Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

AB Raportörü Piri: “Demirtaş’ı, gazetecileri serbest bırakın, OHAL’i kaldırın”

İyi günler,

Bugünkü özel yayınımızın konuğu, Avrupa Parlamentosu üyesi ve AB Türkiye Raportörü Kati Piri. Kati Piri’yle hazırladığı raporu ve Türkiye – AB ilişkilerinin yakın geleceğini konuşacağız. Kati Piri şu anda Brüksel’de olduğu için kendisiyle Skype üzerinden konuşacağız. Merhaba Sayın Piri.

Herkese merhaba

Dediğim gibi AB – Türkiye ilişkilerinin geleceğini konuşacağız ama isterseniz, öncelikle en son gelişmelerle başlayalım: AKPM’nin siyasi izleme kararı sonrasında, Malta’da 28 AB dışişleri bakanının katıldığı bir toplantı düzenlendi. Toplantı sonrasında, AB Dış Politika Şefi Federica Mogherini “Türkiye’nin AB’de olmasından mutluluk duyarız” dedi ancak Ankara’nın gerekli koşulları karşılaması gerektiğini de ekledi. Ve bu, Türk Hükümeti kanadında iyimser bir hava yarattı. Toplantıda konuşulanlar ışığında, bu iyimser havanın sebebi neydi sizce?

Dürüst olmak gerekirse, Federica Mogherini’nin iyimser havasını paylaşmıyorum. AB’nin Türkiye’de temel hakların gerilemesi karşısında bir tavır almadığını görüyorum. Mogherini, yaptığı açıklamayla, birçok kişiyi ortada bıraktı. Türkiye’deki milyonlarca insan, ülkenin doğru yolda gitmediğine inanıyor. Referandum sonuçlarından bunu görüyoruz. Bana göre, Mogherini’nin açıklaması hiç yardımcı olmadı. Hepimiz biliyoruz ki; yürürlüğe girecek yeni anayasa Kopenhag Kriterleri’ne uymuyor. Böyle bir anayasayla Türkiye, AB üyesi olamaz. Ortak değerlere inanan AB’nin Türkiye’ye bir mesaj vermesini beklerdim. Bana göre, Türkiye gerçekten AB’ye üye olmaya aday. Türkiye ile AB’nin ortak bir geleceğinin olmasını çok isterim. Ama bu, aynı değerlere saygı göstererek olmalı. Ve bu noktada, AB’nin açıkça ve daha yüksek sesle konuşması gerekiyor. Mogherini’nin geçen hafta yaptığı şey bu değildi. Ve bu yüzden, beni büyük bir hayal kırıklığına uğrattı.

Aynı açıklamasında, Sayın Mogherini “devam eden başvuruları tanımakla birlikte referandum sonuçlarına saygı duyuyoruz” dedi. Mogherini’nin dediklerinden, AB’nin referandum sonuçlarını herhangi bir çekince olmaksızın kabul ettiğini anlayabilir miyiz?

Konuyla ilgili çeşitli açıklamalar yaptılar. Aslında bundan bir hafta önce, referandumun hemen sonrasında, yine Mogherini bir açıklama yapıp, seçim günü yolsuzluk ve ihlal yapıldığına ilişkin iddiaların bağımsız bir şekilde incelenmesi gerektiğini söylemişti. Aynı zamanda, Türkiye’nin uluslararası gözlemcilerin önerilerine saygı göstermesini beklediklerini söylemişti. Bu yüzden, bir hafta sonra bambaşka bir şey söylemesi biraz garip. Referandum kampanyalarının adil olmadığını, medyanın çoğunun hükümetin elinde olduğunu, muhalefet liderlerinin hapiste olduğunu herkes biliyor. Seçim kampanyası ‘evet’ ve ‘hayır’ cephesi için eşit değildi. Seçim gününde yaşananlara ilişkin de soru işaretleri var. Özellikle de YSK’nın, seçim kanunun aksine, mühürsüz pusulalarla ilgili kararı ve 1,5 milyon şaibeli oyun sayılmış olması hakkında. Bu sebeple, buradaki asıl mesele seçimin tanınıp tanınmaması değil. Asıl soru şu; referandum özgür müydü, referandum adil miydi ve toplumun yarısı ‘hayır’ dedi mi demedi mi?

Peki, raporunuza geçelim isterseniz. Dün Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi, sizin taslak raporunuzu tartıştı. Raporunuzun en çarpıcı kısmı şuydu: Anayasa değişikliklerinin güçler ayrılığı ilkesine, yeterli denge-kontrol mekanizmalarına ve Kopenhag Kriterleri’ne uymadığını vurguluyorsunuz. Ayrıca, anayasa paketinin bu haliyle yürürlüğe girmesi durumunda Komisyon’u ve Üye Devletler’i Türkiye’nin katılım görüşmelerini askıya almaya davet ediyorsunuz. Öncelikle, dünkü toplantı nasıldı ve neler tartışıldı? Bize biraz anlatır mısınız?

Dün sabah, İsveç solundan olsun, İspanya sağından olsun, Avrupa’daki herkes, nüfusunun eğitimi, ekonomisi, son 15 yıldır yaptığı reformları ile ön plana çıkan bir ülkenin son birkaç yılda, özellikle de son birkaç ayda bu denli gerilediği, sadece AB’den değil; aynı zamanda Türkiye halkının büyük bir kısmının olmasını istediği noktadan bu denli uzaklaşması karşısında endişe duyduğunu dile getirdi. Bütün siyasi gruplar endişelerini paylaştı. Türkiye’nin iyiye gittiğini düşünen hiçbir kimse yok. Tabii ki, 2004’te bile, Türkiye’nin ne yaparsa yapsın AB’ye üye olamayacağını düşünen kimseler de var. Bunun için çeşitli sebepleri de var. Bazıları, bazı Hıristiyan Demokratlar, 70 milyon nüfuslu bir ülkenin entegre olmasının çok zor olacağını söylüyor. Bazıları, AB’nin Suriye ve Irak gibi ülkelerle sınır komşusu olmaması gerektiğini düşünüyor. Şimdi bu insanlar –biraz da temel hakların gerilemesinin arkasına sığınarak- “Türkiye aday ülke statüsünde olmamalı, başka türlü bir ortaklık kurmalıyız” diyor. Ben bu insanlardan biri değilim. Bana kalırsa, Türkiye halkı her zaman AB üyesi olmaya aday. Türkiye’deki birçok demokrat da mevcut hükümetin Türkiye’yi AB’ye yakınlaştırmak için hiçbir şey yapmadığına katılıyor. Aksine, Türkiye’yi AB’den uzaklaştıracak şeyler yapıyorlar. Bu bir güvenilirlik meselesi. Katılım süreci içerisinde eğer temel haklar bir süre ihlâl ediliyorsa, müzakerelerin askıya alınması gerekiyor. Ve bence, AB’nin ortak değerleri önemliyse, burada bir tavır sergilenmesi lazım. Bu nedenle, katılım görüşmelerinin askıya alınması çağrısında bulundum. Bu, Türkiye’nin artık aday ülke olmadığı anlamına gelmiyor zira müzakereleri sürdüyoruz. Ancak bu hükümetle ve bu anayasayla Türkiye’nin AB üyesi olması mümkün değil. O yüzden, en azından bu hükümet varken, müzakereleri durdurmamız gerekiyor.

Bildiğiniz gibi AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Johannes Hahn, Reuters’e verdiği bir röportajda “Herkes Türkiye’nin Avrupa perspektifinden uzaklaştığı konusunda hemfikir. Ankara başka bir şey olmalı; gelecekte ne tür bir işbirliği yapabileceğine bakmalıyız” dedi. Sayın Hahn’ın yorumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Ne tür bir işbirliği söz konusu olabilir?

Bakın, katılım müzakerelerini askıya alsak dahi, Türkiye’ye katılım süreci dışında bakmamız gerektiğine katılmıyorum. Ama katılım müzakerelerini askıya aldığımızda da hemen Türkiye’yle yeni bir işbirliği kurmamıza gerek yok. Tabii ki, işbirliği yapmamız lazım, bir sürü ortak çıkarımız var; ticari ilişkilerimiz var, ekonomilerimiz birbirine çok bağlı. Terörle mücadelede, Suriye savaşının çözümünde vs. İşbirliği yapmamalıyız, demiyorum; şu anki hükümetle entegrasyon içerisine girmemeliyiz, diyorum. Bir tarafta Federica Mogherini’nin açıklamaları var, diğer tarafta Johannes Hahn’ın açıklamaları. AB’nin ortak bir tutum sergileyememesi üzücü. Temel haklar ihlâl ediliyorsa, Venedik Komisyonu’nun, Avrupa Komisyonu’nun, Avrupa Parlamentosu’nun uyarıları dikkate alınmaksızın yeni anayasa yürürlüğe girerse, görüşmeleri durdurmaktan başka bir seçenek yok. Ama hepimizin gerçekçi olması lazım; Türkiye’yle tabii ki işbirliğine devam edeceğiz. Fakat Hahn’ın açıklamaları ile benim fikrim arasında şöyle bir fark var: Bana kalırsa, insan haklarını dikkate almayan bir işbirliği yürütemeyiz. Değerleri dikkate almayan ticari bir işbirliği olamaz. Örneğin, Gümrük Birliği’nin geliştirilmesinden yanayım ve Türkiye için iyi olacağını düşünüyorum ancak burada, Türkiye’nin siyasi kıstasları karşılamasında ısrarcı olmalıyız.

Dün konuyla ilgili başka bir açıklamada Erdoğan’dan geldi. Erdoğan, AKP’ye üyelik töreninde yaptığı konuşmada “Artık açmadığınız fasılları açmaktan başka seçeneğiniz yok. Açmazsanız güle güle” dedi. Erdoğan’ın sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Buna geçmeden önce AB’nin hatalarına değinmek istiyorum. Müzakereler başladığından beri ben daima temel haklar ve hukukun üstünlüğü fasıllarının açılmasından yana oldum. Çünkü sadece bu konuşarı masaya yatırıp tartıştığımızda bir etkimiz olabileceğine inanıyorum. Kıbrıs sorunu nedeniyle ve fasılların açılması için oybirliği gerektiğinden bu maalesef mümkün olmadı. Fakat Türkiye’nin bugün nerede olduğuna bakacak olursak; fasılların açılması için kıstaslara uymanız lazım. Bu kıstasları müzakere etmemiz için bunları asgari olarak yerine getirmeniz gerekmektedir. Türkiye, şu an bu kıstasların hiçbirini yerine getirmiyor. Maalesef, bu hikâye bitti. Türkiye temel haklar konusunda hiçbir gelişme göstermezse, AB’nin yeni fasıl açması gibi bir şey söz konusu değil. Ve AB üye ülkeleri Aralık ayında bu mesajı açık bir şekilde verdi. 28 ülkeden bir tanesi bile yeni bir fasıl açılmasından yana değil. Eğer Erdoğan, bu katılım müzakerelerini gerçekten ciddiye alıyorsa, bunu kanıtlamalı. Son 3 yıl, bunu gösterecek hiçbir şey yapmadı. Söyleyin, Türk hükümeti, AB’nin ya da Avrupa Konseyi’nin hangi uyarısını dikkate aldı?

Bu soruya kısmen cevap verdiniz ama daha somut bir şekilde tekrar sormak istiyorum: Bir sonraki adım ne? Yakın gelecekte AB ile Türkiye arasında nasıl bir ilişkinin kurulması bekleniyor?

Yakın gelecekte, eğer Türkiye’de bazı ilerleme emareleri görmezsek, ilişkiler gergin ve zor olmaya devam edeceğe benziyor. Bugün Dünya Basın Özgürlüğü Günü. Şu an Türkiye’de 150’yi aşkın gazeteci hapiste. Bugün burada Cumhuriyet gazetesi çalışanlarının aileleriyle bir etkinliğimiz oldu. Türkiye hükümetine şunu diyorum: Eğer bu işi ciddiye alıyorsanız bazı adımlar atın. Gazetecileri serbest bırakın, eğer verdiğiniz taahhütleri ciddiye alıyorsanız ve AB perspektifini önemsiyorsanız OHAL’i kaldırın. Bu işi ciddiye alıyorsanız, Selahattin Demirtaş’ı serbest bırakın. AB’nin olumlu bir şekilde yaklaşabilmesi için Türkiye’nin AB perspektifini ciddiye aldığına dair emareler görmemiz gerekiyor. Bana kalırsa sürekli diyalog içerisinde olmamız lazım.  Türk Hükümeti ile AB yetkilileri arasındaki görüşmelere olumlu bakıyorum. Türkiye’nin AB yetkilileri ile bir zirve yapmayı istemesi iyi bir şey. Bu iyi bir şey çünü diyalog kurmaya ihtiyacımız var. Basın açıklamaları üzerinden iletişim kuramayız. Türk hükümeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, AB’ye katılım süreci konusunda ciddiyse, bunu gerçekten ciddiye aldıklarına dair bir şeyler yapmalarının tam da sırası. Hiçbir ülkenin yapmadığı gibi Türkiye de AB’ye şantaj yapamaz.

Malta görüşmesinden sonra Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 24-25 Mayıs’ta Brüksel’de yapılacak NATO toplantısından sonra AB yetkilileri ile düzenlenecek büyük bir zirveden söz etmişti. Türkiye-AB ilişkilerinin yakın geleceğinin ve sizin biraz önce bahsettiğiniz adımların bu zirvede masaya yatırılacağını söyleyebilir miyiz?

Bildiğiniz gibi bu büyük zirve henüz kesinleşmiş değil. Bu daha ziyade, Türk hükümetinin bir arzusu. Prensip olarak böyle bir zirve yapılmasını destekliyorum zira konuşmakta yanlış olan hiçbir şey yok. İlla ki, bu konuşmalardan tarafların memnun ayrılacak diye bir şey yok. Bildiğim kadarıyla şu ana kadar karar verilen şey, NATO toplantısından sonra Erdoğan ile Donald Tusk arasında bir görüşme olacak. Bu iyi bir şey zira geçtiğimiz yazdan beri liderler görüşmemişti. AB ülkeleri ile Türkiye arasında bir zirve olmasında yanayım. Bence sadece bir kriz olduğunda değil düzenli olarak yılda iki kere bu tarz zirveler düzenlemeliyiz.

Referandum süreci boyunca ülkeye çok hasar verildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bazı AB ülkerini “Nazi kalıntısı” olarak itham etmesi, sadece Avrupa kamuoyunu yaralamadı aynı zamanda Türkiye’nin bir siyasi ortak olarak itibarını da zedeledi. Söylemek istediğim şey şu; Türkiye’nin Avrupa ile güçlü siyasi bağlar istediğini göstermesi lazım, Avrupa’nın da aynısını göstermesi lazım. Herkes Türkiye’nin önemli olduğunu, aynı kıtada olduğumuzu ve işbirliği yapmamız gerektiğini düşünüyor ama bunun sınırları var. Ve Türkiye bu sınırları fazlasıyla zorluyor.

Sayın Piri, size son olarak kişisel bir soru sormak istiyorum. Türkiye’yi çok iyi biliyorsunuz, burayı defalarca ziyaret ettiniz, birçok arkadaşınız var ve mesela, biliyorum ki kişisel olarak tanıdığınız birçok gazeteci hapiste. Türkiye ve yaşanan son gelişmeler hakkındaki kişisel hisleriniz neler?

3 yıl önce Avrupa Parlamentosu’nda raportörlüğe başladığımda Türkiye’nin bugünkü noktaya geleceğini asla düşünmezdim. Bu beni fazlasıyla üzüyor. Benim tanıdığım Türk halkı sadece muhteşem bir halk değil aynı zamanda sivil toplumun gücünü bilen bir toplum. Türkiye’deki pek çok kişi yaşananlardan memnun değil ve Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin iyileşmesini istiyor. Bu beni üzüyor. Aynı zamanda Türkiye’deki demokratların gösterdiği direniş de bana umut veriyor. Sadece hapse girmiş değil aynı zamanda işlerinden edilmiş ya da büyük bir baskı altında çalışan bir sürü gazeteciyi düşünüyorum da, bunlar sadece mesleğini yapan insanlar değil; aynı zamanda ailesi, annesi, babası, komşusu, arkadaşı olan insanlar. Bu insanların yaşadıklarını görmek gerçekten de üzücü. Ülkelerinin geleceği için her gün mücadele veren bu insanlarla davanışma içinde olduğumu gösterebildiğimi umuyorum. Her demokratın da bu dayanışmayı göstermesi gerekir. Avrupa Parlamentosu adına şunu söyleyebilirm ki; Türkiye halkını yalnız bırakmayacağız ve Türkiye halkı için kapımız daima açık olacak.

Teşekkürler Sayın Piri. Yayınımıza katıldığınız için teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim.

AB Türkiye Raportörü Kati Piri ile son gelişmeleri ve AB-Türkiye ilişkilerinin geleceğini konuştuk. Bizi izlediğiniz için teşekkür ederiz.

 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.