Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Abdullah Gül: Eleştiriyor ama muhalefet yapmıyor

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/321114401″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Dün burada yaptığım yayında arkadaşlar bana Abdullah Gül’ün Cuma namazı sonrasında bugün için bir açıklama yapacağı notunu iletmişlerdi. Bunun ardından da ben çok büyük bir beklenti içerisinde olmadığımı söylemiştim. Ama yine de ilginç bir şey olursa değerlendirme sözü vermiştim izleyicilere. Şu anda karşınızdayım, çünkü söyledikleri içerisinde üzerinde konuşulması gereken hususlar olduğunu düşünüyorum. Ama şunu da vurgulamak lazım: Şu âna kadar gördüğüm kadarıyla, medyada çıkan değerlendirmelerde, daha doğrusu sosyal medya üzerinden baktığımız zaman, genellikle “Abdullah Gül yine çok konuştu, ama hiçbir şey söylemedi” türünden yorumlar var.
İlk bakışta böyle geliyor, ama bence bazı önemli hususlar var. Birincisi şunu söyleyeyim: Gül’ün çıkışta yaptığı uzun sayılabilecek konuşmadan genellikle Deniz Baykal’la ilgili sözleri başlığa çıkartıldı internette, değişik medya kuruluşları tarafından. O da ne dedi: Adını vermeden Deniz Baykal “Hayır”cıların cumhurbaşkanı adayı olabileceğini, adını zikretmişti Abdullah Gül’ün. “Geçen günlerde bir siyasetçinin kendi parti-içi hesapları çerçevesinde yaptığı şeyler” diyor. “O konuşmada beni de söz konusu etti. Açıkçası ben hiç ciddiye almadım benimle ilgili söylenenleri. Önceden de biliyorum 367 meselelerinin nasıl ortaya çıktığını.” Bu 367 meselesi, 2007’de Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasının engellenmesi ve bu süreçte Deniz Baykal’ın oynadığı rolü kastediyor.

Elitaş’a cevap

“Ama üzülerek görüyorum ki bazıları çok ciddiye almışlar.” Burada bence ilk kısmından ziyade ikinci kısmı daha önemli. “Ama üzülerek görüyorum ki bazıları çok ciddiye almışlar” kısmı önemli. Yani Baykal’ı çok fazla önemsemediğini söylüyor, adını bile vermiyor. Ama ardından “Birileri çok önemsemiş” diyor. Ve devamında “Bazı arkadaşlar saygı çerçevesini de aşarak benim ne yapmam gerektiğini söylemeye kalktılar.” Burada kastettiği esas olarak Mehmet Elitaş’ın dile getirdiği –ki hemşerisidir kendisinin– “Abdullah Gül, hakkındaki spekülasyonlara cevap vermeli” açıklamasını söylüyor. Bir anlamda onun bu talebini yerine getirmiş oldu, ama bundan da çok ciddi bir şekilde rahatsız olmuş belli ki. Ama sadece Elitaş’ın söyledikleri değil aslında bu. Özellikle AK Parti çevresinde, AK Parti içinde, yakınında, Erdoğan’ın çevresinin çevresinde olan, reisçi –yeni tabirle– çevrelerin uzun bir süredir Abdullah Gül aleyhine yürüttükleri –ki sadece Abdullah Gül değil, Bülent Arınç ve diğer isimler de nasiplerini alıyorlar sık sık, Ahmet Davutoğlu da alıyor; başka, Sadullah Ergin, Hüseyin Çelik gibi eski bakanlar da alıyor– onlara yönelik yürüttükleri bir kampanya var, dezenformasyon kampanyası var, yıpratma kampanyası var. Aslında ona da işaret ediyor ve zaten bence konuşmasının esas en önemli kısmı şu bölüm: “Bazı çevreler başta ben olmak üzere AK Parti’nin gerçek öncüleri ve kurucuları, emeği geçmiş arkadaşları hakkında ağza gelmeyecek laflar, ahlak dışı davranışlar, edep dışı davranışlar gösteriyorlar” diyor.

Öfkesinin gerçek adresi

Böylelikle, şu âna kadar yürütülmekte olan kampanyaları, kendisini başa koyarak bu kampanyalara karşı ilk defa kamusal bir şekilde öfkesini –ki çok öfkelenmiş belli– dile getirmiş oluyor. Ama bir sonraki cümle çok daha çarpıcı: “Bunların nasıl organize olduğunu dünya âlem biliyor artık. Bunun karşısında da sükûtu gerçekten çok üzüntüyle karşılıyorum.” Yani şimdi bunların nasıl organize olduğunu meselesini dünya âlem bildiğine göre hepimiz de biliyoruz. Burada sükûttan kastedilenin de tabii ki Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu hepimiz biliyoruz. Erdoğan başta olmak üzere AK Parti’nin üst düzey yöneticileri, ama esas olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Abdullah Gül’ün bu çıkışı Bülent Arınç’ın ilk çıkışlarına benziyor. O da, hatırlayacaksınız, Twitter üzerinden “Troller ve troliçeler” diye kendisine yönelik saldırılara cevap vermek istemişti. Çok etkili olamadı. Kendisini burada konuk ettik biliyorsunuz. Yine aynı şekilde, bundan çok ciddi bir şekilde rahatsız olduğunu dile getirmişti. Ama bir etkisi olmadı. Şimdi de Abdullah Gül aynı şekilde, bu bir kervan gibi oldu artık, şikâyetleri dile getiriyor, “Dünya âlem bunun nasıl organize olduğunu biliyor” diyor ve “sükût üzücü” diyor, bunu söylüyor.
Dolayısıyla daha önce Bülent Arınç’ın yaptığı gibi Abdullah Gül de aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan kendilerine yönelik bu tür kampanyaların durdurulmasını bekliyor. Ama bunun durdurulmayacağını herhalde o da tahmin ediyordur. Çünkü bunlar artık öyle bir ortamda gelişiyor ki –sosyal medya vs. üzerinden– kimin neyi ne zaman başlattığı, kimin neyi ne kadar sürdürdüğünün artık karıştığı bir dönem. Kolaylıkla herkes “benim alâkam yok, benim bilgim yok” diyebilir. Kaldı ki Cumhurbaşkanı da herhalde bunu kesinlikle böyle değerlendirecektir. Ancak burada çok ciddi bir hayal kırıklığının, üzüntünün ve öfkenin olduğunu söyleyebiliriz.
Ama bütün bu öfkeye rağmen, kızgınlığa rağmen, hayal kırıklığına rağmen Abdullah Gül’den bir siyasi çıkış beklemek, hele Tayyip Erdoğan’a karşı bir siyasi çıkış beklemek gerçekçi değil. Çünkü konuşmasının diğer bölümlerinde genellikle şöyle bir şey çiziyor, Abdullah Gül’ün son dönemde az da olsa yaptığı konuşmalar ve yaptığı açıklamalarda sergilediği bu: Birtakım önemli eleştirileri yumuşak bir şekilde dile getiriyor ve bunun çözüm adresi olarak da varolan siyasi iktidarı gösteriyor. Yani bir muhalefet arayışı içerisinde değil, ancak mesela bugün de yaptığı gibi kutuplaşmanın altını çiziyor, seçim yorgunluğunun altını çiziyor, ülkenin ekonomik sorunlarının altını çiziyor ve bölgesel sorunların altını çiziyor — ki “tarihinde ilk defa karşı karşıya kaldığı tehlikeler, yurtdışından kaynaklanan tehlikeler” diyor. Herhalde daha çok Suriye’de ve kısmen Irak’ta yaşananları kastediyor.

Gül pembe tablo çizmeyi bırakalı çok oldu

Sonuç olarak onun çizdiği tablo hiç pembe bir tablo değil. Uzun süredir bunu yapıyor. Cumhurbaşkanlığının son dönemlerinde başlamıştı, daha sonra sürekli hep eleştirel bir tutum aldı. Ama işte zaten Abdullah Gül’deki en önemli husus ve benzerleri, onunla beraber hareket ediyor gibi görülen ya da sanılan kişiler, eleştiriyorlar ama muhalefet yapmıyorlar. Bu çok ilginç bir nokta olarak karşımıza çıkıyor. Bugünkü açıklamasında da onu gördük. Abdullah Gül’ün eleştirileri var, şikâyetleri var, rahatsızlıkları var, kişisel kırgınlıkları var, beklentileri var doğrudan Cumhurbaşkanı’ndan. Ama bütün bunlara rağmen ondan muhalif bir çıkış bekleyenler herhalde çok ciddi bir hayal kırıklığına uğrayacaklardır.
Tabii burada şunu söylemek mümkün: Bu eleştirel pozisyon hep böyle mi kalacak? Bir muhalefete dönüşecek mi? Dünkü yayında bunu biraz değerlendirmek istemiştim. Bazı şeyler, bazı çıkışlar zamanlamasıyla önemlidir. Bu kişilerin; Abdullah Gül, Bülent Arınç, Ahmet Davutoğlu gibi kişilerin– şu andaki Tayyip Erdoğan iktidarına eleştirel yaklaştıklarını bildiğimiz ya da tahmin ettiğimiz kişilerin muhalif olmaları için sanki artık çok geç. Tabii ki olabilir. Yarın öbür gün yeni bir parti ya da başka bir şeyle çıkmaları az ihtimalle de olsa söz konusu olabilir.
Ama zamanında –ki bu zamana değişik anlar buna tekabül ediyor– mesela AKP’de şöyle bir olay yaşanmıştı biliyorsunuz: Tayyip Erdoğan’a cumhurbaşkanlığını devretti Gül. Devretmeden önce çok net bir şekilde “Tabii ki AK Parti’ye döneceğim” dedi. Bu ne demekti? “Tayyip Erdoğan’a burayı verdikten sonra AK Parti’nin başına talibim” demekti. Ama Erdoğan çok erken davrandı, bir hamleyle bunu engelledi. Nasıl yaptı? Daha Abdullah Gül cumhurbaşkanıyken parti kongresine gitti ve o kongrede partiyi Ahmet Davutoğlu’na verdi. Çünkü o kongre eğer devir-teslimden sonra yapılsaydı Abdullah Gül muhtemelen aday olacaktı ve herhalde onun karşısına Davutoğlu ya da başka isimlerin çıkması pek kolay olmazdı. Çıkarsa da kazanması çok kolay olmazdı. Kazansaydı bile AK Parti çok ciddi sorunlar yaşardı. Bunu o zaman engellemişti Tayyip Erdoğan. Abdullah Gül’ün partinin tekrar başına geçme ihtimalinin önünü kesmişti. O tarihte Abdullah Gül bir şey yapmadı. Aslında o günleri hatırlıyorum, Gül’ün devir-teslimden önce “Tabii ki partiye döneceğim” demiş olması aslında bir manevraydı. Ama o manevrayı Tayyip Erdoğan kongre tarihini öne çekerek geçiştirdi ve Gül bunun devamını getiremedi.

Gül Erdoğan’ın karşısına çıkar mı?

Şimdi referandum oldu. Türkiye başkanlık sistemine geçiyor. 2019’da olacağı varsayılan bir seçim var. Gül biliyoruz ki başkanlık sistemine karşı. Bunu değişik şekillerde dile getirmişti. Gül’ün bu başkanlık sisteminde Tayyip Erdoğan’ın karşısına aday olmasını bekleyenler, umanlar var. Bu çok gerçekçi bir pozisyon gibi gözükmüyor. Hiç gerçekçi bir pozisyon gibi gözükmüyor. Eğer Abdullah Gül’ün Tayyip Erdoğan’la bir yarış gibi bir perspektifi olsaydı o zaman referandum öncesinde bu sisteme karşı olduğunu açık bir şekilde, mesela bugün yaptığı gibi referandumdan önceki son Cuma namazının ardından çıkıp bu sistemin kendisini benimsemediğini söyleyebilirdi ve işin rengini çok değiştirebilirdi. Artık orada da sessiz kalmış bir Abdullah Gül’ün şimdi 2019’a kadar Tayyip Erdoğan’a meydan okumasının, ona rakip olmasının çok gerçekçi olacağını sanmıyorum.
Ama yine de tekrar söyleyeyim: Birileri bu eleştirel pozisyonu muhalif bir tavra dönüştürmek için çok çabalayacak. Çünkü onun dışında şu anda Türkiye’de muhalefet olan görülen kişiler, partiler, odaklar, çevreler vs., bunların hiçbirisi 2019’da Tayyip Erdoğan’a rakip olabilecekmiş gibi bir profil sergilemiyor. Şu anda varolanların içerisinde en kolay tercih olarak Abdullah Gül gözüküyor olabilir bazılarına. Ama dediğim gibi böyle bir şeye Abdullah Gül çok fazla yanaşacak gibi gözükmüyor. Ama koşullar çok değişir, özellikle de kendisine karşı yürütülen dezenformasyon, yıpratma kampanyaları tırmanırsa önümüzdeki günlerde, damarına daha fazla basılırsa belki daha iyi çıkışlar yapabilir.
Lakin, açıkçası onu biraz tanıyan bir gazeteci olarak, bir muhalefet lideri olmasının söz konusu olacağını düşünmüyorum. Eleştirileriyle pozisyonunu göstermeye çalışacak ama referandumda “Hayır” cephesinin 2019’da Erdoğan’ın karşısına çıkartabileceği isim arayışında Abdullah Gül vb. onunla beraber hareket eden kişilerin çok fazla etkisi olacağını sanmıyorum.

Davutoğlu’nun sessizliği

Bu arada tabii Ahmet Davutoğlu’nun sessizliğinin altını çizmek lazım. Bir de tabii şunu hatırlatmak lazım: Ahmet Davutoğlu normalde Abdullah Gül’ün gelmesi gereken parti başkanlığının Erdoğan tarafından kendisine sunulmasına hiç itiraz etmemişti. Bunu büyük bir heyecanla… –heyecanı şundan söylüyorum: O kongreyi yerinden izlemiş birisi olarak, heyecanlı olduğu her hâlinden belliydi– yaptığı konuşmada kaba tabiriyle neredeyse AK Parti’nin çaycısına kadar teşekkür edip Abdullah Gül’ün adını bile anmamıştı. Ama şimdi kader onu Gül ve diğerleriyle aynı mecrada buluşturdu. Bu mecra nedir? Bu partiye, bu harekete şu ya da bu şekilde, değişik şekillerde emek vermiş, bunun çok üst düzeylerinde görev yapmış olup daha sonra Tayyip Erdoğan tarafından marjinalize edilen, etkisiz kılınan kişiler mecrasında buluşmuş durumdalar. Abdullah Gül’ün eleştirellikten muhalefete geçmesini pek beklemiyorum. Ahmet Davutoğlu’nun da rahatsızlıktan eleştirel bir pozisyona geçmesini pek beklemiyorum. Yani Ahmet Davutoğlu daha muhalif olmadan önce bir eleştirel pozisyon takınması lazım. Kamusal anlamda baktığımız zaman Ahmet Davutoğlu’ndan böyle bir şey çıkmadı, pek çıkacağa da benzemiyor. Eğer Ahmet Davutoğlu da eleştirel bir pozisyon almaya başlarsa, siyasi iktidarın birtakım icraatları karşısında almaya başlarsa o zaman belki biraz etkisi olabilir.
Ama ortada şöyle bir sorun var: Bugün Abdullah Gül’ün altını çizdiği sorunların büyük bir kısmı dış politika ve bölgeyle ilgili. Bölgeyle ilgili sorunların başlangıç noktasının hemen hemen hepsinde Ahmet Davutoğlu ve onun derinlikli olduğunu iddia ettiği birtakım görüşleri var. Dolayısıyla işler orada birazcık karışıyor. Evet, şu anda eleştirel pozisyonlu ve şikâyetçi, kızgın bir Abdullah Gül’ü görüyoruz. Kızgınlığının bazı medya kuruluşlarının yaptığı gibi Deniz Baykal’dan ziyade kendi partisinden, kendi hareketinden, eski –belki hâlâ öyle– yol arkadaşlarına yönelik olduğunu çok net bir şekilde görüyoruz. Ama buradan bir muhalefet lideri, bir muhalif hareket çıkmasını beklemek şu aşamada hiçbir şekilde gerçekçi değil. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.