Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Jayson Harsin: “Siyasetçiler artık yurttaşların beyinlerine değil gönüllerine hitap etmeyi tercih ediyor”

Paris’teki Amerikan Üniversitesi’nde Küresel İletişim (Global Communications) bölümünde öğretim üyesi olan Doç. Dr. Jayson Harsin’in yazmayı yeni bitirdiği son kitabın başlığı: The Rumor Bomb. Vertiginous Democracy and Regimes of Post-truth (“Söylenti Bombası. Başdöndüren Demokrasi ve Hakikat-sonrası Rejimleri”, Duke University Press tarafından yayımlanacak). Haberler bakımından doygunluk noktasına varmış bir dünyada, onları önem sırasına göre ayırt etme zorluğuna işaret ediyor.
Harsin ile Valérie Segond’un yaptığı söyleşi 2 Mart 2017’de Le Monde’da yayınlandı. Türkçe’ye Haldun Bayrı çevirdi.

On yıldır “hakikat sonrası”nın su yüzüne çıkışı üzerine çalışıyorsunuz; kamuoyunun 2016’da Büyük Britanya’daki Brexit referandumu ve Amerikan başkanlık seçimi sırasında keşfettiği bir kavram bu. Nedir hakikat-sonrası?
Önceleri modern gazetecilik, bir yanda hükümet, bilim ve çeşitli kurumlar ile, diğer taraftaki kamuoyu arasında bir aracılık rolü oynuyordu. Profesyonel gazetecilik ve modern bilim, kamu hakikatini derliyor, basın da yayıyordu. Demokrasi kamuoyunun bu kuruma ve hakikatlerine güvenmesine dayanıyordu; farklı siyasî çıkarlar da bunu kabulleniyor ve projelerini savunmak için kullanıyorlardı.
Bugün, araştırmaların gösterdiğine göre insanlar artık medyaya güvenmiyor. Bu güven kaybı bir hakikat bunalımı doğurdu: Budur hakikat-sonrası.

Nasıl ortaya çıktı peki?
Hakikat-sonrası yeni ortaya çıkmadı: Medyanın siyasî sorumlular tarafından eleştirilmesi eskiye dayanır. ABD’de, Richard Nixon ve Ronald Reagan gibi başkanlar medyaya düzenli biçimde yüklenmişlerdi.
Basınla beraber üniversitelere ve yargıçlara, kısacası hakikati korumakla yükümlü bütün yansız kurumlara da “kokuşmuş, namussuz ve yalancı” muamelesi yapan yeni Amerikan başkanı Donald Trump tarafından saldırı kritik bir noktaya vardırıldı bugün.
Ama hakikat-sonrasını kayıran mekanizmalar daha derin. Medyayı, yurttaşların dikkat kapasitelerini ve siyasî kampanya yöntemlerini özel olarak etkileyen dönüşümlerin, özellikle de söylentilerin sinsice kullanılmasının neticesi her şeyden evvel.

Oysa, her ne kadar eleştiriliyor olsa da, medya hiç böyle bir yer işgal etmemişti…
Evet, ama paradoksal sonuçları oluyor bunun. Televizyon kanallarının ve gazetelerin çoğalmasının hükümet denetiminden kurtulma olanağı sağladığına kuşku yok. Fakat izleyicileri aşırı böldü bu; hele İnternet ve sitelerin, blogların ve sosyal ağlardaki diğer sayfaların çoğalması da hesaba katılırsa…
Birkaç senede, birkaç yüz dağıtımcıdan milyonlara geçildi. Artık tek bir Haber Bülteni ya da referans oluşturan bir gazetenin yayını yok; milyonlarca alarm sinyali, haber, yorum, görüntü, video var. Bunların hepsi de izleyici kitlenin dikkatini çekmek için birbiriyle rekabet halinde.
Böyle olunca da herkes, en aşırı görüşler de dahil, bugün tutunacak bir yer buluyor ve kamusal tartışmada sesini duyurabiliyor. Medyanın üzerinde mutabık olduğu ve tekrarladığı bir kamusal hakikat yok artık; benzeri görülmemiş bir hızla yayılan sayısız bakış açısı var. Bu hengâmede ise, düne kadar otoriteyi elinde tutanlar, kendi yaklaşımlarının bilimsel karakterini ileri süremiyorlar.

Bu yayılma yurttaşlarda dikkat sorunlarına mı yol açtı?
Yurttaşların bir kamusal gerekçeyi, yani akılcı biçimde ikna etmeye uğraşan bir zihinsel ürünü kavrama kapasitelerini tahlil etmeden hakikat-sonrası anlaşılamaz.
Üstelik dijital çağla birlikte kamusal gerekçe doğa değiştirdi. Bilginin hızlanmasıyla, gerekçelendirme biçimleri, bir sayfada on saniyeden az kalan ve yarısı sayfa başına 110 kelimeden az okuyan ortalama internet gezginine kendini uydurmak için sürekli kısalıyor. Üstelik internet gezgini, eşzamanlı olarak, Facebook ya da Twitter’da sörf yaparak git gide daha çok podcast (ses kaydı), haber sitesi, video tüketiyor.
Chicagolu bilişsel bilimler uzmanı Jordan Grafman, scanner’lara (tarayıcılara) dayanarak, ne kadar çok işle uğraşıyorsak mantıksal akıl yürütmeye de o kadar az zaman ayırdığımızı kanıtladı.
Böylece, git gide daha fazla internet gezgini, akılcı bir gerekçeyi kavrama kapasitelerini sınırlayan müzmin/kronik bir dikkat noksanlığı yaşamaktadırlar.

İzleyicilerin dikkatini çekmek için yaşanan bu rekabetin bizzat haber üzerindeki etkisi ne oldu?
Formatlar, onlarla beraber de hakikatle olan ilişki dönüşmekte. Git gide daha çok temenni edildiği gibi dikkat çekmek için –ve haberin virüs gibi yayılması için–, medya dolaşıma giren göz alıcı ve heyecan verici haberlere öncelik tanıyor; kişileri etkileyen hikâyelere ya da sarsıcı yorumlara…
Git gide daha çok, haberle eğlenceyi birbirine karıştıran infotainment (Infotainment: information/haber ile entertainment/eğlence’den türetilmiş sözcük. Ç.N.) görülüyor.
Reality-TV’nin ve Donald Trump’ın tanınmasını sağlamış olan bu infotainment biçiminin meraklıları, anlatılan her şeyin doğru olmadığını, fakat sahnelenen duyguların hayli gerçek olduğunu bilirler. Onlar için bu formatlarda daima bir hakikat payı vardır.

Virüs gibi yayılan haberlere tanınan öncelikten bahsediyordunuz. Hakikat-sonrasının su yüzüne çıkışında sosyal ağlar nasıl bir rol oynadı?
Habere doymuş bu dünya, aldıkları bilgileri önem sırasına koyamayan, hatta süzemeyenler için endişe kaynağı. Bu yüzden sadece kendi insanlarının yakın görüşlerini bulacakları tanıdık âlemlere, Amerikalı militan Eli Pariser’in adlandırmasıyla “süzme kabarcıkları”na (filter bubbles) doğru dönüyorlar.
Facebook ya da Twitter algoritmalarının onlara önerdiği de tam budur. Reklamlarını daha iyi satmak için cevaplarını internet gezgininin geçmiş gezinimi (navigation) uyarınca seçip ayıran Google arama motoru da aynı şeyi yapıyor. Nitekim bu algoritmalar, yurttaşları kanaatlerine hapseden ve duygulara hitap ederek çabucak virüs gibi yayılma özelliğindeki içeriklere öncelik tanıyan kara kutular. Virüs gibi yayılma özelliğinin harcındaki malzemelerin, ispat ve tartışma zamanı isteyen akılcı bir gerekçelendirmenin malzemeleri olmadığı açık.

2016’daki seçim kampanyaları, fiiliyatta olup bitenin hakikatiyle ancak uzak bir ilişkisi olan sloganlardan beslendi. Sizce dipten gelen bir eğilim mi bu?
Evet, zira siyasî danışmanlar seçmenleri etkilemek için, onlara göre formatlanmış mesajlarla, veri bolluğu sayesinde de git gide daha incelikle isabet kaydeden hedeflemelerle ticari pazarlama tekniklerinden ilham alıyorlar artık. Siyasetin derdi, Franklin Roosevelt’in desteklediği gibi eğitmek değil artık; işitmek istediklerini söyleyerek seçmenlere yaltaklanmak.
Yurttaşların gönüllerine hitap etmenin beyinlerine hitap etmekten daha iyi iş gördüğünü kanıtlamış olan bilişsel bilimlerden de ders çıkardılar; zira akılcı gerekçeler ancak çok eğitimli kimselerle işlevseldir. Bütün bunlar seçim kampanyalarını kökünden dönüştürdü.

Uzun zamandır çalışmalarınızın konusu söylentiler, kamusal tartışmada daha fazla mı yer kazandılar?
Bir söylenti, mümkün olan, fakat kanıtsız ileri sürülen ve doğrulanmaksızın yayılan bir haberdir; endişelerin kaynaştığı bir zeminde boy atar. Bu yüzden hakikat-sonrasının su yüzüne çıkışında payı vardır. Bugün dünden daha fazla söylenti olup olmadığını söylemek zor olsa da, başlatan onlar olmasa bile siyasetçilerin bunu daha fazla ele geçirdikleri açıktır.
Bu yüzden, habere, heyecana ve güvensizliğe doymuş bu evrende, söylentiler çok daha fazla dolaşır ve medyada ölçebilmiş olduğum kadarıyla daha fazla yankı uyandırır. Ayrıca Trump’ın kampanyası söylentilerin kullanımının nasıl bir taktik haline geldiğini gösterdi. Bu kullanım, söylentiyi başlatana, rakibini önceliği kapamadan buna cevap vermeye zorlayarak, siyasî gündemi belirleme olanağı veriyor. Rakibini yerinden kımıldayamaz hale getiren bu oturmuş strateji, Donald Trump tarafından açık bir biçimde yürütüldü.

Açık ve net bir yalanlama bu söylentilerin kesilmesine yetmez mi peki?
Söylentiye inananları ikna etmeyi beceren bir yalanlama çok zor! Bu yüzden, “bu söylenti doğru da olabilir, yanlış da olabilir” diyen politikacılar söylentileri kasıtlı olarak sürdürürler… Zira bunun doğru ya da yanlış olduğunun kanıtı getirilmedikçe, dilinize dolamayı sürdürebilirsiniz! Hatta çoğu insanın yanlış bir sonuca varmasını sağlayan hakikat unsurları yayarak kuşku tohumları bile ekebilirsiniz. Mesela, Barack Obama’nın Endonezya’da büyümüş olduğu doğrudur. Ama Cumhuriyetçilerin uzun süre iddia ettikleri gibi onun Müslüman olması için bu yeterli midir?

“Fact-checking” (veri doğrulama) hakikat-sonrasına bir nokta koyabilecek mi? Demokrasiyi şu tasvir ettiğiniz baş döndürücülükten çıkararak sağlıklı bir hale getirebilecek mi?
Medyadaki direnme iradesine tanıklık ettiği için çok hayırlı bir çalışma olduğu muhakkak; ama yeterli olur mu? Zira alternatif olgulara açık olanlar bizzat doğrulayıcılara güvenmiyorlar. Amerikalılar bu doğrulayıcıların önyargılarla harekete geçtiğine ve kendi siyasî tercihlerini teyit eden olguları ürettiklerine kanaat getirmiş durumdalar. Brexit-yanlıları, Nigel Farage’ın [Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nin eski lideri] ve Boris Johnson’ın [o sıradaki Londra belediye başkanı] ileri sürdüklerini yalanlamak için araştırmalar ve rakamlar gösterenlere şöyle cevap veriyorlardı: “Halka uzmanlardan gına geldi artık!”
“Hakikat anlatıcıları”nın yeniden bu şekilde tanınmaları için, siyasî sorumluların, gazetecilerin, eğitim sisteminin ve yurttaşların yeni bir güven anlaşmasına varmayı hedefleyen ortak bir irade göstermeleri gerekecektir. O radikal kuşkuculuktan çıkmanın şartı budur.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.