Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kıbrıs müzakereleri: KKTC Eski Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile söyleşi

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/303013822″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

 

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu

 

Kösedağı: Merhaba. Hoş geldiniz Medyascope.tv Özel Yayını’na. Kıbrıs müzakereleri sürüyor. Cenevre’de görüşmeler tamamlandı. 18 Ocak’ta taraflar yeniden masaya oturacak. Biz de bugün, bu sürecin en önemli aktörlerinden biri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ikinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’la bu süreci konuşacağız. Sayın Cumhurbaşkanı hoşgeldiniz.

Tatari: Hoşgeldiniz.

Hoşbulduk. İyi günler. Tüm izleyenlere selamlar, sevgiler.

 

Kösedağı: Bizden de aynı şekilde selamlar sevgiler Sayın Cumhurbaşkanı. Efendim, ne değişti de bugün Kıbrıs’ta çözümü konuşuyoruz? Bizi bu sürece getiren, bugün Kıbrıs’ta çözümü umut etmemiz için en önemli nedenler neler? Neden umutlanıyoruz?

Şimdi aslında konuyu şöyle almak lazım. Esasen, 2004 yılında yapılan referandum, bugünü de belirlemiştir. Çünkü 2004 yılında ilk kez, Birleşmiş Milletler bütünlüklü bir çözüm planı hazırlamış ve bunu iki halkın onayına sunmuştur. Kıbrıslı Türkler kabul etmiş biliyorsunuz, Kıbrıslı Rumlar reddetmiş. Ama sonuçta o plan gökten zembille inmemiş. Uzun yılların birikimiyle oluşmuş. 1977’de, ilk liderler zirvesinde federal bir çözüm hedeflendiği belirlenmiş. O zamandan beri oluşan birikimlerle bu plan hazırlanmış ve bugüne gelmiş.

2004’de reddedildi, doğru. Ama onun arkasından, plan masada olmasa bile, görüşmeler, çeşitli vesilelerle bu planı da temel alarak devam etti. Biliyorsunuz, Papadopulos’un Güney’de Cumhurbaşkanı olduğu dönemde, ben Başbakan’dım, sonra Cumhurbaşkanı seçildim. Ben Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, Papadopulos ile doğru dürüst bir görüşme yapılamadı. Ama onun arkasından Hristofyas seçildi. 2008 yılında Hristofyas’la görüşmeleri başlattık. 2008’den 2010’a kadar, Kıbrıs müzakere tarihinde ilk defa, iki taraf oturup anlaştıkları konuları alt alta yazmaya başladı. Bu ilk defa oldu. O güne kadar taraflar tartışırdı, adeta münazara yapardı. Bu münazaranın sonunda Birleşmiş Milletler sonuçlar çıkartır, onları listeler ve taraflara sunardı. Hâlbuki biz öyle yapmadık, biz oturduk bunları yazdık. 1,5 yıl boyunca bunu çalıştık.

Sonra, Derviş Eroğlu’nun Cumhurbaşkanı oluşuyla –kendisinin çözüm vizyonu olmadığı için, çözümü arzulamadığı için– bu süreç beş yıl askıya alındı. Tıkanıklığa uğradı. Sonra, Mustafa Akıncı seçilip Cumhurbaşkanı olunca, bu arada Rum tarafında önemli de bir gelişme olmuştu. Benim dönemimde olmayan bir gelişme. Aslında iki gelişme.

Bir tanesi: Ekonomik kriz yaşadılar. Bu ekonomik kriz son derece önemliydi. Çünkü o güne kadar bir saadet zinciri çerçevesinde zenginlik yaşıyorlardı. 2004 Referandumu’nda, Kıbrıslı Türklerle getirilerimizi bölüşmeyelim diye Annan Planı’nı reddetmişlerdi çoğunlukla. Ekonomileri yıkılınca, ‘‘Acaba başka bir çare bulabilir miyiz? Acaba çözümle bu sıkıntıdan kurtulabilir miyiz’’? düşüncesi gelişmeye başladı. Bu birinci gelişme.

İkincisi: Benim dönemimde henüz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin o meşhur Demopoulos kararı henüz alınmamıştı. Demopoulos kararı, hem eski mal sahiplerinin, hem de şu anda kullanıcı pozisyonunda olan yeni mal sahiplerinin haklarının yıllar geçtikçe eşitlendiğini ifade ediyordu. Bu, Rum tarafında o güne kadar mülkiyetle ilgili katı duruşu mecburen yumuşattı. Bu iki önemli gelişme, 2015 yılında tekrar başlayan müzakere sürecinde ciddi bir katalizör oldu. Fark budur.

Şimdi Kıbrıslı Rumlar şunu diyor: ‘’Eğer çözüm olursa, Maraş açılacak, inşaat sektörü patlayacak. Ara bölgeler ve yeni yerleşimler, kısacası inşaat sektöründe büyük bir gelişim olacak.’’ Yabancı yatırım, doğrudan ülkeye gelmeye başlayacak. Çünkü artık ülkede çözüm var, barış var savaş tehlikesi yok. Doğalgaz aramaları ve bundan yararlanmak da dâhil olmak üzere birçok yabancı yatırım gelecek ülkeye. Bunu Kıbrıslı Rumlar da anlamaya başladı. Hatta bundan önceki dönemde, yani Derviş Eroğlu’nun Cumhurbaşkanı olduğu dönemde, ekonomileri yıkılınca, “Hayır” diyen bölgeler, konferans vermek üzere beni Güney Kıbrıs’a davet ettiler. Baf’a davet ettiler – ki Baf en yüksek “Hayır” oyunun çıktığı bölgeydi. Baf’a davet ettiler ve “Çözüm ne zaman?” diye sorgulamaya başladılar. O yüzden, özellikle Rum toplumunda ciddi bir fark var. Rum toplumunun çözüme meyilli olması, müzakere sürecinin bu kadar heyecanlı ve hızlı ilerlemesini sağlayan en önemli faktördür diye düşünüyorum.

 

Tatari: Bugün bütün küresel aktörleri de işin içine katarsak, kimler çözümü istiyor ve niye istiyorlar? Bunu da biraz açabilir miyiz?

Esas olarak, en önemli bölgesel aktörler, tabii ki Türkiye ve Yunanistan’dır. Türkiye’nin çözüm istediğine kaniyim ve tanığım, kendi görev yaptığım dönemde; fakat ondan sonraki gelişmeler de bunun dışında bir şey göstermedi; dolayısıyla, Türkiye çözüm istiyor. Çünkü eskiden Avrupa Birliği süreci önemliydi. Bugün Avrupa Birliği süreci önemli olmasa bile, uluslararası bütün ilişkilerinde Kıbrıs sorunu bir sorun olarak Türkiye’nin önüne çıkıyor. Bunu engellemek için Türkiye kaçınılmaz olarak çözümü tercih eder noktaya geldi. Çünkü rasyonel düşünmeye başladı. Bu çok önemli bir faktör. Yunanistan çok ilgili değil doğrusu. Hele bu son yaşadıkları krizlerle, çok da ilgili değiller. Kıbrıslı Rumlar ne yaparsa biz ona razıyız havasındalar.

Bunun yanı sıra, tabii değişik nedenlerle, bana göre İngiliz ve Amerikalılar da çözümden yanalar. Amerika, bölgede herhangi bir riske 08.27 almamak?? için, çünkü gördünüz işte, Suriye… Sorun çözülemeyince Rusya’nın devreye girmesine kimse engel olamadı. Ve Rusya, bölgede olmadığı halde büyük bir aktör olarak Suriye’de önemli bir rol aldı. Bu ABD’yi mutlu etmedi tabii. ABD eğer bu konuda yeterli duyarlılığı ve çözüm yanlısı tutumunu ortaya koymazsa, aynı şey Kıbrıs’ta da olabilir.

İngiltere’ye gelirsek; İngiltere garantör olarak, daha ziyade kendi üsleriyle ilgileniyor. İngiltere’nin, bizim, Kıbrıs’ın garanti edilmesinde çok fazla bir ilgisi yok, ama yine de Kıbrıs sorununun çözümü İngiltere bakımından da avantajlı konumlar yaratabilir, özellikle bölgede ABD ile işbirliği için.

Bir tek Rusya’nın tutumunu tam anlayamıyoruz. Rusya ne düşünüyor, ne yapıyor anlayamıyoruz. Annan planı döneminde hâhişkâr destekçiydi. Ama Rum tarafı reddedince, bu sefer Rum tarafının hâhişkâr savunucusu olarak destek olmak istemiştir çözüme. Şu anda tutumu nedir bilmiyorum. Belki Türkiye ile ilişkilerinin iyi gitmesi nedeniyle o da farklı bir tutum alabilir. Bunu ifade edebilirim.

 

Kösedağı: Efendim, görüşmeler beş başlıkta sürüyor. Biz bu beş başlıktan hangilerinde çözüme en yakınız? Hangilerinde çözümden biraz daha uzağız?

Altı başlık aslında.

 

Kösedağı: Evet.

Güvenlik ve garantileri saymadınız büyük ihtimalle. Çünkü o daha ziyade garantörlerin görüştüğü bir konu. Onun dışında kalan beş başlık, bizim, yani Kıbrıslıların yaptığı müzakerelerdir.

Bu başlıklardan biri, yönetim ve güç paylaşımı. Bu noktada yakın görünüyoruz. Hatta benim dönemimde neredeyse bitmişti. Ama sonradan, önce Eroğlu ve daha sonra Anastasiadis bazı konularda tutum değişikliği ifade ettiler. Dolayısıyla onu tam olarak şu anda bilemiyoruz. Ama yönetim ve güç paylaşımındaki başlıkta çözüme çok yakınız — ki en önemli başlık budur; çünkü Kıbrıs sorununun nedeni budur. Yönetim ve güç paylaşımındaki uyuşmazlık yüzünden Kıbrıs sorunu başladı 1963’te. O nedenle en önemli konudur ve bunun bitmesi, Kıbrıs Sorunu’nun büyük ölçüde bitmesi demektir. Bu başlıkta yakınız.

Ekonomi başlığı altında yakınız, neredeyse bitmiştir.

Avrupa Birliği ile ilişkiler başlığı hemen hemen bitmiştir.

Toprak konusu başlığında, haritalar sunulmuştur. Orada henüz herhangi ciddi bir müzakere yapılmamıştır. Ama sonuçta haritalar sunulmuştur.

Bunun dışında, güvenlik başlığı zaten görüşülmektedir, biliyorsunuz uluslararası konferans şeklinde görüşülmektedir. Orada da henüz bir ilerleme sağlanmamıştır.

Dediğim gibi, yönetim ve güç paylaşımı, ekonomi, Avrupa Birliği ile ilişkiler başlıkları, yakınlaşma sağlanan başlıklardır.

Mülkiyet konusunu unuttuk. Mülkiyet konusunda da gerçekten önemli yakınlaşmalar sağlanmış durumda.

Sonuç olarak dört başlıkta yakınız. Toprak başlığında 1 puan farkımız var. %28.2 ile %29.2. Bir de, dediğim gibi, güvenlik ve garantiler — ki bu da uluslararası garantörlerin konusu.

 

Tatari: Sayın Cumhurbaşkanı size şunu da sormak istiyoruz. Çözüm neyi çözecek? Anlaşılması bakımından, müzakerelerde olumlu bir sonuç çıkması durumunda, referanduma gittikten sonra da halkların onaylaması durumunda, tam olarak neyi getirecek çözüm?

Çözüm, iki toplumlu, iki devletli bir federasyon oluşturacak. Bir tane Kıbrıs Türk Devleti olacak. Bir tane Kıbrıs Rum Devleti olacak. Bunlar federal bir çatı altında bulunacaklar. Federal kurallar gereği, tek bir devlet olacak. Tek vatandaşlık, tek egemenlik.

Ama taraflar, yani Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar kendi idarî sınırlarında, kendi devletlerinde egemence yetkilerini kullanacaklar. Yani, bir taraf, diğerinin yetkilerine karışamayacak.

Federal düzeyde ise, federal yetkiler olarak saptanan hususlarda etkin katılım sağlanarak federal yönetimde ortaklık oluşacak. Etkin katılım demek; Kıbrıslı Türkler’in bütünüyle “Hayır” dediği, yani Kıbrıslı Türkler’in aleyhine olabilecek herhangi bir kararın alınamaması demektir. Her karar alınırken, belli oranda Kıbrıslı Türk’ün de bu karara katılması şartıyla karar alınabilecektir. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. İki taraf da siyasi olarak eşit olacaklar. Sayısal değil ama siyasi olarak eşit olacaklar. İki tarafın da onaylamadığı hususlar, en azından belli oranda onay almayan hususlar…

Dolayısıyla bir devlet, uluslararası hukuk süjesi/öznesi olarak bir devlet, ama içeride birbirinin işine karışmayan iki tane devlet olacak. Bu, sanıyorum kalıcı barışı sağlayacak önemli bir güvencedir.

 

Tatari: Güney Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’nde yer aldığını biliyoruz. Herhangi bir çözüm durumunda Kıbrıs’taki Türkler de Avrupa Birliği vatandaşı olmuş mu oluyor?

Tabii ki. Zaten Kıbrıs sorunu çözüldüğü zaman, Kıbrıs Avrupa Birliği’ne girerken, Kıbrıs Rum tarafı bütün Kıbrıs adına Avrupa Birliği’ne girerken, Protokol 10 onaylandı. Protokol 10 çerçevesinde, Avrupa Birliği müktesebatı Kuzey Kıbrıs’ta askıya alındı. Dolayısıyla Kuzey Kıbrıs’taki askı ortadan kaldırılmış olacak, askıdan indirilecek ve müktesebat yürürlüğe girmiş olacak. Ama bu arada, şunu da söyleyeyim; Kıbrıs Rum Yönetimi’nin vatandaş kabul ettiği, yani 1974 öncesi Kıbrıslı Türkler’in AB vatandaşlık hakları şu anda zaten vardır. Ama bu hak tabii ki belli konularda vardır. Yani, seyahat edebilme, Avrupa Birliği ülkelerinde oturma. Eğer Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu almışsa, o pasaportla Avrupa’ya giderse, bu haklardan yararlanır. Ama Avrupa Birliği vatandaşlarının oturdukları yerde kullandıkları haklardan, yani Kuzey Kıbrıs’ta kullandıkları haklardan yararlanamazlar. Böyle bir tuhaflık var bu konuda.

 

Kösedağı: Sayın Cumhurbaşkanı, süreç masada devam ederken, kamuoyu da bu sürece hazırlanıyor mu hazırlanmıyor mu? Bunu merak ediyoruz. İki taraf açısından, birlikte yaşama isteği ve masada devam eden sürecin kamuoyundaki yansımaları nelerdir?

Talat: Aslında o konu gerçekten tartışmalı bir konu. Yani 2002 ve 2004’teki heyecan bugün yok. Ama bunun esas sebebi, benim değerlendirmem, henüz vatandaşa açıklanmış bir antlaşma metni yoktur. Vatandaşın tartışmasına getirilmiş Annan Planı vardı 2004’te. Kuruluş aşamasıyla, anayasalarıyla her şeyiyle bir plan vardı. Herkes bunu biliyordu. Televizyonlarda, gazetelerde, radyolarda bu tartışılıyordu. Bu metin yok henüz.

Belki de, bu uluslararası konferansın da tamamlanmasıyla bu metnin çıkacağını, çıktıktan sonra da halkın bunu tartışmaya başlayacağını düşünüyorum. Ama görünen odur ki, her iki tarafta da halk, çözümü istiyor.

Daha ilginç bir şey söyleyeyim size: 2004’te, henüz kapılar 2003’te açılmış olduğu için, yani bir yıl önce açıldığı için, insanlar birbirlerini yeterince tanımamışlardı. Birbirlerine karşı güven duyamıyorlardı. Bugün, daha güven duyabiliyorlar birbirlerine. En azından, kendilerine güvenebiliyor insanlar. Yani, “Ben kendi toprağımı, kendi ülkemi yönetebilirim” diyebiliyor bugün insanlar, o gün henüz diyemiyorlardı. “Acaba Rumlar bize saldırırsa ne olur?” diye düşünüyorlardı. Hâlbuki bugün kapılar açık. Rumlar Kuzey’e geliyor. Burada otellerde kalabiliyor, hatta ev kiralıyor. Arkadaşlarının yanında kalıyor, eğlencelere katılıyorlar. Yani kısacası, Kıbrıslı Rumlar artık Kuzey’e geliyor ve saldırı gibi şeyler yok. Güney Kıbrıs’ta zaman zaman olumsuzluklar oluyor. Ama onlar polisiye olaylar. Kuzey Kıbrıs’ta en azından, halkımız kendini güvende hissediyor. Burada bir sıkıntı yok. O yüzden ben halkın hazır olduğunu düşünüyorum. Güney’in de istekli olduğunu biliyorum. Yapılan kamuoyu yoklamaları da bunu gösteriyor. Ancak şu var. Şu andaki olumsuzluk budur: Halklar çözüm istese bile, umutları fazla değil. Sanki çözüm olacağına inanmıyor insanlar. Neden? Çünkü 2004’te Rum tarafı reddettikten sonra ne yazık ki bugüne kadar bir sonuca varılamadı. Sebep budur. Ama sonuçta, umutsuzluk umuda dönüşebilir.

 

Tatari: Sayın Cumhurbaşkanı. Burada Rum lider Nikos Anastasiadis’ten de bahsetmek istiyoruz. Siz onun halkı ikna edeceğine inanıyor musunuz?

Şunu söyleyeyim. Anastasiadis şu anda oldukça güçlü konumdadır. Bunun birkaç nedeni var. Anastasiadis sağcı bir liderdir. Rum halkının genel duruşu sağ görüşe yakındır. Güney Kıbrıs’ta sol değerler %30-35’lerde destek buluyor. Geriye kalan sağ oylardır.

Anastasiadis, aynı zamanda Kilise’nin de desteğine sahiptir, bir sürü nedenle. Ayrıca, Anastasiadis, geçmişte Kıbrıs’ta darbe yapan Yunan cuntasının işbirlikçilerinin partisinde yer aldığı dikkate alınacak olursa, şu anda Rum halkını ikna edebilecek en iyi pozisyondaki liderdir diyebilirim.

Üstüne üstlük, daha ilginci, sadece Kıbrıs konusunda AKEL’in (Emekçi Halkın İlerici Partisi) de desteğine sahiptir. AKEL’in desteğine sahip olması, Anastasiadis için büyük bir şanstır, büyük bir şanstır, avantajdır. Benim düşüncem budur.

Tatari: Size, attığınız bir tweet’i de sormak istiyoruz. CHP Milletvekili Öztürk Yılmaz’ın TBMM Genel Kurulu’nda gösterdiği Kıbrıs haritasına –rejideki arkadaşlardan rica edelim tweet’i ekrana getirsinler– ‘’Şimdi, tam da CHP yeni yönetimiyle Kıbrıs’ta çözümsüzlük siyasetini terk etti derken, bu sahte harita da nereden çıktı dersiniz?’’ diye bir tweet attınız. Bu konuyu açabilir misiniz?

Konu şu tabii. CHP ile yakın zamanda çok iyi ilişkiler kurma çizgisine gelmiştik. Ben Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin Genel Başkanı’ydım. Şu anda bıraktım biliyorsunuz. CHP yeni yönetimi, özellikle Sayın Öztürk Yılmaz’ın CHP Genel Başkan Yardımcısı olması ve Dış İlişkilerden Sorumlu bir pozisyona gelmesiyle birlikte, Kıbrıs’a yaptığı ziyaretlerde kendisiyle uzun uzun görüştük, tartıştık. Kıbrıs sorununun çözümünün ihtiyaç olduğunu anlattık. Ve öyle bir izlenim edindik ki, CHP artık Kıbrıs sorununun çözümünü destekleyecek. Öyle anladık, öyle kavradık. Hatta onun öncesinde, yani Sayın Öztürk Yılmaz’dan önce, yine Sayın Kılıçdaroğlu’nun bir danışmanı adaya gelmiş ve bizlerle görüşmeler yapmıştı. Onların da ortaya koyduğu eğilim, “Artık Kıbrıs sorunu olgunluğa kavuşmuştur, bu sorunun çözülmesi lazım”. Eğilim buydu.

Birdenbire, Sayın Öztürk Yılmaz’ı bir sahte haritayla Meclis kürsüsünde görünce doğrusu beynimden vurulmuşa döndüm. O harita sahte, yalan. O harita, burada birilerinin halkı korkutmak için hazırladığı bir harita. Neredeyse, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin yarısını Kıbrıslı Rumlara veriyor. Hâlbuki iki lider anlaştı. Kıbrıs Rum tarafı %28,2’nin altında bir harita öneremeyecek. Türk tarafı da %29,2’nin üstünde bir harita önermeyecek. Bu sahte harita, %25’in bile altındadır. Belki de, %20’dir. Nereden çıktı bu harita? Bu harita uydurma bir harita ve CHP’ye nereden gitti? Ve bize sorması çok mümkünken, –ilişkimiz var çünkü– niye sormadı? Bizim CHP ile bir sorunumuz yok. Sosyalist Enternasyonal içerisinde aynı ailedeyiz. Aynı kulvardayız. Dolayısıyla, Kıbrıs sorunu öncelikle bizim sorunumuz olduğuna göre, bizimle birlikte olan yoldaş partinin bize sorması lazım. Bir sahte haritayı doğru gibi kabul ederek, bizi de rencide etmesi doğru değil. Yani, temasımız olan bir parti olduğu için bundan rahatsızlık duydum ve böyle bir tweet attım. Şunu söylemek istedim: “Bu harita sahtedir, lütfen bu haritaya kimse kanmasın”. Bu haritayı kimse kabul etmez. Hiçbir Kıbrıslı Türk kabul etmez. Yok öyle bir harita. Birilerinin –kim olduğunu da öğrendim tabii sonradan–, çözüm istemeyen bir çevrenin uydurduğu bir harita. Hiçbir şeye dayanmıyor.

 

Kösedağı: Sayın Cumhurbaşkanı, değerli yorumlarınız ve yayınımıza katıldığınız için çok teşekkür ediyoruz.

Tatari: Çok teşekkür ediyoruz. Sağolun.

Ben de teşekkür ediyorum.

 

Kösedağı: İyi çalışmalar diliyoruz. Tekrar tekrar çok teşekkür ediyoruz.

Herkese tüm sevgilerimle, saygılarımla sevgilerimi iletiyorum. Sağolun.

 

Kösedağı: Bizden de sevgiler, saygılar, selamlar. Kıbrıs müzakerelerini, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ikinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’la konuştuk. Bizi izlediğiniz için teşekkür ederiz. İyi günler.

Tatari: İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.

İlgili içerikler