OHAL kanununda çizilen sınırlarla ilgili olarak herhangi bir özele dayanmıyor. İstedikleri gibi KHK çıkartıyorlar. Nasıl olsa denetleyecek bir makam yok. Her türlü şeyi düzenliyorlar. Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri ile kanunlarda değişiklik yapıyorlar. Hâlbuki bunu yapmanız mümkün değil. OHAL kalkınca ne olacak?

Şunu sorayım. Biraz önce, bütün bu hikâye içinde bir yandan da Meclis’in varolacağını söyledin. Meclis ne yapacak? Yeni tasarıya göre Meclis’e nasıl bir fonksiyon düşüyor?

Meclisin görevi yasama. Başlıca yetkisi, temsil ettiği güç, yasama. Meclis kanun yapacak. Şimdi, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi hangi konularda çıkartılabiliyor? İnsan hakları, temel hak ve özgürlükleri ile KHK çıkartamaz Cumhurbaşkanı. Başka? Açıkça kanunla düzenlenmiş konularda da Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkartılamaz. Yani, bu teklife göre, Meclis bir konuda açıkça kanuni düzenleme yapmışsa, Cumhurbaşkanı o konuda bir kararname çıkartamayacak.
Peki, kanunla düzenlenmemiş alanlar varsa? Kanunla düzenlenmemiş alanlarda Cumhurbaşkanı kararname çıkartabilecek. Cumhurbaşkanı’nın çıkartacağı bu kararnameler Meclis’in onayına tâbî mi? Değil. Ama Meclis Cumhurbaşkanı’nın çıkarttığı kararnameyi beğenmezse, o zaman kendisi bu konuda bir kanun yapacak. Meclis böyle bir kanun yaparsa Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi geçersiz olacak.
Veya “Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ndeki hükümlerle kanunlar ters düşerse, kanunlar esas alınır,” deniyor. Biz şöyle şeyler biliyoruz: Mesela, “Uluslararası İnsan Hakları Antlaşmaları ile kanunlar ters düşerse, Uluslararası Antlaşmalar uygulanır” deniyor şimdiki anayasamızda. Böyle bir ters düşme halinde Uluslararası Antlaşmaların uygulandığı örnekler var mı? Var, ama bir elin parmakları kadar az.
Yani öyle bir düzenleme getirmişler ki, Cumhurbaşkanı, çok yoruma bağlı bir biçimde, istediği şekilde, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile pekâlâ bir yasama yetkisi kullanıyor pozisyonuna gelmiş oluyor bu teklifle. Bunun şöyle bir sakıncası var. Anayasa’nın 125.maddesindeki şu hükme dokunulmuyor: Cumhurbaşkanı’nın tek başına yapacağı işlemler yargı denetimi dışında. Bu teklifle birlikte, Cumhurbaşkanı’nın yaptığı bütün işlemler yargı denetiminin dışında. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı’nın başta, kararname çıkartma, yasa gücü taşıyan nitelikte Kanun Hükmünde Kararname, ama adı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi oluyor şimdi, denetlenebileceği bir yargı mercii yok. Meclis de bunu denetlemiyor. Meclis’in de onay vermesi, vermemesi gibi bir şey söz konusu değil. Hâlbuki bugünkü sistemimizde, OHAL dışındaki bütün KHK’lerin çıkartılabilmesi için, Meclis’in yürütme organına yetki vermesi gerekiyor. Bu teklifte yürütme organı Cumhurbaşkanı olacağı için, Meclis’in bu yetkiyi sınırlı olarak Cumhurbaşkanı’na vermesi lazım, eğer yasama yetkisi devredilmiyorsa.
Ama, “Yok, öyle değil, yasama yetkisinin kullanılmadığı alanlarda, yani kanunların çıkarılmamış olduğu alanlarda Cumhurbaşkanı kararnameyle buraları düzenleyebilir”, dediğiniz zaman, bu kararnamelerin Meclis tarafından uygun bulunması lazım, yasama yetkisi devredilmiyorsa eğer.
Ama öyle bir sistem öneriliyor ki, Cumhurbaşkanı Kararnamesi’yle Meclis’in bir alakası yok. Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi kanun yerine geçiyor, Meclis bunu denetlemiyor, yargı denetimi de yok. O zaman, Cumhurbaşkanı’nın denetlenebileceği herhangi bir merci yok. Bir tek ne var? Beş yılda bir seçim. Yani bundan ibaret bir plebisiter anlayış hâkim. Bu çok sakıncalı.

Bakanlar Kurulu yok, Başbakan yok. Peki ne var?

Hiçbir şey yok. Cumhurbaşkanı var. Yasama organı var, Cumhurbaşkanı var. Cumhurbaşkanı’nın kararnameler çıkartmak suretiyle yapabileceği şeyler çok fazla. Cumhurbaşkanı kararnamesiyle düzenlenecek olan şeyler, bugünkü anladığımız anlamda. Birincisi, Cumhurbaşkanı, Kanun Hükmünde Kararname çıkartıyor. Uzun uzun anlatmaya çalıştığım ve hiçbir denetime tâbi olmadan düzenleyici işlem yapabilme yetkisi. Bu, hukuki açıdan hiç bir denetime tâbi olmayan bir tasarruf, Cumhurbaşkanı’nın.
İkincisi, Cumhurbaşkanı kararnamesiyle bakanlıklar kuruluyor. Bakanlıklar var, ama Cumhurbaşkanı kararnamesiyle bakanlıklar kuruluyor veya lağvediliyor. Bugün bir bakanlığın kuruluşu kanunla oluyor ve kanunla bir bakanlık kaldırılabilir. Mesela, bir Bayındırlık Bakanlığı varsa, zaten Bayındırlık Bakanlığı kanunla kurulur, kanunla kaldırılır. Aynı şeyi, şimdi bu yeni önerilen sistemde, Cumhurbaşkanı yapıyor. Çünkü Cumhurbaşkanı tek başına kendisi yürütme. Yardımcılarını seçiyor bir anlamda. Birkaç tane, adı “Cumhurbaşkanı Yardımcısı” olan, Başkan Yardımcısı diyebileceğimiz, sayısını kendisinin belirleyeceği, bir yardımcıyla yetinebilir, üç yardımcısı olabilir, otuz yardımcıyla çalışacağım derse, buna da bir şey diyecek kimse yoktur. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı’nın kendi takdirine bırakılmış olan bir “yardımcı” sayısı var. İstediği kadar Cumhurbaşkanı Yardımcısı. Böyle bir makam var “Cumhurbaşkanı Yardımcılığı” diye ve bu makamın sayısal sınırı da yok. Cumhurbaşkanı bunları kendisi bir kararnameyle düzenleyecek.
Sonra, kararname ile hangi bakanlıkların olacağını düzenleyecek. Bütün üst düzey bürokratların, üst düzey kamu görevlilerinin, bu teklifte olan tabir, “üst düzey kamu görevlisi” tabirinin içerisine kimler giriyor? Benim tahminim, son tartışmalar çerçevesinde rektörler de buraya giriyor mesela. Bütün bu kamu görevlilerinin, onların düzenlenmesinin kaynağı, Cumhurbaşkanı’nın tek başına yapacağı kararnameyle çıkacak olan tasarruflar.
Cumhurbaşkanı kararnamesiyle düzenlenecek olan alanlar, sadece yasamanın alanına giren, kanunla düzenlenebilecek alanları Cumhurbaşkanı’nın düzenlemesi şeklinde, bir yasama yetkisinin devri niteliği taşıyan bir işlem yapma yetkisi değil; onun ötesinde, Türkiye’nin bütün idari sistemini hiyerarşinin en tepesinde tayin edici olan, alt seviyelere indikçe, her bakanlık kendi yönetmeliğini çıkaracaktır. Yani bir Bakanlık adı var, Bakan adı var; ama bunların, bugün bildiğimiz anlamda bir Bakanlar Kurulu oluşturması söz konusu değil. Çünkü Anayasa’nın 112. Maddesinde bugün, hükümetten bahsediliyor. “Hükümet, Başbakan ve Bakanlardan kurulur. Hükümetin genel siyasetinin yürütülmesinden de Başbakan ve Bakanlar birlikte sorumludur” deniliyor. Fakat bu teklife göre bu madde yürürlükten kalkıyor.

Yani hükümet olmayacak, sadece devlet olacak.

Hayır, sadece Cumhurbaşkanlığı var. Cumhurbaşkanı tek bir kişi olarak doğrudan doğruya halk tarafından seçilecek, 5 sene sonra tekrar halkın önüne gidecek, seçilmek istiyorsa aday olacak, seçilmek istemiyorsa olmayacak tabii, hatta ikinci dönemden sonra olmayacak.

İkinci dönem dedin, burada ilginç bir husus var.

Orada da bir problem var, evet.

O mesele ilk andan itibaren çok konuşuldu. Çok konuşuldu dediğime bakma, aslında çok konuşulan meseleler değil bunlar maalesef, Türkiye’de pek tartışılmıyor ama dikkat çekti. O da, Meclis’i feshedip seçime gidebiliyor, kendisine de yeniden seçim yapılıyor ama o zaman “sefer” sayılmıyor. Yani, iki kere seçilebilir hususu orada işlemiyor, gibi bir durum var.

Şöyle bir şey yapmışlar: Cumhurbaşkanı’na Meclis’i feshetme yetkisi ve seçimlerin yenilenmesine karar verme yetkisi vermişler. Bunun herhangi bir kaydı kuydu da yok. Yani Cumhurbaşkanı ne zaman isterse, Meclis’i feshedip seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. Böyle bir düzenleme getirmişler. Fakat Cumhurbaşkanı böyle bir karar verirse, TBMM seçimlerinin yenilenmesiyle birlikte, kendisinin de seçiminin yenilenmesine karar vermiş oluyor. Yani karşılıklı fesih diyebiliriz. Aynı şekilde, TBMM seçimlerinin yenilenmesine karar verirse, o zaman Cumhurbaşkanlığı seçimin de yenilenmesi gerekiyor.
Burada şöyle bir hüküm getirmişler. Bir kişi 5 yıllığına Cumhurbaşkanı seçilebiliyor. Cumhurbaşkanı’nın seçim dönemi 5 yıl. Ve bir kişi, iki defadan fazla seçilemiyor. Dolayısıyla, halk seçerse, 5+5 toplam 10 yıl Cumhurbaşkanı olarak görev yapacak.
Diyelim, ikinci döneminin 4. yılında, yani 9. yılının sonlarına doğru, TBMM seçimlerin yenilenmesi kararını aldı. Bu durumda, Cumhurbaşkanlığı seçimi de yenilenecek. 9. yılını doldurmuş olan görevdeki Cumhurbaşkanı da, üçüncü defa aday olmuş olacak. Çünkü ikinci dönemini bitirmemiş oluyor.

O zaman, üçüncü dönemde de 5 yıl yapabilecek yani.

O zaman, 9 yıl, 9 yıl, 9 yıl.. bu şekilde gidebilir Meclis çoğunluğuna bağlı olarak. Dolayısıyla 9 yıl, 18 yıl olur. 18 yıl, 27 yıl olur..

Bu düzenlemenin ucu hakikaten bu kadar açık mı?

Evet, açık. Sadece burada, Meclis’in genel seçimin yenilenmesine karar verebilmesi için, beşte üç çoğunluğun kararı gerekiyor. Yeni teklif edilen milletvekili sayısı 600. 600 ün beşte üçü, 360 yapar. Yeni sistemde, en az 360 milletvekili, seçimlerin yenilenmesine karar verirse, diyelim seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın görev döneminin ikinci döneminin 4. yılında, hatta son 1 ay kala karar verirse, görevdeki Cumhurbaşkanı 4 yıl 10 ay görev yaptıktan sonra, seçimin yenilenmesine karar verildiğinde, tekrar aday olabiliyor. Böylece 9 yıl 10 ay görev yapmış olan Cumhurbaşkanı, bir 5 yıl için daha seçilebiliyor.

Levent, burada yargıya yönelik birtakım düzenlemeler de var değil mi?

Evet var.

Mesela Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu atamaları gibi. Orada da yargı bağımsızlığının, zaten bu çok tartışmalı bir konu, iyice sınırlandığı yolunda birtakım iddialar gözüme çarptı.

Katılırım, ama zaten şu anda yargı bağımsızlığı yerlerde süründüğü için, o konuda ne yapılacağı ile ilgili çok belirgin bir fikrim var. Dolayısıyla, bu teklif öyleymiş, böyleymiş ona çok da bakmadım açıkçası. HSYK’da 22 üye var şu anda. Yeni teklifte bunu 12’ye indiriyorlar. Bunun yarısını Cumhurbaşkanı atıyor. Yarısını da TBMM seçiyor. Böyle bir kombinasyon yapmışlar. Bu tartışılabilir tabii. Ama şöyle bir sakıncası var. Yargıçların kendileriyle ilgili karar verecek bir kurulda söz sahibi olmadıkları görülüyor ki 2010 Anayasa değişikliği öncesindeki en önemli itirazlardan biri buydu HSYK ile ilgili olarak. Kürsü yargıçlarının, 1.sınıfa ayrılmış hâkim ve savcıların, kendi kaderleriyle ilgili, kendi mesleki gelişimleriyle ilgili, kendi kariyerleriyle, maddi ve özlük haklarıyla ilgili kararlar alacak, disiplin cezası verecek kurullarda, o kurulların oluşumunda söz sahibi olmaları gerektiği düşünülüyordu. Bu, ortadan kaldırılmış oluyor tekrar. Yeniden, o 7 kişilik eski HSYK sistemine yakın, ama ondan farklı olarak, Meclis’in seçmesi söz konusu olan bir 6 kişi var. Buraya dönüş yapılmış oluyor.
Buradaki teklifin, HSYK da dâhil olmak üzere, en önemli sakıncası şu: Bu teklif, baştan gerekçe olarak yekpare bir milli iradenin önünde hiçbir engel tanımayacak. Çünkü vesayeti kaldırıyoruz diyorlar ya, vesayeti kaldırırken düşündükleri bir tek şey var; istikrar. İstikrardan anladıkları da, yekpare bir devlet iktidarının oluşması ve bu yekpare devlet iktidarının da mümkün olduğu kadar uzun süre devam etmesi. Hâlbuki bununla istikrar sağlanamayacağını görmek lazım. Asıl mesele, istikrarı sağlamaktan çok, hukuka bağlı bir devlet düzeninin oluşturulmasını sağlamak olmalıdır. Bunu düşündüğümüz zaman, istikrardan ne anlıyorsak, o anladığımız şeyden de biraz taviz vermemiz gerekir. Onu biraz yumuşatmamız gerekir. İstikrar, mutlaka böyle buyurgan, tek merkezden ve yekpare bir iktidarın oluşması şeklinde anlaşılmamalı. Hem, siyaset dilinde böyle bir anlayışın olması mümkün değil, hem de dünyada da böyle bir anlayışın hâkim olduğu demokratik bir sistem yok. Demokratik olmayan sistemlerde var böyle şeyler. Tek adam yönetimi, tek bir grubun yönetimi, bir oligarşik tahakküm vs. böyle şeyler var. Ama bunlar istikrardan çok, otoriter ve baskıcı rejimler getiriyor. Bizim aradığımız şey demokratik istikrar. Hukuk devletine bağlı, demokratik bir istikrar düzeni kurmanın arayışı içerisinde olmalıyız.
Bu teklif böyle bir arayış içinde olmadığı için, şöyle bir sakınca içeriyor. Cumhurbaşkanlığı seçimiyle, milletvekili seçimleri aynı gün yapılacak, diyor. Aynı gün yapılacak olmasından kasıt, bu teklife göre Cumhurbaşkanı siyasi parti mensubu olacak aynı zamanda. Hatta belki, bir partinin Genel Başkanı olacak. Dolayısıyla, bir siyasi partinin Genel Başkanı veya hatırı sayılır bir mensubu, Cumhurbaşkanı olacak,- lalettayin bir mensubu olamaz tabii bu, kamuoyunun adını hiç duymadığı bir sürü milletvekili var Meclis’te. Onlardan herhangi birisinin Cumhurbaşkanı adayı olması halinde, onun seçim şansı düşük olur değil mi? Dolayısıyla, bir siyasi partinin mensubu, Genel Başkanı olmasa bile, onun önde gelen siyasi kimliğini taşıyan birisi olacaktır. O, Cumhurbaşkanı olacak. Meclis çoğunluğu da, bu Cumhurbaşkanı seçilen kişinin mensubu bulunduğu siyasi parti tarafından elde edilecek, diye bir varsayım yapılıyor. Onun için iki seçim aynı gün yapılsın deniliyor. Ayrıca, böyle bir sonuç çıkmayabilir de ortaya. Ama böyle bir sonucun ortaya çıkması hedefleniyor.
Bir defa, bu hedefte bir yanlışlık var. Yani, hem yürütme organının, hem yasama organının aynı çoğunlukta olması hedefleniyor. Böyle olunca, zaten ne deniyor, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi düzenlenecek. E, partinin Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı olmuş. Cumhurbaşkanının mensubu bulunduğu siyasi partinin de Meclis’te çoğunluğu var. O zaman, bugünkü sistemden farkı ne bunun? Bir tek, ortada Başbakan yok. Ama Cumhurbaşkanı, partisi dolayısıyla, meclis grubuna diyecek ki; Eyy partimin mensupları, ben Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri çıkartacağım, siz kanun manun yapmayın” diyebilir mi?

Burada, sorunun altını çizdin de, anladığım kadarıyla en temel husus, “istikrar ve vesayetle mücadele” adı altında, hukuk devletinin temeli olan hukuki denetim ve sorumluluk meselesinin iptal edilmek istenmesi.

Aynen. Cumhurbaşkanı’nın sorumluluğunu düzenleyen hiçbir şey yok. Bunu açıkça söylemek lazım, sadece Cumhurbaşkanı’nın cezai sorumluluğu düzenleniyor. Cumhurbaşkanı’nın başka bir sorumluluğu ile ilgili, ne bir denetim mekanizması var, ne de bir dengeleme mekanizması var.

Peki, Anayasa Mahkemesi böyle bir sitemde nasıl bir fonksiyona sahip olacak?

Hiçbir fonksiyonu olmaz Anayasa Mahkemesi’nin.

Yani, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin anayasaya aykırılığını iddia etme şansı tanınıyor mu?

Yok, hayır. Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim. Bu teklifte şöyle bir çelişki var, zannederim unutulmuş. Teklife göre, Anayasanın 67.maddesi yürürlükten kaldırılıyor. Bu, konuştuğumuz konuyla ilgili değil, ama bir bakıma da ilgili. Yani, teklife bakarsan, teklifte, bazı anayasa maddelerinin bazı fıkralarının veya bazı maddelerinin bütünüyle yürürlükten kaldırıldığı söyleniyor. Yazılı orada. Teklifin sanıyorum 19.maddesine göre olmalı. Anayasanın çeşitli maddeleri yürürlükten kaldırılıyor. 91, 112, 102 gibi. Kaldırılan maddelerden bir tanesi de 67. madde. Bu madde, genel olarak seçme ve seçilme hakkını düzenliyor. Ve seçim sistemiyle ilgili, temsilde adalet, yönetimde eşitlik gibi birtakım ilkeler getiriyor. Bir de, seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin 1 yıl içinde yapılacak seçimlere uygulanamaması gibi bir hükmü de var. Bu madde, teklifin 19. maddesi sanıyorum, tamamen yürürlükten kaldırılmış oluyor.
Fakat teklifin 20.maddesi var. 20.maddenin H bendine göre, Cumhurbaşkanı ve TBMM’nin birlikte yapılacağı ilk seçimde 67.maddenin falanca fıkrası uygulanmaz diyor.
Ben bunu anlamadım. Bir önceki maddede, 67.madde yürürlükten kaldırılmıştır deniyor. Bu teklif kanunlaşırsa, referandumda kabul edilip yürürlüğe girerse, anayasanın 67.maddesi zaten yürürlükten kalkmış olacak. Yürürlükten kalkmış olan maddenin, “bir sonraki yapılacak seçimlerde şu fıkrası uygulanamayacak” diye bir maddenin de orada bulunması, herhalde unutkanlık olsa gerek diye düşündüm.

Bu seçme ve seçilme meselesinde, seçilme yaşının indirilmesi meselesi var. Bu önemli bir şey mi sence?

Ne kadar önemli bilmiyorum. Türkiye çok genç bir nüfus. Seçilme yaşını da 18’e indirmişiz. Olabilir. Yani 18 yaşındaki çocuk, reşit ve hukuk bakımından tam ehliyetli ve tam bir kişi olduğuna göre, herhalde siyasi ehliyeti de tamdır diye düşünüyorum. Yani prensip olarak benim buna karşı çıkmam söz konusu değil. Ama tekrar düşünülebilir.

Toparlayacak olursak, bu anayasanın geçmesi, değişikliklerin yürürlüğe girmesi durumunda nasıl bir Türkiye’de yaşıyor olacağız?

Şimdi şöyle bir şey var. Tabii ben mukayese ediyorum. Birkaç noktayı belirtmem lazım. “Cumhurbaşkanlığı sistemi” diye bunun adını değiştirdiler ve kamuoyuna öyle lanse ediyorlar. Anlaşılan, “Başkanlık sistemi” itici geldi ve bir türlü kamuoyu desteği istenilen seviyelere çıkmadı. Mutlaka kamuoyu yoklamaları yaptırılıyordur bu konuda. Kamuoyu desteği % 60-65’lere çıkmadı, %50’nin biraz altında, biraz üstünde geziniyor anlaşılan. Dolayısıyla o Başkanlık lafının itici geldiği düşünülerek, belki MHP ile uzlaşma görüşmeleri çerçevesinde, onların Başkanlık sistemiyle ilgili birtakım kaygıları vardı, hepimiz biliyoruz. O kaygıları gidermek bağlamında “Cumhurbaşkanlığı sistemi” dendi. Adı ne olursa olsun, bu bir “presidential system”. Zaten biz Cumhurbaşkanı kelimesini yabancı dillere tercüme ederken de “President” diye kullanıyoruz. Dolayısıyla sistemin adı da, “presidential system” yani “Başkanlık sistemi” bağlamında düşünülmeli.
Birincisi, şunu söyleyeyim. Dünyada, bu özelliklere sahip, demokratik, hukuk devletiyle yönetildiğini bildiğimiz hiçbir Başkanlık sistemi örneği yok. Bu, tamamen Türkiye’ye has, yeni bir icat. Bu icat, bizim de yabancısı olduğumuz, bizim derken, Türkiye Cumhuriyeti’nin 1830’lardan, 1850’lerden gelen, hukuk önünde önce eşitliği gerçekleştirmek isteyen, sonra 1876 anayasası ile bunu bir adım ileri götüren, II. Meşrutiyet’e taşıyan, oradan Kurtuluş Savaşı’nda “meclis üstünlüğü” prensibine dayalı bir siyasi yaklaşımla ve onu devam ettirerek, milli egemenliğin Meclis’te tecelli ettiği düşüncesiyle, gene Meclis üstünlüğünü devam ettirerek gelen bir anayasa geleneğimiz var.
1961 Anayasası ile birlikte parlamenter geleneği oturtmuş olduğumuzu söyleyebiliriz. Bunun içinde dönen bir siyasi yaşam pratiğimiz var. Bunun tamamen dışına da çıkan bir icat bu. Dolayısıyla, bu icadın nasıl çalışacağını bilmiyorum. Olursa hep birlikte göreceğiz. Ama çok ciddi endişelerimiz var. Birincisi, bunun bildiğimiz bir örneği yok. Bir defa, Cumhurbaşkanı’nın bu kadar çok yetkiye sahip olduğu, ama bu yetkilerini tek başına kullanabildiği bir Başkanlık sistemi örneği yok. Bu Başkanlık sisteminin asıl tipi biliyorsunuz ABD. Cumhurbaşkanı’nın yapacağı bütün kritik atamalar, bütün kritik tasarruflar, bütçe de dâhil, Senato’nun onayına bağlı. Türkiye’de sadece, bütçe kanununu Cumhurbaşkanı hazırlayacak ve Meclis onaylayacak. Onun dışında, mesela, Cumhurbaşkanı bütün üst düzey bürokratları atayacak. Bu atamaların karşısında bunu onaylayacak kimi tayin ediyorsun, bakalım nasıl bir adammış bu diyebilecek bir mercii var mı? Yok.
Yani, Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini düzgün kullanıp kullanmadığını denetleyecek, dengeleyecek, onun aşırı gitmesi halinde –çünkü bir kişi, hata yapabilir, ne kadar iyi niyetli, ne kadar doğaüstü yeteneklerle donatılmış olursa olsun, sonuçta insan hata yapabilir– ama kurumlar, heyetler çalışırsa daha az hata yapar. Bir kişiyi yanıltmak, kandırmak kolaydır. Ama 30 kişiyi, 500-600 kişiyi aldatmanız daha zordur. O yüzden, heyetlerin çalışması her zaman için istenilen bir şeydir. Amerika’da da, gelişmiş başka demokratik ülkelerde de, Başkanlık yetkileriyle donatılmış kimselerini bu tip aşırılıklarını, yanlışlıklarını, belki yanılgılarını tartışmak ve onlara mümkün mertebe çeki düzen vermek amacıyla heyetler devreye girer. Mesela ABD’de Senato devreye girer. Bizde böyle bir şey yok. Meclis de yok. Meclis de bu denetim işlerinin dışında. Yargı denetimi de mümkün değil. Denetimsiz yetkilerle donatılmış bir Cumhurbaşkanlığı makamı ihdâs ediliyor. Bana sorarsanız, Cumhurbaşkanı’nın kim olduğu veya kim olacağından bağımsız olarak, son derece tehlikeli bir yöntem. Ya da sistem deniyorsa, sistem. Ama ben buna sistem demeyi bile uygun görmüyorum açıkçası.
Son bir şey daha söyleyeyim. Böyle bir sistemde, örnek varsa gösterebilir bilenler, demokratik hukuk devleti niteliği taşıyan, Başkanlık sistemi ile yönetilen hiçbir ülkede, tek meclis yok. Hep iki meclis var. Yani, halk temsilcilerinden oluşan bir Temsilciler Meclisi, orantılı temsil esasına gör kurulan bir temsil meclisi ve belli prensiplere göre seçilen bir Senato var. Mutlaka bir ikinci meclis var.
Denetim mekanizması gerektiğinde bazen yargı işlevini kısmen de olsa üstlenecek olan, –Cumhurbaşkanının yargılanmasından bahsediyorum– Senato benzeri bir kurum var. Böyle iki meclisli bir mekanizmanın düşünülmesi gerekirdi. Ama biz onu düşünmemişiz. Herhalde bunun istikrarsızlık yaratacağını düşünüyoruz.
Son bir nokta da, bu kadar merkeziyetçi ve Başkanlık sistemi ile yönetilen pek bir ülke yok. Başkanlık sistemi ile yönetilen bütün ülkeler, demokratik hukuk devletinin ülkeleri, genellikle ya federasyon, ya da İspanya örneğindeki gibi, gerçi İspanya parlamenter sistem, ama mesela Şili örneğinde veya bazı Orta Amerika ülkeleri örneğinde gördüğümüz üzere, bu devletler bölgeli devlet. Yani geniş bölgesel özerklikleri olan devletler. Mesela, Meksika, Başkanlık sistemi açısından çok kötü bir örnek. Çünkü uzun zaman bir başkanlık diktatörlüğü altında yönetildi ama ona rağmen, Meksika şeklen de olsa bir federasyon idi.
Bizde ise, son derece merkeziyetçi bir yapımız var, öyle bir geleneğimiz var. Ve bu geleneğin üzerine şöyle bir sistem değişikliği öneriyoruz. Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ile merkezden tepesi organize edilecek olan, Bakanlıkların ve diğer teşkilatın kurulması yetkisi Cumhurbaşkanına verilmiş bir sistem öneriyoruz. Bu son derece sakıncalı ve Türkiye’de demokrasinin zaten zayıflamış olan temellerini bütünüyle ortadan kaldıracak olan bir düzenleme niteliği taşıyor bence.

İstersen burada noktayı koyalım Levent. Prof. Levent Köker’le, AKP ve MHP’nin ortak hazırladığı Anayasa değişikliği paketini, getirilmek istenen, adı Cumhurbaşkanlığı Sistemi olan yeni sistemi konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.