Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Alain Gresh: Suudi Arabistan-Mısır ilişkilerindeki sarsıntılar

Suudi Arabistan-Mısır ilişkilerindeki sarsıntılar

Alain Gresh – ORIENT XXI – Çeviri: Haldun Bayrı

İçinde Birleşik Arap Emirlikleri’nin de bulunduğu çok sayıda Körfez ülkesinin arabuluculuk denemelerinin başarısızlığa uğraması, Mısır ile Suudi Arabistan arasındaki karşılıklı güvensizliğin derinliğini gösterdi. Halbuki, daha birkaç ay önce, stratejik bir ittifak oluşturmuş gibi görünüyorlardı. Ne oldu peki?

suddi_sisi
Kral Salman bin Abdulaziz Al Suud’un 8 Nisan 2016’da Mısır’a yaptığı resmi ziyarette Cumhurbaşkanı Abdülfettah el Sisi ile bir araya gelmişti. (Fotoğraf / Alamy Hazır Fotoğraf.)

“Riyad ile Kahire’nin aynı bakış açısını paylaştığı tek bir bölgesel çatışma konusu biliyor musunuz?” Mısır’ın çok resmî gazetesi El Ahram’ın bürosunda bir kadın gazeteciden gelen bu sorunun tuhaf bir tınısı oluyor; tıpkı medyada gördüğümüz ve Mısırlı yetkililerin dertleşirken paylaştıkları, Suud Krallığı’na yönelik sınır tanımayan husumet gibi. Riyad’a “kardeşçe yardımı” için teşekkür eden General Abdülfettah el Sisi’nin 3 Temmuz 2013’teki darbesinin ertesi günü başkent sokaklarına asılan Kral Abdullah fotoğrafları unutulmuş âdetâ; geçen Nisan ayında iki ülkenin günlük gazetelerinde Abdullah’ın halefi Kral Salman bin Abdülaziz el Suud’un Mısır’a yaptığı tarihî ziyareti göklere çıkaran sayfalar da. Bu ziyaret tam bir hafta sürmüş ve benzeri görülmemiş biçimde Kral önce Meclis’te konuşma yapmış, sonra da El Ezher Şeyhi’yle ve Kıptiler’in Papa’sıyla görüşmüştü. Bütün bunlar sırasında, yirmi dört ekonomik işbirliği anlaşması imzalanmıştı; bu anlaşmalar arasında, milyarlarca dolara mal olacak yerleşim ve tarım komplekslerinin geliştirilmesi ve Sina Çölü’nün tanzimi projeleri vardı.

Bu güzel anlaşmanın pullarının dökülmesine birkaç ay yetti. Biri iki-taraflı –iki ülke arasındaki deniz sınırının kaldırılması– diğeri bölgesel –Suriye faciası– iki dosya, şimdi birkaç aydır süren bir krize sebep oldu.

Tiran ve Sanafir’in Suudi Arabistan’a verilmesi

Bu dosyaların ilki ve en beklenmeyeni, kapatılmasıyla 1967 İsrail-Arap Savaşı’nın çıktığı Tiran Boğazı’nın kilit noktaları olmasalar varlıklarından dünyanın habersiz kalacağı Tiran ve Sanafir adalarının kaderiyle ilgili. Kral Faruk döneminde, 17 Ocak 1950’de, Kral Abdülaziz bin Abdurrahman el Suud tarafından geçici olarak Mısır’a bırakılmışlar. Kısa süre önce, Suudi Arabistan’ın bunları savunma olanaklarının bulunmadığı bir sırada, İsrail Necef Çölü’nü fethetmiş ve Eilat Limanı’nı yapmıştı. Bu toprakların tekrar Suudiler’e verilmesi, bir Mısırlı diplomatın da açıkladığı gibi (1) düzenli tartışmalara konu olmuştu. “Bu adalar üzerindeki Suudi egemenliğini her zaman tanımışızdır. 1985’ten beri geri verilmeleri için çalışıyoruz ve müzakereler 2010’da bir anlaşmayla sonuçlandı. Fakat Başkan Mübarek’in düşüşü bunun hayata geçirilmesini erteleme kararı almamıza neden oldu.”

Nisan 2016’da, Kral Salman ile oğlu Veliaht-Prens, Kahire’yi ziyaretleri sırasında bu dosyanın nihayet bir çözüme kavuşturulmasını talep ettiler. Suudi Arabistan için, önceki yıllarda Yemen’le ve Körfez monarşileriyle imzaladığı anlaşmalardan sonra, komşularıyla arasında askıda kalmış son sınır anlaşmazlığını çözmek söz konusuydu. Aynı zamanda da, diye ekliyorlar Riyad’da, 2013’ten beri Kahire’ye tahsis edilen bir yığın mali yardımın karşılığının alındığının göstergesi olacaktı. Suudi yayın organları iki adanın geri alınacağının ilan edilmesinden sonra, “ahalinin duyduğu gurur”u geniş bir şekilde duyurmuşlardı.

Bu kararı sessizce geçiştirmeyi denemiş olan Mısır hükümeti, beklenmedik bir kazan kaldırmayla karşı karşıya kalmıştı. Hükümetin bu kararı, Mısır’da Muhammed Mursi’nin devrilmesinden beri iktidara karşı en sert ve en büyük gösterilerin yapılmasına yol açmıştı. Başkan Abdülfettah el Sisi’nin çok sayıda taraftarı bu adaların Suudiler’e ait olduğunu kabullenmiyor ve rejimin, hadi şoven demeyelim, milliyetçi söylemine aykırı bu kararı anlamıyor. Nasıl olur da vatan toprağı haraç-mezat devredebilir! Muhalefetten avukatlar tarafından Mısır mahkemelerinin önüne getirilen davada anlaşma, 19 Aralık’taki Danıştay toplantısına kadar askıya alındı (2). Suudi Arabistan’da ise, Mısır medyasının taşkınlıkları ve yargıçların kararları, el altından bir hükümet icraatı gibi görülüyor: “Mısır’daki medya kuruluşlarının ya da adaletin bağımsız olduğuna kim inanır?” diye soruyor alaycı bir Suudi diplomat (3), “İngiltere’de değiliz.”

Bu uyuşmazlık anlaşmanın önemli bir veçhesini; İsrail’in de desteğini almış olmasını gölgede bırakıyor. Nitekim, Tiran Adası’ndaki “3-11” adlı karakolda bulunup gemi geçişlerini gözetleyen bir düzine Amerikalı da dahil olmak üzere, Sina Çölü’nde yaklaşık iki bin kişilik bir uluslararası kuvvetin bulunmasıyla garantiye alınan 1979 İsrail-Mısır Barış Antlaşması’nın bir parçasıdır bu iki ada. Dolayısıyla Riyad’ın “İsrailli düşman”la işbirliği yapması gerekecektir; Suudi yetkililer, Riyad ile Tel-Aviv arasında gizli bir yakınlaşma olduğu söylentilerine inanılmasına yol açabilecek böyle bir bilginin Arap ve İranlı muhalifleri tarafından kullanılmasından endişe ederek, bunu kamuoylarından şimdilik özenle gizlemişlerdir.

Suriye dosyasındaki çatlak

İki başkent arasındaki ikinci çatlak noktası Suriye dosyasıyla ilgili. Görüş ayrılıkları yeni değil elbette; Riyad 2011 sonunda Şam rejimine karşı açıkça tavır aldı; Kahire ise arkada kaldı. Bununla birlikte şu son aylarda Mısır’ın tutumu, Başkan Sisi’nin Eylül 2016’da Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmayla daha keskinleşmişti: “(Suriye) Devlet(i) kurumlarının yok edilmemesi gerektiği”ni belirtmişti. İki gün sonra, Dışişleri Bakanı Semih Şükrü Mısırlı gazeteciler önünde Suudi Arabistan’la aralarındaki farkları ilk kez açığa vurmuştu. Suriye’nin yazgısını silahlı mücadelenin belirleyip belirleyemeyeceği hakkında “Biz böyle düşünmüyoruz ve Suriye’de terörist örgütlere yer yoktur”  diyor ve ekliyordu: “Bir siyasî süreç başlatmak için ateşkese ihtiyaç yoktur.”

8 Ekim’de, BM Güvenlik Konseyi’nde Suriye hakkında Rusların bir karar teklifine verilen dört kabul oyunun biri Mısır’dan geliyordu. Bir Mısırlı diplomat, kendini savunmak için, ülkesinin daha sonra Rusların veto edeceği bir “Fransız karar teklifine de oy verdiği”ni belirtiyordu. Bu diplomata göre, –oysa geniş ölçüde karşıt– iki karar teklifinde de “pozitif noktalar var”dı; özellikle de siyasî müzakerenin tekrar başlatılması ve Halep’teki çatışmalara son verme çağrısı gibi. Ama bu oylama Suudi temsilcinin şimşeklerini üzerine çekmişti; Malezya ya da Senegal gibi Arap olmayan ülkelerin “Arapların tutumuna Mısırlı temsilciden daha yakın” bir tavır almalarına şaşırmıştı.

Bu oylamanın ardında büyüyen krizin işareti olarak birkaç gün önce Aramco’nun (Saudi Arabian Oil Company), Kral’ın Nisan ziyareti sırasında imzalanmış olan beş yıllık petrol ürünleri tedariki (ayda 700 bin ton) sözleşmesinin askıya alındığı bildirilmişti Mısır’a. Kuveyt, Suudilerin vazgeçtikleri tedariki kendi karşılamayı kabul etti. Bu ağır uyuşmazlık yetmiyormuş gibi, 17 Ekim’de Şam, Ulusal Güvenlik Bürosu’nun başı ve Beşar Esad’ın yakını Ali Memluk’un Kahire’ye ziyaretini açıklıyordu. Suriye ordusuna takviye olarak on sekiz helikopter pilotunun gönderildiğinin günlük gazete El Safir tarafından açıklanması (25 Kasım) ise, Sisi’nin Middle East News Agency (MENA) tarafından aktarılan, 22 Kasım’da bir Portekiz gazetesine verdiği beyanla özel bir yankı uyandırıyordu. Bu beyanında Sisi, Libya’da da, Suriye’de de BM birliklerini kullanmak yerine, terörizme karşı “ulusal ordular”ı desteklemenin yeğlenmesi gerektiğini söylemişti. Bir Suudi yorumcu bu beyanda, bizzat Mısır’ın en güzel örneği olduğu askerî rejimlerin savunulmasını görmekteydi.

Petrol ürünleri tedarikinin askıya alınmasından sonra Kahire’nin tonu iyice keskinleşti; gazetelerin başyazarları Riyad tarafından “sırtlarından hançerlendikleri”ni söyleyerek “Suudi diktası”nın reddedilmesi çağrısında bulunuyorlar; hatta İran’a doğru dönülmesini önerenler bile var. Suudi Arabistan’da çok kesin emirler verilmiş olduğundan, bu konuda resmî yayın organları ketum. Ekim ayında, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Suudi genel sekreteri İyad Madani, Başkan Sisi’yle alay ettiği için görevinden azledildi. Suudilerin öfkesi öncelikle sosyal ağlarda duyuruyor kendini. Sisi’ye tam destek veren Kral Abdullah’ın maiyetinin başında bulunmuş olan Halid el Tuveycri, 800 bin takipçili twitter hesabından, Sisi’ye, “ülkesine Arabistan’ın verdiği desteğini unutması”ndan dolayı sitem ediyordu. Tanınmış bir yazar olan Muhammed el Rotayyan ise (2 milyon takipçi), “Mısır’ın firavunlardan beri gördüğü en çılgın idareci”ye karşı verip veriştiriyordu.

Riyad’da da, Kahire’de de, olayların bu ani tırmanışı üzerine resmî yetkililer tarafından gizli tutulmak kaydıyla yapılan açıklamalar, birbirine karşı hayli sert. “Mısırlılar düpedüz şantaj yapıyor. Ortalığı kızıştırarak bizden daha fazla para koparacaklarını umuyorlar” diye açıklıyor bu yetkililerin biri. “Biz sadece imzaladığımız milyarlık çeklerden ibaret değiliz” diye açıklıyor bir diğeri. “Dipsiz bir kuyuya para boşalttığımız ve ahaliden ziyade askerleri zenginleştirdiğimiz izlenimine kapılıyoruz”. Daha alaycı olan bir araştırmacı ise, “Mısır’ın önemi”ni yüksek sesle sorguluyor. “Bölgedeki rolü Gazze’deki Refah’ın anahtarını elinde bulundurmakla sınırlı”; Filistinlilerin geçişine izin vermek ya da vermemek, bu şekilde de dosya üzerinde söz sahibi olmakla… Suudilerin Yemen’deki savaşlarına Mısır’dan gelen zayıf destek karşısında hayalkırıklığına uğradıkları da doğru —onlar kara birlikleri gönderileceğini ummuşlardı— ve bunu, “İran tehdidi”nin azımsanması gibi yorumluyorlar.

Kral Salman’ın taktiği

Bu bağlamda, ağızdan çıkan her eğreti ya da muğlak söz çabucak ters yorumlanabiliyor. Nitekim, 28 Eylül’de Amerikan Kongresi tarafından, Barack Obama’nın ilk bir vetosuna rağmen kabul edilen ve Amerikan yurttaşlarına yabancı devletlere karşı terörist eylemlerden dolayı dava açma hakkını veren Justice against Sponsors of Terrorism (JASTA) yasası, hedefteki ilk başkent olan Riyad’da gerçek bir şaşkınlık yarattı : Bu yasa 15 Suudi vatandaşının karıştığı 11 Eylül saldırılarına atıfta bulunuyor. Dışişleri Bakanı Adil el Cubeyr Ekim ve Kasım aylarının neredeyse tamamını ABD’de, bu yasaya karşı Kongre üyeleri nezdinde lobi yapmakla geçirdi. Amerikan yasasındaki bu “şümul artışı”na karşı Suudi tepkisi ve diğer başkentlerin tepkisi kararlı olmuşken, Mısır Dışişleri Bakanlığı’nın tepkisi, sadece Kahire’nin karar sürecini “ilgiyle” izlediğini belirten “ılımlılığı”yla dikkat çekmişti.

Mısır cenahında, iki taraf arasındaki sorunların Kral Salman’ın tahta çıkışıyla başladığı düşünülüyor. “Abdullah ilkesel duruşları savunuyordu” diye açıklıyor bir diplomat, “Müslüman Kardeşler’e karşı mücadele hem onun hem bizim önceliklerimizin başında geliyordu. Salman ise, her şeyden önce taktiği düşünüyor; bu yüzden Suriye’de ve özellikle Yemen’de Müslüman Kardeşler’le ittifak yapıyor. Bizim çıkarlarımızı göz önüne almıyor.”

Gerçekten de, Mısır’daki 3 Temmuz 2013 Darbesi karşısında tereddüt gösterdiği birçok kaynak tarafından teyit edilen Kral Salman, önce İslam İşbirliği Teşkilatı üyeleriyle olmak üzere, büyük bir Sünni ittifakı yaratmaya uğraşıyor. Riyad ile Ankara arasındaki ekseni güçlendirmekte tereddüt etmedi; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise “3 Temmuz Darbesi”ni ve Mısır’daki baskıları kınamak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Bu cephede Müslüman Kardeşler’in ufak da olsa bir yer bulabilmelerini kabul ediyor; oysa siyasal İslamcılığın gücünden endişelenen Mısır rejiminin buna tahammülü yok. Kuveyt Meclisi seçimlerinde Müslüman Kardeşler’in zaferi Sisi’nin endişelerini daha da artırdı; onun gözünde İhvan ile El Kaide ya da IŞİD arasında hiçbir fark yok.

“Hakiki” ve “sahte” Müslümanlar

Krallığın vâzettiği Vahhabilik ise Kahire’de bir başka tartışma ve ürküntü konusu. Nitekim, 25-27 Ağustos tarihleri arasında Çeçenistan Başkanı Ramazan Kadirov’un yönetiminde Grozni’de toplanan İslam Kongresi, “Hakiki Sünniler kimlerdir?” başlıklı bir nihai beyannameye imza attı. Metinde Selefileri “hakiki Müslümanlar”a dahil etmekten kaçınıldı; bu da haklı olarak Vahhabiliğin mahkûm edilmesi gibi algılandı. Bir diğer yaralayıcı husus ise, bu metinde büyük Müslüman üniversiteleri sayılırken tek bir Suudi Arabistan üniversitesinin zikredilmemesi olması. Bu toplantı, El Ezher Şeyhi Ahmed el Tayyib’in de oraya gitmiş olduğunu derhal vurgulayan Suudi şeyhleri tarafından hedef tahtasına konuldu. Bu zat Kahire’de Vahhabiler’e karşı husumetiyle tanınsa da —özellikle El Ahram tarzında resmî basının bir kısmı gibi— o zamana kadar aleni tavır belirtmekten imtina etmişti. Kahire’de bazı gözlemciler, şeyhin tavırlarını haklı göstermek için, krallıklarını din adamlarının etkisinden kurtarma kaygısındaki bazı Suudi prensleri tarafından teşvik edildiğini bile ileri sürmekte.

Her ne olursa olsun, Suudi Arabistan’ın en yüksek dini mercii olan Yüksek Ulema Konseyi bu konferansı kınadı. Kimileri de twitter üzerinden şimşekler yağdırdı. Günlük Suudi gazetesi Al-Jariza’nın başyazarı Muhammed el Şeyh, 30 Ağustos’ta twitter hesabından (160 bin takipçi), “Mısır politikamızı değiştirmeliyiz, zira ülkemiz daha önemli. Bırakalım Sisi’nin Mısırı berhava olsun” diye ilan etti. Son olarak, El Ezher, kurumlarının düzenlenen konferansla hiçbir alâkası olmadığını açıklayan sıkıntılı bir bildiri yayımladı ve konferansın baş düzenleyicisi Ramazan Kadirov 27 Kasım’da Veliaht Prens Muhammed bin Salman tarafından kabul edilerek bu ilâhiyat çekişmelerine son nokta (geçici olarak mı?) konmuş oldu.

Boşanmak yasak

İkili ilişkiler bağlamında nadiren zikredilen ve iki ülkenin bölgesel politikalarında, dolayısıyla da ilişkilerinde ağırlığını hissettiren bir diğer etken: ABD’nin bölgeden çekilmesi. Onlarca yıldır dış politikalarının mihenk taşı Washington’la ittifakları olan Mısırlılar ve Suudiler bu çekilmeyle yetim kaldılar. Pusulalarını yitirdikleri şu son aylarda, bazen kafa karışıklığına kapılarak irticalen bir bölgesel strateji oluşturmaya kalkıştılar; şimdi de, endişeyle ve biraz umutla yeni Trump yönetimini bekliyorlar. Trump ise Başkan Sisi’ye hayranlığını gizlemedi; İran’a yönelttiği eleştiriler ise, Obama ile İran’ın nükleer konusunda anlaşmalarıyla başgösteren yakınlaşmadan endişelenen Suudilerin kulağına hoş geldi. Trump Amerikalıların bölgede silikleşmesinden vazgeçecek mi peki? İslamofobik tutumu bölgedeki politikasını nasıl etkileyecek? Bunu söylemek için fazla erken, ama Riyad ile Kahire arasındaki ilişkilerin bozulmasının “istikrar” yanlılarına yaşattığı —ve İran’ın yararlanabileceği— riskler hakkında İsrail’in ifade ettiği çekinceler, Washington’ın tercihlerini etkileyecektir.

Mısır ile Suudi Arabistan arasında bir kopuş mu gündemde? Riyad’daki bir Arap büyükelçi açıklıyor: “Arap Ortadoğu’nun iki büyük ülkesi söz konusu. Bütün dosyalarda aynı görüşte olmaları neredeyse imkânsız. Ama bu farklılıkları idare etmeyi bilmek gerek ve bu her zaman kolay değil; hele iki tarafın da alınganlıkları göz önüne alındığında.”

İki ülkenin önceliklerinin her zaman aynı olmadığı açık: Krallık her şeyden önce İran tehdidiyle meşgul; Mısır ise Sina’da terörizme ve Libya’da İslamcılara karşı yürüttüğü savaşa batmış durumda. Halbuki onları yakınlaştıran epey şey var; özellikle de “Arap baharları”na karşı husumetleri ve bölge “istikrarı”na bağlılıkları. Filistin dosyasında da işbirliği halindeler; daha az bilineni ise, özellikle Eritre ve Sudan’da, Afrika Boynuzu’nda İran nüfuzunun önünü almak için birlikte çalışıyorlar. Bu manevralar sonucunda bu sene Hartum ile Tahran’ın diplomatik ilişkileri koptu.

“Mısır ile Suudi Arabistan arasında bir akıl evliliği var; hem de bir Katolik nikâhı bu” diye açıklıyor Riyad’da görevli bir Arap diplomatı, “boşanmak yasak”.

FransizKultur

1 Kimliğinin gizli tutulmasını rica etti.

2 Bkz. «  Case to determine sovereignty of Tiran and Sanafir islands adjourned to December 19  », Mada Masr, 5 Aralık 2016.

3 Kimliğinin gizli tutulmasını rica etti.

4 Bkz. Eran Lerman, «  Saudi – Egyptian Tensions : Rifts Within the “Camp of Stability” Serve Iran’s Interests  », BESA Center Perspectives n° 384, 4 Aralık 2016  ; Ben Caspit, «  Saudi-Egypt crisis leaves Israel concerned”, Al-Monitor, 5 Aralık 2016.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.