Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Büyükelçiyi kim vurdu?

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/298829349″ params=”auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false&visual=true” width=”100%” height=”450″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Rusya Büyükelçisi’nin dün Ankara’da suikaste kurban gitmesinin yankıları uzun bir süre süreceğe benziyor. Türkiye daha yeni Cumartesi günü Kayseri’de büyük bir terör saldırısı yaşamış bir ülke olarak bu sefer de Ankara’da, başkentte şehrin göbeğinde bir sanat galerisinde, belediyenin galerisinde göz göre göre bir cinayete tanık olduk. Kısa bir süre içerisinde bütün görüntüler de ortaya çıktı. Ama hâlâ kimin neden öldürdüğü konusunda bir kafa karışıklığı var. Aslında bu kafa karışıklığı çok anlaşılır bir şey değil.
Şimdi bu yayını “Büyükelçiyi kim vurdu?” diye duyurduk. Bir nevi kimvurduya gidiyor gibi. Çünkü Türkiye’de biliyorsunuz bu tür olaylarda hep birtakım üst akıllar vs. üretilir. Bir de günah keçisi var, bu da FETÖ, yani Gülen cemaati. Hükümet, hükümete yakın çevreler vs. bunu kısa bir süre içerisinde FETÖ’ye yıktılar, yıkmaya çalışıyorlar. Bugün Cumhurbaşkanı Avrasya Tüneli’nin açılışında yaptığı konuşmada buna benzer şeyler söyledi. İpuçlarının çıkmakta olduğunu söyledi. FETÖ’ye atfedilmesinin en önemli nedeni bunun genç bir polis memuru olması, İzmir’de polis okulunda okumuş olması. Dolayısıyla bunun FETÖ’nün, Cemaat’in Polis Teşkilatı’na soktuğu bir uyuyan hücre olarak tanımlandı, ki kısa bir süre içerisinde tanımlandı. Tabii o zaman şöyle bir soru geliyor akla: Madem bu kadar hızlı bir süre içerisinde bunun FETÖ’cü olduğunu biliyordunuz, niye bu kişi polisliğe devam ediyordu? Niye bu kişi silah taşıyabiliyordu? Niye bu kişi bu kadar rahat bir şekilde Rusya Büyükelçisi’ni öldürebiliyor?
Şunu açıkça söyleyeyim: FETÖ olduğunu sanmıyorum. Bunun mantığı yok. Eğer faili belli olmayan, failin kaçtığı bir saldırı söz konusu olsaydı, ya da saldırı kaydedilmemiş olsaydı –çünkü burada biliyoruz videoları var, bugün başka bir açıdan çekilmiş bir video daha çıktı, çok sayıda görgü tanığı var, onlar da konuşuyor– bunlar olmasaydı birtakım spekülasyonları yapmak daha kolay olurdu. Ama burada çok net bir şekilde olayın nasıl olduğu, kim tarafından yapıldığı, yapanın verdiği mesajlar, attığı sloganlar, söyledikleri, her şey ortada. Bu benim görüşüme göre yakın dönemde cihatçı diye söylenmeye başlanan, cihatçı diye tarif edebileceğimiz bir kişinin intikam eylemi. İntikam eylemi olarak da, esas olarak Rusya’nın Suriye’ye müdahalesinin intikamı. Rusya’nın cihatçı gruplar için tek sabıkası Suriye değil. Çeçenistan da var, başka yerler de var. Ama esas olarak, en temel olarak Rusya ve yakın bir dönemde Halep. Zaten Mevlüt Mete Altıntaş, öldürdüğü sırada yaptığı o konuşmada Halep’i özel olarak vurguladı.
Şimdi şöyle bir akıl yürütülüyor. Bu aslında bu yılın sözcüğü seçilen post-truth, hakikat-ötesi lafını Türkiye’de çok ciddi bir şekilde yaşıyoruz. İnsanlar bir şeyler söylüyorlar. Ortadaki gerçekler, çıplak gözle görülen şeyler varken bunların böyle olamayacağı, olayların bu kadar basit olamayacağı, aslında bunun altında başka bit yenikleri olduğu yönünde bir akıl yürütmeyle bu gerçeğin ötesine geçiyorlar. Ve ortaya belirsiz, mantıksız açıklamalar geliyor. Mesela bu kişinin FETÖ’cü olduğu, uyuyan hücre olduğu, Türkiye’yi Rusya karşısında zor durumda bırakmak için böyle bir şey yaptığı önermesi. Şimdi şu âna kadar Fethullah Gülen Cemaati’nin otuz küsur yıllık, kırk yıla yakın tecrübesinde birçok kötülüğe, kumpasa karışmış olduğu belli, ama Cemaat’in ya da yeni tabirle FETÖ’nün kendi unsurlarını, elemanlarını, kadrolarını bir intihar eylemine vs. sürüklediğine dair en ufak bir işaret şu âna kadar yoktu.
Eğer FETÖ iddiası doğruysa, bu anlamda Cemaat’in tarihinde de çok önemli bir dönüm noktası olsa gerek. Çünkü bir kişi intihar eylemi olma ihtimali çok yüksek olan bir olay gerçekleştiriyor. Açıkçası orada da bir not düşmek lazım: Mevlüt Mete Altıntaş kendi tabancasındaki kurşunlardan bir tanesini kendisine sıkmadığı müddetçe pekâlâ sağ yakalanabilecek, yaralı yakalanabilecek haldeyken öldürüldü. Ve Cumhurbaşkanı bugün de bunu olumlu bir şey olarak söyledi. Halbuki eğer bu kişi yakalanabilmiş olsaydı; birçok şey daha net olarak anlaşılabilirdi, ya da anlaşılabilme ihtimali olurdu. Bir intihar eylemini yapan kişinin ne kadar motivasyonları yanlış olursa olsun, ne kadar yanlış yolda olduğunu düşünürsek düşünelim, intihar eylemi denen olayları bir insan inanmadan yapamaz. Burada büyükelçiye 11 kurşun sıkmış Mevlüt Mete Altıntaş. Büyük bir öfke, büyük bir kin var burada. Yani inanmadığı bir işi yapan bir kişinin, inanmadığı halde sırf kafa karıştırmak için bir şey yapan birinin yapacağı bir iş değil bu bence. 11 kurşunla birisini öldürmek gerçekten o kişiye yönelik çok yoğun bir öfkeyi, intikam duygusunu gösteriyor.
Şimdi bir intihar eyleminin, bir cemaatin Türkiye’yi zor durumda bırakmak için bir uyuyan hücresine böyle bir eylem yaptırdığı olayı bana gerçekçi gelmiyor. Bunun en önemli nedeni dediğim gibi olayın içerisinde eylemcinin ölme ihtimalinin çok yüksek olması. Zaten oradaki görgü tanıklarına, diğer kişilere kendisinin oradan sağ çıkmayacağını bildiğini de söylemiş. Bir bu. İkincisi: Çok net bir şekilde, mesajları çok net. Bu bildiğimiz cihatçı grupların, özellikle Suriye’deki El Nusra’yı bize hatırlatıyor. Nitekim El Nusra’yı ve Suriye’yi yakından izleyen özellikle yabancı gazeteciler yaptıkları taramalarda, sosyal medya taramalarında bu saldırının özellikle Nusra çevresi tarafından büyük bir coşkuyla karşılandığını gösterdiler. Sahiplenildiğini, üstlenme değil de sahiplenildiğini gösterdiler. IŞİD’in bu konuda pek bir şeyi yok. Çünkü IŞİD zaten söz konusu yer olan Halep’te ciddi bir varlık göstermiyor. Ama Nusra’nın burada ciddi bir şekilde olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla burada Nusra ihtimali çok yüksek. Yakın bir zamanda adını değiştirdi Nusra. Ama Nusra’nın ne olduğunu biliyoruz. Nusra El Kaide’nin Ortadoğu’daki en önemli yapılanmalarından birisi. Suriye kolu diye de adlandırılabilir. Yakın bir zamana kadar bu yüzden Nusra birtakım ilişkilerinde zorlanıyordu. Ve El Kaide ile ilişkilerini de koparttığını açıklamıştı. Ama bu da inandırıcı değil.
Bir televizyon yayınında galiba bir profesör demiş ki “Benim annem Sökeli. Söke’den Nusracı çıkmaz.” Türkiye çok yazık bir durumda. Bu tür yaklaşımlarla analiz yaptığını, olayları açıkladığını sanan insanlar ana akım diye tabir edilen ama hiçbir ana özelliği kalmayan, akmayan bir medyada bu tür şeyler dile getirebiliyorlar. Böyle bir şey yok. Türkiye’nin her yerinden herkes çıkar. Yani Söke’den Nusra da çıkar, hiç ummadığınız yerden IŞİD de çıkar, PKK da çıkar, DHKP-C de çıkar, her türlü yerden çıkar. Türkiye çok kozmopolit bir ülke ve böyle şeyler yok. Mesela ben Hopalıyım. Hopa solcu bilinir. Böyle bir namı vardır ama Hopa’da öteden beri çok güçlü bir ülkücülük de vardır. Şimdi Hopa’dan ülkücü çıksa insanlar buna inanmayacak mı? Böyle bir şey yok. Her yerden her türlü insan var.
Bu kişinin Nusra ya da benzeri bir yapıya bağlı olma ihtimalinin çok güçlü olduğunu düşünüyorum. Bunun örgütlü birisi olduğu belli oluyor. El Kaide, IŞİD gibi yapılarda iki tür insan var. Bir: Örgütlü insan var. Bunlar belli talimatlar ışığında birtakım eylemler gerçekleştiriyorlar. Bir de bunlara kendilerini yakın hisseden ama örgütlü olmayan, “yalnız kurt” tabir edilen, kendi başlarına hareket eden ama inandıkları örgüt doğrultusunda hareket eden insanlar var. Dünyanın değişik yerlerinde, özellikle El Kaide’ye geçmişte, bugün de IŞİD’e atfedilen birtakım eylemlerin aslında bu örgütlerin, şebekelerin merkezlerinin bilgisi içinde olmadığı ileri sürüldü. Hatta bazıları da kanıtlandı. Ama bu o kişilerin, gerçekleştiren kişilerin IŞİD’e ya da El Kaide’ye yakın olmadığı anlamına gelmiyor. Burada olayda Mevlüt Mete Altıntaş’ın kendini Nusra’ya, El Kaide’ye, IŞİD’e ya da başka bir cihatçı gruba yakın hisseden ama kendi başına hareket eden birisi olduğunu sanmıyorum. Belli ki çok örgütlü ilişkileri olan birisi. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Şu an görüntüde görüyorsunuz. Sol elinin işaret parmağını kaldırıyor. Bazıları bunun olamayacağını çünkü bu tür cihatçı grupların sağ ellerini kaldırdığını söylediler. Ve böylece bunun aslında fake yani sahte bir cihatçı olduğunu iddia etmeye çalıştılar. Ama dikkat ederseniz sağ elinde tabanca var. Belli ki sağ elini kullanan birisi. Onun için önemli olan tabanca. Tabancayı tutarken bir diğer yerden de o bildiğimiz işaretle konuşmasını yapıyor.
Şimdi niçin böyle bir saldırıyı gerçekleştirmiş olabilir Nusra ya da başka bir grup? Her şeyden önce bunun bir meydan okuma, bir intikam eylemi olduğunu düşünüyorum. Ve bu Suriye ile doğrudan alâkalı bir şey. Suriye’nin kaderi Rusya’nın askerî müdahalesi ile büyük ölçüde değişti, bunu biliyoruz. Ve dolayısıyla Suriye’de belli bir güce sahip olan muhalif gruplar, özellikle radikal İslamcı grupların etkilerinin azaldığını görüyoruz. Ellerindeki yerleri kaybetmeye başladıklarını ve daha da kaybedeceklerini görüyoruz. Dolayısıyla Rusya’ya karşı çok anlaşılır –haklı bulmak anlamında değil ama– gerçekten Rusya’ya kızmalarının, öfkeli olmalarının bir nedeni var. Dolayısıyla Rusya’ya etkili bir şekilde saldırmak isteyeceklerini tahmin edebiliriz. Dolayısıyla cihatçı grupların Rusya’yı hedef alması hiçbir şekilde şaşırtıcı değil.
Tabii neden Türkiye’de olduğu meselesi var. Bunun da birçok okuması olabilir. Özellikle Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesi sonrası yaşanan gerginliğin ardından özürle başlayıp Rusya’yla ilişkilerin –önce Eylül’de Çin’deki zirvede, daha sonra doğrudan ziyaretle gelişti– hızla düzelmeye başladığını görüyoruz. Ve Suriye’de birlikte hareket etmeye başladı Türkiye ve Rusya. Türkiye Rusya’nın bilgisi dahilinde Fırat Kalkanı operasyonunu gerçekleştirdi. Rusya da Türkiye’nin desteğini çekmesiyle iyice güçsüzleşen Halep’teki muhalifleri Halep’ten temizleme imkânı buldu. Bunun örnekleri çoğaltılabilir. Dolayısıyla Türkiye ile Rusya arasında çok ciddi bir yakınlaşma ve bunun Suriye’de yaşanması olayı vardı. Dolayısıyla burada Rusya’yla beraber Türkiye’nin bu yakınlaşmasının da ciddi bir şekilde hedef alındığını düşünebiliriz. Bu anlamda gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, gerek Rusya Devlet Başkanı Putin’in üç aşağı beş yukarı aynı kelimelerle bu saldırının iki ülke arasında yakınlaşmayı hedef aldığı tespiti önemli ve büyük ölçüde doğruluk payı var bence.
Ama şunu unutmamak lazım. Galiba cihatçı grupların bu kadar önemli bir Rus hedefini, bir büyükelçiyi en kolay vurabilecekleri yerlerden birisi Türkiye’ydi. Bu çok acı bir gerçek. Yani dünyanın dört bir yanında cihatçı grupların varolduğunu biliyoruz, Ortadoğu’da, başka yerlerde, Avrupa’da da varlar. Ve Rusya, Rus hedefler, Rus diplomatlar, herhalde bunların hepsinin bir şekilde hedef almayı isteyecekleri kişilerdir. Ve bunu en kolay yapabildikleri yerlerden birisinin Türkiye, Ankara olduğunu acı bir şekilde gördük. Bu saldırı bana –tabii çok farklılıklar var ama– Enver Sedat’ın Halid El İslambuli tarafından öldürülmesini hatırlattı. Orada bir resmî bayram, geçit töreninde, törende yer alan subaylar olarak başlarında Halid El İslambuli vardı. Şeref tribünündeki Enver Sedat’ı vurmuşlardı. Yani devletin içerisinden birileri devleti cezalandırmıştı, öldürmüştü, suikast düzenlemişti. Burada da bir polisin yaptığını görüyoruz.
Türkiye bir güvenlik devletine dönüştü, özellikle son yıllardaki gelişmelerle beraber. 7 Haziran seçimlerinden sonra hızlı bir şekilde güvenlik her şeyin önüne geçti. Temel hak ve özgürlükler geri plana itildi. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, askerin bu işe büyük ölçüde bulaşmış olmasıyla beraber, İstihbarat teşkilatı ve Polis teşkilatı daha fazla öne çıktı. Ve Polis teşkilatında Cemaat’in çok büyük dahli olmasına rağmen içerisinde büyük bir temizlik yapıldı. Ve polis çok ciddi bir şekilde öne çıkartıldı. Hatta yakın bir zamanda biliyorsunuz Beşiktaş’taki terör saldırısının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan tekrar polislerin de ellerindeki her türlü yetkiyi sonuna kadar kullanmalarını söylemişti. Şimdi bir güvenlik devleti güvenlik güçlerini öne çıkartarak bir çok şeyi domine edebiliyor, engelleyebiliyor. Ama bu kendi mekanizmasını, güvenlik mekanizmalarını kontrol edemediği zaman bu aşırı yetki tanınmış olan güvenlik güçleri aslında bir şekilde kendi karşısına tehlike olarak çıkabiliyor. Zamanında Enver Sedat da böyleydi. Yanına bir sivilin ulaşması, hele silahla ulaşması imkânsız olan birisiydi. Ama hiç ummadığı bir şekilde en güvendiği kurum olan ordudan kendisine bir saldırı gelmişti. Şimdi burada da dünyanın çok az yerinde herhalde resmî emniyet görevlileri, polis görevlileri cihatçı gruplarla ilişki içerisinde olsunlar ve bu kadar kolay bir şekilde bir yabancı ülke temsilcisini öldürebilsinler. Bu devletin güvenlik konsepti üzerine inşasının ne tür sonuçlara yol açabileceğinin acı bir örneğini gördük. Bu anlamda herhalde Nusra vb. yapılar için Türkiye çok kolay, bu tür unsurlara ulaşmada; yani emniyet içerisinden, ordu içerisinden devletin değişik kademelerinde insan, kadro bulundurma anlamında bu gruplar çok fazla zorlanmıyora benziyorlar.
Bu hikâye uzun bir hikâye, ama şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Daha önce değişik meselelerle bunun örneklerini görmüştük. Emniyet teşkilatı içerisinde, özel harekât birimleri içerisinde ve hatta ordunun içerisinde de bu tür cihatçı söylemlere yakın birtakım insanların değişik vesilelerle kendilerini cüretkâr bir şekilde ortaya çıkarttıklarını görebilmiştik. Bunlardan birisi de Mevlüt Mete Altıntaş’mış. Bu olayı gerçekleştirdi.
Şimdi demin Putin ve Erdoğan’ın açıklamalarını ve bunların büyük ölçüde haklılık payı olduğunu söylemiştim. Şimdi size eski başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Twitter’da yaptığı en son açıklamayı okumak istiyorum: “Rusya’nın Ankara Büyükelçisi’ne yönelik suikasti lanetliyorum” demiş. Büyükelçinin adını bile yazmadı, Karlov’un. “Bu saldırılar Türkiye’nin istikrarını, uluslararası saygınlığını hedef alıyor” diye bitirmiş. Şimdi yani Türkiye’nin istikrarını ve uluslararası saygınlığını hedef alan birisi Türkiye’nin ortasında Rus büyükelçisini vuruyor. Diyelim ki Allah göstermesin Moskova’nın ortasında Türk büyükelçisi vurulsa bu sefer de herhalde Rusya’nın istikrarı ve uluslararası saygınlığı hedef alınmış olacak. Böyle bir şey olmaz. Bugün bir tweet vardı, ben de paylaştım. “Büyükelçi Karlov dışında belli ki herkes hedef alınmış” diye dalga geçen bir şey vardı. Böyle bir şey yok. Buradaki hedef öncelikle Büyükelçi ve onun şahsında Rusya ve Rusya’nın politikaları. Önce bunu kabul etmemiz lazım. Her şeyi bize yönelik saldırı… Tabii ki Türkiye bundan kötü etkileniyor, daha da etkilenecek, orası bir gerçek. Ama buradaki esas hedefin Rusya olduğunu kaçırmamamız lazım. Nitekim aynı Davutoğlu, eski başbakan, 13 Aralık’ta Halep’te yaşananlardan sonra da şöyle bir tweet atmıştı: “Esad rejiminin İran ve Rusya’nın desteğiyle vakur ve mazlum Halep’te işlediği katliamlar asla unutulmayacak.” Artık başbakanlığı ve her türlü yetkisi elinden alınmış düz bir milletvekilliğine gelmiş olduğu için bunu yapabiliyor. Ama o tarihte şunu çok iyi biliyoruz, Halep’te yaşanan bütün olaylara, acılara, dramlara rağmen Ankara’dan hiçbir şekilde Rusya’yı suçlayıcı açıklamalar yapılmadı. Çok sınırlı kaldı. İran kısmen eleştirildi ama Rusya eleştirilmedi. Ama Ahmet Davutoğlu doğrudan Halep’ten Rusya’yı da sorumlu tutabildi. Rusya’nın Halep’te yaşananlardan sorumluluğu olduğunu reddediyor değilim, gerçekten de böyle. Ben bir gazeteci olarak, dışarıdan birisi olarak bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ama Türkiye’nin şu andaki politikası Suriye’de Rusya’yla işbirliği üzerine şekillenirken, Suriye politikasını tamamen yenilerken, Türkiye’nin Suriye politikasının ve Suriye batağına batmasının birinci derecede mesullerinden, sorumlularından birisi olan Ahmet Davutoğlu’nun bu hengâmenin ortasında Rusya’yı bu şekilde açıkça suçlayan bir şey yapması çok anlamlı. Saldırının ardından da saldırının Rusya’ya değil Türkiye’ye olduğunu söylemesi anlamlı.
Bunu şundan söylüyorum, Davutoğlu’yla bir meselem olduğundan değil: Bu yaklaşım çokça kullanılan bir yaklaşım. Sürekli hemen her şeyi bize karşı bir kötülük, bir art niyetle yapılış, her zaman var olan aktörlerin dışında başka aktörler, başka akıllar, başka üst akıllar arama yaklaşımı. Ama bir de şuna bakalım: Onun yerine Türkiye’nin Suriye politikasına bakalım. Türkiye’nin Suriye politikasındaki yanlışlarına bakalım. Davutoğlu’nun, diğerlerinin, Erdoğan’ın o dönemde, başından itibaren kişilerin yaptığı açıklamalara bakalım. Bunlar çok kolay, internetten beş dakikada bulunabilen şeyler. İlk baştaki kendine aşırı güvenle Esad rejimin ânında gitti gideceği, namazlar kılınacağı açıklamalarına bakalım. Eğer bu tür olayların neden olduğunu soruyorsak öncelikle bunlara bakıp yüzleşmemiz ve bir özeleştiri sürecinden geçmesi gerekiyor Ankara’nın, Türkiye’nin. Ama bunlar hep yapılmayıp, sürekli olarak birileri, kötü birileri, en son FETÖ –ki FETÖ de tek başına değil, CIA destekli FETÖ– gibi argümanlarla bu işin gittiğini görüyoruz.
Şimdi gelinen noktada ne yaşanıyor? Bu tabii ki Rusya’ya yönelik çok ciddi bir saldırı. Ve Rusya son dönemde bölgenin en güçlenen aktörü olarak bu saldırıya karşı bir şeyler herhalde yapacaktır, yapmaktadır. Fazladan ne yapar bilemiyorum. Zaten çünkü Suriye’de yeterince operasyonlar vs. yapıyor. Ama bunun çok önemli bir faturasının Türkiye’ye kesilmekte olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Tıpkı uçağın düşürülmesinden sekiz-dokuz ay geçtikten sonra Türkiye’nin özür süreciyle beraber bunu gördük. Şimdi bir de bu eklendi. Ve Türkiye artık Ortadoğu’da, özellikle Suriye’de Rusya’nın dışında, Rusya’nın çizgisine aykırı herhangi bir şey yapma şansını büyük ölçüde yitirmiş durumda. Bugün Moskova’da yapılan toplantıda Rusya-İran-Türkiye arasında büyük ölçüde bir mutabakat sağlanmışa benziyor. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun en fazla “Hizbullah ve diğer yabancı unsurlar da çekilsin” diyebildiğini gördük şu âna kadar medyaya yansıdığı kadarıyla. Ama şunu da görmek lazım: Bir tarafta IŞİD, Nusra vs. gibi yapılar, bir tarafta da işte Hizbullah, Devrim Muhafızları gibi yapılar. Şimdi bunları Türkiye eşitlemeye çalışıyor. Bunlar tabii ki birçok anlamıyla dış güç olarak birbirleriyle benzeşiyorlar, ama eninde sonunda Hizbullah ve Devrim Muhafızları birtakım otoritelere bağlı mekanizmalar olduğu için teorik olarak daha kontrol edilebilir yapılar. Ama bir Nusra ya da IŞİD için aynı şeyler söylenemez.
Türkiye’nin öteden beri Suriye konusunda cihatçı gruplara karşı politikası değişik şekillerde eleştirilmişti. Özellikle Nusra’ya karşı yaklaşımı çok sık gündeme gelmişti. Hatırlıyorum, dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül New York’ta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na gittiği zaman gazeteci olarak ben de takip ediyordum. Orada kendisine birçok değişik platformda sık sık Türkiye’nin Nusra’yla ilişkisi sorulmuştu suçlayıcı bir şekilde. Yani bunun kökü çok eskilere gidiyor. Yakın bir zamana kadar da Nusra’nın özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmalarında geçtiğini görüyoruz. Mesela YPG ile kıyaslama anlamında geçtiğini görüyoruz. Ya da yakın bir dönemde Halep söz konusu olduğunda geçtiğini görüyoruz. Yani Türkiye’nin Nusra’yla olan ilişkisi konusunda çok ciddi bir şekilde, genel olarak cihatçı gruplar ama özel olarak Nusra’yla ilişkisi konusunda öteden beri gündeme getirilen değişik iddialar olmuştu.
Şimdi bu aşamada eğer bu kişi, Mevlüt Mete Altıntaş Nusra’yla ya da Suriye’deki başka benzer cihatçı bir yapıyla ilişkili olduğu ortaya çıkarsa –ki açıkçası bunun çıkma ihtimalinin yüzde sıfır olduğunu düşünmüyorum– çünkü işin içerisine Rusya’dan birtakım araştırmacılar da dahil olmuş durumda. Rusya’dan yapılan ilk açıklamalar saldırganın cihatçı olduğu yolundaydı. Onların burada eğer gerçekten bir cihatçı bağlantısı varsa ortaya çıkarılması için çalışacaklarını varsayabiliriz. Bu kişinin cihatçı olduğunun ortaya çıkması halinde ya da onlarla organik bağının olduğu ortaya çıkması halinde durum daha da tatsızlaşabilir.
Ama her halükârda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Türkiye’de Nusra, IŞİD öteden beri çok güçlü yapılar. Bunların çok güçlü ağları var. Özellikle IŞİD’in ağları çok güçlü. El Kaide öteden beri vardı. IŞİD’in güçlenmesiyle birlikte birtakım El Kaidecilerin IŞİD’e yöneldiklerini biliyoruz. Ama hâlâ El Kaide var. El Kaide’nin yasal birtakım sözcüleri de var. Bunlar El Kaide adına konuşmuyorlar tabii; ama El Kaide’nin tezlerini yayıyorlar sosyal medyada, hatta ana akım medyaya da arada sırada çıktıkları oluyordu. Dolayısıyla Türkiye’de bir El Kaide ve dolayısıyla bunun Suriye’deki ayağı olan Nusra var. Mevlüt Mete Altıntaş böyle bir yapıyla ilişkili mi? Bence ilişkili. Tabii ben bir gazeteci olarak gözlemlerime ve bunca yıllık birikimime dayanarak bir şeyler söylüyorum. Tabii ki bu dedektiflerin, sorgulayacak kişilerin ve mahkemelerin işi. Ancak şahıs Mevlüt Mete Altıntaş öldürüldüğü için kendisine bunu sorma imkânı yok. Ama titiz bir araştırmayla bunun bulunmasının çok da zor olacağını düşünmüyorum. Ama baştan itibaren bunu zaten FETÖ deyip orayla sınırlamaya kalkışılırsa bunun derinlikli bir araştırma olacağını açıkçası çok fazla sanmıyorum.
Tekrar söylüyorum: FETÖ olduğunu sanmıyorum. Daha doğrusu bu kişinin FETÖ’cü, cemaatçi olduğunu sanmıyorum. En fazla şöyle bir şey olabilir: Bu tür cihatçı olan bir polisin FETÖ ile ilişkili birileri tarafından yönlendirilmesi falan gibi çok karmaşık bir şey söz konusu olabilir. Ben bu tür konularda genellikle en basitin gerçekleşmesi ihtimalinin çok daha yüksek olduğuna inanırım. Tabii ki komplo teoricileri, hiçbir şey görüldüğü gibi değildir mantığı çok baskın olduğu için benim görüşlerimin çok itibar göreceğini sanmam. Ama benim görüşüme göre bu gerçekten cihatçı gruplarla organik ilişkisi olan, sadece onlara uzaktan bağ hisseden değil organik ilişkisi olan ve belli bir strateji içerisinde bu eyleme gönüllü olarak girmiş ve kendince intikamını Rusya’nın büyükelçisinden, Büyükelçi Karlov’dan almış, o anlamıyla baktığımız zaman bir intihar eylemcisi olarak görüyorum. Ama bu olayın net bir şekilde aydınlanabileceği konusunda çok umutlu olduğumu söyleyemem. Zaten Türkiye’de son dönemde yaşanan hiçbir şeyin, hiçbir hayatî terör saldırısının net bir şekilde, kamuoyunu tatmin edecek şekilde aydınlanmadığını biliyoruz. Tabii bu işin içerisinde Rusya olduğu için burada bir ölçüde ihtimal yükseliyor. Ama yine de çok fazla umutlu olma imkânı yok. Teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.