Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

2016: Berbat bir yılın muhasebesi

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/300190870″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu

Merhaba. 2016 yılını değerlendirmek istiyorum. Başlığa da ‘’berbat’’ dedim zaten. “Berbat bir yılın ardından’’ dedim. Buradan da ne diyeceğim anlaşılıyor. Ancak biraz detaylandırmak gerekir.

Yıl bitmek üzere. Yarın, yılın son günü. Yine kötü haberlerle giriyoruz. Meslektaşım Ahmet Şık’ın İstanbul Adliyesi’ndeki süreci var. Yazılı olarak ifade verdiğini biliyoruz. Kendisine gazetecilik faaliyetleri üzerinden sorular yöneltildiği ve attığı tvitlerden hareketle, geçmişte de hep olduğu gibi, başka gazetecilerin, kendisi hakkında yazdıkları şeylerin, savcılar tarafından kendisine bir suçlama gibi yöneltildiği bir olayla karşı karşıyayız.

“Beş yıl önce de aynı senaryoyu yaşamıştım’’ demiş Ahmet yazılı ifadesinde. Beş yıl önce Türkiye’de başka bir ittifak vardı. Şu anda başka bir ittifak var. O dönemdeki ittifakın önemli bir parçası büyük ölçüde tasfiye olmuş durumda, ama Türkiye’de çok büyük bir değişiklik yok. Varsa da olumlu anlamda bir değişiklik yok, olumsuzluklar giderek artıyor.

2016 yılı, Türkiye’de, temel hak ve özgürlükler konusunda, demokrasi konusunda birtakım kazanımların elimizden sabun gibi kayıp gittiği bir yıl oldu. Giderek bunun daha da kötüye gittiğine tanık olduk. 2017’de bunun tekrar düzelebileceğine dair çok fazla bir ışık yok. Bunun en önemli nedeni, Türkiye’de yaşanan iktidar savaşları; iktidar savaşlarının 15 Temmuz’da iyice şiddetlenip bir askeri darbe girişimine kadar varması ve bu darbe girişiminin ardından da Olağanüstü Hal ilanı. Olağanüstü Hal’in, darbe girişimcileri ile başlayıp, daha sonra siyasi iktidarın hoşlanmadığı, etkisizleştirmeye çalıştığı tüm kişi ve çevrelere, gruplara yönelik olarak kullanılması. Bunu yaşıyoruz.

OHAL kolay kolay kalkacağa benzemiyor. Önümüzdeki yıl, başta Anayasa referandumu olmak üzere önemli şeyler yaşanacak ve bunların hepsinin de OHAL ortamında yaşanma ihtimali kuvvetle muhtemel.

Özgürlükler derken, özellikle düşünce ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü önündeki engeller. Onun ötesinde, girişim özgürlükleri önünde de engeller var. Çok sayıda işyerine el konuldu. Başta devlet memurları olmak üzere, devletin değişik kademelerinde çalışan çok sayıda kişi işinden oldu. Büyük bir operasyon furyası, tasfiye süreci yaşadı Türkiye. Bunların artık kanıksandığını, haber bile olmadığını görüyoruz. Ordudan, polisten, değişik bakanlıklardan, yeni yeni tasfiyeler söz konusu. Ama artık kamuoyu bununla çok fazla ilgilenmiyor.

PKK ve IŞİD saldırıları

Türkiye 2016 yılında çok büyük bir altüst oluş yaşadı. Ve bunun en önemli parçası, ülkenin değişik yerlerinde, özellikle büyükşehirlerde yaşanan terör eylemleri. Bu eylemler, iki ana fail tarafından gerçekleştirildi. Bunlardan birisi PKK, diğeri IŞİD.

PKK özellikle büyük kentlerde sivillerin de çok ciddi şekilde zarar gördüğü, hayatını kaybettiği saldırılarını PKK adıyla değil, TAK adıyla üstlendi. Sonuçta, PKK ya da TAK, ikisinin de aynı olduğunu biliyoruz.

IŞİD de, daha önce sadece Kürt hareketine ve Kürt hareketine yakın kesimlere yönelik saldırılarını 2016’da daha geniş bir alana yaydı. Atatürk Havalimanı saldırısı bu anlamda en önemlilerinden birisi. Gerçekten küresel anlamda etkili bir terör saldırısıydı. Onun dışında, Sultanahmet ve Beyoğlu’nda turistlere yönelik saldırı. Gaziantep’te Emniyet Müdürlüğü’ne yönelik bir saldırı var. Yine Gaziantep’te, Kürt mahallesinde, sokakta yapılan bir düğüne yönelik canlı bomba saldırısı var. Ülkenin dört bir tarafından intihar saldırısı ve terör saldırısı haberleri geldi ve bunların kimin tarafından yapıldığını anlamamız için belli bir zaman geçmesi gerekti. Hiçbir saldırıyı, görür görmez “şu yapmıştır’’ diyemedik. Bu konularda en deneyimli isimler bile, –PKK ve IŞİD birbirine çok benzer yöntemler kullandıkları için– net bir açıklama yapamadı.

Saldırılar hakkında hiçbir şey bilmiyoruz

Yılı daha bitiremeden, bambaşka bir saldırı, Ankara’da Rus Büyükelçisi’ne yönelik suikast düzenlendi. Neredeyse canlı yayınlandı diyebiliriz.. Çünkü kısa bir süre içinde videosu, fotoğrafları, her şey ortaya çıktı. Saldırgan da olay yerinde polis tarafından öldürüldü. Bu olayın kimin tarafından yapıldığı hâlâ net bir şekilde açıklanmış değil. Zaten, kamuoyu Türkiye’de son dönemlerde yapılan terör saldırılarının büyük bir kısmının detaylarına hâkim değil. İlgili makamlar hâkim mi? Adliye hâkim mi? Buna da çok emin değiliz. Çünkü soruşturmaların büyük bir kısmında gizlilik kararı ve yayın yasağı var. Dolayısıyla çok fazla bilgi sahibi değiliz. Ama herhalde faillerin saptanması konusunda önemli gelişmeler olsaydı, bir şekilde yansırdı. Ama çok da fazla olmadı. Genellikle, saldırıyı gerçekleştirenlerle –ki hemen hemen hepsi saldırıyı yapmak için kendilerini öldürüyorlar– onlara bir şekilde destek olmuş birkaç kişinin tutuklanmasından ibaret bir şekilde yapıldı.

Bu saldırılar Türkiye’de 2015 yılında da vardı. 2016’da iyice tırmandı. 2017’de de maalesef yine bu saldırılara maruz kalacağa benziyor. Çünkü Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafya kolay kolay yatışmıyor.

Sorunların anası: Kürt sorunu

Türkiye’nin en önemli sorunu olan, tüm sorunların anası olarak kabul edebileceğimiz Kürt sorunu, çözümden çok uzakta. Dolayısıyla, kötümser bir bakış olacak ama 2017’de terör ve şiddet, 2016’da olduğu kadar, hatta belki de daha sert bir şekilde karşımıza çıkabilir. Bunun en önemli nedenlerinden birisi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Suriye’de hem bir taraftan IŞİD’le çok açık bir şekilde savaşa girişiyor olması, diğer taraftan da Suriye’deki varlığının, Suriye’deki Kürt kantonlarının birleşmesini engellemek olması. Dolayısıyla iki ayrı hedefi var. O iki ayrı hedef, Türk Silahlı Kuvvetleri’yle, dolayısıyla Türk Devleti’yle olan savaşlarını Türkiye topraklarına da taşımak isteyeceklerdir. 2016’da bunu çok yoğun bir şekilde yaptılar.

Türkiye’nin 2016 yılında en büyük kayıplarından bir tanesi, Kürt sorunu konusunda çözüm ihtimallerinin hepsini teker teker budaması, tamamen bitmese de büyük ölçüde yok etmesi. Bu anlamda HDP ve DBP, yani bu bölgedeki belediyelerin, belediye başkanlarının dâhil olduğu Demokratik Bölgeler Partisi ile seçimden üçüncü parti olarak çıkmış Halkların Demokratik Partisi’nin, devlet tarafından ciddi bir şekilde sistem dışına itilmeye çalışılması. Eş Genel Başkanlar başta olmak üzere, çok sayıda HDP milletvekilinin –bu sayı sürekli artıyor– tutuklu olması, birçoğu hakkında soruşturma açılması, dokunulmazlıklarının kaldırılmış olması, İl Belediye başkanlarının neredeyse hepsinin tutuklanması, çok sayıda HDP ve DBP yöneticisinin sürekli yapılan operasyonlarla tutuklanmaları ve bunlara ek olarak, herhangi bir terör saldırısının ardından HDP binalarına yönelik Türkiye’nin değişik yerlerinde yapılan sivil saldırılar. Bütün bunlar, Türkiye’de zaten bitmiş, kapanmış olan çözüm sürecinin bir daha geri dönmesini imkânsızlaştıran hususlar. Ancak Türkiye’nin, Kürt sorununu böyle topyekûn bir savaş konseptiyle çözme ihtimali olmadığını bu konsepti hayata geçirenler de bildiği için, gerçekten önümüzü görmek mümkün değil.

Arada sırada İçişleri Bakanı tarih de vererek –Mart 2017, bunu birkaç kere vurguladı– PKK’ya karşı çok büyük bir tasfiyenin yapılacağını esrarengiz bir şekilde söylüyor. Bunun olabilme ihtimali olsaydı daha önceki yıllarda, farklı yönetimlerde, mesela Tansu Çiller döneminde, çok az da olsa böyle bir tasfiye ihtimali vardı. Ama bu gelinen noktada, bölgede, İran’da, Irak’ta, Suriye’de ve Türkiye’de çok ciddi bir şekilde kök salmış olan bir örgütün kısa sürede tasfiye iddiası çok inandırıcı gelmiyor.

Erdoğan-Bahçeli yakınlaşması

Türkiye’deki en önemli gelişme, AKP-MHP yakınlaşması. Bunun da zemini Kürt sorunu üzerinden oldu. Daha doğrusu, Kürt sorununun barışçıl çözümünün inkârı temelinde oldu. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, AKP iktidarına ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı en temel itiraz noktası çözüm süreciydi. Bu ortadan kalktıktan sonra büyük bir yakınlaşma oldu. Birlikte birçok aşamayı geçtiler. 15 Temmuz darbe girişimi bu süreci daha da hızlandırdı. Ve bugün birlikte adı Cumhurbaşkanlığı olan bir Başkanlık sistemini getirmek üzereler. Bu noktada, CHP’nin her aşamada son derece etkisiz kalması, muhalefet yapmakta zorlanması, kimi zaman muhalif pozisyonunu sertleştirdiği durumlarda, kendisinin HDP ile yan yana düşme endişesi. CHP bütün bunlarda etkisiz kalınca, HDP’nin de sistem dışına itilme çabalarıyla, şu anda Türkiye’de ciddi bir muhalefet olmadığını görüyoruz. Ülkede siyasi anlamda güçlü ve etkili bir muhalefet olmadığı için, siyasi iktidar da çok rahat bir şekilde medyada son kalan kırıntıları da tasfiye etmek, medyanın dışına itmek ya da gerekirse özgürlüklerini elinden almak gibi uygulamaları yapabiliyor.

Batı’nın kayıtsızlığı

Türkiye’nin hak ve özgürlükler konusunda iyice geriye düşmesinin ve kazanımların teker teker elimizden kayıp gitmesinin en önemli nedenlerinden birisi, uluslararası toplumun bir nevi garantörlüğünü yitirmiş olmamız. Bu yaşanan süreçle birlikte, Türkiye AB sürecinden de büyük ölçüde koptu. Avrupa da, Türkiye’yi bu sürecin içerisinde tutmak konusunda ciddi bir kaygı içerisinde gözükmüyor. Kaldı ki Avrupa’nın kendi içerisinde de çok ciddi sorunlar var.

Öte yandan ABD, olayı tamamen bir strateji üzerinden kurguladığı için, Türkiye’deki demokrasi, hak ve özgürlük savunucuları, hak ve özgürlükler konusunda yaşanan ihlaller karşısında yalnız kaldı ve etkisizleşmeye başladı. Mahkeme önlerinde sürekli olarak bir şeylere itiraz etmekten, kendini tekrarlayan ve bir anlamda çaresizleşen bir demokrasi mücadelesinden söz edebiliriz. Bir şeyleri değiştirebilme gücünün olamadığını maalesef gördük.

Avrupa demişken, bu yılın en önemli olayı, İngiltere’nin, bir halk oylamasıyla Avrupa Birliği’nden çıkma kararı almasıydı. Henüz çıkma gerçekleşmedi, önümüzdeki dönemde gerçekleşecek. Ama Brexit denilen olayın –İngiltere’nin AB’den çıkma kararı almasının– ne kadar önemli bir gelişme olduğunu zaman içerisinde çok daha fazla göreceğiz. Bu, kurulmuş olan birçok sistemi ve yapıyı altüst etmeye aday bir olay. Bundan Türkiye’nin de birincil derecede etkilenmesi kaçınılmaz.

Post-truth dönemi

Dünyadaki bir diğer önemli olay, Trump’ın seçilmesiydi. Birçok kişi, Hillary Clinton’un seçimi açık ara farkla kazanacağını söylerken, Trump oyların çoğunu almasa bile, seçici delegelerin çoğunu kazanarak başkanlığa oturdu. Daha gelmeden, kampanyası sürecinde ve seçildikten sonra yaptığı açıklamalarla ABD’yi yepyeni bir yere taşıma işaretlerini veriyor.

Trump söylediklerini ne derecede gerçekleştirir ya da gerçekleştirmez bilinmiyor ama şunu söylemek lazım. Gerek İngiltere’de Brexit oylaması, gerekse ABD’de Trump’ın seçilmesi, bize çok net bir şeyleri gösterdi — ki Türkiye de bundan hiç uzakta değil. Bu da, sağ popülist hareketlerin güçlenmesi. Sağ popülist hareketlerin genellikle ağır bir şekilde gerçeklerle kafalarına göre oynaması, gerçekleri çarpıtması ve bunlarla insanları seferber edebilmeleri, kendi etraflarına çekebilmeleri. Oxford Dictionaries, 2016 yılının kelimesi olarak ’post truth’ yani ‘hakikat sonrası’, terimini seçti. Gerçekten de, doğrunun, hakikatin, sahici olanın nasıl deforme edildiğini Trump’ı ya da Brexit’i savunanların, kampanyalar süresince söylediklerine baktığımızda görüyoruz. Yapılan araştırmalara göre, bu kişilerin söylediklerinin birçoğu yalan. Ama öyle yalanlar ki kanıtlamaya çalıştığınız zaman, o yalanlara inananları etkilemeniz mümkün olmuyor.

Türkiye de bunu 2016’da çok net bir şekilde yaşadı. Türkiye’de de gerçekler çok kolay bir şekilde yönlendiriliyor. Zaten medya artık büyük ölçüde siyasi iktidarın denetiminde. Siyasi iktidarın denetimi dışında kalan medyanın etkisi çok az. Sosyal medya üzerinde de, hem bir taraftan hukuki baskı var, internet yavaşlatmalar, birtakım sosyal medya sitelerine erişim engelleri gibi. Bir de, buralara organize bir şekilde yerleştirilen troller. Bunlarla birlikte, vatandaşın elindeki en önemli özgür haber ve yorum akışını sağlayan sosyal medya üzerinde de çok büyük bir kuşatma olduğunu görüyoruz. Mesela, savcılar Ahmet Şık gibi bir gazeteciyi sosyal medya paylaşımlarına dayanarak suçluyor. Bu ne demektir? Sosyal medyayı kafanıza göre kullanamazsınız demektir. Zaten insanların yazabilecekleri çok fazla bir yer kalmadı. Bu tür sosyal medya imkânları da ellerinden alınmak isteniyor. Ama o ‘post truth- hakikat sonrası’ çağının aktörleri bu alanları gönüllerince kullanabiliyorlar ve tabii ki başlarına hiçbir şey gelmiyor. Bu anlamda çok acı tecrübeler yaşanıyor Türkiye’de. Sosyal medya paylaşımları yüzünden binlerce kişinin kovuşturmaya uğradığına dair ciddi rakamlar var. Tutuklananlar var, gözaltına alınanlar var, yargılananlar var. Bunun örneklerini biliyoruz.

IŞİD’e IŞİD diyememek

2016’da Türkiye ve dünyada en fazla öne çıkan olgulardan birisi de IŞİD. Türkiye’de yetkililer, IŞİD’i IŞİD olarak kullanmıyorlar. DEAŞ diyorlar.

Eski adının Arapçadaki kısaltmasının okunuşunu, sanki bir anonim şirketmiş gibi çevirip DEAŞ diyorlar. Değişik yayınlarda da bunu dile getirdik, Türkiye uzun bir süre bu konuyla yüzleşmek istemedi. Ancak son Fırat Kalkanı operasyonuyla beraber, özellikle El-Bab aşamasında bu konuyla mecburen yüzleşmek zorunda kaldı ve IŞİD’le çatışmalar ilk defa ciddiye bindi. Ve şimdi, bugünden hareketle bakarak, Türkiye’de devletin IŞİD’le yeterince mücadele etmediği yolundaki her türlü iddianın asılsız olduğu söyleniyor. Bugün yaşanan çatışmalar, dün yaşanmayan çatışmaların üstünü örtemiyor. Türkiye’de, özellikle IŞİD’in gerçekleştirdiği Suruç, Ankara gibi katliamların ardından ne kamuoyunda ne de devlette IŞİD konusunda çok yoğun bir seferberlik gözlemedik. Buna karşılık, Batı dünyası IŞİD konusunda çok kaygılı. Çünkü IŞİD doğrudan kendisini hedef alıyor. Doğrudan örgütlü saldırılar gerçekleştiriyor. Bazen de, tek kişinin gerçekleştirdiği –en son Berlin ve ABD’deki saldırılar gibi– birtakım saldırılar, doğrudan IŞİD’le alâkalı olup olmadığı belli olmamakla birlikte, IŞİD tarafından alkışlanıyor ve üstleniyor. Dolayısıyla, şu anda Batı dünyasının önünde IŞİD diye bir dert var ve Batı dünyası, –özellikle Trump da bunu dillendiriyor– IŞİD’i bir şekilde defetmek istiyor. Ama büyük ölçüde kendi başından defetmek istiyor. IŞİD’in bizim coğrafyamızda kalıp Batı’ya uzanmaması durumunda, IŞİD’le çok fazla uğraşacaklarını sanmıyorum.

2017’de en çok sorulacak sorulardan bir tanesinin, “IŞİD yenilir mi, IŞİD yok edilir mi?” sorusu olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ama bu soruyu soranların büyük bir kısmı, cevabın “hayır” olduğunu biliyordur. Çünkü IŞİD, birtakım örgütlerin adlarının değişimiyle bugüne gelmiş bir yapı. Bugün yok olursa, yarın öbür gün, başka isimlerle, daha şiddetli, terörü daha fazla öne çıkartan yapıların ortaya çıkması çok mümkün. Çünkü IŞİD, çok karmaşık bir dinî, kültürel, sosyal, stratejik, politik atmosferden ziyade, birbiriyle çelişkili durumlardan istifade ederek güçlenen, ortaya çıkan bir yapı. Bu olayın ilk ortaya çıkışında Irak işgali önemli bir rol oynuyor. Daha sonra güçlenmesi ve sıçrama yapmasında Suriye’deki iç savaş önemli bir rol oynuyor. Bunun ötesinde, dünyanın dört bir tarafında, kimisi İslamiyet’i daha yeni benimsemiş olan birçok insanın, IŞİD’e katılmak için neredeyse birbirlerini çiğnercesine, Irak’a ve Suriye’ye, Rakka’ya ve Musul’a akmalarında da farklı farklı faktörler rol oynuyor. Bu faktörlerin çoğu da aslında çok kronik sorunlar. Dünya, özellikle kapitalist sistem, bunların çözümü konusunda hiçbir iddiaya sahip değil. Globalleşme uzun bir süre dünya nimetlerini yedi belki. Ama şimdi, 2016’da globalleşmenin dezavantajları, globalleşmenin mağduriyetleriyle beraber ortaya çıkan değişik tepkiler var. IŞİD’i de bunların en önemlilerinden birisi olarak sayabiliriz. Dünyanın, globalleşmenin sorunlarını çözmek konusunda ciddi bir formülü yok.

İkinci soğuk savaş ihtimali

2016’nın giderayak, dünyaya bırakacağı, 2017’ye bırakacağı en önemli miraslardan birisi de, ikinci bir soğuk savaşın çıkma ihtimali. Dün gece yaşanan –Türkiye saati ile dün gece, ABD’de öyle değildi– Rus diplomatların ABD’den sınır dışı edilmesi ve bugün de, Rusya’dan, 35 Amerikalıyı sınır dışı etme kararı. Bu olay, soğuk savaşın bitmesinden sonra dünyanın içine girdiği düşünülen tek-kutupluluktan, tekrar çift-kutupluluğa doğru evrilme ihtimalini gösteriyor. Her ne kadar Trump Rusya’ya ve Putin’e yakın gözükse de, yani 20 Ocak’tan itibaren Obama’nın giderayak yaptığından farklı bir şey yapma ihtimali masada olsa da, yine de bu yeni “çok-kutupluluk” gelişmesinin 2017’nin temel tartışmalarından birisi olacağını kabul etmek lazım.

Burada bizi ilgilendiren en önemli husus; geçen Soğuk Savaş’ta ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı bir tür ileri karakolu olan Türkiye, NATO’da bu konuda gerçekten çok önemli bir rol üstlenmiş olan Türkiye, muhtemel bir ikinci Soğuk Savaş’ın eşiğinde, Rusya’yla ittifak halinde, ABD ile sorunlu görünüyor. En son El-Bab olayında biliyoruz, bugün Türk Silahlı Kuvvetleri’nden yapılan açıklamada, Rus uçaklarının El-Bab’da IŞİD hedeflerini bombaladığını söylüyor. Buna karşılık ABD, El-Bab’da istenen hava desteğini vermediği için, yetkili ağızlar tarafından, Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı sözcüsü, Başbakan, Dışişleri Bakanı tarafından çok sert bir şekilde eleştiriliyor. Eğer bir soğuk savaş eşiğindeysek, –olup olmayacağı şu anda belli değil tabii, Trump’la netleşecek bu– Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu pozisyon Rusya’ya yakın, ABD’ye mesafeli. Bu çok ilginç bir durum, çünkü Türkiye 2016’ya, düşürülen uçak nedeniyle Rusya’yla neredeyse bir savaş halinde girmişti. Türkiye’de siyasi iktidar Rusya’ya uzun bir süre meydan okumanın primini yaptı. Ama daha sonra, özür dilemekle beraber, şu anda Rusya’yla yakınlaşmanın primlerini topluyor.

Dün, en büyük Rusya-karşıtı olan siyasi iktidara yakın kişiler, bugün, Rusya ile ilgili çok olumlu, çok müspet şeyler söylüyorlar. Bu arada, İran’la olan zıtlaşma, en son Suriye’deki yakınlaşma ile beraber büyük ölçüde azalmış durumda. Türkiye’nin dış politikası, özellikle bölgeye yönelik politikası 2016 yılında kademe kademe değişti. Bu açıdan bakılınca, Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlık görevinden neden azledildiği daha iyi anlaşılıyor. Tabii ki Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu kararlarına açık bir şekilde direnebilecek birisi değildi. Ama yine de, bu politikaların ki, yanlış olduğu dönülmesinden anlaşılıyor, bu politikaların büyük bir çoğunluğunun mimarı olarak, bazı şeylerde ısrar etmesi söz konusu olabilirdi.

Türkiye bir Rusya karşıtı olarak girdiği 2016’dan şimdi bir Rusya dostu olarak çıkıyor. Bu da çok önemli ve büyük bir değişim. Kamuoyu, bunun ne kadar önemli olduğunu şu aşamada göremeyebilir ama Türkiye’nin, NATO’nun en önemli unsurlarından birisi olduğu, Türk Savunma Sistemi’nin büyük ölçüde NATO’yla alâkalı olduğu bilindiğinde, işin rengi daha da anlaşılır.

Cemaat’in Türkiye’ye kötülükleri

Türk Silahlı Kuvvetleri demişken, konuyu 15 Temmuz’la noktalayalım. 15 Temmuz darbe girişimi, gerçekten Fethullah Gülen Cemaati’nin Türkiye’ye yaptığı, en son, en büyük kötülüklerden birisi olarak kayda geçti. Bereket, başarılı olmadı. Türkiye şu anda, 15 Temmuz öncesinden daha iyi bir durumda değil, çok daha kötü bir durumda. Ama şuna eminim, 15 Temmuz’da Fethullah Gülen amacına ulaşmış olsaydı, çok daha büyük felaketlerle karşı karşıya olacaktık. Bereket, Türkiye bunu atlattı. Fethullah Gülen Cemaati’nin Türkiye’ye yaptığı en büyük kötülüklerden birisi, Türkiye’deki demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin önüne çıkarılan engeller için çok ciddi bir zemini Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hediye etmiş olmasıdır. Bu anlamda da yaptıklarının vebali çok büyüktür. Türkiye’ye çok büyük bir kötülük yaptı, yapmaya da devam ediyor. Kendileri bunun bedelini bir şekilde ödüyor olabilirler, ama bu kolay kolay ödenecek bir fatura değil.

Türkiye’nin bir şekilde, 2017’de bütün bu sorunları, demokrasi üzerinden, temel hak ve özgürlükleri güçlendirerek, güçlü ve çoğulcu bir demokrasiyle çıkma ihtimali, maalesef şu aşamada gözükmüyor. Dolayısıyla berbat bir yıldan çıkıyoruz, hiç umut vermeyen bir yıla giriyoruz. Ama her zaman, insanın olduğu her yerde hep bir umut vardır. O anlamda da, 2017’nin, Türkiye’ye öncelikle barış, daha özgür, daha müreffeh bir yıl ve mutluluk getirmesini, dünyanın da, içine girdiği kötü gidişattan sıyrılmasını temenni ederim. Ama bu bir temenni. Yine de iyi şeyler dilemenin bir sakıncası yok. Hepinize iyi yıllar.

Medyascope olarak biz de 2016’da çok zor bir sınav verdik. Umarım izleyicilerimizi, takipçilerimizi memnun etmiş ve beklentilerinizi yerine getirmişizdir. 2017’de izleyicilerimizi daha fazla memnun etme vaadiyle noktayı koyalım. İyi yıllar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.