Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Bir büyük iflas olarak Türkiye İslamcılığı

 

 

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/302479936″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

 

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

 

“Bir büyük iflas olarak Türkiye İslamcılığı” başlığıyla karşınızdayım. Önce bu başlığın kısa öyküsünü anlatayım: İki gün önce bir gece vakti Türkiye’deki, Meclis’teki başkanlık tartışmalarının ortasında bir tweet olarak bunu yazdım. Ama bunun doğrudan başkanlık sistemi tartışmalarıyla alâkası yok. Ama tabii ki başkanlık sistemi tartışmaları benim İslamcılarda iflas olarak gördüğüm olayın en son görüngüsü. Ondan sonra, bu mesajdan sonra çok kişiden tepki geldi, değişik tepkiler geldi. Ve bunların hepsine topluca cevap verebilmek için böyle bir yayın yapıyorum. Ama bu konuda söylenecek çok şey var.

Şimdiden şunu söyleyeyim: Birkaç tane yayında bu olayın izini sürebilirim. Yani bu dile getirdiğim önermeyi açmak için bu yayın tek başına yeterli olmayabilir. Çok karışık, çok karmaşık ve çok boyutlu bir olay söz konusu. Kişisel olarak bu saptamadan eminim. Ama bunu anlatmakta, açıklamakta zorlanacağımı da biliyorum. Çünkü çok karışık ve sert bir süreçten geçiyoruz.

Daha özgür, daha demokratik bir Türkiye olmadı

Her şeyden önce şunu bir kere kabul edelim: Türkiye artık düşünce özgürlüğünün mutlak anlamda olduğu bir ülke değil. Özgür düşüncenin egemen olduğu bir ülke değil. Bu kendimi sansürlediğim anlamına gelmesin. Ben bildiğimi, düşündüğümü yine söyleyeceğim. Ama Türkiye’de bu tür tartışmaları özgür bir şekilde yapabilmenin imkânı maalesef yok. Bu da zaten büyük iflas olarak tanımladığım olayın bir yönü. Türkiye’de İslamcılığın en büyük iddiası baskılara, yasaklara son vermekti. Ve Türkiye yaklaşık 13 yıldır –hatta daha fazla, neredeyse 15 yıl olacak– İslamcı gelenekten kişiler, partiler, yöneticiler tarafından yönetiliyor. Ve Türkiye’nin dönüp dolaşıp geldiği yer daha özgür, daha demokratik bir Türkiye olmadı. İslamcıların Türkiye’de vaat ettiği birçok şeyden, o klasik güvenlik ve diğer bahanelerle vazgeçtiklerini, Türkiye’deki temel hak ve özgürlüklerin, demokrasi yönündeki kazanımların birçoğunun şu ya da bu nedenle, en son 15 Temmuz darbe girişimi gerekçesi ve bahanesiyle geri alındığını biliyoruz. Uzatmaya gerek yok; ancak şunu söyleyeyim: Barış İçin Akademisyenler’in başına gelenler ya da son kararnamelerle beraber kapatılan dernekler, Kürt Enstitüsü vs. gibi örnekler bunun başlı başına bir örneğidir.

Olivier Roy’nin kitabı

İflas lafının şöyle bir anlamı var. Fransız araştırmacı, İslami hareketler uzmanı Olivier Roy’nın Fransızca L’échec de l’Islam politique kitabını Metis Yayınları basacağı zaman ben de Metis Yayınları’nda, orada arkadaşlarla beraber tartıştığımızda kitabın adını saptarken “iflas” lafı seçildi. Aslında tam Türkçe karşılığı “başarısızlığı” idi. Ancak bizim “iflas” olarak seçtiğimiz bu başlığı başka ülkelerde de, dillerde de seçen yayıncılar olduğunu görmüştük. Ve o zamandan bu zamana Olivier Roy’ya atfedilen, bir ölçüde bizim “başarısızlık”ı “iflas” olarak çevirdiğimiz bu saptamaya yönelik çok ciddi eleştiriler oldu. Tabii 89 ya da 90 başlarıydı kitabın çıkışı. O zamandan bu yana Türkiye dahil olmak üzere birçok yerde İslami hareketler çok önemli yollar katettiler. Ve her katedilen yoldan sonra, mesela Filistin’de Hamas seçimlerden galip çıktığı zaman, ya da El Kaide çok ciddi varlık gösterdiği zaman, ya da Afganistan’da mücahitler ülkede yönetimi ele geçirdiği zaman, “Hani iflas etmişti?” yolunda eleştiriler oldu. Halbuki orada Olivier Roy’nın esas olarak bahsettiği İran örneğinden de hareketle İslamcıların iktidara geldikleri andan itibaren vaat ettiklerinin çok ötesinde gündelik hayattaki birtakım kısıtlamaların dışında pek bir şeyi hayata geçiremedikleri, bu anlamda İslamcı projenin iktidara gelmekle beraber büyük ölçüde dağıldığıydı, başarısızlığının ortaya çıktığıydı — ki erken bir tespitti ve çok doğru bir tespitti.

Bu tespitin doğruluğunu arada çok gördük. Mesela Mısır’da kısa süren Müslüman Kardeşler yönetiminde de gördük. Türkiye’de şu anda çok ciddi şekilde görüyoruz. Afganistan’da, başka yerlerde de oldu; ama Türkiye’de yaşadığımızda büyük ölçüde İslamcı hareketlerin, kişilerin muhalefetteyken var olan cazibelerini, çekiciliklerini, iddialarını iktidara geldikleri andan itibaren adım adım kaybetmeleri olayına tanık oluyoruz. Çok kabaca şöyle söyleyebiliriz: Muhalefetteyken –aslında bu sadece İslamcılığın değil tüm hareketlerin meselesi bir anlamda– kaybedecek pek fazla bir şeyleri olmayan hareketler bunlar. Ama iktidara geldikleri andan itibaren kaybedecekleri çok şey var, her şeyden önce iktidar var.

İslamcılığın sistem karşıtı olma iddiası

Ama iktidarı da sadece siyasi iktidar olarak almamak lazım. Ekonomik iktidar, kültürel iktidar, mesela toplumun değişik kesimlerinde şu anda görüyorsunuz, siyasi iktidara kendini yakın konumlandıran insanlar kaliteleri ne olursa olsun kendilerini üstün görebiliyorlar. Bu olayı birçok yerde daha önce komünizm döneminde de yaşadık, başka yerlerde de yaşadık. Ama Türkiye’deki olayı sadece “İktidara gelip iktidarda bozuldular” basitliğiyle görmemek lazım. Bu olay sadece iktidarla tanışmakla ilgili bir olay değil. Çok daha karmaşık bir olay.

Ama en önemlisi de şu benim görüşüme göre: Siyasi İslam’ın Türkiye’deki en büyük iddiası sistem karşıtı olma iddiasıydı. Kendisi bu iddiadaydı ve onlara uzak duran, onlara düşman olanlar da onlar hakkında bu iddiadaydı. Açıkçası ben değişik dönemlerde yazdığım yazılarda, kitaplarda bu iddianın çok da sahici olmadığını, aslında buradaki meselenin sistemi değiştirmek değil, sistemi ele geçirmek olduğunu söylemeye çalıştım. “Refah Partisi’ni Anlamak” alt başlıklı Ne Şeriat Ne Demokrasi kitabı, 94 yılında Refah Partisi’nin yerel seçim zaferinin ardından çıkmıştı. O zaman söyledim. Orada birçok söylediğimin bugün doğrulandığını görüyorum. Şu anda Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’deki bir sistemi değiştiriyor, değiştirmek istiyor olabilir. Parlamenter sistemden başkanlık sistemine Türkiye’yi taşımak istiyor olabilir. Ama benim burada kastettiğim sistem karşıtlığı bu değil.

Başkanlık sistemi ve İslamcılık

Zaten ilginçtir, Türkiye’de İslamcılığı benim gibi takip eden insanlar hiçbir zaman, hayatlarının hiçbir döneminde –ben 30 yıldır takip ediyorum– böyle bir İslamcı iddianın öne çıkan önermelerinden birisi “Türkiye’deki sorunlar parlamenter demokrasiden, parlamentodan kaynaklanıyor. Halbuki başkanlık sistemine geçilmesi lazım” gibi bir önermeyle pek fazla karşılaşmadık. Bir tek Necip Fazıl Kısakürek çizgisindeki marjinal grupların “Başyücelik Devleti” gibi önermeleri vardı. Ama onun dışında böyle bir gündem yoktu. Benim buradaki kastım, Türkiye’deki sistem nedir? Türkiye’deki sistem, devletin ekonomi başta olmak üzere birçok şeyi kontrol ettiği ve toplumu dizginlemek üzerine inşa edilmiş olan bir sistem. Türkiye’de bunu çok ciddi bir şekilde yaşıyoruz. Başkanlık olsa da olmasa da Türkiye’de şu anda yıllardır süregiden, arada sırada demokrasinin iyileşmesine doğru birtakım adımlar atılmış da olsa, yaşananın bir başka tezahürünü görüyoruz. Bu başkanlık sistemiyle olur, parlamenter sistemle olur, şu olur, bu olur.

Ama Türkiye’de şu anda referanslarını İslam olarak alıp Türkiye’yi yöneten insanların ve onlara destek veren insanların geçen süre içerisinde Türkiye’nin demokrasisine kattıkları çok fazla bir şey yok; ya da şöyle söyleyeyim, şu daha doğru olacak: Kattıklarını geri almak ve geri alırken de daha da geriye götürme yolunda çok ciddi bir mesafe katediyorlar. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kuruluşunda dile getirdiği sloganlar, parti programı pekâlâ bugünün Türkiye’sinde ciddi bir muhalefet partisinin sloganları ve programı olabilir. Oradaki yöneltilen eleştiriler pekâlâ bugünkü iktidara yöneltilebilir. O dönemde önerilen çözüm önerileri pekâlâ bugünün Türkiye’sinde çözüm önerisi olarak savunulabilir ve bunun da belli bir karşılığı olabilir. Bunların çok mükemmel şeyler olduğunu söylüyor değilim. Ama şu anda gelinen noktada Adalet ve Kalkınma Partisi’nin çok gerisinde bir yerde olduğumuz çok açık ve net. Arada bayağı bir şey yaşandı.

“Türkiye model olabilir mi?”

2006 yılında –Washington’da gazetecilik yaptığım dönemde– Batı’da Türkiye için şu soru hep soruluyordu: “Türkiye İslam dünyasına bir model olabilir mi?” Bu çok tartışıldı, çok kızıldı. Bazıları Türkiye’de klasik “Büyük Ortadoğu Projesi” vs. dediler. Onun dışında bir şey vardı. Bu model tartışması yapılırken iki şey öne çıkıyordu. Bir: İslam dünyasıyla ilgili en fazla sorulan soru biliyorsunuz “İslam demokrasiyle bağdaşır mı?” Aslında bu soru “İslam demokrasiyle bağdaşır mı?” sorusu değil, “İslami hareketler demokrasiyle bağdaşır mı?” sorusuydu. Ama İslam diye soruluyordu Oryantalist bir şekilde. Ve Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin –ilk defa İslami hareket içerisinden gelen bir partinin– ilk defa demokrasiyle bağdaşabileceği yolunda bir beklenti Batı’da ortaya çıkmıştı, özellikle AB süreciyle beraber, yaşanan reformlarla beraber. Ardından bir şekilde gündeme gelen Kürt sorununun barışçıl çözümü yolundaki birtakım –riskli olmakla birlikte– atılan adımlarla birlikte Türkiye’de bu İslami hareketlerin demokrasiyle iç içe geçebilme imkânı görülüyordu. Ama olayın bir diğer boyutu vardı, pek dile getirilmiyordu.

Olayın bir diğer boyutu da ilginç bir şekilde Fethullah Gülen’in dünya çapındaki okullarıyla birlikte yaptığı, sosyal alanda yaptığı, eğitim üzerinden yaptığı “ılımlı İslam”dı. Yani Türkiye’de İslam deyince akla tabii ki önce AKP, AKP’nin ülkeyi reformlarla daha demokratik bir ülke yapma iddiası, ama bunu yaparken de İslami kimliğini muhafaza ediyor olması; bir diğeri de Fethullah Gülen Cemaati’nin dünya çapında yaptığı, eğitim çalışmaları üzerinden yaptığı radikal İslam diye bilinen akımlara karşı duruşuydu. Şimdi dönüp baktığımızda, Türkiye’de iflastan bahsettiğimizde öncelikle, AKP’den önce Gülen Cemaati’nin iflasını vurgulamamız lazım. Çok büyük bir realiteyle yüzleşti insanlar. Bu Gülen Cemaati denen yapı, küresel yapı, eğitim temelli bir İslam’ın yumuşak şekilde dile getirildiği bir yapı olmadan önce organize bir suç örgütü. Amacı Türkiye Cumhuriyeti’nde devleti ele geçirmek ve bunu yapabilmek için de kendine dünyada bir etki, nüfuz alanı yaratmak. En son 15 Temmuz darbe girişimiyle de net bir şekilde görüldü ki aslında ortada iyi niyetli, yumuşak bir İslam’ın sosyal hayattaki örgütlenmesi değil, kötü niyetli, art niyetli bir suç şebekesi var. Ve bütün bu yapılan çalışmaların hepsi de aslında bu suç şebekesini perdelemek içinmiş.

İlk iflas Gülen cemaatinin

Bir kere iflas derken öncelikle Fethullah Gülen hareketinin gerçek yüzünün ortaya çıkışını göstermek lazım. İkinci olarak da: İslami hareketin kendisinin demokrasiyle barışması, ondan sonra da ülkenin daha demokratik ve özgür bir ülke olmasına katkıda bulunması anlamında AKP’ye atfedilen önemlerin hepsinin geri çekildiğini görüyoruz.

Artık AKP ve Erdoğan dendiği zaman Türkiye’de reformlar vs. değil, Türkiye’de cezaevine giren gazeteciler, işlerinden olan akademisyenler vs., hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, yasaklar, bunlar geliyor. Dolayısıyla iki büyük iddia, Türkiye’ye yönelik iki büyük bilgi sadece Batı’nın Türkiye’ye atfettiği bir şey değildi, Türkiye toplumunun da kendine atfettiği bir şeydi. Yani Türkiye’de öteden beri yaşanan, dindarların sistemin merkezine taşınamamasından ya da gelmesinin engellenmesinden kaynaklanan sorunlarla uğraşan Türkiye’de bundan bir şekilde kurtulma arayışı vardı. AKP’nin bunu yapabileceği umudu birçok yerde, Türkiye içerisinde de neşet etmişti.

Bir diğeri de, genellikle gericilik olarak adlandırılan İslami cemaatlerin pekâlâ modern dünyada eğitim gibi alanlarda aktif, üretken ve pozitif bir şeyler üretebilecekleri yolunda Gülen Cemaati’nin yarattığı bir şey vardı. İkisi birden Türkiye’de de yok oldu. Bir de işin ilginç tarafı tabii, bu iki yapı birbiriyle çok ciddi bir şekilde çok sert, her geçen gün daha da sertleşen bir savaş yürüttüler. 15 Temmuz bunun zirvesidir. Dolayısıyla aslında 15 Temmuz bu iflasın bir nevi zirvesiydi.

İslami entelijansiyanın teslim olması

Şimdi çok dağınık olduğunun farkındayım. Ancak dışarıdan, 1985 yılından itibaren bu hareketi gözlemeye çalışan bir gazeteciyim; bu hareketin içerisinde, değişik kademelerinde –İslami hareket derken sadece AKP’yi kastetmiyorum, radikal gruplar, cemaatler vs.– birçok insanı yakından tanıdım. Bazıları şu anda hayatta değil, bazıları cezaevinde, bazıları yurtdışında, bazıları ülkenin yönetiminde çok üst yerlere gelmiş insanlar. Ve bu insanların büyük bir kısmının bugünün Türkiye’sindeki yaşananlara 10 yıl önceki halleriyle –ya da 15 yıl önceki ama 10 yıl da diyebiliriz– bugüne bir zaman tünelinden gelseler herhalde bugün yaşanan Türkiye’den çok ciddi şekilde rahatsızlık duyacaklardı diye düşünüyorum.

İslami hareketin dün en önemli özelliklerinden birisi cesaretiydi, konuşmasıydı, itirazıydı. Muhalif olmasından kaynaklanıyordu belki ama, özellikle İslami hareketin 80’li yılların ortasından itibaren ortaya çıkarttığı en önemli hususlardan birisi yeni bir entelijansiya çıkıyordu, aydınlar çıkıyordu, muhafazakâr aydınlar çıkıyordu. Ama bütün bu süreçte bu muhafazakâr aydınların büyük bir kısmının kaybolduğunu gördük. Ya sessiz kaldılar ya da tamamen kendilerini bu iktidardan pay kapma olayına gözleri kamaşmış bir şekilde aydınlık misyonlarını, aydınlık reflekslerini kaybettiklerini gördüm. Bu benim kişisel bir tanıklığımdır. Çok sayıda isim biliyorum. O isimler de kendilerini biliyorlar. Dün yazdıklarıyla, söyledikleriyle bugün yazdıkları arasında dağlar kadar fark olan çok sayıda insan var. Ve hallerinden memnun gibi gözüküyorlar, ama hallerinden memnun olmadıklarını biliyorum.

Çünkü şu anda Türkiye’de işler hiç iyi gitmiyor. Türkiye’de işlerin hiç iyi gitmemesinin değişik boyutları var. Terör var, ekonomi var, siyasi gerginlik var, kutuplaşma var. Ve bu işlerin iyi gitmemesinde Türkiye’de İslami hareketin çok ciddi bir şekilde rolü var. Bir özeleştiri yapmak vs. bunlardan zaten böyle bir beklenti içinde değilim. Böyle bir şey beklemiyorum. Zaten bu saatten sonra çok da fazla anlamı olacak bir şey değil.

İflasın en önemli göstergelerinden birisi Kürt sorunudur

Şimdi söyleyecek çok şey var. Çok uzatmak istemiyorum. Bu konuyu tekrar başka yayınlarda devam etme vaadini yada –vaat tabii iyi bir şeydir, hoşlanmadıysanız izlemek zorunda değilsiniz, vaat olarak görmeyin– ama bunu söyleyeyim. Söyleyecek çok şeyim var. Bir dahaki yayına çok daha notlarla geleceğim. Bugün o notları almam pratik bir nedenle mümkün olmadı, Medyascope’ta yaşadığımız birtakım işler nedeniyle. Ama bir sonraki yayında bu konuyu başka konular önüne geçmezse ele almak istiyorum. Ama şunu özellikle vurgulayayım: İflasın en önemli göstergelerinden birisi Kürt sorunudur. Türkiye’de İslami hareketin en önemli güç kaynaklarından birisi Kürtleri de kuşatabilmesi, ümmetçi bir perspektiften ya da ümmetçi olduğu varsayılan bir perspektiften Kürtleri de kucaklayabilme iddiasıydı. Bu anlamda değişik adlarla hayata geçirilmek istenen çözüm süreçleri, barış süreçleri yadırgatıcı değildi ve onların çok ciddi katkısı olmuştur Türkiye’de AKP iktidarına ve genel olarak İslamcılara getirdiği prestij anlamında. Ama son dönemde izlenen topyekûn savaş konseptine dönülmesi ve MHP’yle bu konuda bir tür ittifak yapılmasının İslamcı hareket için –her türden İslami duruş için, sadece siyasi iktidar değil– iflas göstergesi olduğunu düşünüyorum. Tabii şunu diyenler var: Dün görüşmeler yapan Erdoğan sonra savaş politikasına, çok sert bir politikaya yöneldi, ama yarın tekrar müzakereye geçebilir vs. Bunlar olabilir; ama Kürt meselesi gibi Türkiye’nin hayatî bir meselesini böyle değişik periyotlarda birbirine taban taban zıt politikalarla yürütmenin çok fazla imkânı yok. Bir olur, iki olur, ama üç-dört ne kadar olur, çok fazla bilmiyorum. Şu anda Kürt meselesinde çok ciddi fırsatların kaçırılmış olduğunu düşünüyorum. Bunun Kürtler içerisindeki her türlü İslami hareketin gücünü çok ciddi şekilde aşındırmış olduğunu düşünüyorum.

Yeni-Selefi cihatçı akıma elverişli bir zemin

Bir son not: Şu anda Türkiye’deki ana akım İslami yapıların içinden geçtiği derin kriz, başta AKP olmak üzere, cemaatler olmak üzere –artık Fethullah Gülen oluşumunun adını bunun içinde saymak bile gerekmez çünkü Türkiye’deki varlıkları bile yok, bir daha da Türkiye içerisinde kolay kolay olabileceklerini sanmıyorum, bunu da hiç kötü bir gelişme olarak görmüyorum, onu söyleyeyim–, ama onun dışındaki cemaatlerin falan, hepsinin yaşadığı bu derin kriz Türkiye’de çok ciddi bir şekilde Yeni-Selefi cihatçı akıma elverişli bir zemin sunuyor.

Çünkü Türkiye muhafazakâr bir ülke. Türkiye’de İslam çok güçlü bir din. Böyle olmuş, böyle olacak. Bunun değişmesi diye bir şey olacağını sanmıyorum. Ama böyle bir yerde ana akım hareketlerin içinde yuvarlandıkları bu kriz –ki şu anda iktidar nedeniyle görünmüyor olabilir ama çok geçmeden bunun çok net bir şekilde görüleceğini düşünüyorum–, bu krizden istifa edecek olanların başında bu türden terörü yöntem olarak benimseyen, vahşeti, dehşeti yöntem olarak benimseyen yapıların ciddi bir şekilde istifade etme ihtimalinin çok yüksek olduğunu düşünüyorum. Ve o zaman Türkiye’deki ana akım İslami oluşumların bu tür terörist çizgideki hareketlerle mücadele etmesi için vakit çok geçmiş olacak diye tahmin ediyorum.

Dolayısıyla Türkiye’de İslami hareketin genel olarak yaşadığı krizden, bu büyük iflastan birileri çok ciddi şekilde mutlu oluyor olabilir. Ama bu büyük iflasın yerine gelecek olan şeylerin de çok daha parlak olacağının garantisi yok. Türkiye din üzerinden kutuplaşmasını çok daha sert bir şekilde yaşayabilir. Böyle bir riskin altını çizmek gerekiyor. Bir diğer husus, onu da söyleyeyim ve bitireyim.

İslami hareketin zorunlu bir yenilgisi olarak görmek çok ucuz olur

Çok uzattığımın farkındayım ancak şunu söyleyeyim: AKP’nin özellikle son yıllardaki politikalarının –ki Gezi’yi bir milat olarak almak şaşırtıcı olmaz– 15 Temmuz darbe girişiminin ardından OHAL uygulamasıyla beraber yapılanlar daha da net bir şekilde, birçok insanda, İslamcılık-karşıtı insanlarda çok ciddi bir şekilde, bazılarında “Biz haklı çıktık” falan gibi duyguları beraberinde getiriyor. Bunu İslamcılığın, İslami hareketin zorunlu bir yenilgisi olarak görmek çok ucuz olur. Hatta bazıları bunu İslami harekete değil İslam dinine de atfetmeye çalışıyorlar. Bunlar çok ucuzcu yaklaşımlar olur. Dünyanın değişik yerlerinde, mesela Tunus’ta Raşid El Gannuşi’nin başını çektiği, bayağı demokrasiyle barışık yaşamayı önceleyen hareketler de var. Özellikle Batı’daki Müslümanların içerisinde, ABD’de ve Avrupa’da bazı yerlerde terörist hareketlerden dolayı pek görmediğimiz çok ciddi sivil birtakım özgürlükçü İslamcı arayışlar da var. Yani İslamcılığı hatta İslam dinini demokrasi-karşıtı bir hareket olarak görme eğiliminin de Türkiye’de son dönemlerde yaşananlardan istifade ederek “biz haklı çıktık” demesinin tek kelimeyle ucuzculuk olduğunu söylüyorum.

Haklı çıktığını söyleyenlerin de demokrasi, temel hak ve özgürlükler konusunda şu anki siyasi iktidarın yaptığından çok ileri bir pozisyonları olduğuna ben şahsen tanık olmadım. Türkiye’nin hâlâ dindarları da ciddi bir şekilde kapsayan, onların da merkezde yer aldığı yeni bir merkez inşa etmesi, temel hak ve özgürlükler ve demokrasi temelinde bir ülke inşa etmesi ve hep birlikte, yani tüm etnik unsurlarıyla beraber bir ülke inşa etmesi zorunluluğu acil bir şekilde önümüzde duruyor.

Kutuplaşmayı körükleyerek varılabilecek hiçbir şey yok. Kutuplaşmayı körükleyerek varacağımız yer daha büyük kaoslar, daha büyük sıkıntılar, daha büyük hak ve özgürlük ihlalleri olacaktır. Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar. Bir büyük iflas olarak Türkiye’de İslamcılık tespitinin karşılığını bu yayında tam olarak verememiş olabilirim. Ama dediğim gibi başka yayınlarda da bunu sürdürmeye çalışacağım. Beni izlediğiniz için, Medyascope’u izlediğiniz için sizlere teşekkürler. İyi günler.

 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.