Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Batı FETÖ’ye neden inanmıyor?

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/314087914″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba iyi günler. Dünkü yayında sözünü verdiğim Fethullah Gülen Cemaati’nin, devletin kullandığı tabirle FETÖ’nün 15 Temmuz’un ardındaki esas güç olduğunu Batı’nın neden kabul etmediği, ikna olmadığı konusunda neler düşündüğümü anlatmak istiyorum. Burada elimizde birtakım somut meseleler var, somut gelişmeler var. Örneğin, Amerikan Kongresi’nden bir komisyon bu konuda Türkiye’nin, Ankara’nın sunduğu delillerin çok inandırıcı olmadığını, yeterince inandırıcı olmadığını söyledi. Benzer bir açıklama, Der Spiegel dergisine konuşan Alman istihbarat şefinden geldi, Alman istihbarat şefi de çok net bir şekilde “yapmamıştır” demiyor, ama gelen bilgilerin yeterince ikna edici olmadığını söylüyor, ardından da Gülen Cemaati hakkında, Fethullah Gülen ve cemaati hakkında genellikle pozitif şeyler söylüyor. Yani ılımlı bir İslami bir hareket olduğu yolunda şeyler söylüyor.

Batı, Ankara’nın istediği çizgiye gelmiyor

Öte yandan 15 Temmuz’la bir şekilde ilişkili, doğrudan ya da dolaylı ilişkili çok sayıda kişinin Batı’ya kaçmış olduklarını; orada yaşadıklarını biliyoruz ve bunların iadesi konusunda Türkiye’nin çabaları genellikle sonuçsuz kalıyor, en son beş askerin Norveç’te sığınma haklarının kabul edildiği açıklandı. Yunanistan’da da daha önce mahkeme aynı şekilde iade kararını kabul etmemişti. Türkiye bunların, hukuki değil siyasi kararlar olduğunu düşünüyor. O ülkelerin yönetimleri de bunların yargı kararları olduğunu, kendilerinin yapacak bir şeyleri olmadığını söylüyor. Şimdi bir baktığımız zaman, aslında 15 Temmuz konusunda Batı’da bir kafa karışıklığının büyük ölçüde sürdüğünü görüyoruz. Bir kere her şeyden önce Türkiye’de devletin aldığı pozisyonu net bir şekilde destekleyen herhangi bir Batı ülkesi gözükmüyor. Bunu bir terör örgütü olarak değerlendiren, Gülen Cemaati yapılanmasını terör örgütü olarak değerlendiren, bu şekilde pozisyon alan kimseyi görmedik. Bu, şu anlama gelmiyor: Cemaat’i sütten çıkmış ak kaşık gibi görmedikleri muhakkak. Daha doğrusu, yakın bir zamana kadar, Cemaat’in uluslararası alanda çok ciddi lobi faaliyetleri vardı ve bundan dolayı, dolayısıyla özellikle de radikal İslam tehdidi ya da terörist birtakım Selefi gruplara yönelik aldıkları net pozisyon nedeniyle ılımlı İslam olarak görülüp; en azından kötünün iyisi, hatta kimi durumda da iyi olarak görüldüklerini biliyoruz. Ama 15 Temmuz’la beraber, darbe girişimiyle beraber bunun büyük ölçüde değiştiğini söyleyebiliriz, eskisi kadar krediye sahip olmadığı muhakkak, şüpheyle bakılıyor artık, işkilleniliyor; bu iddiaların tamamen asılsız olamayacağı düşünülüyor ancak hiçbir zaman da Ankara’nın istediği bir çizgiye gelmiyor Batı.

Cemaat Batı’daki etkili yerlere Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden daha kolay ulaşabiliyor

Bunun nedenleri nedir? Bir kere bu yapılanmanın küresel anlamda çok ciddi bir şebekesi var ve bu şebekenin özellikle geri kalmış ülkelerdeki okul faaliyetleri var, ama Batı ülkelerinde de hem okul faaliyetleri, ama daha ötesinde birtakım lobi faaliyetleri, vakıf faaliyetleri var; medyayla ve üniversitelerle çok yoğun ilişki içerisindeler. Kimi durumda da iş çevreleriyle ilişki içerisindeler ve devletlerle belli bir ilişkileri var, bunun devletlerin değişik kademeleri ve bir şekilde doğrudan ya da dolaylı olarak istihbarat servisleriyle ilişkileri olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. Dolayısıyla Cemaat kolay ulaşıyor medyaya –özellikle 15 Temmuz’un ardından yaptığım yayınlarda bu konunun altını özellikle çizmiştim– Ankara’nın, devletin bu konudaki açıklamalarından çok, Cemaat’in yurtdışındaki unsurlarının, açıklamaları daha fazla yer buldu. Bu, eskisi kadar olmasa bile, –zaten eskisi kadar ilgi de yok ama eskisi kadar olmasa bile büyük ölçüde sürüyor–, Cemaat Batı’daki etkili yerlere, düşünce kuruluşlarına ve medyaya Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden daha fazla, daha kolay ulaşabiliyor, daha yakın durabiliyor.
Burada tabii, sivil görünümleri var, her ne kadar 15 Temmuz’la beraber bu sivillik iddialarına çok ciddi bir şekilde leke düşmüşse de, gölge düşmüşse de hâlâ sivil olarak görünebiliyorlar, devlet de buna karşı resmi birtakım görevlileriyle, diplomatlarıyla vs. mücadele etmeye çalışıyor, bunun verdiği doğal bir tepki var.
Tayyip Erdoğan’ın Batı’ya bir nevi savaş açması, herhalde en çok Fethullah Gülen’in işine yarıyor.
Tekrarlayalım: Ilımlı İslam görüntüsü her şeye rağmen, aşınmakla beraber hâlâ geçerli. Çünkü radikal İslam tehdidi –dün İngiltere’de yaşanan olayın da bir kere daha hatırlattığı gibi– Batı’nın en önemli gündem maddelerinden birisi. Dolayısıyla açık bir şekilde terörü vazetmeyen her türlü İslami yapılanma, özellikle de Gülen grubu gibi dünya çapında örgütlenmiş yapılanmayı her zaman için tercih edebiliyorlar. Yani, şöyle söyleyelim: Türkiye’deki darbeye bulaşmış olduklarını kabul etseler dahi, bu hareketin, bu şebekenin bir şekilde işlerine yarayabileceğini düşündükleri için onu tam olarak karşılarına almak istemiyorlar. Tabii bu arada bu yapılanma Batı-yanlısı pozisyonunu giderek daha güçlü bir şekilde dillendiriyor, öte yandan biliyoruz ki Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan, Batı-aleyhtarlığını, özellikle Avrupa-aleyhtarlığının dozunu her geçen gün artırıyor, çıtayı her geçen gün yükseltiyor – böyle de bir durum var. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ın Batı’ya bir nevi savaş açması, herhalde en çok Fethullah Gülen’in işine yarıyor. Kendisini suçlayan Erdoğan’ın Batı-karşıtlığıyla, her türlü komplo teorisi, kendisinin 15 Temmuz’la alakası olmadığı yolundaki her türlü açıklamaları kolaylaşıyor.

Diplomatik ilişkiler ve darbe girişiminden sonra operasyonlar

Bir diğer husus da tabii Türkiye’nin dış politikasında sadece Batı-karşıtlığı değil, birçok konuda Batı’yı rahatsız eden pozisyonlar var. İsrail’le olan mesela: Şu anda her ne kadar yatışmış gözükse de, İsrail’le olan mesele, Tayyip Erdoğan’ın İsrail’den çok hoşlanmadığı güçlü kanısı; öte yandan Cemaat’in İsrail konusunda hep pozitif durmuş olması, özel olarak pozitif durmuş olması gibi hususları vurgulamak lazım. Ama bunun ötesinde henüz 15 Temmuz konusunda yargı süreçleri sürmekle beraber henüz tam bir netlik, kararlar çıkmadı. Çok somut bir şekilde birtakım şeyler belgelenmiş değil, birtakım ifadeler var, tanıklıklar var, pişmanlıklar var, gizli tanıklar var vs. ama bunlar çok parça parça, derli toplu bir şekilde değil ki bu aslında Türkiye kamuoyu için de geçerli.
15 Temmuz’da aslında ne olduğu konusunda hâlâ Türkiye’de kamuoyunun kafasında her şey tam net değil; dolayısıyla Batı, çok daha fazla netlikten uzak. Tabii en önemli husus, en çok öne çıkan, en baskın olan husus, darbe girişiminin ardından yapılan operasyonlar ve burada binlerce, on binlerce ve hatta yüz binlerce kişinin işlerinden edilmesi, gözaltılar, tutuklamalar, yurtdışına çıkış yasakları, el konulan şirketler vs. bütün bunlar çok büyük bir etki yarattı, gerçekten yaratması da kaçınılmaz.
Batı’da kimse böyle bir askeri darbede bu kadar on binlerce insanın bir şekilde bu darbeye dahil olmuş olabileceğini düşünmüyor. Aslında Türkiye kamuoyu için de aynı şey geçerli; darbeyi yapmış olabilecek olan kişiler ve bunların doğrudan en yakınındaki kişiler olsa olsa kaç kişi olur? Ama şu anda darbe girişiminin ardından on binlerce, yüz binlerce kişi mağdur edildi ve bunların büyük bir kısmı kendilerinin ilişkisi olmadığını söylüyor ya da ilişkilerinin çok sınırlı olduğunu söylüyor –yani Cemaat’le ilişkisi– ki işin önemli tarafı da şu: Batı da bunu çok iyi biliyor, bu yapı yakın bir zamana kadar en azından dershaneler krizine kadar, AKP hükümetiyle ittifak halindeydi, onun tarafından resmen teşvik ediliyordu, önü açılıyordu, yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın deyimiyle ne istedilerse veriliyordu, Batı’da da bu çok net bir şekilde görülüyordu. Daha önce Türkiye’nin diplomatik temsilcileriyle arasında mesafe olan Cemaat okulları, vakıfları vs. bir tarihten itibaren bunlarla iç içe geçmeye başladı, hatta devletin temsilciliklerinin olmadığı bazı yerlerde bir nevi Türkiye’nin fahri diplomatları gibi çalıştılar; bazı yerlerde, temsilcilerinin olduğu yerlerde temsilcilerden daha fazla öne çıktıkları da oldu ve bütün bunlar da Batı’nın gözü önünde oldu. Bu yapı, zamanında lobi imkânlarını AKP ve Erdoğan için de kullanmıştı ve Batı bunları da bildiği için olaya şüpheyle yaklaşıyor, soru işaretleriyle yaklaşıyor, özellikle de yüz binlerce kişinin mağduriyetinin ortaya çıkmış olmasında bu kişilerinin önemli bir kesiminin zamanında AKP ile ittifakın verdiği, yarattığı atmosfer nedeniyle Cemaat’e yakınlaşmış oldukları da kesin, yani bunu çok net bir şekilde söyleyebiliriz.

Geçmişteki AKP-Cemaat ittifakı

Eğer Cemaat başından itibaren Ak Parti’yle sorunlu olsaydı, şu anda Cemaat’le ilişkili oldukları, FETÖ’cü oldukları gerekçesiyle işinden olan, özgürlüklerinden olan birçok kişi belki de bu yapıya karşı mesafeli olacaktı; ama zamanında hükümetin, devletin imkânlarının sonuna kadar bu yapıya açılmış olması da insanların buraya yönelmesini kolaylaştırmıştı. Yani, en basiti bu bankalarının açılışına giden devlet yetkilileri ortada, okullarının açılışına giden devlet yetkilileri ortada, Türkçe olimpiyatlarına katılan üst düzey yetkililer, orada konuşma yapan yetkililer var ve bunun yarattığı atmosferde “burası iyi bir yer galiba” diye düşünen birtakım muhafazakârlar daha sonra savaş çıkınca, AKP ile Cemaat arasında savaş çıkınca, orada da yanlış bir tercih yapınca diyelim ki, tercihlerini hükümetten değil de Cemaat’ten yana yapınca, sonradan çok ciddi bir şekilde mağduriyet yaşadılar. Dolayısıyla da bunun da Batı’nın kafasını çok ciddi bir şekilde karıştırdığını söylemek lazım.
Tabii daha önemli bir husus, Cemaat’le hiçbir ilişkisinin olamayacağı, hatta İslamcılıkla hiçbir ilişkisi olmadığı çok bilinen, solcu ya da Kürt siyasi hareketine yakın olduğu bilinen çok sayıda kişi, işinden oldu, özgürlüğünden oldu ve bu da 15 Temmuz’un yarattığı atmosferde OHAL koşullarında oldu. Dolayısıyla şu anda cezaevindeki –her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan onların gazeteci olmadığını ileri sürse de, kendisi de çok iyi biliyor ki, biz de çok iyi biliyoruz ki, bunların hepsi gazeteci– gazetecilerin ezici bir çoğunluğunun Cemaat’le organik bir ilişkisi olmadığı net. Bazıları bu yapının gazetelerinde, televizyonlarında program yapmış ya da köşelerinde yazmış olabilir, ama onların da bu yapıyla organik ilişki içerisinde olmadıkları biliniyor; Batı da bunu çok net bir şekilde biliyor. Hatta Ahmet Şık örneğinde olduğu gibi hayatının önemli bir kısmı bu yapıyla mücadele etmekle geçmiş bir kişinin, şu anda şu ya da bu şekilde FETÖ’yle ilişkili bir şekilde tutuklu olmasının ardında böyle bir realite varken, siz kolay kolay insanlara “bu darbeyi FETÖ yaptı” dediğiniz zaman o insanları inandıramıyorsunuz, bu çok önemli realite.

FETÖ’nün varlığı sıfırlanmadı

Bir diğer husus da; FETÖ diye adlandırılan yapılanma, bütün bu operasyonlara rağmen belli ki hâlâ tam olarak ayıklanmış değil; hatta yapılan bazı aleni haksızlıkların arkasında bu yapılanmanın olduğu yolunda da çok ciddi iddialar ortaya atılıyor. Mesela, Cumhuriyet gazetesi olayında olduğu gibi, birçok yerde olduğu gibi bir bakıyoruz, en şaibeli tutuklama kararlarını vermiş olan, en sert cezalandırmaları istemiş olan savcılar, olur olmaz yerlerde hak ihlalleri yapmış olan birtakım emniyet görevlileri ya da askeri görevliler, darbe sonrasında şu ya da bu şekilde FETÖ bağlantısıyla görevden alınabiliyor, ihraç edilebiliyor hatta gözaltı ve tutukluluk yaşayabiliyorlar. Dolayısıyla, bu olayı da hiç yabana atmamak lazım.
Bir diğer husus, hâlâ bu olayın siyasi ayağının üzerine gidilmemiş olması ve iktidar partisi içerisindeki temizliğin henüz yapılmamış olması, bunun yapılmamış olmasının getirdiği şöyle bir değerlendirme var: “Bu operasyonlar, FETÖ operasyonları, siyasi iktidarın tamamen çıkarlarına göre düzenleniyor” algısı içeride ve dışarıda çok ciddi bir şekilde yerleşmiş durumda. Bunların bir kısmının 16 Nisan’a ertelendiği yolunda spekülasyonları –ne derece doğrudur bilmiyoruz, olabilir– ama sonuç olarak bunun bir tür ayarlanabilen, kontrol edilebilen bir operasyon olduğu algısı hükümetin, siyasi iktidarın argümanlarının gözü kapalı kabulünü engelliyor.

Demokrasiden geri gidildikçe Cemaat’in ömrü uzuyor

Şu anda gelinen noktada, toparlayacak olursak, Gülen Cemaati, Türkiye’de zaten büyük ölçüde etkisini yitirdi, dünyada eski havası yok –bu çok net– ama Türkiye’de Tayyip Erdoğan’ın özellikle bu son anayasa değişikliği paketiyle beraber iyice ortaya çıkan tek adam olmaya doğru ısrarlı yürüyüşüyle beraber ve Türkiye’de yaşanan, demokraside, temel hak ve özgürlüklerde yaşanan bariz geri adımlarla birlikte, hak ihlalleriyle birlikte, Fethullah Gülen ve Cemaati’nin, bu şebekenin önemli bir suç örgütü olduğunun –bence çok nettir– Batı’da bir türlü kabullenilmesinin, dünyada kabullenilmesinin önünde engel oluşturuyor, bu çok açık. Bu da tabii ki bu yapının, bu odağın Türkiye için hâlâ bir tehdit olma potansiyelini sürdürüyor.
Eğer Türkiye 15 Temmuz’dan sonra OHAL’i kısa bir sürede tutup, hakları, kazanımları, temel hak ve özgürlüklerdeki kazanımları adım adım geri almak yerine; gazetecileri, sivil toplum kuruluş yöneticilerini içeri atmak, birçok akademisyeni işinden etmek ve başka devletin değişik kademelerinde çalışan insanları sudan bahanelerle, gerekçelerle işten atmak yerine; demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri geliştirme yoluna gitmiş olsaydı, işte o zaman Gülen ve o küresel şebekesi dımdızlak açıkta kalacaklardı, söyleyebilecekleri hiçbir şeyleri olamayacaktı. Ama şu anda Türkiye’nin demokrasi konusunda bariz geri adımları, çok net geri adımları, tartışmasız geri adımları, bu yapıya bütün işlediği suçları ve günahları perdeleme imkânları; maalesef böyle bir durumla karşı karşıyayız. Sonuç olarak gelinen noktada Cemaat hak ettiği mahkûmiyeti, her anlamda mahkûmiyeti ve küresel anlamda –küresel bir yapıdan bahsettiğimiz için– hak ettiği dışlanmayı bir türlü yaşayamıyor. Tabii bu onların istediği bir şey, bu onların mutlu eden bir şey; bunun sorumlusu da, bunun böyle olmasının bir nedeni de Cemaat’in hâlâ belli güçlere sahip olması olabilir, ama esas nedeni, belirleyici nedeni, Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere siyasi iktidarın, Türkiye’de temel hak ve özgürlükler, demokrasi ve hukuk devleti konusundaki yaptıkları, attıkları adımlar; neden oldukları ihlaller. Bu çok açık ve net. Dolayısıyla Türkiye demokrasiden ne kadar uzaklaşıyorsa, Fethullah Gülen ve Cemaati’nin ömrünü de o kadar uzatıyor. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.