Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yalçın Karatepe ile söyleşi: Başkanlık tartışmalarının gölgesinde Türkiye ekonomisi

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/302481312″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

 

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu

 

Merhaba hoşgeldiniz. Bugünkü yayınımızda konuğumuz, Prof. Yalçın Karatepe. Yalçın Hoca’yla yine ekonomi konuşacağız. Meclis’te görüşülmekte olan yasa teklifini, sistem teklifini ve onun ekonomiye etkisinin ne olduğunu, ne olacağını konuşacağız. Hoşgeldiniz hocam.

Merhaba Semih. Teşekkür ederim davetin için.

 

Biz teşekkür ederiz katıldığınız için. Hocam, Meclis’teki Başkanlık sistemi tartışmalarına geçmeden, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son yaptığı açıklamalara değinelim kısaca. Yaptığı açıklamada, başlık olarak, Merkez Bankası’nın gerekli adımları atacağını söyledi. “Döviz üzerinden yapılan spekülasyonun derinliğinin olmadığı ortada” dedi. En son olarak da, belki de en dikkat çekici olanı: “Elinde silah tutanla, elinde dövizi, faizi olan arasında bir fark yoktur” dedi.  Bundan birkaç sene önce de, Ahmet Şık ve Nedim Şener olayında, kitap-bomba benzetmesi vardı. Şimdi de elinde silah tutan teröristle, elinde döviz, faiz tutan arasında bir fark yoktur dedi. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu yorumları?

Önce en son söylediğinden başlayayım. Çünkü birkaç başlık var. Merkez Bankası’nın neler yapabileceğine ilişkin, ya da onun hamle yapma imkânı olduğundan bahsetmiş. Bunu biraz daha ayrıntılı konuşuruz. Ama son söylediği, ben de o konuşma metnini okudum. “Elinde silahı, bombası olan teröristle elinde doları, avrosu, faizi olan terörist arasında hiçbir fark yoktur”. Bir defa, bu çok sert bir açıklama. Yani, bizim gibi piyasa ekonomisinin uygulandığı bir ülkede, insanların, yatırımcıların, tasarruflarını hangi varlıklarda değerlendireceğini, böyle kategorik olarak sınıflandırmanın ve onları etiketlemenin çok doğru olmadığını düşünüyorum.

Semih, senin yaşın küçük, hatırlamazsın, ama eskiden bu ülkede, 80’li yıllarda, Turgut Özal hükümeti kuruluncaya kadar, döviz bulundurmak suçtu. Hukuken suçtu. O zaman Alman markı vardı, Türkiye’de çok popüler bir paraydı, ya da Amerikan doları bulundurmak suçtu. Sonra bir kanun değişikliği yapılıp, dövizin kullanımını serbest hale getirildi.

Türk Parasının Kıymetini Koruma hakkında bir kanun vardı. Tam hatırlamıyorum ama, 1983 ya da 1984 yılında bir değişiklik yapıldı ve bundan sonra insanların yabancı para cinsinden iş yapmasına izin verildi. Yani, tasarruf aracı olarak tutabilirsiniz, bankada mevduatta bulundurabilirsiniz, kiranızı vs. o cinsten yapabilirsiniz. Bu söylediğim, bu dönemden yaklaşık 30 yıl önce. Türkiye, 30 yıl önce, bu anlamda, yabancı paranın da kullanılabilmesine olanak tanıyan bir düzenleme yaptı.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın ifadesinde, elinde doları, avrosu, faizi olanı teröristle aynı kategoriye koyması, –piyasa ekonomisi anlamında söylüyorum– Türkiye’nin 35 yılda gelmiş olduğu noktadan geriye doğru sert bir adım diye yorumlarım. Dolayısıyla, insanları, sahip oldukları tasarrufları nedeniyle bu şekilde kategorize etmek doğru değil.

Hatırlarsın, altın günleri yapardı anneler. Bir ara mark günleri olurdu; herkes giderken 10 mark, 20 mark, 50 mark neyse, onları götürürlerdi. Ev kadınlarının bile kullandığı para birimlerini ellerinde bulunduranları teröristle aynı kategoriye koymak, piyasa ekonomisinde benim kabul edebileceğim bir şey değil. Çok sert bir açıklama. O yüzden ben bu açıklamayı çok doğru bulmuyorum.

Merkez Bankası’nın yapacağı işler konusuna gelince; Doğru, Merkez Bankası sonuçta piyasanın en büyük oyuncusu. Hem hukukî yetkileri var, hem parasal olanakları var; birtakım hamlelerde bulunabilir, ama ben Merkez Bankası’nın hareket alanının çok sınırlı olduğunu, etki yaratma olasılığının düşük olduğunu düşünüyorum. Biz bunu bu hafta gördük. Biliyorsunuz, yabancı mevduatların zorunlu karşılıklarında yarım puanlık bir indirime gidilerek, piyasaya 1,5 milyar dolar kadar döviz likiditesi sağlandı. Ama onun kurlara etkisi, yarım saat bile sürmedi. Yarım saat içerisinde, onun ortadan kalktığını görüyoruz. Dövizde, Merkez Bankası’nın piyasaya müdahale etme şansı çok sınırlandırılmış durumda. Çünkü Merkez Bankası’nın net döviz rezervi, –rezerv dediğimizde üç şeyden bahsediyoruz: Toplam rezerv dediğimiz zaman, içinde altın ve yabancı paraların olduğu kısımdan bahsediyoruz; brüt rezerv dediğimiz zaman, Merkez Bankası nezdinde bulunan ama başkalarının alacaklarını, örneğin bankalarda bulunan döviz tevdiat hesaplarının karşılıklarını da içinde barındıran kısım var, o da Merkez Bankası’nın harcayabileceği bir para değil; bir de, net rezerv olarak adlandırdığımız, Merkez Bankası’nın tasarrufta bulunup kullanacağı rakam var — ki bu da, 25 milyar doların altına gelmiş durumda. Dolayısıyla, Merkez Bankası’nın döviz piyasasına, döviz üzerine müdahale etme şansı oldukça sınırlanmış. O zaman geriye ne kalıyor enstrüman olarak?

 

Faizler.

Faizler. Ben Cumhurbaşkanı’nın bugünkü açıklamasını, sanki Merkez Bankası’nın elini rahatlatacak bir açıklama diye de yorumladım. “Merkez Bankası gerekli tedbirleri alacak” açıklaması, Merkez Bankası’nın faiz artırımına gitmesi durumunda, en azından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sert tepkisiyle karşılaşmayacakları şeklinde yorumladım. Dolayısıyla, Para Politikası Kurulu’ndan bir faiz artışı ortaya çıkacak. Bu çok kuvvetle muhtemel gibi görünüyor. Ama bunun da, kurların ateşini söndürme konusunda etkisinin çok sınırlı olacağını düşünüyorum.

 

Hocam, tam bu noktada şunu söyleyeyim. Kur yaklaşık 3,77 TL’ye düştü. Bugün 3,92TL’ye kadar çıkmıştı. Yaklaşık 15 kuruşluk bir marj var arada. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasından önce düşüş başladı zaten. 3,80 seviyesine gelmişti. Bugün ne oldu da bu kur bu kadar düştü? Tamam, dolar yükseliyor ve düşüyor, oynaklık çok fazla zaten, ama özel olarak bugünkü düşüşün sebebi nedir sizce? Açıklama mı yoksa?

Bence çok hızlı yükselmiş olmasından kaynaklanıyor. Yani, biraz soluklanıyor, kâr realizasyonlarının bir kısmı yaşanıyor. Yoksa makro göstergeler ya da kurların hareketini etkileyen değişkenlerde bir farklılaşmaya bağlı olarak bir düşüş değil.

Dolardaki düşüşün bir kısmı şundan kaynaklı; biraz panik etkisine de bakmak lazım. Dolar, avro karşısında da değer kaybetti bu sabah. Dün mesela, 1,04TL’ye kadar geriledi EUR/USD paritesi. Bu sabah, 1,07’ye kadar çıktığını gördük. Dolayısıyla, dolar sadece TL karşısında değil, diğer paralar karşısında da biraz zayıfladı. Geri çekilmenin bir kısmı pariteden kaynaklanıyor. Ama avro da düştü.

 

Evet, avro da düştü.

Yani, Türk lirası hem dolara karşı hem avroya karşı bir miktar değer kazandı. Artıda. Yüzde getiri anlamında söylüyorum. Ama ben bunun temel gerekçesinin, son on gün içerisinde 3.52’den, yılsonu kapanış rakamından, 3.90’a kadar geldi. 40 kuruşluk bir artış ki %12’ye yakın bir artıştan bahsediyoruz. Çok hızlı bir artış. Bence burada bir soluklanma dönemine girmiş gibi görünüyor.

Bir de, yurtdışı piyasalarda hafif bir toparlama var, onu da söyleyeyim. Ama bence onun etkisi biraz sınırlı burada.

 

Peki, hocam Meclis’teki görüşmeye gelirsek: Dün kavga çıktı, malumunuz. Bugün de, takip edebildiğim kadarıyla, gerginlik olmuş, ara verilmiş görüşmelere. Siz Meclis’teki görüşmeleri nasıl yorumluyorsunuz? Nasıl gidiyor, beklediğiniz gibi mi? Sonuçta maddeler geçiyor. Dün itibariyle ilk beş madde geçti.

Evet, ilk beş madde geçti. Tabii bu birinci tur oylama. Önümüzdeki hafta, ikinci tur oylamalar olacak. Sonra geneli üzerinde bir oylama olacak. Tamamı geçer mi, bilemiyorum. Özellikle ikinci tur oylamaları izlediğim zaman, benim farklı bir beklentim var. Maddelerin tamamı değil, ama bazı maddelerin geçmemesi gibi bir durum söz konusu olabilir. Özellikle, Cumhurbaşkanı’nın neredeyse sınırsız yetkiye sahip olmasına imkân verecek bu KHK –Cumhurbaşkanlığı genelgesi olarak adlandırdıkları– yayınlaması ile ilgili düzenleme geçmeyebilir. Ben öyle bir hisse kapılıyorum. Yüksek yargı organlarının üyelerinin atanmasına ilişkin yetki geçmeyebilir. Bunlar sadece temenni değil, olası durumlar diye düşünüyorum. Çünkü maddeler genellikle 340 civarında oyla geçiyor. Geçmemesi için 330 oy gerekiyor. 10 milletvekili. MHP’den bir milletvekili farklı bir oy kullanabilir ki bu olasılığın orta çıktığını şundan da görüyoruz. Sayın Devlet Bahçeli’nin, dün gece, “Eğer bu düzenlemeler geçmezse erken seçime gideriz” gibi biraz aba altından sopa gösteren bir açıklaması vardı. Öyle bir endişeleri olduğunu gösteriyor.

 

Bugün AKP’li üst düzey bir yönetici de –ismi şu anda aklıma gelmiyor– benzer bir açıklama yaptı: “Geçmezse erken seçime gideriz” dedi. Orada ortak bir karar var sanki.

Demek ki böyle bir olasılık var, dillendirdiklerine göre. Meclis’teki mevcut milletvekillerine bir mesaj veriyorlar. “Siz 2 yıl daha milletvekilliği yaparsınız, ya da erken seçime giderek bu süreyi kısaltırız, sizin de aday gösterilme şansınız olmaz” mesajı veriliyor.

Vatandaş olarak beklentim, milletvekillerinin bu oylamada ülke menfaatine olacak şekilde oy kullanmalarıdır.

Erken seçimin sık sık hatırlatılıyor olması, böyle bir kaygının olduğunun da göstergesi. Dolayısıyla, bu hafta ve önümüzdeki hafta çok hareketli geçecektir Meclis’te.

Biraz bunların süreçlerinden de konuşalım. Seninle yaptığımız programlarda da çok vurgulamaya çalışıyorum. Türkiye’de aslında sadece çok rutinde gördüğümüz bir anayasa değişikliği değil. Türkiye, anayasa değişikliklerini çok yaptı biliyorsun. Özellikle AB uyum sürecinde, bir defasında 90 küsur maddeyi birden değiştirdi.

 

Koalisyon hükümetinde.

Evet. Ama orada, Meclis’te bir ittifak halinde muhalefet milletvekillerinin katkısı da dahil olmak üzere yapıldı anayasa değişikliği. 2010’da bir anayasa değişikliği yapıldı, o biraz tartışmalıydı. Ama daha önce anayasa değişiklikleri yapıldı. Burada söz konusu olan, anayasa değişikliği değil. Burada söz konusu olan, Türkiye’nin yönetim rejiminin değiştirilmesi. Bir parlamenter demokrasiden, sınırsız yetkilere sahip bir başkanlık modelinin getiriliyor olmasının yarattığı bir tedirginlik var. Bunun piyasalarda çok olumsuz bir karşılığı olduğunu haklı olarak görüyoruz. Çünkü piyasaların dayandığı temel, özellikle kapitalist sistemlerde piyasa ekonomileri hukuka çok güvenirler. İlişkiler tanımlanmıştır, haklar bellidir, yükümlülükler hukuken tanımlanmıştır. Bunların nasıl değişeceğine ilişkin tedirginlik ortaya çıktığı zaman, insanlar o piyasalardan uzak durmaya çalışırlar. Çünkü yarın nasıl bir durumla karşı karşıya kalacaklarını bilmiyorlar. Örneğin, bu önerilen sistem geçerse, KHK yayınlama yetkisi olan bir cumhurbaşkanı kalkıp bir kararnameyle bütün ekonomik ilişkileri farklılaştırabilir. Sonuçta yaptığı yasal bir iş olur. Anayasa’nın kendisine vermiş olduğu yetkiler olur. Ama piyasalar açısından çok olumsuz sonuçlar doğurabilir. Dolayısıyla, şu anda rejimin tartışılıyor olması, Türkiye’nin belirsizliğinin çok ama çok arttığının bir göstergesi olduğu için, ekonomik verilerimizin tamamı hızla bozuluyor.

Senin davetinden sonra biraz araştırdım. Özellikle Türkiye’ye ilişkin raporlara baktım. Bana çok ilginç geldi. 2017 yılında, “siyasi sorunların yüksek olduğu ve izlenmesi gereken ülkeler listesi” diye bir liste var. Bu, Foreign Policy dergisinin Ocak sayısında, yani içinde bulunduğumuz ayda yayınlanan liste. 10 tane ülkeyi sıralıyor. Birinci sırada, Irak ve Suriye. O bölgeyi biliyoruz.

 

Zaten savaş var.

İkinci sırada hangi ülke var biliyor musunuz? Türkiye.

 

Evet Türkiye. Biz haberini yaptık oradan biliyorum.

Şu anda bizi izleyenler açısından söylüyorum. Türkiye, sonra Yemen, Afrika’nın Çad Gölü çevresi — ki yıllardır iç savaşla uğraşıyor. Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Güney Sudan, Afganistan, Myanmar. Yani şimdi, Türkiye’nin hak ettiği, bulunması gereken liste burası mı? Maalesef değil. Elinde doları bulunana terörist muamelesi yaparak, ya da dış güçlerin, üst aklın vs.’nin Türkiye üzerinde oyunlar oynadığını iddia ederek içinde bulunduğumuz sorunları çözemeyiz.

Maalesef, Türkiye siyaseten sıkıntılı ve çok zor bir dönemden geçmektedir. Bunun temel gerekçesi de, Türkiye’deki yönetim sisteminin, ya da rejimin değiştirilmeye çalışılmasıdır. Bunu açıkça söylemek lazım.

Bugün TÜSİAD’ın Genel Kurulu’nda, TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı…

 

Yeni Başkan mı? Erol Bilecik.

Cansen Başaran Symes. Onun da vurgulamasında, parlamenter sistem vardı. Meclis’in öneminden bahsediyorsunuz. Dolayısıyla, önerilen değişikliklerin parlamentoda kabul edilmesi, zaten görüşülme sürecini görüyorsunuz. Milletvekilleri tekme tokat birbirlerine giriyorlar, yumruklaşıyorlar. Referanduma gidildiğinde, bunun ülkedeki siyasi atmosferi ne hale getireceğini düşünelim. Referandumun sonucu –eğer o aşamalara giderse, ben gitmeme olasılığı olduğunu düşünenlerdenim– böyle bir ülkeye siz yatırım yapabilir misiniz? Ya da bu ülkeye yönelik ekonomik kararlar alabilir misiniz? Çok zor gibi görünüyor.

 

Hocam, özellikle Türkiye’deki siyasetçiler de bir ara bunu çok dile getirdi: Seçime kadar belli bir süre piyasalar tedirgin olur, ama seçimlerden sonra bir rahatlama olur; çünkü önünde 2-3 sene, 4-5 sene, değişiyor bazen, bir seçimsizlik süreci vardır ve sonuçta, oluşacak bir siyasi iktidar, ekonomi politikası ve diğer konularda politikalar üretecektir. Ama bu sefer, tersi bir durum var değil mi? Esas en büyük belirsizlik, belki de referandumda “Evet” çıkması ve sonrası ile ilgili.

Çok doğru bir tespit. Biraz önce senin atıfta bulunduğun seçimler, normal siyasi konjonktürlerde belli periyodlarda yapılan seçimler. İnsanlar sandığa gider, A partisi, B partisi, birilerini tercihte bulunurlar. Sonra onlar da mevcut yasalar çerçevesinde, Anayasa’nın verdiği yetki çerçevesinde hükümet kurarlar. Ama buradaki öyle bir şey değil. Çok çok doğru bir tespit. Buradaki temel endişe, referanduma gidip –eğer oraya giderse– gittikten sonra bunun kabul edilmesi.

Çok konuşmuyoruz bunu maalesef. Geceyarıları, Meclis’te görüşmeler geceyarıları, sabah 03.00’te 05.00’te olduğu için, ben de imkân buldukça internet üzerinden takip etmeye çalışıyorum. Cumhurbaşkanı, Merkez Bankası Başkanı’nı istediği gibi değiştirebilir. Tekrar ediyorum. Şu anda Merkez Bankası Kanunu’na göre, Başkan atadıktan sonra görev süresi doluncaya kadar görevden alamazsınız. İstifa ederse o ayrı bir şey. Ama görevden alamazsınız.

Bu önerilen model gerçekleştiğinde, yarın kim cumhurbaşkanı olursa, “Beğenmiyorum ben senin politikanı, aldım, yerine başkasını koydum” dediğinde, siz Merkez Bankası’nın bağımsızlığından, piyasaların fiyat istikrarı, finansal istikrar, ekonomik büyüme gibi konularda ekonomi bilimine dayalı kararlar alacağına yönelik bir beklentiniz olabilir mi? Olamaz. Şu anda en azından bir hukuk sistemi var. Merkez Bankası Kanunu diye bir kanun var ve o kanunda tanımlanmıştır Merkez Bankası’nın görev ve yetkileri. Ama yarın, Cumhurbaşkanı’na, bu genelgeler yoluyla –şu anda OHAL’de yayınlanan KHK’lar gibi– istediği şekilde düzenleme yapma imkânının veriliyor olması, piyasalar açısından inanılmaz derecede büyük bir belirsizlik kaynağıdır. Ben yapacağını söylemiyorum. Ama yapmasının önünde de bir engel yok. Açıklamalarında, faiz lobisi diye başlıyorsunuz, onları terörist grubuna sokuyorsunuz. Döviz tasarrufu olanlara aynı muameleyi yapıyorsunuz. Bu düşüncede olunca, bunları yapmaktan geri kalmaz diye düşünüyorum. Dolayısıyla, tespitin çok doğru. Sonucun “Evet” olmasının yarattığı riskler bunlar.

 

Hocam, bir de, 15 Temmuz’dan sonra MHP lideri Devlet Bahçeli, ilk o dile getirmişti bu başkanlık sistemi önerisini. Dile getirirken, “Fiili bir durum var, biz bunu yasal çerçeveye oturtacağız” dedi. Sizin biraz önce saydığınız bazı işlemleri, “Zaten Cumhurbaşkanı şu anda yapıyor, biz onları yasasına sokup, hatta onu denetleme, yargılama faaliyetinde bulunacağız” dedi. Ama şimdi, şu anki yasada bulunmayan güçler de vereceğiz. Aslında tam olarak doğru değil Devlet Bahçeli’nin söylediği değil mi? Yani ilk başta yaptığı açıklamayla, şu anki mevcut durum doğru değil.

Evet, aynen öyle, yüzde yüz katılıyorum. Burada sadece mevcutta uygulanan duruma…

 

Ki o da başka bir yere geçtiği konusu zaten…

Evet. Şu anda verilmeye çalışılan yetkiler, aslında çok üzerinde konuşmuyoruz, şu âna kadar geçen maddeler, milletvekillerinin seçilme yaşı, sayısı vs..

Ama asıl kritik olan iki yer var. Bir tanesi Yüksek Yargı’nın dizayn edilmesi. Anayasa Mahkemesi’nin 15 üyesinden 12’si, HSYK’nın yarısından fazlası Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek. İkincisi, Kanun Hükmünde Kararnameler. Öyle bir madde var ki, şimdi biz Anayasa’nın falanca maddesinin filanca bendi değişiyormuş gibi okuyoruz ama Türkiye Barolar Birliği’nin yayınladığı, –Barolar Birliği web sitelerinde de var, bizi izleyen dostlarımız oradan indirip bakabilirler– “Anayasa Değişikliği Teklifinin Karşılaştırmalı ve Açıklamalı Metni” diye bir yayın var. Bunu okuduğunuz zaman, orada Cumhurbaşkanı’na verilen yetkileri görüyorsunuz. İnanılmaz yetkiler. Sizin kişi hak ve hürriyetlerinizi sınırlandırma yetkisi var. Anayasa’da yazılmış olan yetkilerinizi ortadan kaldırabilecek düzenlemeler dahi yapabilecek. Bizim bildiğimiz anlamda bir hukuk devletinin, adı hukuk olur da, evrensel anlamda bir hukuk devletinin, –adı kanun olur, hukuk olmaz gerçi– bütün temellerini sarsacak güçler öneriliyor bu değişiklikle. Bunun yarattığı riskler, piyasalar tarafından çok kabul edilebilen riskler değildir. Onun etkilerini görüyoruz zaten bugün yaşananlarda.

 

Bu görüşmeler süresince, piyasalardaki bu dalgalanmaların devam edeceğini düşünüyorsunuz o zaman?

Bence, özellikle ikinci tur oylamalar oldukça zor geçecek. Biraz önce söylediğim gibi, bazı maddelerin geçmeme olasılığı var. Özellikle, Cumhurbaşkanı’nın KHK yayınlama yetkisi ile kararnamelerle düzenleme yapma yetkisi ve Yüksek Yargı’ya ilişkin konular geçmeyebilir. Bir şey bildiğimden değil, ben sadece tahmin etmeye çalışıyorum, siyasi analiz yapmaya çalışıyorum. O durumda da geri kalan kısmını ister mi AKP? Onu da bilemiyorum. Tamamından vazgeçilip erken seçime geçilir mi? Onu bilmiyorum — ki onu da ima ediyor AKP ve Devlet Bahçeli. Ama önümüzdeki süreç, bu anlamda siyaseten çok sert geçecek, anlaşılıyor.

 

Burada tabii ekonomi çok ön planda değil, değil mi?

Şu anda siyasetçilerinin radarının hiçbir yerinde ekonomi yok. Bunu açıkça söylüyorum. Ekonomiyi bir nebze düşünüyor olsalardı, ben aylardır, bu konuyu senin programında, sosyal medyada söylüyorum. Türkiye’de başkanlık sisteminin getiriliyor olmasının yarattığı ekonomik sonuçlar çok ağır olmaya başladı. Yılbaşından beri 40 kuruş değişti diyoruz, ama 40 kuruş değişiklik çok ciddi bir maliyet. Kim açısından çok ciddi bir maliyet? Özel sektörün dış borç stoku 212 milyar dolar. Siz kurları 3 kuruş oynattığınız zaman, onların ödemek zorunda kalacakları para miktarı TL cinsinden hızla artıyor.

Türkiye Devleti’nin dış borç stoku, kurlardaki artışlara bağlı olarak, 25 milyar TL arttı. Sadece borçlara ilişkin kısmından bahsediyorum. Burada enerji maliyetleri değişecek, bunun enflasyona etkisi olacak. Bunun üretim üzerinde etkisi var. Örneğin, en son imalat sanayiine yönelik kapasite kullanımına ilişkin veriler açıklandı. Artış yok. 2016 yılında ekonomik büyümemiz, bugün Dünya Bankası’ndan %2,5 gelecek diye bir tahminde bulunduk. Oralarda iyi şeyler olmuyor. Ticaret durmuş durumda. TÜSİAD Başkanı’nın açıklamalarındaki ekonomik sorunlara, atıflara bakıyorsunuz, Türkiye ekonomisi ciddi şekilde sorunda. Biz bunu bütün makro göstergelerde görüyoruz. Ama öncelik başka bir yere verilmiş durumda.

 

Ama yarım iş gününde 15 kuruş düşmesi de işin anormal tarafını gösteriyor.

Elbette.

 

Bir şirket sabahtan dolar aldıysa, onun üzüntüsü artık çıkmaz.

Aynen öyle. Piyasaların en hoşlanmadığı şey belirsizliktir. Oynaklık dediğimiz şeyin yükselmiş olması korkunç bir şey. Sabah dolar aldı diyelim, ödemesi vardı, öğleden sonra biraz daha yükselecekti. Şimdi bir baktı, 10 kuruş düşmüş. O da fiili olarak zarar. Karar almak zorlaşıyor. Göstergelerin bu kadar hızla değiştiği, inip çıktığı bir dönemde karar almak zor olduğu için ne yapıyorsunuz? Karar almıyorsunuz, duruyorsunuz.

Bakın, bugün Cumhurbaşkanı açıklamasında, biraz önce biz sadece dövize ilişkin kısma atıfta bulunduk, ama bir şey daha söylüyor. Aynen Cumhurbaşkanı’nı alıntılayarak söylüyorum. Diyor ki: “Gün yatırım yapma, üretim yapma, duran çarkları çalıştırma günüdür”… Bakın, çarkların durduğunu Cumhurbaşkanı kendisi söylüyor. Şu anda Türkiye ekonomisi hızla durgunluğa doğru gidiyor. “Duran çarkları çalıştırma günüdür” diyor. Yani çarkların durduğunu Sayın Cumhurbaşkanı kendisi söylüyor.

Bugün Türkiye ekonomisi ciddi bir şekilde kriz içerisinde. Bunun dış konjonktürden kaynaklanan kısmı var, ben bunu inkâr etmiyorum. Trump’ın ABD’ye başkan olması, ABD’nin üretim modellerine ilişkin alacağı tavırlar, EUR/USD paritesinin etkisi vs., bunların tabii ki etkisi var. Fakat siz bunları ekonomik tedbirlerle yönetebilirsiniz. Sonuçta, ekonomik ilişkilerden, dış konjonktürden kaynaklanan durumları, alacağınız ekonomik tedbirlerle yönetebilirsiniz.

Fakat şu anda Türkiye’nin ekonomiden en hızlı etkilendiği yer, Başkanlık sisteminin tartışılıyor olması. Onun gelme olasılığının varlığı. Eğer bu Türkiye’ye gelirse, Türkiye’de ekonomik olarak çok ciddi sorunlarla karşı karşıya kalma riskimiz var, bunun göstergesi. O zaman ne yapmak lazım? Bence, Türkiye’nin önceliğini değiştirmesi lazım. Türkiye’nin önceliği yönetim modelini değiştirmek mi? Doksan yıldır biz bu modelle yönetiliyoruz, hiç de sakıncasını görmedik. O zaman önce ekonomimizi bir rayına oturtmamız lazım. Yani, oynaklığı düşürmemiz lazım. Kurların biraz ateşini söndürmemiz lazım. Faiz oranları çok yükselmiş durumda.

 

Evet.

Bugün Merkez Bankası faiziyle, Hazine kâğıtlarının arasındaki fark neredeyse %50’ye çıkmış. Yani bir tanesi 7,5-8 arasında borçlandırıyor. Hazine kâğıtları %11,5 faiz oranıyla işlem gördü. Kredi faiz oranları %17-%18 hatta %20’lere dayanmış durumda. Bu kadar yüksek maliyetlerle nasıl yatırım yapacaksınız ki? Üstelik siyasi riskleriniz de varken. Borçlanma maliyeti bu kadar yüksekken hiç kimse bu kararları almaz. Dolayısıyla, sık söylediğim şey, Türkiye’nin acilen normalleşmesi lazım. Siyaseten normalleşmesi lazım. Çünkü bu normalleşme, beraberinde ekonominin de normalleşmesini getirecektir. Şu anda Türkiye öngörülebilirliği ortadan kalkmış bir ülke. O yüzden ciddi sorunlar yaşıyor diye düşünüyorum.

 

Hocam, son olarak, bu bir tartışma konusudur yine, ekonominin seçim ve referanduma, –özellikle seçim için derler, referandum sürekli olan bir şey değil– seçime etkisi. Siz biraz önce saydınız, ekonominin kötüleşmesi ile ilgili verileri saydınız. Bunların referandum sonucuna etkisi ne olur? Çünkü referandumda başa baş gözüküyor. Birçok araştırma şirketi kesin bir şey diyemiyor. Yani, ne çıkarsa çıksın başa baş bir sonuç çıkacak gibi görünüyor şu anki durumda. Böyle bir yerde tabii ki belirleyici olur ekonomi, ama genel olarak da, ekonominin Türkiye’deki seçmen davranışına etkisini ne şekilde görüyorsunuz?

Bence çok belirgin bir şekilde bir etkisi olacaktır. 2001 Krizi’ni hatırlayın. 2001 Krizi’ne gittiğimizde, koalisyonda olan partiler baraja takıldı. DSP…

 

ANAP, MHP…

Evet. Barajı geçemediler. 2001 krizi yaşandı. Bir sonrakinde, Meclis’te olmayan AKP ve CHP –CHP Meclis’te yoktu biliyorsunuz, o da 99 seçimlerinde baraja takılmıştı– o iki parti girdi. Dolayısıyla, ekonomik göstergelerin seçim sonuçlarına etkisi var mı? Ya da seçmen davranışına etkisi var mı? Çok bariz bir şekilde var. Siyasette algı yönetimi önemli. Hükümet şu algıyı çok sık vurgulamaya çalışıyor: “Bunlar aslında konjonktürel, dış güçlerin yaptığı şeyler” vs.. Fakat vatandaş bunu kendi hayatında artık ciddi şekilde hissetmeye başlıyor. Nasıl hissediyorsunuz? Ankara’da bugün benzinin litresi 5,30TL. Yani çok belirgin bir artış var ki önümüzdeki ay yine artacak. Doğalgazın, elektriğin fiyatına bu dönemde kurların artışına bağlı olarak zamların gelmesi kaçınılmaz. Gelmiyorsa da, kamunun sırtında kalıyor. Çünkü biliyorsunuz, kamu bu alım garantilerini hep Amerikan cent’i üzerinden veriyor. Kurlar artıyorsa, onun maliyetini kamu üstleniyor demektir. Dolayısıyla, vatandaşın davranışına etkisi olacak mı? Bence olacak. Belirgin bir biçimde etkisi olacaktır. Bilemiyorum, bu konuda çalışmalar vardır. Siyasetbilimciler onları daha yakından takip ediyordur. Ama bence hükümetin en korktuğu şey CHP’nin muhalefeti filan değil. En korktuğu şey, doların, avronun yükseliyor olması. O yüzden bunlarla işlem yapanları, neredeyse teröristle aynı kategoriye koymaya çalışıyor.

 

Bizi izlediğiniz için teşekkür ederiz. Prof. Yalçın Karatepe’yle Anayasa görüşmeleri sürerken ekonominin durumunu konuştuk. Teşekkür ederiz. Kendisine de teşekkür ederiz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.