Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Suriye ateşkesi & Yeni Soğuk Savaş mı?

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/300216292″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

 

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

 

Merhaba. 2016’nın son Transatlantik’i ile karşınızdayız. Bu hafta da sadece Ömer Taşpınar olacak. Çünkü malum Gönül Tol yeni anne oldu. Bir müddet onu dinlendiriyoruz. Sadece babayla Transatlantik’i yüzdürmeye devam ediyoruz. Ömer merhaba.

 

Merhaba Ruşen, iyi yayınlar.

 

Nasıl gidiyor babalık? Dünya işleri kötü, bari insanın aile hayatının iyi olması iyi. Her şeyi değiştirdi değil mi evde?

 

Tabii. Yeni bir düzen kuruluyor.

 

Kerem’in fotoğrafını bir görelim. İzleyiciler de merak ediyordur. Ben Twitter’da paylaştım ama. Kerem bu. Allah analı babalı büyütsün diyelim. Evet umarım o annesi ve babası gibi analist falan olmaz da normal işlerle uğraşır, hayatını yaşar.

 

İnşallah.

 

Biz bir şeye düştük çıkamıyoruz. Evet Ömer, çok konu var konuşacak. 2016’nın kapanışı da çok sert oluyor. Öncelikle en sıcak olaydan başlayalım. Sizin oradan 3 gün içerisinde kapı dışarı edilecek olan Rus diplomat. Dilime sanki Sovyet diplomatı gibi geliyor. Yeni bir Soğuk Savaş mı? Casusluk muhabbetleri ne zamandır olmuyordu. Olay malum, Amerikan seçimlerini manipüle ettikleri, siber ataklarla, saldırılarla manipüle ettikleri iddiasıyla 35 Rus diplomatın sınır dışı edilmesi kararı, aynı zamanda Rus şirketlerinin kapatılması vs. Bayağı büyük bir atak yaptı Washington, Başkan Obama. Bir anlatsana tam olarak ne oluyor?

 

Burada aslında ilginç bir ironi de var. Obama göreve geldiğinde, 2008 yılında Rusya’yla Hillary Clinton, Obama yönetiminin Dışişleri Bakanı olarak reset denilen bir yeniden başlangıç yapmıştı. Ve ilişkilerde bir bahar yaşanmıştı 2008 yılında. Nitekim bu iyi giden ilişkiler İran nükleer anlaşmasına kadar devam etti. Rusya’yla Amerika belirli bir paralel çizgide çalışmaya devam etti. Fakat Suriye nedeniyle gerçekten artık beraber çalışmanın sınırları, hele Amerika Rusya’nın Suriye’ye direkt olarak askeri müdahale yaptığını görünce çok daha gergin bir döneme girmişti zaten. Fakat bardağı taşıran son damla, senin de söylediğin gibi 2016 seçimlerinde Rusya’nın Demokrat Parti’nin e-maillerine girerek bir hackleme olayına karışması ve hatta bazı seçimlerde daha ciddi müdahalelerde bulunması nedeniyle ciddi bir espiyonaj meselesine döndü. Ve Obama’nın bu tip bir misillemeye gireceği giderayak biliniyordu. Zira CIA’in elinde çok ciddi deliller vardı. Bunun direkt olarak Kremlin tarafından, hatta askerî yetkililer tarafından, Rus Savunma Bakanlığı tarafından sponsor edildiği yönünde. Dolayısıyla bu bekleniyordu. Fakat bu kadar geniş çerçevede yapılacağı beklenmiyordu. 35 diplomatın olacağı, aynı zamanda ekonomik yaptırımların artırılacağı ve Amerika’nın bu derecede Soğuk Savaş’ı hatırlatacak nitelikte misilleme yapacağı beklenmiyordu. Bir bakıma bu Trump’ın da Rusya’ya bakışına önceden establishment’ın verdiği cevap olarak görülebilir. Çünkü CIA oldukça rahatsız Trump’ın seçimlerinden, Trump’ın kullandığı Putin’le ilgili dilden. Trump’a verilen istihbarat çok önemli. Trump bu istihbaratı çok ciddiye almıyor. Geçenlerde, bundan iki hafta önce zannediyorum, “Her gün aldığım istihbarat beni sıkıyor, ben artık her gün istihbarat almak istemiyorum, zaten tekrar ediyorlar her şeyi bana, ben akıllı bir insanım, kendi kendime de görüyorum” diyerek CIA’i bir bakıma zor duruma düşürmüştü. Bu Trump’ın da işini zorlaştıracak Rusya konusunda.

 

Burada şimdi tam bunu söylerken, Putin’in açıklaması düştü bugün biliyorsun. Önce dendi ki: “İlk açıklamalar misilleme olacak.” Aynı şekilde 35 diplomatın sınır dışı edileceği söylendi vs. Ama Putin bugün çok ilginç bir açıklama yaptı. Dedi ki: “Biz kimseyi sınır dışı etmeyeceğiz. Trump’ı bekliyoruz. Trump’ın Rus-Amerikan ilişkilerinin geliştirilmesi yolunda bizim atacağımız adımlara ne cevap vereceğine bakacağız” dedi. Hatta esprili bir şey var. Bütün Rusya’daki Amerikalı diplomatların çocuklarını Kremlin’de Noel ağacının etrafında yeni yıla girmeye davet etti. Yani tam bir, Washington’ın yaptığının tam zıttı bir şey yaptı. Bu tabii çok esprili, sembolik vs. ama, burada ne görüyorsun sen? Hakikaten Putin Trump’la birlikte çalışabileceğine gerçekten inanıyor mu? Yoksa böyle bir şey mi yapıyor, inanmıyor ama yine de bir hamle mi yapıyor?

 

İnanmasa zaten Kremlin bu kadar ciddi şekilde Amerikan seçimlerine müdahale etmezdi. Hillary Clinton’ın işini zorlaştırdı Kremlin. Demokrat Parti’nin e-maillerine girerek Trump’ı güçlendirdi. Trump’ın her zaman için Moskova tarafından tercih edilen aday olduğu en başından belliydi. Dolayısıyla şu anda Trump’a oynuyor diyebiliriz Putin. Trump’tan da çok aslında Rex Tillerson’a oynuyor. Rex Tillerson Dışişleri Bakanı adayı. Eğer Kongre’den onay alırsa, konfirme edilirse belki de Amerikan tarihinde ilk kez Rusya’dan dostluk nişanı almış bir bakan olacak, dışişleri bakanı. Kendisi Exxon Mobil’in –milyarlarca dolar Rusya’da yatırımı olan bir şirketin– CEO’su. Dolayısıyla aslında Putin son derece zekice, stratejik bir hamleyle Rex Tillerson’ın ve Trump’ın elini güçlendiriyor misilleme yapmayarak. Zamana yayıyor bu olayı. Muhtemelen zaman içinde eğer istediği hamleler gelmezse Trump’tan, Trump’la belli kutuplaşmalar başlarsa Soğuk Savaş’vari, o zaman misilleme yapabilir. Fakat şu aşamada bana göre Kremlin zekice bir hamleyle soğukkanlılığını koruyor. Ve Rusya’nın elinde de belli kozlar var oynayabileceği. Bu iki ülke de birbirine karşı geleneksel espiyonaj yapan ülkeler. Sadece siber-savaş üzerinden gitmiyor. Bu sınır-dışı edilen Rus diplomatların önemli bir kısmı geleneksel espiyonaj yapan isimler. Dolayısıyla Amerika’nın da aynı şekilde geleneksel espiyonaj yapan isimleri var Amerikan Büyükelçiliği’nde çalışan Moskova’da. O tür isimleri sınır-dışı edebilir Moskova. Kendisi dolayısıyla zamana yaymaya karar verdi. Ve akıllıca bir hamle bence.

 

Ömer şimdi birazdan Suriye’yi konuşacağız. Ve orada Suriye’de ve genel olarak Ortadoğu’da artan Rusya nüfuzu var. Çok ciddi bir şekilde riskli bir şey yaptı, Suriye’ye askerî olarak da müdahil oldu. Ve yatırımının karşılığını alıyor gözüküyor. Şu anda belki de tek oyun kurucu gibi gözüküyor. Bu çok erken bir soru olabilir ama, Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra tek-kutuplu dünyaya geçildiği söyleniyordu. Ve Rusya’nın artık eski Sovyetler’in devamı olamayacağı söyleniyordu. Şimdi yeniden bu aşamada çok-kutupluluğa doğru bir gidiş görüyor musun sen? Yoksa bu abartılı mı olur?

 

Çok-kutupluluk kanımca doğru kelime. Çünkü Soğuk Savaş dönemindeki gibi iki-kutuplu bir dünya yok. Zira Çin’in çok ciddi olarak yükseldiği bir dünyadayız. En azından üç-kutuplu bir dünya olabilir bu. Amerika’nın, Rusya’nın ve Çin’in baş at gittiği bir dünya olabilir. Amerika-Rusya ilişkilerinde belirli bir tezat söz konusu. Çünkü Trump Rusya’yla iyi ilişkiler içinde olmak istiyor. Dolayısıyla Sovyetler Birliği döneminde olduğu gibi böyle ciddi bir nükleer yarış beklemiyordu kimse. Fakat Trump tezatlar adamı. Aynı zamanda geçen hafta bir tweet attı. Dedi ki “Nükleer açıdan son derece güçlü olmalıyız. Gerekirse biz nükleer yarışı kazanabiliriz. Nükleerde durmak yok” diye bir tweet attı. Ve bütün ülke birdenbire “Acaba Rusya’yla bir nükleer yarışa tekrar mı giriyor Amerika?” sorusunu sordu. Burada da Trump bir bakıma şunu elde etmiş oldu: Herkese “Ben sizin zannettiğiniz kadar saf birisi değilim. Amerika’nın askerî açıdan, nükleer açıdan güçlü olması benim için çok önemli. Gerekirse Rusya’yla tekrar bir nükleer yarışa girebilirim” mesajı vermiş oldu. Bu açıdan bakınca da aslında Soğuk Savaş’ı andırır belirli dinamikler oluşabilir. Kanımca her şey Trump iktidara geldikten sonra nasıl gelişmeler olacağına bağlı. Ve benim yaptığım analiz her zaman şu: Trump yönetimi Rusya’nın belirli bir etki alanı kurmasına sıcak bakacaktır. Yani Rusya’nın, NATO’nun genişlemesine karşı Baltıklarda, Doğu Avrupa’da, Balkanlar’da, Karadeniz’de ve Kafkaslarda rahatsız olmasını anlayışla karşılayan bir Trump yönetimi olacak. Geçenlerde Kissinger –ki Kissinger çok önemli bir establishment ismi– Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesini meşru görmek lazım dedi. Yani Kırım’ın Rusya’nın eline geçmesi, Ukrayna’nın Rusya’nın etki alanına girmesi, Ukrayna’nın NATO’ya girmemesi, zaman içinde Baltıklar üzerinde Rusya’nın etkisini arttırması Trump yönetimi tarafından kabul edilebilir hale gelecektir gibi geliyor bana. Yani buna Pentagon da çok karşı çıkmayabilir. Kırmızı çizgiyi daha çok Polonya üzerinden, belki Romanya üzerinden, Balkanlar üzerinden çekecekler. Ama Ukrayna zaten NATO’ya üye olamayacak gibi geliyor. Gürcistan çok önemli. Bütün bunlarda Rusya bir etki alanı kazanacak. Eski Soğuk Savaş dönemi gibi bir yapıda Rusya’nın ağırlığını hissedeceğiz.

 

Peki Türkiye ne olacak Ömer? Şu anda Türkiye mesela an itibariyle Rusya’yla müttefik, Amerika’yla sorunlu gözüküyor.

 

Evet. Şimdi Türkiye’nin Ortadoğu dinamiklerine bağlı olarak değerlendirme yapması gerekiyor. Türkiye niye Rusya’ya yanaşıyor, onu sormak gerekiyor. Amerika’da da bu soru soruluyor. Ve bunun en basit nedeni Türkiye’nin Amerika’yla yaşadığı Kürt meselesindeki sorun. Yani Amerika’nın PYD’ye destek vermiş olması, Suriye’deki Kürtlere destek vermiş olması Türk-Amerikan stratejik ortaklığına çok ciddi bir darbe vurdu. Çünkü Türkiye’nin ölümcül bir tehdit olarak gördüğü PKK’nın uzantısı PYD’ye Amerika askerî destek yapıyor. Her ne kadar yapmıyoruz dese de, bunu Suriye Demokratik Güçleri’ne veriyoruz dese de aslında herkes biliyor ki Suriye Demokratik Güçleri denen yapı YPG ve Kürtlerden oluşuyor ağırlıklı olarak. Dolayısıyla bu Türk-Amerikan stratejik ortaklığına ölümcül olmasa da çok ciddi bir darbe vurdu. Bunun üzerine bir de Fethullah Gülen’in Amerika’da olmasını eklemek gerekiyor. Bu da çok ciddi bir mesele Türkiye açısından, özellikle AKP açısından bir ölüm-kalım meselesine döndü 15 Temmuz darbesinden sonra. Bu iki alanda da, Türkiye’nin ölümcül tehdit olarak gördüğü PKK ve Cemaat, FETÖ, neyse adı, bu tür meselelerde Amerika denklemin yanlış tarafında. Dolayısıyla Türkiye Rusya’ya bu açıdan yanaşmış oldu. Bir de Türkiye’nin geleneksel olarak zaten İran’la ve Rusya’yla iyi geçinme refleksi var. Bunlar güçlü komşuları Türkiye’nin. Türkiye bazı komşularıyla arayı bozma lüksüne sahip. Mesela Suriye’yle arayı bozabilir. Yunanistan’la arayı bozabilir. Bulgaristan’la, Ermenistan’la arasını bozabilir. Ama İran ve Rusya’yla kolay kolay Türkiye arasını bozma lüksüne sahip değil. Dolayısıyla bu açıdan baktığımızda Türkiye kendini Suriye’deki dinamikler açısından da daha çok İran ve Rusya yörüngesine oturttu. Ve NATO’ya da biraz sırtını dayayarak, NATO üyeliğinin de getirdiği lüksle Rusya’yla bir bakıma yatağa girebiliyor. Ama NATO da koruyor Türkiye’yi. Yani NATO üyeliği sayesinde bazı şeyleri riske edebiliyor. Yani Rusya’nın da Türkiye’yi ciddiye almasının önemli bir nedeni Türkiye’nin NATO üyesi olması. Yani bir NATO ülkesiyle oturup konuşuyor ve NATO içinde bir çatlak yaratabiliyor. Bu açıdan Türkiye’nin politikası aslında bir bağlantısız ülke politikasına dönüşüyor yavaş yavaş. Her ne kadar NATO üyesi olsa da kendi çıkarları üzerinden giden, Çin’le, Rusya’yla, zamanında Fransa’da De Gaulle’ün yaptığı gibi… De Gaulle de NATO içinde kalmıştı, ama siyasi yapısında kalıp askerî yapısından çıkmıştı 60’lı yıllarda. Ve kendi dış politikasını uygulamıştı De Gaulle hatırlarsan. Türkiye de bana göre bu açıdan kendi dış politikasını daha bağımsız, daha milliyetçi bir dış politika izliyor. Bu açıdan da NATO’ya sırtını dayıyor diyebiliriz.

 

Peki NATO buna izin verir mi? Ya da o zamanın Fransa’sı ve De Gaulle’ü kadar güçlü bir Türkiye var mı NATO’nun gözünde?

 

Hayır yok. (…) Kendi ekonomisiyle ayakta durabilecek bir Türkiye yok. Türkiye bana göre çok yakında ciddi bir ekonomik krize girerek tekrar eski günlerdeki gibi IMF’e muhtaç bir hale bile gelebilir. Uzun dönemden bahsediyorum. Askerî açıdan baktığımızda içeride müthiş çalkantılar yaşayan, darbe yaşayan bir ülke. Daha da önemlisi Müslüman bir ülke. Dolayısıyla Türkiye böyle bağlantısız, milliyetçi politikalar izlediğinde İslamcı veya yeni-Osmanlıcı olarak görülüyor. Ve yanlış değerlendirmelere neden oluyor. Fakat Türkiye’nin şu açıdan bir avantajı var Fransa’ya göre. Ve o açıdan NATO için vazgeçilmez bir ülke: Fransa’dan daha ciddi bir jeostratejik öneme sahip. Yani Fransa’dan çok daha önemli bir bölgede. Rusya’yla sınırı var. Ukrayna’nın güney komşusu. En önemlisi Suriye, İran ve Irak’la komşu bir NATO ülkesi. İncirlik Üssü NATO açısından çok önemli bir üs. Bu nedenlerle Türkiye’nin belirli bir manevra kabiliyeti var. Yani De Gaulle’ün manevra kabiliyeti kadar olmasa da belli bir manevra kabiliyeti var. Amerika Türkiye’yi kaybetmemek adına belirli adımlar atabilir. Washington’da bana göre ciddi bir “Türkiye’yi kim kaybediyor?” tartışması başlıyor. “Türkiye niye bu kadar Rusya’ya kayıyor? Biz ne hata yaptık da Türkiye’yi kaybediyoruz? AB ne hata yaptı da Türkiye’yi kaybediyoruz? Türkiye İslamcı veya faşist veya böyle milliyetçi bir yapıya neden gidiyor? Batı ne hatalar yaptı?” soruları sorulacak. Çünkü Türkiye hâlâ çok önemli bir ülke jeostratejik açıdan.

 

Bugün TSK bir açıklama yaptı ve El Bab’da IŞİD hedeflerine Rus uçaklarının saldırdığını, 3 hedefe saldırı yaptığını söyledi. Biliyoruz ki yakın bir zamana kadar –ki hala geçerli, Cumhurbaşkanı da söyledi, sözcüsü İbrahim Kalın da söyledi, Dışişleri Bakanı da söyledi– ABD’yi koalisyona El Bab’da hava desteği vermemekle suçluyorlar. Hatta IŞİD’le işbirliği yapmaya kadar varmıştı suçlama. Ve hemen ardından bu verilmeyen hava desteğini Rusya vermiş oldu. Bunun nasıl bir anlamı var sence?

 

Bu yeni dinamiklerin, yeni oluşan güç dengesinin sahadaki bir tezahürü. Amerika en başından beri Türkiye’nin kuzey Suriye’ye müdahalesi konusunda belirli rezervlere sahipti. Yani Cerablus’u aldıktan sonra Türkiye’nin daha güneye, Dabık’a inmesi, sonrasında El Bab’a doğru gitmesinden rahatsız oldu. Çünkü her zaman IŞİD’den çok o bölgedeki Kürt kantonlarının birleşmesine karşı bu askerî müdahaleyi yaptığını biliyordu Amerika. Ve Kürtlerin de sahada IŞİD’e karşı en etkili aktör olması nedeniyle Kürtlere muhtaç olduğu için Türkiye’nin Kürtlerle savaşıyor olmasından son derece rahatsızdı. Dolayısıyla Türkiye’nin El Bab’a girmeye çalışması hiçbir zaman Amerika tarafından desteklenmedi. Bu yeni bir durum değil. Dolayısıyla Türkiye şu anda “Amerika neden bize hava desteği vermiyor?” diye sorma lüksüne sahip değil. Çünkü Amerika’yla koordine etmedi El Bab operasyonunu. Amerika açısından Türklerin El Bab’a girmesi ciddi bir sorun yaratacak. Çünkü her şeyden önce Kürtler bunu istemiyor. Ve Rakka operasyonu sürekli erteleniyor. Fakat Kürtler şunu diyebilir: “Eğer Türkiye El Bab’a girerse ve burada askerî açıdan bu kantonların birleşmesini daimi olarak engelleyecek bir adım atarsa ben Rakka konusunda vereceğim desteği vermem” diyebilir. Dolayısıyla Kürtlerin Amerikan politikası üzerinde belirli bir etkisi var şu an. Bunu anlamak gerekiyor. O nedenle Amerika destek vermiyor. Amerika o nedenle bir bakıma Türkiye’ye rezervler koymuş durumda. O nedenlerle de Amerika bir bakıma Rusya’nın hava desteği vermesine seyirci kalıyor. Türkiye şu an Rusya’yla operasyonel ve taktik açıdan bir ortaklık içinde. Stratejik olarak bir ortaklık taşımıyorlar. Türkiye hâlâ kâğıt üzerinde Rusya’yla farklı bir Suriye istiyor. Hâlâ Esad gitmeli diyor ama bunu kimse ciddiye almıyor artık. Türkiye’nin söylediği şeylerin kağıt üzerinde kaldığı ortada. Türkiye’nin asıl meselesinin içeride bir başkanlık sistemi ve Kürt meselesi olduğu, iç politikaya yöneldiği, artık yeni-Osmanlıcı politikadan vazgeçtiği, bütünüyle Kürt meselesinde neredeyse eski Kemalist dönemdeki politikalara döndüğü ortada. Ve ortada şu anda çok ciddi bir milliyetçi-İslamcı koalisyon var. Hatta milliyetçi-İslamcı-ulusalcı bir koalisyon var Türkiye’de. Bunun ortak paydası da PKK düşmanlığı, Kürt düşmanlığı, Kürtlerin bir şekilde Suriye’deki kazanımlarının geri itilmesi. Buna kim destek veriyor? Rusya destek veriyor. Rusya bir şekilde Türkiye’nin Batı’dan kopması için, NATO’dan kopması için, AB’den kopması için, demokrasiden kopması için, Şangay’a doğru gitmesi için destek veriyor. Rusya çok akıllı bir oyun oynuyor Türkiye’de. Ve bana göre şu anda hava desteği de Türkiye’ye verilen El Bab konusunda, bu stratejik dinamiklerin sahadaki bir yansıması.

 

Ömer bugün, daha doğrusu dün Le Monde’un Dış Politika Şefi Christophe Ayad’ın yazısını okudum. Başlığı başlı başına çok çarpıcıydı: “Suriye: Arapların Yok Olması” diye. Ve çok basit bir şey söylüyor. Bir masa var, Suriye masası. Masayı Rusya kuruyor. Türkiye ve İran var. Bunların hiçbirisi Arap değil. Ve Arapların kaderini Arap olmayan üç güç oluşturuyor. Bir tanesi Sünni ama Türk, Türkiye, bir tanesi de Şii diye bir yazı kurmuştu. Bugün ama Lavrov’un bir açıklaması var. Lavrov diyor ki “Putin Sisi’yle konuştu telefonda, biz Astana’da yapılacak –Ocak ortasında yapılması bekleniyor biliyorsun- o üçlü zirveye, Esad dejiminin de olur verdiği zirveye, masaya Mısır’ın da oturmasını istiyoruz” diye. Bu işin rengini bayağı bir değiştiriyor. Buraya bir Arap garantör olarak koyma… Hatta şöyle de demiş: “İleriki süreçlerde Suudi Arabistan, Katar, Irak gibi ülkeler de olabilir” demiş. Ama ilk aşamada belli ki buraya bir Mısır katmak istiyor. Şimdi bu olayın çok boyutu var tabii. Mısır sanki Suriye olayının dışındaymış gibi algılanıyordu. Doğrudan onu işin içine sokmak var. Bir diğer husus da, Türkiye ile Mısır ilişkileri, daha doğrusu olmayan ilişkiler var. Türkiye böyle bir şeye razı olur mu? Ve bu bir süreçle beraber Türkiye’nin bir diğer kavgalı olduğu Mısır’la olan ilişkileri de rehabilite olur mu ne dersin?

 

Bana zor gözüküyor. Fakat Le Monde’daki analize belirli açılardan katılıyorum. Geçen hafta da konuştuk, bu Türkiye, İran ve Rusya masaya geldiğinde ben demiştim ki muhalefeti kim temsil ediyor? Suriye’deki muhalefeti sadece ÖSO değil, tamam Türkiye’nin belli ilişkileri var ama Türkiye bir bakıma iyice kendini Rusya ve İran’la aynı yörüngeye almış durumda. Bir de daha ciddi radikal Sünni güçler var. Onları kim temsil ediyor? Onları temsil edecek güç aslında Suudi Arabistan’dır, Katar’dır. Masada Suudi Arabistan ve Katar’ın olması gerekiyor. Masada Suudi Arabistan ve Katar yok. Çünkü bunlar Rusya ve İran’la oturup konuşmak istemiyorlar. Ama Mısır onların yokluğunda ehven-i şer masaya gelip “Ben Arapları temsil ediyorum” diyebilir mi? Bana göre diyemez. Çünkü Mısır geleneksel olarak bu konuda çok etkili bir ülke değil. Suriye’yle geleneksel olarak ilişkileri olabilir ama Mısır’daki şu anki rejim bir Müslüman Kardeşler rejimi olsa çok daha ciddi meşruiyeti olabilirdi Suriye muhalefetini temsil etme açısından. Ama Mısır’daki rejim şu anda bir askeri yönetim. Ve Mübarek’ten daha kötü, daha otoriter bir askeri yönetim. Dolayısıyla onların Suriye’deki Arapları, Sünni güçleri, Müslüman Kardeşler’i temsil etmesi son derece zor. Ancak kozmetik olarak Rusya’nın işine yarayabilecek şekilde masaya gelebilir. Türkiye açısından da, Türkiye bir bakıma şu anda bölgedeki bütün ilişkilerini gözden geçiriyor. İsrail’le barıştı, Rusya’yla barıştı. Mısır’la da barışır; Mısır’la da oturur masaya. Gayet rahat bir şekilde, pragmatik, makyavelist bir şekilde gördüğümüz politikalarını tekrar edebilir. Ama önemli olan şu: Arapları temsil edebilir mi Suriye’de? Bana göre edemez. Çünkü bahsettiğimiz Araplar oldukça İslamcı, Sünni kesim. Sisi bu kesimi temsil edecek birisi değil. Eninde sonunda Katar’ın ve Suudi Arabistan’ın masaya oturması gerekiyor Astana sürecinin meşruiyet kazanması için. Bu meşruiyet Mısır üzerinden kazanılamaz.

 

Peki Ömer son olarak Şengal’i de bir konuşalım. Çok önemli bir gelişme oldu. Önceki gün çok sert bir açıklama gelmişti Kandil’den. Ama bugün Murat Karayılan “Biz zaten Şengal’den çekileceğimizi söylemiştik, çekiliyoruz” dedi. Bugün Amberin Zaman Twitter’da bunu Washington’ın bir etkisi olarak söylüyor. Çok ciddi bir krizdi biliyorsun, Irak’taki Ankara’nın gündeme getirdiği “Şengal yeni bir Kandil oluyor, buna izin veremeyiz, gerekirse biz müdahale ederiz” diye çıkışları olmuştu peş peşe. Ve şimdi geri çekileceğini açıkladı PKK. Hakikaten burada bir Amerikan dahli var mıdır? Yoksa nedir sence?

 

Şimdi kanımca Amerikan dahlinden daha çok burada Neçirvan Barzani’nin yani Kürt yönetimin, Erbil’in bir baskısı var. Türkiye Erbil’le çok ciddi ekonomik ilişkiler içinde. Ve Erbil bir bakıma muhtaç Türkiye’ye. Erbil açısından dünyaya baktığında, eğer Kürdistan yerel yönetimi bağımsızlık istiyorsa sırtını dayayabileceği bir tek ülke var, o da Türkiye. Bu bir tezat gibi geliyor şu anda. Çünkü Türkiye PKK konusunda bir savaş içinde. Fakat Türkiye dünyaya da şunu söyleme lüksüne sahip: “Ben Kürtlere karşı bir savaş içinde değilim. PKK’ya karşı savaş içindeyim. Bakın benim Erbil’le ilişkilerim, Kürdistan yönetimiyle ilişkilerim son derece iyi.” Ve dolayısıyla ortada Ankara-Erbil stratejik ittifakının bir başarısı var Sincar konusunda. Burada Neçirvan Barzani zaten Amberin Zaman’la yaptığı söyleşide daha önce “Gerekirse askerî güç bile kullanırız PKK’ya karşı” tehdidini kullanmıştı. Dolayısıyla burada PKK da stratejik bir karar vermek zorunda. Nereye öncelik verecek? Her yerde olamaz PKK. Bir yandan Türkiye’de savaşıp, bir yandan Suriye’de olup, bir yandan da Irak’ta da olamaz. Bu kadar güçlü bir örgüt değil. Öncelik vermek zorunda. Ve önceliğini şu anda Rojava’ya vermiş durumda, biraz da Türkiye’ye vermiş durumda. Türkiye’de zemin kaybetti. O yüzden terörizme kaydı. Batıdaki metropollerde terörizme kaydı. Rojava’da güçlü, orada savaşıyor. Bir de Irak’ta tabii Kandil’de. Ama bir de Sincar’da Erbil’le çatışmaya girecek durumda değildi. Bana göre bir anlaşma var Erbil’le PKK arasında Sincar’dan çekilmesi konusunda. Bu anlaşmanın detaylarına henüz vâkıf değiliz. Fakat bence PKK Erbil’den şunu istedi: Rojava’ya yapılan ekonomik yaptırımlar sona ersin, Rojava’yla ticaret yapılabilsin. Yani sınırı biraz açın. Biz de PKK olarak siyasi yapıya bürünelim. Askeri açıdan en azından Sincar bölgesinden çekilelim. Uzun dönemde de PKK’nın Kürdistan bölgesinden yani Kandil’den bile çıkması söz konusu olabilir eğer siyasileşirse, bir siyasi hareket haline gelirse. Bu Türkiye’de de tekrar başlayacak bir barış sürecine paralel olarak gidebilir. Eğer Türkiye’de yıllar sonra –bana göre çok ümitli değilim ama– bir iki yıl sonra tekrar bir barış süreci başlayacaksa bu barış sürecini de Erdoğan Erbil üzerinden yapmak isteyecektir. Yani Abdullah Öcalan’la görüşmek bir alternatif ama Erbil’i kullanarak bunu yapmak da başka bir alternatif. Dolayısıyla soruna şöyle cevap vereyim: Amerika etkisi yok bence burada fazla. Daha çok Erbil’in etkisi var Sincar meselesinde.

 

Ömer noktayı koyalım. 2016’yı kapatıyoruz. Hepinize, orada aileye, bir de hepinizin Türkiye’den aileleri de geldi bildiğim kadarıyla. Hepsine çok selamlar. Kerem’e özellikle çok selam. İyi yıllar diliyorum. İzleyenlere de, bir yılın önemli bir bölümünü Transatlantik’le geçirdik. İzleyenlere de çok teşekkür ediyoruz. Tekrar iyi yıllar diliyoruz. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.