Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

“Sıra İslamcılarda mı?”: Ömer Faruk Gergerlioğlu ile söyleşi

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/302147384″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

 

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

 

Herkese merhaba. Bugünkü konuğumuz Ömer Faruk Gergerlioğlu. Ömer Faruk Gergerlioğlu’yla 6 Ocak’taki üç yeni KHK’yı konuşacağız. Ömer Faruk Bey, 6 Ocak’ta bu KHK sonucu ihraç edildi görevinden. Ömer Faruk Bey, hoşgeldiniz yayınımıza öncelikle.

Hoşbulduk Fırat Bey.

Sağolun yayını kabul ettiğiniz için. Siz de bir yazı yazdınız ihraçtan sonra. Şuradan başlamak istiyorum: “KHK dolayısıyla çok geçmiş olsun mesajı aldım, ancak bu insanlar aynı zamanda KHK’nın olması gerektiğini de düşünüyorlar” diyorsunuz. Bu insanlar kimler?

Genelde muhafazakâr camia; dindar muhafazakâr camia. Ak Parti’ye oy veren bir blok. Bu bloğun dışında diğer İslami gruplar da var. Yani daha öncesinde Ak Parti’ye oy vermeyen ama son zamanlardaki kutuplaşma sonrası bu büyük bloğa katılmış olan bir grup var. Tabii bana “geçmiş olsun” mesajlarıyla, telefonlarıyla ulaştıkları zaman ben gördüm ki birçok kişi bu duruma üzülüyor. Beni uzun yıllardır tanıyan insanlar, insan hakları alanında yaptığım çalışmaları takip eden insanlar, böyle bir kararı şoke olmuş bir şekilde duyduklarını ve şaşırdıklarını, kabullenemediklerini belirterek arıyorlar. Yani içinde çok fanatik düzeyde Ak Parti taraftarı olan da var, o kadar olmayıp bir miktar destekleyen de var ve onlar bana geçmiş olsun dedikten sonra asıl meseleye geliyoruz, “Bana geçmiş olsun dediniz, ama bu haksızlığı yapanlara bir şey demeyecek misiniz? Yani bu haksızlık niye oluyor?” dediğiniz zaman, farklı bir insanla adeta konuşmaya başlıyorum. Çünkü insanlarımız hâlâ OHAL’in hukuksuzluğuna, KHK’ların bu kadar haksızlığına rağmen OHAL ve KHK’ların devam etmesi yönünde görüş beyan ediyorlar. Neden? Çünkü “Türkiye zor günler yaşıyor, olağanüstü günler yaşıyor, Türkiye’mizi kurtarmak zorundayız –devlet kendini korumaya aldı, bazı ilkel canlılar vardır ya dokunduğunuz zaman kabuğuna çekilir, devlet de böyle bir duruma geçti– Devlet kendisini korumaya aldı, yaptığı her şey mubahtır, helaldir” deniyor. “Ama bu kadar haksızlık, bu kadar ihraç, haksız yere insanların içeride tutulması, iddianamesiz tutulması; malının gaspı, çalışma haklarının gaspı… bunları nasıl yorumluyorsunuz?” Bunun karşılığında hani arada “eğitim zayiatı” denilecek bir anlayış içinde OHAL’in ve KHK’nın devam etmesi yönünde görüş bildiriyorlar. “Arada bazı hatalar yapılıyor, bunlar da KHK’ların devamını engellememeli” gibi görüşle karşılaşıyoruz ve hatta başka bir görüş şöyle oluyor: “Bu kararı alanlar sizi veya haksız yere mağdur edilenleri tanımıyor ki böyle bir karar almış. Yoksa mümkün değil bu kararı almazlar. Nasıl olur senin gibi yıllardır insan hakları diyen, barış diyen, özgürlükler diyen, silahla ve şiddetle hayatında hiç alâkası olmayan ve bunları hayatında hiç görmemiş, uygulamamış birisine nasıl böyle bir itham yapıldığı” konusuna geldiğimiz zaman, işte bir yanlışlık olduğunu, düzeltileceğini söylüyor; ama ben böyle düşünmüyorum.

Evet.

Bu önceden alınmış, belirli ve bariz bir karar maalesef.

Hocam orada araya girmek istiyorum: Muhafazakâr kitlenin, muhafazakâr kişilerin –size mesaj atanlar da olabilir– hep şununla karşılaştırıyorlar, 28 Şubat’la bir karşılaştırma hep söz konusu ve siz bu kitlenin asıl çelişkisinin ne olduğunu düşünüyorsunuz? Yani bu kitlenin, muhafazakâr kişilerin KHK’lara ve OHAL’e bakış açısındaki asıl tezatlık ne? Özellikle de 28 Şubat’la çok karşılaştırılıyor.

Tabii. Bu çok önemli bir soru, biz bu tezatı bulmazsak Türkiye toplumu olarak kurtuluşa eremeyiz – açık söyleyeyim. Şimdi, herkes kendine demokrat olursa ve herkes kendine müslüman olursa hiçbir şekilde bir çözüm bulamayız. 28 Şubat’ta dindarlara zulüm edildi ve feryat ettiler, ben de içlerindeydim, haklı olarak feryat ettik ama şu anda zulüm edilenler başa geçmiş durumda ve herkese haksızlık yapmakla meşguller. Hiç kuşkusuz herkese yönelik bir muamele var ve burada kriter maalesef hukuk değil; siyaset, keyfilik. Buradaki ana sorunumuz; dindarlarımızın, muhafazakârlarımızın, toplumun aslında her kesiminde olan bir duygu ama, toplumun büyük bir çoğunluğu dindar, muhafazakâr olduğu için ve maalesef dindarlarda bu hastalık olduğu için: Kendisine yapılan haksızlığa tepki göstermek, başkasına yapıldığı zaman bunu son derece normal bir şekilde karşılamak. Biz başörtüsü eylemleri yaparken, “Herkese adalet, başörtüsüne özgürlük” diyorduk; ama ben şu anda anlıyorum ki o zamanlar “Herkese adalet, başörtüsüne özgürlük” ben samimi bir şekilde derken, birçok kişi sadece “başörtüsüne özgürlük” anlıyormuş. Şu anda da nasıl anlıyor, “Ak Parti’ye özgürlük” olarak anlıyor, “Reis’e özgürlük” olarak anlıyor, başka bir şekilde anlamıyor. Reis kendi zihninde reis komplo kurulduğu öne sürdüğü insanları nasıl alt edebilir? Bunun için her şeyin mubah olduğunu düşünüyor, böyle bir kafa yapısı oluşmuş durumda. Yani haklar, özgürlükler, adaletler kriter değil; taraf kriteri var. Bizim tarafımız galip gelirse mutlu olacak, karşı taraf yenilirse o zaman yine mutlu olacak ve onun kriteri haklar, özgürlükler değil maalesef. Bu önemli bir toplumsal hastalık. Biz bunu yenmedikçe bir yere gidemeyiz, en başta bunu söyleyeyim.

Evet “ilkesel olarak bir duruş söz konusu değil” diyorsunuz. Peki yazıda da aslında bu daha demin bahsettiğiniz konuya değiniyorsunuz, bir “kurtarıcı mehdi” kavramından bahsediyorsunuz. Yani bu kitlenin iktidara veya “güce” yapıştığını mı düşünüyorsunuz? Yani o varolan, hep tartışılan vicdan-adalet-hukuk gibi kavramları bir yana bırakıp bu “güç”le birlikte hareket ettiğini mi düşünüyorsunuz?

Evet, öyle ve şu anda ilginç bir durum var; yıllarca kendisine zulüm edilen dindarlar şöyle düşünüyorlar açıkçası: “Fırsat bu fırsat, dindar bir iktidar var ve birtakım hataları da olsa biz bunu korumakla görevliyiz” diyerek fanatik bir bağlılık içindeler. Burada da Tayyip Erdoğan faktörü öne çıkıyor, adeta bir “kurtarıcı mehdi” olarak görülüyor, tartışılmaz bir lider-dünya lideri olarak görüldüğü için kendi vicdanlarında, zihinlerinde eleştirilebilecek kusurlarını bile eleştirilemeze çevirmeyi gayet rahat bir şekilde başarabiliyorlar. Çünkü yıllar sonra gelen bir iktidar var, bu iktidarı elden kaçırmamak için “efendim işte birtakım ufak tefek yanlışlıklar olabilir, onlar iktidarı eleştirmek için bir haklılık kazanamaz” şeklindeki bir anlayışla hareket ediyorlar. Bu çok büyük bir yanlışlık, aslında bu daha da derinde dinî anlayışta özeleştirel şeklinde düşünmeme probleminden kaynaklanıyor. Dinî anlayışta, maalesef biz Müslüman toplumlar özeleştiriyi uzun yıllardır geliştiremedikleri için kurtarıcılığa, mehdiciliğe saptılar ve lider aklamaya başladılar.

Ortadoğu toplumlarına baktığınız zaman gerek Sünni gerek Şii toplumlarında büyük bir lider beklentisi vardır, “bir mehdi gelecektir, bizi kurtaracaktır.” Şimdi de aynı şey var; Erdoğan da mehdi gibi; birtakım hataları olsa bile, dindar muhafazakâr camia onları göz ardı ederek desteklemeye çalışıyor, ama bu aslında en başta dine kötülüktür çünkü dinin değerleri çiğneniyor. Yani birlikle, taraftarlıkla, Müslüman milliyetçiliğiyle dinin değerleri çiğneniyor. Ben öyle düşünüyorum ki bir müddet sonra dinî değerlerde çok büyük bir tahribat, yozlaşma olacak ve bunun hesabını vermesi gerekenler de hesabını veremez duruma düşecek. Bu çok büyük bir tehlikedir, çünkü din adına hareket eden insanlar şu anda değer tanımıyorlar, hukuk tanımıyorlar ve kendi yaptıkları da daha sonra toplumsal bir unutkanlık –zaten mevcut olduğu için bizim toplumumuzda– kendilerinin bir şekilde hemen unutup ortada bırakacakları bir mevzu olacak ve bu da değerlere bir tahribat olarak yansıyacak. Yani şu anda dinî bir iktidar için, dindar bir nesil için uğraşıyorlar belki; ama bütün bu zorlamaların, bütün bu güya din uğruna yapılan haksızlıkların sonunda dindar camia bilsin ki dinî değerler büyük zarara uğrayacak.

Evet peki hocam, orada şunu da sormak istiyorum, şöyle devam edelim, yayınımızın başlığı da “Sıra İslamcılarda mı?” Onu da biraz açalım. Millî Gazete’de sizin atılmanıza Ahmet Yavuz bir yer ayırdı ve orada da yine bu soruyu soruyor, ben de size aynı soruyu sorayım mutlaka cevabınız vardır: Zaten iktidar için sosyalistler veya Kürtler hep bu şekilde konumlanmış durumdaydı ama, FETÖ başlığı altında bu KHK’larla İslamcılara yönelik böyle bir şey olabilir mi? Birinci sorum bu olsun, ikinci sorum da İslamcı camiada buna bir itiraz gelişir mi?

Şimdi şöyle olacak benim gördüğüm, şu anda, evet, sıra İslamcılara da geliyor onu söyleyeyim. Çünkü bu kafa, 100.000 civarında insanı KHK’larla mağdur eden, yani suçlu suçsuz ayrımına dikkat etmeden, “Bana muhalif kim varsa atayım” tavrıyla herkesi atan kafa, sıranın İslamcılara da geldiği gösteriyor. Ama nasıl İslamcılar? En başta şunu söyleyeyim: Ben kendimi dindar ve vicdanlı olmaya çalışan bir Müslüman olarak niteliyorum; bir İslamcı olarak nitelemiyorum, çünkü İslamcılık maalesef toplumun başına problem açmaya başladı, çünkü kendi tarafının üstün gelmesi için uğraşmaya başladı, vicdanî değerleri unutmaya başladı. Ama toplumda hani bizim gibi aydınlar İslamcı olarak bilindiği için bu çerçevede şöyle bir cevap vereyim: İslamcılara tabii ki sıra geliyor, ama bu haksızlıkları görüp vicdanî değerlerle eleştiri yapanlara geliyor. Kapı kulluğu yapanlara, dalkavukluk yapanlara gelmiyor. Ne zamanki onlar eleştiriye başlayacak, haksızlıklara karşı isyan edecek, onlara da o zaman gelecek. Bu zaman hiç gelmeyecek mi? İşte önemli soru bu. Ben toplumsal analizler yapıyorum, insanlarla konuşuyorum ve şu anda icraatleri destekleyen insanlar tek bir grup değil, tek bir renkte değil; farklı renklerde. Kimisi son derece fanatik bir şekilde bu uygulamaları destekliyor, kimisi eleştirel bakıyor, kimisi biraz daha fazla eleştiri dozunu yükseltmiş durumda. İnsanlarda vicdanî değerlerde bir uyanış var; bu son derece önemli.

Bu bahsettiğiniz muhafazakâr kitle içerisinde, AKP seçmeni…

Evet, ben bunu gözlemliyorum. Muhafazakâr kitle içerisinde bir uyanış var yavaş yavaş. Şu anda somuta dönmüyor belki ama yavaş yavaş dönecek gibi görüyorum. Çünkü sokakta, insanlarla, tanıdıklarımla, –bir doktorum– hastalarımla, geniş bir toplumsal grupla muhatabım ve onlarla sokakta da konuşuyorum, sanal âlemde de. Son derece yoğun bir şekilde irtibatım var insanlarla. Bir fanatik grup var, tüm yapılanları destekleyen, her şeye evet diyen, canhıraş bir şekilde destekleyen bir Ak Parti tabanı var, bir de bir renk tonlarının değişimine göre eleştirmeye başlayan ama yine de Ak Parti’ye-Erdoğan’a bağlılığını bildiren, fakat bu bağlılıkta yavaş yavaş bir deprem olmaya başlayan bir başka grup da var. İşte bu önemli, bu sosyolojik bir açıdan araştırılması gereken önemli bir husus; burada bir uyanış, bir hareket başlamış durumda. Şimdi, şu anda net bir şekilde tavrını göstermediği için sıra herhangi bir İslamcıya gelmese bile, zamanla itirazlarını yükseltmeye başladığı zaman birtakım kişilere de yine sıra gelecek ve diskalifiye edilecekler hayattan ve bazı cemaatlere de gelecek gördüğüm kadarıyla; çünkü cemaat ilişkileri de her zaman aynı şekilde seyretmeyecek, sesler yükselecek, zaman zaman çatlak sesler yükselen cemaatlere yönelik de tehditler, uyarılar, mutlak suretle gelecek. Ben tabii bunu artık insanların veya kurumların vicdanına bırakıyorum, zamanını bilemeyiz ama bu konuda bir hareketlilik var; bunu açık bir şekilde görüyorum.

Peki orada sona doğru yaklaşırken yavaş yavaş… Aslında şunu da sormak istiyorum: Bütün bu tartışmaların ışığında OHAL’in olduğu, KHK’ların sürekli çıkartıldığı bir ortamdayız, bir taraftan da Meclis’te Anayasa paketi oylanıyor, maddelerin oylandığı günler bunlar. Orada yine en çok tartışılan, gündemde olan açık oy tartışmalarıydı. Bunlar yine AKP’li milletvekilleri tarafından yapıldığı söylenen, iddia edilen şeyler. Bunlara ne diyorsunuz? Yani bütün bu yolsuzluk iddialarına ek olarak gerçekten böyle bir, yine sizin belirttiğiniz gibi bir kurtarıcı mehdiye yapışma durumu söz konusu. Yani sonuç olarak nereye doğru gidiyoruz? Yani Meclis’teki şu andaki durumu esas alırsak?

Şimdi Meclis’te Anayasa görüşmelerinde maalesef utanç verici görüntülere şahit oluyoruz. Ben utanıyorum şahsen. Yani vicdanlı bir insan olarak utanıyorum şu görüntülerden. Milletvekilleri açık bir şekilde yasayı ihlal ediyorlar, aslında oradaki o seçimi de iptal edecek hareketler sergiliyorlar ve açık oy kullanıyorlar; kimseyi umursamıyorlar. Egemen Bağış’ın kendi soruşturmasında zarfı sandığa nasıl bir umursamazlıkla, nasıl bir şımarıklıkla attığını biliyoruz ve kahroluyoruz; bu adeta topluma küfür. Fakat o zamanlar bu görüntü bile toplumda dindar-muhafazakâr camiada önemli bir uyanışa neden olmamıştı, ama ben bugün o günden daha değişik olduğunu düşünüyorum. Yavaş yavaş bu konuda çözülme başladı, toplumda bu tür gayrı ahlakî tavırlar, yasayı çiğneyen tavırların artık vicdanlarda bir uyanışa vesile olacağını düşünüyorum. Zaten biraz evvel bahsettiğim durum da onu gösteriyor. Yani bu tür tavırlar, artan yolsuzluklar, artan hukuksuzluklar, umursamazlıklar, yasayı hiçe saymalar, insanların hayatını karartma gayretleri… Bakıyorsunuz, KHK’yla atılanın özel sektörde bile çalışmasının önüne geçmeye çalışıyorlar. Yani o insanı adeta öldürmeye çalışan, hayatını silmeye çalışan tavırlar var. Bir devlet böyle bir şey yapamaz, devlet vatandaşı cezalandırır ama onu hayattan silemez; bu tür tavırları gördükçe ben artık dindar-muhafazakâr camianın bunlara bir tepki göstermeye başlayacağını düşünüyorum. Bu tepkisizlik, bu inanılmaz boyun eğme, bu inanılmaz taraftarlık sürekli gitmeyecek, yavaş yavaş bunun etkilerini göreceğiz; ben bunu çok açık bir şekilde görüyorum.

Belki bir müddete ihtiyaç var, belki bir süreye ihtiyaç var ama bu tepkileri bir müddet sonra ortaya çıkacaktır. Zaten gerçek anlamda hukuka baktığımız zaman şunu görüyoruz, dün değerli hukukçu Sami Selçuk’un bir yazısı vardı; “şu anda şiddetle başkanlık rejimine yandaş olanlar bile eğer başkanlık gerçekleşirse bu kadar önemli bir sorunla karşı karşıya geldiklerinde görecekler” diyor. Adeta AKP ayağına sıkıyor, başkanlık rejimiyle bu çöküşü depremi, bu çöküşü hızlandırdı; bunu da söyleyeyim. Siz insanlara diyorsunuz ki, “Dış güçler kaos çıkarıyor. Bunun için bize tam teslim olmanız lazım. Üst akılın oyunlarına gelinmemek için daha bir bağlılığımızı artırmamız lazım, daha bir demokrasiden uzaklaşan uygulamalarımıza uymanız lazım” diyorsunuz, vatandaş da demokrasiden uzaklaşan uygulamalara göz yummaya başlıyor ve havadislerle kaos daha da artıyor. Kaos arttıkça demokrasiden daha da çok uzaklaştırılıyor, OHAL daha ağırlaştırılıyor, KHK’lardaki keyfilik daha da artıyor; bunun sonuncunda hayır yok Fırat Bey, bunun sonucunda büyük bir kaos var, felaket var, ateş çukuruna gidiş var. Bunu artık insanlarımızın görmesi lazım, bu sadece bireylerin başına geldiği anda hissedilecek bir şey değil; uzun süredir söylediğimiz, maalesef her geçen gün artan bir hâdise. Yarın öbür gün, dindar camialar kendi başlarına hukuksuzluk geldiğini gördükleri zaman uyanacak.

Hiç mi aynı kitabı okumuyoruz biz bu insanlarla? Hangi kitabı okuyorlar soruyorum size? Ben böyle hissediyorum, benim okuduğum Kuran’la, şu anda fanatik şekilde bu uygulamaları, suçları destekleyen insanlarla benim okuduğum kitap bir değil, anlayamıyorum bunu. Adaletten, özgürlükten, haktan bahseden bir kitabı okumuyor muyuz biz? Nasıl dindarlar bunlar? Yani bir sürü haksız-hukuksuz uygulama yapılıyor; ama kriter lidere bağlılık, efendim dış güçlerin oyunlarına gelmemek, üst aklı bir şekilde yenme gibi inanılmaz kavramlar. Bizim kitabımızda bu kavramlar mı var? Hangi ülkeyi biz birtakım sebeplerle çittik? Nerede bunun örnekleri? (…) Bu tavırlar maalesef dine karşı toplumda bir soğukluk, ya da ateizme bir kayış oluşturmaktadır. İnsanlar istediği dini benimseyebilir ona bir şey demiyorum, ama madem siz dindar bir nesil oluşturma peşindesiniz, yaptığınız ateizme çekmektedir.

Ömer Faruk Bey, sizden son olarak şunu da almak istiyorum, programı kapatmadan önce: Ekim’de de biz yine sizinle bir program yapmıştık; Kocaeli Valiliği tarafından açığa alınmıştınız ve orada da yine demokrasi mücadelem devam edecek demiştiniz ve son KHK ile ihraç edildiniz. Aslında daha kötüye bir gidiş söz konusu. Bundan sonra ne yapacaksınız? Çok kısa bir şekilde bunu da alalım sizden, programı böyle kapatalım.

Ben geçen gün bir tvit atarak, Ruşen Bey’in de adını anarak, açığa alındığımda ona söylediğim sözleri, sizin de anımsattığınız sözleri söylemiştim. Benim şahsi iade davam değildi bu. Ben yıllardır insan hakları alanında çalışan insan olarak varolan hukuksuzluklara göz yumarak sussaydım, bu olaylar başıma gelmezdi; ama benim susmam, insan haklarından, adaletten yana olan bir insanın susması mümkün değildi ve susmadım. Sonuçta da maalesef susmamanın karşılığını gördük ve son derece hukuksuz bir şekilde ihraç edildik. Ben açığa alındığım süre içinde şunu söylüyordum: Eğer memlekette hukuk varsa, tamamen masum bir şekilde adaleti ve barışı talep eden Twitter mesajının karşılığında göreve iade edilmem gerekiyor. Çünkü ben bu toplumdaki savaşın, çatışmanın bu toplumu tüketeceğini; çarenin, toplumun eşitliği, adaleti yan yana kardeşçe birlikte yaşamak olduğunu söylemiştim. Bu sözün yargılanacak bir yönü yoktu, alkışlanacak bir yönü vardı ve maalesef bunun karşılığında ben cezalandırılarak açığa alınmıştım. Eğer hukuk varsa bu geçici bir durumdur ve ben geri döneceğim demiştim; ama eğer hukuk yoksa, iyice rafa kaldırılmışsa, iyice ayaklar altına alınmışsa, ihraç edileceğim diyordum ve ihraç edildim. Sadece benim için değil ama, yani benim şahsi maceram için bunu söylemedim, ama ben zaten ülkedeki genel hali, nereden nereye gittiğini görüyor ve açığa alındığım sürece de aynı derecede eleştirilerime devam ediyorum. Ben bir insan olarak, vicdanlı bir Müslüman olarak şu gidişata, bu olanlara göz yumamam Fırat Bey. Nasıl göz yumabilirsiniz? Her gün vicdan sızlatan olayla karşı karşıyayız. Bunları kabul etmek, göz yummak mümkün değil. Bir şekilde eleştirmemiz ve toplumu uyandırmamız gerekir. Çünkü toplumda birtakım konularda öncü olan insanların sorumluluğu daha büyüktür. Ben insan hakları alanında 20 yıldır çalışan bid insan olarak, şu ortamda sesimi çıkarmayıp “ya, şu tarafta durayım” dersem şu topluma karşı ihanet etmiş olurum ve bunu da tüm dindar aydınlara hatırlatıyorum: Böyle bir ihanete hakkımız yok. Yani birtakım geçici kriterler için, üst akıl şu bu diyerek birilerini belki içinden vicdanı sızlayarak da destek verme kampanyası yapmak, pişman edici bir husustur. Ve ben bundan sonrası için de şöyle ilan ediyorum, açığa alındığım süre içinde de bunu söylemiştim; bu bir artık demokrasi mücadelesi demiştim, bundan sonra daha da artan demokrasi mücadelesi olacak. Aslında onlar bana kötülük yaptıklarını düşünüyorlar, şu anda bana ile birçok açıdan daha bir zamansal fırsat verdiler ve demokrasi mücadelemi daha da artan bir şekilde inşallah sürdüreceğim.

Ömer Faruk Gergerlioğlu çok teşekkür ederiz programımıza katıldığınız için.

Sağolun, ben size teşekkür ederim, iyi yayınlar.

İyi günler, çok sağolun. Medyascope.tv izleyenleri, 6 Ocak’taki KHK’yla ihraç edilen Ömer Faruk Gergerlioğlu’yla konuştuk. Bizi izlediğiniz için teşekkür ederiz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.