Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yasin, Zübeyir ve Bilal: Fransa’dan IŞİD’e katılan ve geri dönen üç gencin hikâyesi

Fransız gazeteci David Thomson, 2016 yılında yayımladığı Les Revenants (Geri Dönenler, Seuil Yayınları, 304 sf.) kitabında IŞİD’e katılıp sonrasında yaşadıkları pişmanlık dolayısıyla ülkelerine geri dönenlerin hikâyelerini yazdı. Fransa’da büyük ses getiren kitap, Uluslararası Büyük Basın Ödülü’ne layık görüldü. İlker Kocael, kitapta yer alan üç gencin hikâyesini Medyascope için derledi.

İlker Kocael ve Gülener Kırnalı’nın David Thomson’la yaptığı söyleşinin metnini buradan okuyabilirsiniz.

revenants
David Thomson’un “Les Revenants” isimli kitabının kapağı.

Yasin: “Skype’ta aileme ‘Beni IŞİD’den kurtarın’ diye yalvardım”

Yasin’in (Ç. N. Yazar güvenlik nedeniyle takma isimler kullanıyor) 2014 yılının Eylül ayında Suriye’ye varmasıyla başlayan cihat deneyimi, üç hafta sonrasında karnına isabet eden kurşunla savaş hastanesinde son buldu. Savaş hastanesi derken, Suriye’nin doğusunda bulunan Mayadin’de terk edilmiş bir barakadan bahsediyoruz.

Yüz kadar yaralı bu barakanın içinde ilkel şartlarda tedavi görüyor. Yasin’in dediğine göre, “Orası bir acı evreni. Herkes acı çekiyor. Herkes şikâyet ediyor. Bazıları ağlıyor, bağırıyor, sinirleniyor. Bir kolunu ve bir bacağını kaybeden ötekisi susmuş duruyor. Kemiği dışarı çıkmış, doğru bir şekilde ameliyat edilmediği için.”

Yasin de tanımadığı, hatta doktor olup olmadığını bile bilmediği birileri tarafından ameliyat edilmiş, bağırsaklarının bir bölümü alınmış. Ameliyat sırasında zarar verilen sinirler dolayısıyla bir bacağını hissetmiyor. Tüm bu olanlardan bir yıl sonra Fransa’da bir araya geldiğimiz 23 yaşındaki Yasin, elektronik kelepçe takılı ve sağlığına kavuşmuş halde hikâyesini anlatıyor.

“Ben Müslüman doğdum ama çok sıkı kurallar kötü şeylere sebep olur” diyor. Bir yıl önce yaralı olduğu için ayağa kalkamaz durumdaymış, ancak bu durumda bile namazı ihmal etmesi söz konusu değilmiş. Namaz saatlerinde teyemmüm abdesti alması için kum getiriliyormuş. Başında dikilen adam namazı kıldığına emin olmadan onu terk etmiyormuş. Zaman zaman yaralılarla Xbox’ta Fifa oynuyorlarmış; daha koyu dindarlar onlara gelip “Bu İslamda yasak!” diye çıkışıyorlarmış.

IŞİD’e katıldığının on gün sonrasında doğrudan Suriye rejimi ile yaman çatışmaların yaşandığı Deyrizor’a savaşa gönderilmiş. Bunun öncesinde yalnızca iki gün askeri eğitim almışlar. Birlikte savaştığı çoğu 20 yaşın altındaki IŞİD militanının da aynı durumda olduğunu söylüyor. Suriye rejiminin bombardımanları grubu ikiye bölmüş: bir tarafta zaten ölmeye gelmiş olanlar, diğer tarafta Yasin gibi ölümden korkanlar. Nihayetinde bir keskin nişancı tarafından vurulan Yasin’in cephedeki günleri son bulmuş. Yaralandığı için IŞİD tarafından 20 dolar primle ödüllendirilmiş.

Yasin Suriye’ye gittikten kısa bir süre sonra, kız kardeşi İngiltere menşeli bir numaradan aranmış. Ağabeyinin Suriye’ye gittiğini haber vermişler. Annesi Nadia göz yaşları içinde anlatıyor: “Hayır, bu mümkün değil diyorsunuz. On altıncı kattan düşmek gibi bir şey. Onu neredeyse ölmüş halde görüyorsunuz. Suriye’ye giden herkes ölüyor diye düşünüyorsunuz. Çocuğumu kaybettiğimi düşündüm. Yaşamaya devam edemeyeceğimi düşündüm…”

Nadia, ibadetini aksatmayan bir Müslüman, başı örtülü değil. Yasin’in annesi Nadia ve babası Faysal, Cezayir’den uzun zaman önce Fransa’ya göç etmişler ve burada özel sektörde doktorluk yapıyorlar.

Haber aldıktan hemen sonra ne yapabileceklerini düşünmüşler. Ayrılışının beşinci ayında Yasin’den bir Skype araması gelmiş. Karşılarında neşeli, canlı, esprili genç yerine sağlığını ve tüm neşesini kaybetmiş, konuşmakta bile güçlük çeken birini bulmuşlar. Birkaç dakika süren Skype görüşmesi sonrasında Nadia, biraz da saplantılı bir şekilde kararını vermiş: ne pahasına olursa olsun Suriye’ye gidecek ve oğlunu Fransa’ya geri getirecek.

Peki, IŞİD’in sızmalardan şüphelenerek yeni cihadcılara şüpheyle yaklaştığı bir ortamda Suriye’ye nasıl gidecekler? Nadia gece gündüz cihadcı siteleri tarayıp bilgi almaya çalışmış. En sonunda IŞİD’in doktor desteğine ihtiyaç duyduğu bilgisini edinince mesleklerinden faydalanarak içeriye sızmaya karar vermişler. Biri on dört, diğeri on beş yaşında olan kızları olmadan gitmenin şüphe çekeceğini düşünerek onları da yanlarına almışlar.

İlk yolculuk Türkiye’ye. Orada Mısırlı bir IŞİD mensubu tarafından karşılanmışlar. İstanbul’da IŞİD’in kontrol ettiği bir evde kalmaktansa otelde kalmayı tercih ettiklerini söylemişler. Sonrasında yine aynı kişi tarafından otobüsle Gaziantep’e uğurlanmışlar, orada da başka bir IŞİD mensubu onları karşılamış. Sahte Suriye kimlikleri hazırlanmış, kıyafetleri ona göre ayarlanmış ve sınırı geçmek için hazırlıklar tamamlanmış.

Sınırı geçtikten sonra doktor oldukları için ayrıcalıklı bir biçimde karşılanmışlar. Girişte Nadia ve kızlar gözlerini ve ellerini de kapatan bir tür burka giymek zorunda kalmışlar. Nadia ve kızları doğrudan Mayadin’deki kadınlar evine gönderilmiş, Faysal’ı da erkeklerin kaldığı bir eve almışlar.

IŞİD’in “kadınlar evi”nde yeni gelenler, bekarlar, dullar ve boşanmışlar kalıyor. Yeni gelenler; eşleri bir ev bulduğunda bu eve geçebiliyorlar. Diğerleri buradan kurtulmak için evlenmek zorunda. Zaman zaman cihadcılar eş bulmak için bu evlere geliyor. Kadın ve erkeğin karar vermesi için sadece on beş dakikaları var; kadınlar yalnızca bu on beş dakika boyunca yüzlerini bir erkeğe açmaya ve onunla konuşmaya izinliler. Nadia ve kızların kadınlar evinde kaldığı beş gün boyunca kızlar sürekli evlilik teklifi almışlar. Nadia her defasında bir bahane bulup teklifleri savuşturmuş.

Diğer taraftan Faysal cihadcılara oğlunun da burada olduğunu söyleyerek baraka hastaneye ulaşmayı başarmış. Orada normalde 65 kilo olan oğlunu 40 kilodan daha zayıf bir halde bulmuş. Beş gün boyunca zor şartlar altında oğluyla ilgilenmiş. Beş günün sonunda aileye birlikte kabilecekleri bir lojman sağlamışlar. Kızlar cihadcılarla zorla evlendirilme tehlikesinden kurtulmuş kurtulmasına ama peki şimdi Fransa’ya nasıl geri dönecekler? Hem de IŞİD geri dönüşleri tamamen yasaklamışken.

İlk adımları daha büyük bir hastanenin bulunduğu Rakka’ya taşınmak olmuş. Mayadin’in sözde emirinden bu büyük hastanede hizmet verme karşılığında Rakka’ya taşınma iznini koparmışlar. 2013 sonu 2014 başında şehrin yavaş yavaş IŞİD’in eline geçişiyle birlikte buradaki tüm doktorlar kaçmışlar. Ailenin anlattığına göre hastaneye Şam’dan IŞİD’le ilgisi olmayan doktorlar çok yüksek meblağlar karşılığında günlük olarak getiriliyormuş. Burada Yasin’in anne ve babası Iraklı sözde sağlık bakanının otoritesi altında çalışmaya başlamışlar. Altmışlı yaşlarında olan bu görevliyi uzun ve beyaz sakallarından dolayı kendi aralarında şaka yollu “Ebu Noel” diye adlandırmışlar. Düştükleri durumun ağırlığını biraz olsun hafifletmek ve akıl sağlıklarını korumak için. “Ebu Noel” onlardan yalnızca hastanede çalışmalarını değil, öğleden sonra da yeni doktorlar yetiştirmek için üniversitede ders vermelerini istemiş. Kabul etmişler.

Bu durum, sonrasında Fransız istihbarat servisini de şüpheye düşürmüş; ama aile –kendi oğulları haricinde- cihadcıları değil yalnızca çocukları, yaşlıları  ve kadınları tedavi ettiğini iddia ediyor. Kaldıkları lojmanın diğer dairelerinde sıradan Suriyeliler oturuyormuş. Nadia’nın dediğine göre: “Çoğu IŞİD’den nefret ediyordu. Özellikle kadınlar. İşgal altında yaşıyor gibiydiler.” Aile mümkün olduğunda başka kişilerle temasa geçmemeye ve kaçış planlarını açık etmeden geliştirmeye çalışmış.

Belli bir süre açık vermeyip üst yöneticilerin güvenini kazandıktan sonra planlarını uygulamaya karar vermişler. Sınıra gidiş için bahaneleri hazırmış: Türkiye sınırından hamile ve IŞİD’e katılmak isteyen üçüncü kızlarını teslim alacaklar. Faysal, “Ebu Noel”den gerekli izinleri almış. Rakka’nın 90 kilometre kuzeyinde o dönemde IŞİD’in geçiş yolu olarak kullandığı Tel Abyad’a, oradan da Akçakale’ye gidiş izni “resmi” olarak verilmiş.

Ertesi cumartesi sabahı IŞİD’in kendilerine verdiği Kia marka araca eşyalarını da alarak Tel Abyad’dan Akçakale’ye geçmek için yola çıkmışlar. Avukatları İstanbul’daki Fransız Konsolosluğu ile temasa geçmiş, durum Türk yetkililere haber verilmiş. Yolda aksiliklerle de karşılaşmışlar tabii: sınıra yakın bir yerde bir cihadcı tarafından durdurulmuşlar. Faysal cihadcıya ellerindeki resmi belgeyi göstermiş göstermesine ama Türkiye sınırının hafta sonu kapalı olduğu uyarısını almışlar. Geri dönmeleri de artık mümkün değilmiş; çünkü Rakka’ya dönerlerse neden sadece Faysal’ın değil de tüm ailenin arabayla sınıra gittiği sorusuna verecek cevapları yokmuş. O yüzden tek seçenekleri varmış: ne pahasına olursa olsun devam etmek.

Faysal ısrarla kızlarının onları beklediğini söylemiş. Cihadcı, kıza eşlik eden IŞİD elemanının telefon numarasını isteyince numarasının kendisinde olmadığını söylemiş. Arabayı kenara çektirmişler. Beklerlerken namaz vakti herkesin camiye gitmesiyle çıkan karmaşadan yararlanan aile oradan sıyrılmayı başarmış. İkinci aksiliğin ortaya çıkması uzun sürmemiş: Türkiye sınır kapısının birkaç on metre gerisinde cihadcıların ikinci kontrolüne takılmışlar. Ellerinde kalaşnikoflarla arabayı durdurmuşlar: “Hey, sizi kim buraya kadar bıraktı?” Faysal belgeleyi göstermiş: “Birinci kontrol noktasından arkadaşlarınız gönderdi.” “Bekleyin, arıyorum.” Arabayı bir anda panik sarmış. Tam o sırada Suriyeli bir mülteci sınırdaki duvara tırmanmaya çalışırken düşmüş ve yaralanmış. Karşı taraftan cevap alamayan cihadcı telefonu kapatıp yaralıya doğru hareketlenirken “Bekleyin, geliyorum.” demiş. Faysal cihadcının gelişini beklemeden ters yöne, IŞİD’in kontrol ettiği bölgeye doğru arabayı sürmüş.

Tel Abyad’da turlarken Fransız Konsolosluğu ile iletişime geçmişler. Nadia, sınırda bulunan duvarı takip ederlerse bir açık bulabileceklerini düşünmüş. Yolda karşılaştıkları yaşlı bir Suriyeli çoban onlara kaçak giriş çıkışların yapıldığı eski bir kapıyı tarif etmiş. Dikenli tellerle sarılı bir kapıya varmışlar. Orada konsolosluk görevlisi ve Türk yetkililer onları bekliyormuş. Telleri kesip önce Nadia ve kızları almışlar. Bir asker Yasin’i sırtında taşımış. En sonunda da Faysal geçmiş. Kızlar yaşadıklarının ağırlığıyla ağlamaya başlamışlar. İşte özgürlük!

thomson
Fransız gazeteci ve yazar David Thomson.

Zübeyir: Aşırı sağcı Ulusal Cephe’den IŞİD’e giden yol

2016 baharında Paris’te yaptığımız bu mülakatta kayıt cihazı kullanmıyoruz. Zübeyir, “Bana karşı idam fetvası çıkarmalarını istemem” diyor. 20 yaşındaki bu genç Suriye macerasına kendi isteğiyle son vermiş. “Büyük bir aptallıktı” diyor. Şimdi adli kontrol altında gençlere yaşadıklarını ve pişmanlığını anlatıyor.

“Merhaba, ben Zübeyir. 2013’te Suriye’ye gitmek için yola çıktım…” İstihbarat servisleri eski cihadcılardan hikâyelerini anlatmalarını istiyor, böylece bir “karşı söylem” kurmaya çalışıyorlar. Zübeyir’e göre pek de başarılı olamamışlar: “Gelenlerin çoğu hayal kırıklığına uğramış belki, ama pişman değil. Hâlâ cihadı destekliyorlar. Bu yüzden çoğu orada olanların aleyhine tanıklık edecek durumda değil. İsteseler buradaki istihbarat elemanlarına yardımcı olabilirler, ancak Fransa’yı dinsiz olarak gördükleri için bildiklerini anlatmıyorlar.”

Zübeyir bir istisna. Başka gençler de kendi yaşadıklarını yaşamasın diye tanıklık etmeyi kendisi talep etmiş. İdeolojik olarak da IŞİD’le savaşmak istediğini, artık bir demokrasi taraftarı olduğunu söylüyor.

Ne kadar anlamsız ve Kafkaesk bir ortam olduğunu anlatmak için bir anekdotla gençleri güldürüyor: “Suriye’ye gelen bir Belçikalı El Nusra’dan ayrılıp IŞİD’e katılmaya karar vermişti. Kendisine verilen yemekleri beğenmeyip, El Nusra’da yemeklerin daha güzel olduğunu söyleyince adamı üç hafta hapse attılar!” Ciddileşerek devam ediyor: “Yüzlerce IŞİD üyesi ortadan kayboldu, büyük ihtimal bir köşede infaz edildiler. Sahte halifelik aslında bir diktatörlük. Bağdadi’yi eleştirdiğiniz anda kendinizi hapiste buluyorsunuz.”

Devam ediyor: “Üst kadro lüks içinde yaşıyor, son model arabalar kullanıyor, harika evlere sahipler; geriye kalan insanlar açlıktan ölüyor. Beşar’ın rejimine karşı savaştıklarını söylüyorlar ama aslında petrol için savaşıyorlar.” Genç adam tüm bu yaşadıklarından sonra artık kendini “eski bir Müslüman” olarak tanımlıyor.

Zübeyir kendi durumuna dışarıdan ve eleştirel bir biçimde bakabilme kapasitesine sahip. Üst-orta sınıftan geldiği için radikalleşmesinde ait bulunduğu toplumsal sınıfın bir rol oynamadığı görüşünde. Suriye’ye gideceği yıl lise son sınıfta okuyan iyi bir öğrenciymiş. İçine kapanık bir yapısı varmış, daha önce başı hiç belaya girmemiş. Zamanının büyük bir bölümünü Call of Duty oynayarak, rap dinleyerek geçiriyormuş.

Fransa’dan Suriye’ye giden diğer cihadcıların aksine Zübeyir, Arapçayı düzgün bir şekilde konuşabiliyormuş; 6 yaşından 15 yaşına kadar devam ettiği Kuran kurslarında dini eğitim almış, hafız olmuş. Annesi ve babası da dine düşkün insanlarmış. Muhafazakâr bir çevrede yetişmiş. Örneğin ailesi günah olduğunu düşündükleri için doğum günlerini kutlamalarına izin vermezmiş.

16 yaşına girmesiyle yeni arayışlara girmiş: “Batı demokrasilerinin bize sunduğu tek şeyin tüketmek, daha fazla tüketmek olduğunu düşündüm. Bu en nihayetinde size bir yaşam amacı sunmayan bomboş bir şey.” Mahallelerinde bulunan ve Selefilerin kontrol ettiği bir camiye gitmeye başlamış. Yaygın kanının aksine bu türden Selefi gruplar cihadcıların düşmanı. Öncelikle, Suudilerin himayesinde hareket ettikleri için. Cihadcılara göre Riyad, ABD ile işbirliği yaparak İslama zarar veriyor. Bunun yanında bağlı oldukları temel doktrin bakımından çok da bir farkları yok. Anlaşamadıkları nokta, “silahlı cihad”: Selefiler siyasi lidere itaati öne çıkarıyor, onun emirleri haricinde silahlı cihad fikrine sıcak bakmıyor.

Zübeyir’e göre bu fikirsel ayrışmaya rağmen kendi radikalleşmesinin ilk basamağı bu köktenci Selefi gruba katılımıyla başlıyor; çünkü bu fikirsel katılık atmosferinde Selefilikten cihadizme geçiş o kadar da zor değil: “Yavaş yavaş bunun yeterli olmadığını düşündüm, en ileri noktanın cihadcılık olduğunu düşündüm.”

Tüm cihadcılar gibi Zübeyir’in de cihadcılık hikâyesi ne camide ne de mahallesinde başlamış. 2013 Nisan’ında internet üzerinden cihadcılarla tanışıp onların etki alanına girmiş. Fransa’da nikab (peçe) taraftarı eylemlerde bu gruplarla bir araya gelmiş, onların camilerine gitmeye başlamış. Fransız gizli servisi durumu fark edip Zübeyir’in babasıyla temasa geçmiş. Babası büyük bir tartışmadan sonra Zübeyir’in bilgisayarı ve tabletine el koymuş. Ama nafile.

Zübeyir cihadcıların içinde daha da radikalleştikçe okulda öğretmenlerinin cihadcılar hakkında söylediklerine katlanamaz olmuş. Bir gün felsefe öğretmeni tüm bu saldırıların dinle bir ilgisi olmadığını söyleyince bunu cihadcı dostlarına edilen bir hakaret olarak algılamış, sinirlenmiş ve kapıyı çarpıp okuldan çıkmış.

Zübeyir her zaman sistem karşıtı siyasi akımlara ilgi duyduğunu söylüyor. Bir dönem aşırı sağı temsil eden Ulusal Cephe’yi desteklerken, başka bir dönem aşırı sol partiler ilgisini çekmiş. İslama yönelince de bu akımın en devrimci olanının peşine düşmüş. Aslında Zübeyir farkında olmadan Alain Bertho’nun ortaya attığı “radikal başkaldırının İslamileşmesi” kavramının bir örneğini anlatıyordu. Belki de dini eğitim almasaydı farklı bir yöne savrulabilirdi; örneğin PKK saflarına katılan Kürt kökenli Fransız gençler gibi.

Zübeyir Suriye’ye gitmek için öncelikle kredi çekmeyi denemiş. Geliri olmayan bir lise öğrencisi olduğu için reddedilmiş. Cihadcı gruplardan en nihayetinde bu yolculuğu finanse etmek isteyen bir gönüllü bulunmuş. Paris’te bir kebapçıda ilk kez gördüğü bir cihadcının elinden içinde binlerce euro olan zarfı almış. Zübeyir bunu ilahi bir işaret olarak yorumlamış ve hevesi daha da perçinlenmiş. Cihadcılarla internet üzerinden tanışmasının yedi ay sonrasında Suriye’ye varmak için Türkiye biletini almış. Suriye’ye varınca El Kaide’ye bağlı bir grup tarafından karşılanmış.

Zübeyir, yabancı cihadcıların Suriye’deki en temel uğraşının internet üzerinden eş bulmaya çalışmak olduğunu söylüyor. Dini boyutun yanında tabuyla sarılı bir cinsel dürtünün de cihadcılığın temel motivasyonlarından olduğunu iddia ediyor. Bu olayın diğer bir boyutu, canlı bombaların “huri” motivasyonuyla nasıl kolaylıkla harekete geçtiği. Orada karşılaştığı Fransız bir arkadaşı ona şu anektodu aktarmış: Cihadcılar, çatışmada ölen arkadaşlarının iç çamaşırında beyaz izler bulunduğu söylentisini yaymışlar, bu da onlara göre arkadaşlarının öbür dünyada hurilerle karşılaştığının kanıtıymış. Bu söylenti cihadcılar arasında motivasyonu müthiş yükseltmiş.

2014 öncesinde nispeten daha rahat bir yaşamları varmış: Avrupa’da yüksek miktarda kredi çekip geri ödememek üzere IŞİD saflarına katılanlar dolayısıyla maddi durumları gayet iyiymiş. 2014 yılıyla birlikte hem Sünni gruplar IŞİD’le çatışmaya başlamışlar hem de uluslararası koalisyon’un bombardımanları başlamış. Olaylar bu noktadan sonra tersine dönmüş, “eğlence” sona ermiş. Bu noktada Zübeyir IŞİD’i bırakıp El Nusra’ya geçmeye karar vermiş. Her gün bombardıman altında yaşamaya başlayınca yavaş yavaş aklına “aslında Fransa’daki yaşamım o kadar da kötü değildi” fikri düşmeye başlamış. Bir yakınını arayıp dönmek istediğini söylemiş. Durum Fransız ve Türk yetkililere haber verilmiş. Türkiye sınırına çok yakın olduğu için yürüyerek sınır kapısına gelmiş. Kimliğini açıklamış, adı Interpol listesindeymiş. Sınır kapısından Türkiye’ye geçmiş ve sonrasında Fransa’ya gönderilmiş.

Fransa’da hapishanede karşılaştığı cihadcıların neredeyse hiçbirinin cihadcı ideolojiden pişman olmadıklarını söylüyor. Daha da kötüsü, Suriye’de kurulan bağlar Fransız hapishanelerinde sürdürülüyor. Bu da Fransa için büyük bir tehdit oluşturuyor.

Bilal: “Karım ve çocuklarımla geliyorum, ateş etmeyin!”

Memur telefonu açıyor. Karşısında bir Fransız vatandaşı var. Ancak bu herhangi bir telefon konuşması değil. İstanbul’da Fransız Konsolosluğu’nda çalışan memurun açtığı telefonun diğer ucunda Suriye’de IŞİD’e katılmış cihadcı Bilal var. Bilal 27 yaşında; 22 yaşındaki eşiyle ve üç çocuğuyla birlikte Suriye macerasına son verip Fransa’ya geri dönmek istiyor. Türk topraklarında teslim olmadan önce Fransız yetkililerle iletişime geçme ihtiyacı hissediyor. Bilal bugün Türkiye’de hapishanede. Karısı ve çocukları üç hafta Türkiye’de tutulduktan sonra Fransa’ya gönderildi.

Bilal’in ne ölçüde doğruyu söylediğini bilemiyoruz. Cihadcıların içinde yaşamasına rağmen çatışmaya girmediğini iddia ediyor. IŞİD’in 13 Kasım 2015 Paris saldırısı ertesinde de Fransa’ya geri dönmeye karar verdiğini söylüyor.

Bilal lise mezunu, geçici işler yaptıktan sonra işsizlik maaşıyla yaşamaya başlamış. Kısa bir Selefilik döneminden sonra cihadcı ideolojinin ağına düşmüş. Fas göçmeni annesi ve babası işçi emeklisi, cihadcılıktan uzak bir biçimde dindarlar.

Bilal Facebook üzerinde iletişime geçtiği cihadcılar vasıtasıyla 2014 baharında Suriye’ye yalnız başına gitmiş. Fransa’dan Kazablanka’ya, Kazablanka’dan İstanbul’a. Oradan bir otobüsle Hatay sınırına. Hatay’da cihadcıların bulunduğu bir evde iki gün kalmış. Bir gece kırk beş dakikalık yürüyüşten sonra sınırı geçip bir kamyonetle IŞİD’in kontrol ettiği topraklara götürülmüş.

El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra’nın üyesi olan sözde emir, Bilal’in eğitim kampına alınmasına karar vermiş. Orada Bilal’e bir ay boyunca temel askeri bilgiler, El Kaide’ye yakın ve çoğu Faslılardan oluşan Şam el-İslam Hareketi tarafından öğretilmiş. Bilal, çatışmalarda daha çok “hicret” edenlerin yani Suriye’li olmayıp başka ülkelerden IŞİD’e katılanların cepheye sürüldüğünü anlatıyor.

Bilal aynı grup içinde gruba yine Fransa’dan dâhil olan 25 yaşındaki Ebu Meryem’le tanışmış. Ebu Meryem IŞİD’in daha iyi yönetildiğini, daha organize olduğunu ve şeriat sisteminin hemen şimdi kurulması gerektiğini söyleyerek Bilal’i kendisiyle birlikte IŞİD saflarına katılmaya ikna etme uğraşına girmiş. Bilal bu noktada Şam el-İslam Hareketi ve IŞİD arasındaki yaklaşım farkını kavradığını söylüyor: “IŞİD şeriat sistemini kurmayı öncelerken Şam el-İslam önceliği mücadeleye veriyor.” Nihayetinde IŞİD’in saflarına katılmaya karar vermişler.

Bir kebap salonunda tesadüfen karşılaştıkları ve aynı arzuyu taşıyan Çeçen grupla on iki araçlık konvoy yapıp yaklaşık altmış kişi El Bab’a giderek IŞİD’e katılmışlar. Rakka’ya kayıt yaptırmaya yola çıkmışlar. Ebu Meryem’le bu noktada ayrılmışlar. Uzun bir süre görüşmedikten sonra bir kız babası olan Ebu Meryem’in Irak’ta bir intihar saldırısı gerçekleştirdiğini öğrenmiş. Yakınları Ebu Meryem’in ölmemiş olabileceği ihtimali üzerinde duruyor; “Belki de,” diyorlar, “Fransa’ya daha kolay girip bir intihar saldırısı düzenlemek için bu söylentiyi yaymıştır.”

Bilal IŞİD’e katıldıktan sonra El Bab’a yakın küçük bir evde kalmaya başlamış. Suriye’den dönen birçok cihadcının savunmasında ifade ettiği gibi hiç çatışmaya girmediğini iddia ediyor. İdeolojik eğitimini tamamlayıp sözde halifeye bağlılık yemini ettikten sonra boş pozisyon bulunca şoförlüğe başlamış. IŞİD militanlarının ulaşımından sorumluymuş. Geriye dönme sebebini şöyle açıklıyor: “Ben zorla şeriatı empoze etmek için değil, şeriat rejiminde yaşamak için oraya gitmiştim. Çok büyük çoğunluğun aslında bu sistem altında yaşamak istemediğini görünce kendi kendime dedim ki, ‘Ben geldiğim yere geri dönüyorum, siz de ne haliniz varsa görün.’”

Bağdadi’nin hilafet ilanı, IŞİD’e katılım sayısını katlamış; Bilal günde yüzlerce kişiyi sınırdan IŞİD’in kontrol ettiği toprakların merkezine taşıdığını anlatıyor. Zamanla Türkiye sınırı tamamen kapanınca ve sınır hattının bazı bölgeleri Kürtler tarafından kontrol edilmeye başlanınca Bilal teknik olarak “işsiz” durumuna düşmüş. Bu fırsattan yararlanan Bilal yeni iş almayarak yavaş yavaş kendini unutturmaya çalışmış.

Dönüm noktası 13 Kasım’da Paris’teki IŞİD saldırıları olmuş, bu noktadan itibaren Bilal karısı ve çocuklarıyla kaçmaya karar vermiş. 22 yaşındaki Cezayirli karısıyla Suriye’deyken Facebook üzerinden tanışmış ve onu yanına çağırmış. İki çocuğunu yanında getiren kadınla sözde mahkemeler huzurunda nikah kıymışlar. Evlilikle birlikte koğuş hayatından kurtulmuş ve kendilerine ait bir daireye taşınmışlar. Bir de çocukları olmuş.

Şoförlük yaptığı için o bölgeyi çok iyi bilen Bilal, Cerablus yakınlarında IŞİD tarafından pek kontrol edilmeyen bir sınır bölgesini gözüne kestirmiş. Ailesi ve Bilal Fransız Konsolosluğu ile iletişime geçmişler. Konsolosluk, Türk yetkililere durumu bildirmiş. Bir sabah karısı ve üç çocuğuyla birlikte sınırı geçip maceralarına son vermişler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.