Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Moskova’da üçlü zirve ve Karlov suikasti

Heinrich Böll Stiftung Derneği'in katkılarıyla

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/299026478″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi akşamlar. Bu hafta Transatlantik’i bir gün değil iki gün öne almak durumunda kaldık. Ömer Taşpınar’la yayın yapıyoruz. Çünkü Gönül Tol hala anne olmayı bekliyor. Herhalde bugün yarın artık olacak. Onun için de biz bugün yapıyoruz, Ömer’le yapıyoruz, Ömer Taşpınar’la. Ömer merhaba.

Selam Ruşen.

Artık herhalde yarın olacak diye bekliyoruz. Kerem’di değil mi?

Evet evet. Bekliyoruz.

Artık bir an önce olsun da Transatlantik ailesine onu da en azından bir ara izleyicilerimize gösteririz. Fotoğraflarıyla başlarız haftaya, sonra da belki ilerleyen zamanlarda şey yaparız.

Ben bir Gönül’le konuşayım bu konuyu, tamam.

Ömer konuşacak çok şey var. Öncelikle suikast var. Burada Rus Büyükelçisi Karlov’un Ankara’da herkesin gözü önünde bir polis memuru tarafından öldürülmesi olayı var. Tüm dünyada herhalde bu en önemli haber olarak oldu ABD dahil. Çok boyutlu bir olay ama, ilk olarak sana şunu söyleyeyim: Orada hakikaten nasıl karşılandı? Bu şoku bizim kadar olmasa bile sizler de ya da Amerikalılar da bir şekilde yaşadı değil mi?

Kesinlikle yaşadı. Bir Rus büyükelçisinin Ankara gibi çok önemli bir merkezde ve bir polis tarafından… Bu şok yarattı. Kendisini koruması gereken bir polis tarafından öldürülmesi, Türkiye’deki zaten Cumartesi günü PKK’nın saldırması sonrasında oluşan bir istihbarat zaafı artı çok ciddi oluşan bir “Acaba anarşiye mi gidiyor Türkiye, nereye gidiyor” sorusunu daha da güçlendirdi. Dolayısıyla zaten PKK’ya yönelik çok ciddi bir tartışma var. “PKK neden batıda, merkezlerde bu kadar güçlendi Türkiye’de” tartışmasına bir de tabi Türkiye’de bu büyükelçinin öldürülmesi ve bunu bir polisin yapması, Türkiye’nin de buna tepki olarak FETÖ’den bahsetmesi, polisin FETÖ’yle bağlantılı olduğuna dair açıklamaların resmi ağızlardan dile getirilmesi bir bakıma ciddi bir şaşkınlık, birazcık da bıkkınlık yarattı. Çünkü FETÖ bağlantısı artık Amerika’da kesinlikle…

Bu kadar insan görevden alınmasına rağmen hala bir suikastçi ve bu suikastçinin FETÖ bağlantılı olduğunun söylenmesi bir bıkkınlık yaratıyor diyordun. Oradan devam etmeye çalış diyelim. İnşallah aksamadan yayınımızı sürdürürüz.

Evet. Yani dolayısıyla o nedenle burada asıl mesele, Washington’da, Türkiye-Rusya ilişkilerini nasıl etkileyeceği, Türkiye’de cihatçı grupların bu kadar güçlenip polisin içine bile girebilmiş olması gibi konular Amerikan medyasında konuşulmaya başlandı. Yani Türkiye-Rusya ilişkileri bundan nasıl etkilenir sorusuna bakmak gerek. Onun cevabı da ertesi gün geldi. Hem Türkiye, hem de Rusya bir bakıma batıyı suçlamaya karar verdiler. “Batı bizim aramızı bozmaya çalışıyor”. Bu bir bakıma bizim şu anda Suriye’de bir çözüme doğru götürürken Amerika’nın masada olmamasının getirdiği bir rahatsızlık olabilir. Ve FETÖ bağlamı da işte biraz Amerika’nın desteklediği bir örgüt olarak bakıldığı için özellikle Türkiye’de, bu tür bir komplovari bakış açısı getirildi. Halbuki ortada çok net bir şekilde Türkiye’nin Rusya’yla olan ilişkilerinin ne kadar sağlam olduğunu görüyoruz bugün geldiği noktada. Eğer bir büyükelçi öldürülüyorsa, Türk polisi tarafından öldürülüyorsa, Türkiye’de bu kadar ciddi bir fiyasko yaşanıyorsa ve bu Moskova tarafından “normal, olur böyle şeyler” olarak geçiştirilip ertesi gün Türkiye, İran ve Rusya masada sanki hiçbir şey olmamış gibi görüşmelere devam edebiliyorlarsa bu gösteriyor ki aslında Batı’ya karşı çok ciddi bir öfke var. Özellikle Ankara’da ve Moskova’da.

Ömer şimdi esas ağırlıklı konumuza sen geçtin. Oradan yürüyelim. Çok ilginç bir mutabakat metni çıktı 8 maddelik. Çok net vurgular var. Her madde o kadar olmasa bile mazı maddeler çok vurgulu. Örneğin toprak bütünlüğüne sahip olan bir Suriye’nin korunması konusunda bir mutabakat var. Rejimle muhalefet arasında Türkiye, İran ve Rusya’nın garantör devlet olarak müzakereler başlatması gibi bir mutabakat var. Bir başka mutabakat da Nusra ve IŞİD’e karşı birlikte mücadele etme mutabakatı. Ve tabi Suriye’nin seküler kimliğine vurgu var, daha ilk maddede. Bütün bunların her biri ayrı ayrı çok önemli maddeler. Önce şunu söyleyeyim: Bu mutabakat metni gerçekleştirilebilir bir metin mi, yoksa dostlar alışverişte görsün olarak kalmaya mahkum bir metin mi?

Şimdi masada Amerika’nın olmayışı, BM’ni olmayışı ve bu anlaşmanın nihayetinde özellikle Suudi Arabistan boyutuna dikkat çekmek istiyorum. Sünni grupların, körfez ülkelerinin, Katar’ın, Suudi Arabistan’ın, muhalefeti destekleyen grupların olmaması bir soru işareti yaratıyor. Çünkü Türkiye son aylarda safını değiştirmiş konumda. Artık Türkiye Rusya’yla beraber hareket ediyor. Rejim konusundaki itirazlarını azalttı. Her ne kadar Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu dün “Hizbullah gibi gruplar da bu anlaşmanın içinde değerlendirilmeli, yani terörizmle mücadele ederken Hizbullah’ın orada oluşu, dışarıdan destek alışından rahatsız oluyoruz” dese de gerek Rus Dışişleri Bakanı Lavrov, gerek İran Dışişleri Bakanı, Hizbullah’ın, PYD’nin, YPG’nin bu gruplar içinde olmadığını, BM’nin kabul ettiği terör örgütlerinden bahsettiklerinin altını çizdi. Yani olay daha çok El Kaide, El Nusra ve IŞİD üzerinden gidiyor, cihatçı gruplar üzerinden gidiyor. Buradaki anlaşma bunlara karşı bir mutabakat. Ve ciddiye alınmalı. Çünkü İran sahada belki Rusya’dan daha da güçlü. Milisleriyle beraber, Hizbullah’la beraber Esad yönetimine, Esad ordusuna asıl desteği İran veriyor. Rusya ise hava desteğiyle etkili bölgede. Dolayısıyla ciddiye alınmalı fakat muhalefetin temsil edilmiyor oluşu Amerika tarafından bir soru işaretine neden oluyor. Muhalefet nerede? Serbest Sünni muhalefet nerede? Bunlar nasıl temsil edilecekler? Türkiye’nin bu kadar Rusya’ya ve İran’a angaje olması da artık Türkiye-Kürt meselesinde çok daha ön planda gidiyor. Rejimin Halep’i almasını kabullendiği gibi rejimin görevde kalacağını da kabullenmiş durumda olarak algılanıyor.

Burada şöyle bir şey var: Muhalefet hususunda biliyorsun şu anda süren bir Fırat Kalkanı operasyonu var. Ve bugün yine bir haber geldi, IŞİD’le çarpışmalar sonucunda El Bab’ta 4 asker şehit oldu. Bugün Cumhurbaşkanı da açıkladı, El Bab’ın artık tamamen TSK desteği altındaki ÖSO’nun denetimine geçtiği yolunda. Yani Türkiye muhalefetin, ÖSO’nun üzerinden belli bir kısmını büyük ölçüde kontrol ediyor ediyor gibi. Hatta Halep’ten çıkarılanların bir kısmının da –Gönül onu ilk söylemişti biliyorsun- ÖSO’ya ve Fırat Kalkanı’na eklemlenmesi gibi olaylar var. Türkiye tek başına cihatçı olmayan, olmadıkları varsayılan muhalefeti bu sürece dahil etmekte yeterli olmayabilir mi?

Bana göre yeterli olmayabilir. Yeterli değil zaten. Çünkü ne derecede ÖSO’nun ve sahada savaşan diğer örgütlerin bu anlaşmaya sadık kalacakları belli değil. Bu anlaşma bir ateşkesi beraberinde tam olarak getiremiyor. Bir bakıma statükoyu resmileştiriyor. Statüko nedir? Halep düştü. Rejim şu anda güçlenmiş durumda. İran istediğini elde etti. Çünkü Hizbullah’ın, milislerin varlığı bir bakıma hem Rusya hem Türkiye tarafından kabullenilmiş durumda. Ve ÖSO konusu, muhalefet konusunda bana göre Türkiye ile bu muhalefet arasında da bir çatlak oluşuyor yavaş yavaş. Çünkü muhalefet bu gidişattan memnun değil. Git gide Amerika’ya kayacak veya radikalleşecek. IŞİD’e kayabilir bir şekilde muhalefet. Veya Trump’ı bekler, Trump gelince acaba yeni bir destek alabilir miyiz diye hareket edebilir. Ama Türkiye’nin şu aşamada masada muhalefeti temsil etmek gibi bir gücü yok. O tür bir meşruiyeti de kalmamış durumda. Çünkü Rusya’ya son derece angaje. Rusya’yla Türkiye arasında bir anlaşma olduğu gayet açık ortada. Ve büyükelçinin öldürülmesi de o açıdan önemli. Çünkü normalde bir büyükelçi öldürüldükten sonra Amerika’nın hesabı şu olabilirdi: Bu bir çatlak yaratabilir mi? Çatlak yaratmadığı ortada. Dolayısıyla Türkiye’yle Rusya’nın son derece stratejik bir şekilde bazı konularda anlaştıkları, özellikle Esad ve Halep konusunda anlaştıkları ortada artık.

Şöyle bir olay var çok net, bakıyoruz. Tarafların, üç tane ülke söz konusu şu anda, Türkiye, Rusya ve İran. Mutabakat metnine bakıyoruz. En fazla oradaki seküler lafı İran’ı rahatsız eder mi? İran’ın çok umurunda olacağını sanmıyorum. Sonuçta mutabakat metnine baktığımız zaman burada Suriye politikası değişen tek taraf Türkiye. İran’ın ve Rusya’nın herhangi bir geri adım atmış olduğuna işaret eden herhangi bir şey yok. Peki Türkiye, bu tabi en altın soru, bu kadar büyük değişiklikler, 180 derece değişiklikler yapıp hala nasıl bir güç olarak kalabiliyor? Bu soru Washington’da da sorulmuyor mu? Türkiye’nin Suriye politikası neredeyse kökten değişti. ama sanki Türkiye başından beri bu politikayı izliyormuş gibi bir havada gidebiliyor. Bu nasıl oluyor?

Türkiye’nin önceliğinin PYD ve Kürt meselesi olduğu aylar öncesinden belliydi. Yani Rusya’yla barıştıktan sonra, Rusya’yla barışma parametreleri Erdoğan’la Putin’in görüşmesinde konuştukları konu Türkiye’nin Fırat Kalkanı operasyonunu yapabilmesiydi. Yapabilmesine yeşil ışık yakıldı. Yeşil ışık yakılması karşılığında da Türkiye pozisyonunu değiştirdi. Hem Esad konusunda, hem Halep konusunda, hem de cihatçı gruplara verdiği destekler konusunda değiştirdi. Yani bir nevi Türkiye ÖSO’yla beraber hareket edecek kıvamına geldi. Ama Amerika’daki tartışmada Türkiye’nin bir bakıma, Amerika angaje olmadıktan sonra bölgeye, Rusya’yla anlaşmak zorunda kaldığı kabul ediliyor. Rusya’yla anlaşmak ne demek Türkiye için? Bir bakıma rejimin varlığını kabullenmek, rejimin gücünü kabullenmek, İran’ın sahadaki durumunu da kabullenmek, bir de Kazakistan süreci başlayacak şimdi, Astana’da ondan bahsediyorlar. Türkiye istiyor ki alternatif bir şeyler geliştirebilelim. Cenevre bir yere gitmiyor, Amerika’yla bir yere gidilmiyor. Buna alternatif olarak Türkiye şimdi kendisi Amerika’nın yokluğunda, Amerika’nın bıraktığı boşlukta mecburen sahadaki aktörlerle çalışmak zorunda. Buna şu açıdan bakmak da mümkün: Bu Amerika açısından da bir fiyasko aslında. Obama yönetimi Suriye’de istediği hiçbir şeyi yapamadı. Esad gidecek dedi, Esad gitmiyor. Halep için direnilecek dedi, Halep düştü. Muhalefete destek vereceğiz dedi, muhalefet dağılmış durumda. Amerika masada değil, BM masada değil. Türkiye, İran ve Rusya anlaşıyor. Obama yönetimi açısından baktığında bu aslında bir hezeyan.

Trump ne yapabilir? Trump bu durumu kabullenir mi, yoksa Rusya’nın ve İran’ın bu kadar güçleniyor olmasından rahatsızlık duyar mı? Tabi bunu söylerken hem Trump’ın hem de yeni Dışişleri Bakanı’nın Putin-severliğini de hatırlayarak konuşmak iyi olabilir.

Şimdi Amerika’da kabine şekillenirken şunu görüyoruz: Ciddi bir ikilem var. Çünkü bir yandan İran’a karşı son derece şahin, sert olabilecek bir Savunma Bakanı var. Bir Ulusal Güvenlik Danışmanı var. Michael Flynn olsun, James Mattis olsun, bunlar İran’a karşı son derece sertler. Rusya konusunda da rezervasyonları var. Rusya’nın İran’la beraber hareket ediyor oluşu nedeniyle Rusya’ya karşı da şüpheli yaklaşıyorlar. Ama Trump’ın Dışişleri Bakanı adayı Exxon Mobil şirketinin, uluslararası petrol şirketinin şu anki CEO’su, direktörü Rusya’yla çok iyi ilişkiler kurmuş, Putin’le özel diyalogu olan, Putin’den hatta Rusya dostluk nişanı almış birisi, Rex Tillerson. Bu kişi Rusya’yla ilişkilerde anahtar adam olacak. Yani Dışişleri Bakanı zaten çok önemli Amerika’da. Dolayısıyla Rex Tillerson’ın Putin’le nasıl bir diyalog içine gireceği, Lavrov’la Amerikan Dışişleri Bakanı olarak nasıl bir diyalog içine gireceği burada bir soru işareti. Bana kalırsa Amerika Rusya’yla suriye konusunda bir anlaşmaya varmak zorunda ve varacak. Ve bu anlaşmanın çok ciddi bir boyutu da Ukrayna olacak. Yani Rusya aslında Ukrayna’da istediklerini elde etmek için Suriye’de şu anda. Rusya’nın oyun planı her zaman için Ukrayna ağırlıklıydı. Ve Ukrayna. Konusunda elini güçlendirmek için suriye’ye girdi. Suriye’de bugün Rusya istediğini elde etmiş durumda. Fakat Suriye’de daha fazla kalmak istemiyor kanımca Putin. Suriye’nin oldukça zor ve masraflı bir macera olduğunun farkında Putin. Dolayısıyla Amerika’yla bir şekilde Suriye konusunda bir anlaşmaya varıp, Suriye’de bir geçiş dönemi yaratıp Ukrayna konusunda anlaşacak. Ukrayna konusunda da Amerika’dan tavizler isteyecek.

Peki Ömer şunu sorayım: Şeyi konuşuruz, Trump ve yeni Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı, bunların hepsi önemli isimler ama bir de Amerika’da çok yerleşmiş bir establishment var. Dışişleri Bakanlığı diye kocaman bir mekanizma var. Savunma Bakanlığı, Pentagon var, ordu var vs. Bunlar tabi ki başkana ve yeni yönetime bağlı çalışıyorlar ama kendilerinin de bir kültürü, siyaseti, yaklaşımları var. Şimdi Rusya’nın bölgede, Suriye’de ama genel olarak da Ortadoğu’da bu kadar güçleniyor olması Trump ve yeni Dışişleri Bakanı ne derse desin, onlar pozitif baksa bile bu kesimleri rahatsız etmez mi? Bunlar bu konuda yeni yönetimi birtakım yerlere çekmek istemeyecekler mi? Yoksa “Ne yapalım, orası zaten zor bir bölge, Rusya’nın denetiminde olsun. Biz de Pasifik’e gidelim, Çin’le uğraşalım” mı diyecekler? Yoksa establishment’tan, Rusya’nın Ortadoğu’da aşırı güçlenmesinden dolayı bir rahatsızlık ve bunun Amerikan politikalarına yansımasını bekleyebilir miyiz?

Establishment dediğimiz Amerikan yapısı, bürokrasisi ve genelde kabul edilen bakış açısının Rusya konusunda rezervasyonları var. Rusya konusunda Amerikan establishment’ı bir bakıma daha gerçekçi bir politika izlenmesini istiyor. Yani Amerika hiçbir zaman Rusya’yla Ukrayna için bir savaşa girilmeyeceğini biliyor. Dolayısıyla Amerika’nın Ukrayna’da bugün Kırım’da elde ettiği başarılı bir şekilde establishment da kabul etmek zorunda kalacak. Amerika bugün Rusya’nın Ortadoğu’da güçlenmesinden şikayetçi. Fakat Ukrayna konusunda kabullenmiş durumda. Ukrayna’nın, bir bakıma Kırım’ın kaybedildiği, Ukrayna’nın da artık NATO’ya girmeyeceği konusunda artık establishment da Trump’la hemfikir olabilir. Fakat establishment’ın Trump’tan ayrıldığı yer, Rusya’yla Suriye konusunda ciddi bir anlaşma yapılması ve İran’ın güçlenmesi. Yani establishment İran’a karşı Rusya’ya karşı olduğundan daha ciddi bir duvar çekilmesini istiyor. Yani İran’dan daha fazla çekiniyor. Rusya’yı bir bakıma daha meşru bir aktör olarak görebiliyor. Fakat Rusya’nın İran’ı güçlendirmesini, İran’ın özellikle Suriye ve Irak’ta bu kadar güçlenmesini istemiyorlar. O nedenle bana göre Putin’den Suriye konusunda yardım isteyecekler. Irak konusunda birazcık yardım isteyecekler. IŞİD’le savaş konusunda yardım isteyecekler. Ama Ukrayna konusunda bir anlaşmaya gidilecek gibi gözüküyor. Buna establishment da yeşil ışık yakacak. Zaten yeni Savunma Bakanı Jim Mattis, yeni Dışişleri Bakanı Rex Tillerson Rusya’yla Ukrayna konusunda anlaşabilecek isimler. Ama İran konusunda dediğim gibi Suriye’de bir yeni denklem isteyecekler. O denklemde de Putin eğer istediklerini verebilirse Amerikalılara, yani İran’ın rolünü birazcık azaltmayı garanti edebilirse yeni bir anlaşmaya gidilebilir.

Ömer son olarak Transatlantik’in son bölümünde birazcık PKK konuşalım istiyorum. Geçen hafta konuşacaktık ama bizden kaynaklanan sorunlar nedeniyle yayın yarım kaldı. Kayseri saldırısı ortada. Çok net bir şekilde yine bir, Beşiktaş’taki saldırının ardından Kayseri saldırısı da yaşandı. Bu PKK’nın kent merkezlerinde, sadece batı metropollerinde değil Kayseri gibi İç Anadolu’nun önemli bir merkezinde de bu tür saldırılar gerçekleştiriyor olması Washington’da nasıl algılanıyor, nasıl yorumlanıyor?

Programın başında Rus büyükelçisinin öldürülmesinden ve bunun FETÖ’yle bağlanmasından konuşuyorduk. Amerika’daki Türkiye imajı aslında git gide bir kaosa sürüklenen, otoriterleşme dışında artık acaba daha yeni bir çatışmaya mı giriyor Türkiye, daha önce görmediğimiz bir şey mi yaşanacak korkusu var Washington’da Türkiye konusunda. Bu daha önce görmediğimiz şey batı metropollerinde çok ciddi Kürt milliyetçiliğinin artması ve PKK’nın TAK denen örgüt üzerinden yeni terör eylemleriyle bir nevi Kürt-Türk çatışmasının batıya sıçraması ve bunun getireceği korku, zararlar. Ne olabilir? Acaba Türkiye batıdan uzaklaşırken kendi içinde çok daha büyük bir kavgaya hatta bir savaşa mı gidiyor korkusu yaratıyor. Çünkü gerçekten artık her hafta yeni terör eylemleri var. Ve Kürt siyasi hareketinin Amerika’da bakıldığında artık gidecek bir yeri yok. Kürtlerin parlamentodaki yeri neredeyse kalmadı gibi bir şey. HDP başkanı Selahattin Demirtaş hapiste. Eş genel başkan hapiste. En büyük şehirlerdeki belediye başkanları hapiste. Dolayısıyla barış süreci yerine yeni bir savaş süreci geldi. Ve Türkiye’de başkanlığa otoriter bir gidiş olarak değerlendiriliyor. Otoriter gidiş olduğu kadar da bir milliyetçi gidiş. Çünkü MHP’yle AK Parti arasında bir koalisyon var bugün Türkiye’de. Ve bu koalisyon Türk-Kürt çatışmasını 90’lı yıllardan çok daha kötü yerlere getirebilir. Ve Türkiye’de artan terörizm bu açıdan çok ciddi bir endişe yaratıyor. Bir sürü konuştuğum akademisyen, düşünce kuruluşlarındaki uzmanlar hatta ismini vermek istemeyen Dışişleri Bakanlığı’ndaki, Savunma Bakanlığı’ndaki Türkiye analistleri “Türkiye’yi kaybediyoruz. Türkiye çok ciddi bir karanlık yere doğru gidiyor” endişesi taşıyorlar.

Peki klasik soru: Trump’ın umurunda olacak mı bu?

Şimdi bu gidişat içinde aynı zamanda Berlin’de IŞİD bir terör saldırısında bulundu. IŞİD’in Avrupa’da güçlendiği ortada. Bölgede güçleniyor. Palmira şehrini Suriye’de IŞİD ele geçirdi. Trump’ın ana gündemi kesinlikle ve kesinlikle IŞİD olacak. Türkiye’deki demokrasi, gidişat umurunda olmayacak. Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan’ın güçleniyor olması veya PKK’yla bir savaş yaşanıyor olması Trump’ın önceliği olmayacak. Trump Türkiye’den “Benim için IŞİD konusunda ne yapabilirsin?” sorusunu soruyor olacak. “IŞİD konusunda savaşmak için Suriye’de bana destek verir misin?” Eğer Kürtler’e destek verilmeyecekse, PYD’ye destek vermeyecekse Trump –ki bence destek vermek istemiyor çünkü Türkiye’yle ilişkilerini iyi tutmak istiyor, Erdoğan’la ilişkilerini iyi tutmak istiyor. Çünkü Türkiye’den IŞİD konusunda destek bekleyecek. IŞİD konusunda hem Rusya’yla anlaşacak, hem Türkiye’yle askeri kara kuvvetleri konusunda yani Suriye’ye asker sokulması konusunda, ve Türkiye güçlerinin IŞİD’le çok daha ciddi savaşması konusunda destek bekleyecek. Eğer bu desteği Türkiye verirse Trump karşılığında Fethullah Gülen’i vermek konusunda bile pazarlıklar yapmaya başlayabilir. Ki elinde değil bence Gülen’i vermek, çünkü bu bir hukuki süreç. Ama bu konuda Türkiye’yi heyecanlandıracak bazı sözler bile verebilir. Karşılığında ama IŞİD konusunda çok ciddi destek isteyecektir. Demokrasi konusundaysa, Türkiye’deki Kürt meselesi, barış süreci gibi konularda sessiz kalacaktır Trump yönetimi.

Ömer istersen burada noktayı koyalım. Başta biraz sorunlu oldu ama daha sonra sesinle –canlı görüntü veremedik- izleyicilerimiz ve sen kusura bakma. Ama bayağı iyi bir yayın oldu. Size şimdiden gözünüz aydın diyorum. Herhalde yarın öbür gün çocuğun haberini, müjdesini de alacağız. Haftaya anladığım kadarıyla seninle devam edeceğiz. Çok teşekkürler Ömer Taşpınar. İzleyicilerimize de teşekkür ediyoruz, iyi akşamlar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.