Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Anatole Kaletsky: Avrupa geri mi dönüyor?

Rus asıllı ünlü İngiliz iktisatçı Anatole Kaletsky’nin 28 Mart 2017’de project-syndicate.org’ta çıkan yazısını İlker Kocael çevirdi.

Hollandalılar, Atlantik Okyanusu’ndan kopup gelen gelgitleri ve fırtınaları tutacak güçte duvarlar örmekte mahirdirler. Acaba aynı şekilde, geçen yılki Brexit referandumu ve Donald Trump’ın ABD’deki zaferi sonrasında Avrupa’yı tehdit eder gibi görünen popülist siyasete dur diyen Hollanda mı olacak?
Geert Wilders’in Özgürlük Partisi’nin (PVV) 15 Mart’ta gerçekleştirilen seçimlerde yaşadığı beklenmeyen başarısızlık buna işaret ediyor olabilir. Bazıları partinin yüzde 25’e kadar çıkabileceğini tahmin ederken, PVV yalnızca yüzde 13 oy toplayabildi. Eğer Fransa’da yakın zamanda gerçekleştirilecek başkanlık seçimlerinde seçmenler yabancı düşmanlığı ve korumacı politikalar bakımından Amerikalı ya da Britanyalılara değil de Hollandalılara benzer bir seçim yaparsa; bu tercih, siyaset, ekonomi ve küresel kapitalizmin ideolojisi için küresel çapta önemli sonuçlar doğuracak.
Kıta Avrupası’nda merkeze doğru bir dönüş; ABD’de ve Britanya’da popülist ve küreselleşme karşıtı hareketlerin beklenmedik zaferlerinin, işsizlik, finansal krizden beri beklentilerin altında kalan ekonomik performans, kitlesel göç ya da İslamcı terörizme doğrudan bir yanıt olmadığını gösterecek. Bu sonuca da şuradan varıyoruz: Fransa, işsizlik ve kriz sonrası duraklama konusunda ABD ve Britanya’dan çok daha kötü durumda, ayrıca terörizm ve İslamcı saldırılar bakımından çok daha fazla sorunla yüzyüze.

Anatole Kaletsky
Anatole Kaletsky

Eğer Avrupa’da merkez yerinde kalırsa

Eğer Alman seçmenler sonbaharda Fransızları ve Hollandalıları takip edip siyasi merkeze doğru hareket ederse, popülizmin temel sebeplerinden birinin göç olduğu iddiası da büyük ölçüde çürütülmüş olacak. Her şeyden önce Almanya; Britanya ve ABD’den çok daha fazla yabancı akınına maruz kaldı. Bu durumda popülizm daha çok Anglo-Sakson bir hâdise görünümü kazanacak; popülizmin, göç ya da ekonomi politikalarından ziyade Trump ve Brexit oyu verenlerin sahip olduğu muhafazakâr kültürel tutumlara ve ABD ile Britanya’da yaşlıyı gençle, köylüyü şehirliyle, üniversite mezununu eğitimsizle karşı karşıya getiren beklenmedik demografik bir ittifaka dayandığı düşünülecek.
Eğer Avrupa’da merkez yerinde kalırsa, bunun önemli ekonomik sonuçları da olacak. Avrupa Birliği, birçok gelişen ekonominin ABD’den bile daha önemli bir ticaret ortağı. Ayrıca Avro, uluslararası para birimi olarak Dolar’ın karşısında tek alternatif. Bu yüzden AB’nin açık ticaret, küreselleşme ve karbon azaltımı felsefesine bağlılığı; Trump’ın seçimiyle kaçınılmaz görünen korumacılık ve iklim değişikliğinin reddine doğru giden bir paradigma kaymasının önüne geçebilir.
Küresel liderlikte bu türden bir değişim Avrupa’nın ekonomik performansında gözle görülür bir iyileşme gerektirebilir. Bu sonuç ancak seçmenler Fransa ve Almanya’da popülist siyaseti reddederse beklenebilir. AB 2008 finansal krizinden bu yana sürekli bir çöküş halinde; bunun sebebi de büyük oranda Alman hükûmetinin 2010 yılında ABD’yi ekonomik durgunluktan çıkaran türden mali ve parasal politikaları veto etmesi. Almanya’nın ABD tarzı parasal genişleme politikasını reddi aynı zamanda 2012’de tek para birimi prensibini de uçurumun kenarına getiren ana sebeplerden.

Avrupa Merkez Bankası’nın adımları

Ancak Avrupa politikaları ve ekonomik şartlarının esaslı değişimi Mart 2015’te oldu; Avrupa Merkez Bankası (AMB) geç de olsa ABD’ye benzer bir şekilde ancak çok daha geniş bir ölçüde tahvil alım programını başlattı. Basılan Avro Bölgesi tahvillerinin toplam sayısının neredeyse üç katını satın alarak, AMB etkili bir şekilde Avro Bölgesi kurallarının arkasından dolandı ve Avrupa hükûmetlerinin açıklarını parasallaştırdı. Aynı zamanda da Almanya gibi güçlü; İtalya ve İspanya gibi daha zayıf ekonomiler arasında karşılıklı yardımlaşma sistemi kurdu.
AMB’nin uyguladığı bu politika Avrupa banka sisteminin bölünmüş yapısını kısa sürede tersine çevirdi ve Avro’nun parçalanması korkusunu ortadan kaldırdı. Bunun sonucunda hem iş adamları hem de tüketicilerde güven hızla yükseldi.
Geçtiğimiz yaza kadar; Avrupa’nın büyük bir bölümü fark edilir bir iyileşme sürecine girmişti. Bu kez dağılma korkusu finans tarafından değil siyaset tarafından pompalandı; bu da ekonomik şartların iyileşmesi sürecine yine bir darbe vurdu. Brexit ve Trump; Avrupa’nın Hollanda, Fransa ve Almanya seçimleri ile popülizmin kucağına düşecek bir sonraki domino taşı olacağı beklentisini yarattı.
Tabii bu ihtimalin tamamen ortadan kalktığını söylemek zor; bu yüzden de uluslararası yatırımcılar Avrupa’ya hâlâ ihtiyatla yaklaşıyorlar. Ancak eğer yatırımcıları endişelendiren muhtemel popülist zaferler gerçekleşmezse, işadamları ve tüketicilerin yükselen güveni Avro Bölgesi’ne yatırım akışını yeniden canlandıracaktır.

Fransa’da Macron kazanırsa…

Burada anahtar olay Fransa seçimlerinin 7 Mayıs’ta gerçekleştirilecek ikinci turu. Eğer bu seçim başkanlığa en yakın aday merkez sağcı Emmanuel Macron’un zaferiyle sonuçlanırsa, Fransa en azından kısmi bir ekonomik reform dönemi içine girecektir.
Bu da en nihayetinde Fransa ve Almanya arasında çok daha fazla işbirliğine dayalı bir ilişkinin gelişmesinin yolunu açacaktır. Şansölyeliğe aday iki lider de Brexit sonrası Avrupa’yı Fransa-Almanya eksenini güçlendirerek yeniden inşaa etme konusunda hemfikir. Ayrıca Fransa’da başlayacak reform süreci de Alman seçmenleri, hükûmetlerinin –AB kemer sıkma politikasını yumuşatarak- tüm parayı dibi olmayan bir çukura savurmadığına ikna edecektir.
Peki eğer bu yıl merkez güçler kazanır ve Avrupa’da ekonomik iyileşme hızlanırsa bunun ideolojik sonuçları ne olur? Küresel finansal krizin hemen sonrasında, kapitalizmin Avrupalı “toplumsal piyasa” modeli, 30 yıllık küresel hâkimiyeti sonrasında çöken Thatcher-Reagan piyasa köktenciliğine mantıklı bir alternatif gibi göründü. Aslında Başkan Barack Obama, ABD’yi makroekonomi yönetimi, finansal regülasyon, çevre ve sağlık politikaları alanlarında hükûmetin daha aktif olduğu bir noktaya çekti.
Paradoksal olarak, Avrupa tam tersi yöne doğru hareket etti. Almanya’nın baskısı dolayısıyla; AB, parasalcılığın, mali kemer sıkma politikalarının ve finansal piyasaların “disipline edici” rolünün son kalesi haline geldi. Sonuç da neredeyse ölümcül 2010-2012 Avro krizi oldu.
Eğer bu yıl sandıktan merkezi temsil eden bir Fransa başkanı çıkar ve Fransa-Almanya işbirliği yeniden canlandırılırsa, AB’nin piyasa köktenciliğine anlaşılmaz bağlılığı muhtemelen sona erecek. Avrupa Trump Amerikası’ndan daha iyi, daha sürdürülebilir ve toplumsal açıdan daha kapsayıcı bir ekonomik iyileşme dönemine girecek. Eğer bu gerçekleşirse, dünyanın geri kalanı da AB’yi yeniden bir ilham kaynağı, dahası bir model olarak görmeye başlayabilir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.