Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

AKP’de ikinci Erdoğan dönemi

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/323452098″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Öncelikle 19 Mayıs’ı kutlamak istiyorum. Hafta sonu Adalet ve Kalkınma Partisi ve HDP’nin ayrı ayrı olağanüstü kongreleri olacak. HDP’ninki mecburiyetten oluyor. Çünkü eş genel başkanın ceza alması nedeniyle yeni eş genel başkan seçilmek zorunda. Bunun için yapılıyor. Ama AKP’ninki de olağanüstü bir kongre. O da bir nevi zorunluluktan yapılıyor. Buradaki zorunluluk tabii ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tekrar partinin başına geçecek olması. Daha önce zaten kendisi partiye döndü. Anayasa oylamasının, referandum sonucunun “Evet” çıkmasının ardından partiye döndü. Şimdi partinin liderliğini de geri alacak. Tam bir geri dönüş oluyor. Ve ikinci Erdoğan dönemi diyebiliriz buna. Başlığı da böyle verdik zaten. Ama zaten Erdoğan hiçbir zaman partiyi bırakmamıştı. Ahmet Davutoğlu’na devrettiği zaman da, Ahmet Davutoğlu’nun genel başkanlık yetkilerini tüzüğü değiştirerek bayağı bir budamıştı. Şimdi tekrar bütün en geniş yetkilerle kendisi partinin başına geçiyor. Bu ne anlama gelecek?

Partili cumhurbaşkanı dönemi

Burada yeni ne olacak? Bir kere şunu söyleyeyim: Bu kongrenin en önemli özelliği sembolik anlamı. Zaten fiilen partiyi yönetiyor olan Erdoğan, şimdi resmen de yönetiyor olacak. Bu aynı zamanda Türkiye’de bir sistemin kapanmış olduğunu bize gösteriyor. Partili cumhurbaşkanı döneminin başladığını gösteriyor. Partili cumhurbaşkanı olmanın ötesinde, parti başkanı cumhurbaşkanı. Yani sadece AKP’nin bir üyesi olmak değil, aynı zamanda genel başkanı. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan tüm ülkenin cumhurbaşkanı olma iddiasını korumak isteyecektir gerektiği zaman, kendisinin gerekli gördüğü anlarda. Ama esas olarak AKP’nin ve o partiye gönül verenlerin, o partide var olanların başkanı, daha doğrusu reisi olacak. Zaten uzun bir süredir Tayyip Erdoğan için reis sıfatı tercih ediliyor ve reisçilik artık var. Şimdi yeni dönemde artık, Pazar gününden itibaren artık her şey açık bir şekilde, görünür bir şekilde, hiçbir şeyi gizlemeye falan gerek kamadan Tayyip Erdoğan’ın denetiminde gidecek.

AKP’de işler iyi gitmiyor

Öncelikle şuna bakmak lazım: Pazar günü kongrede sadece Tayyip Erdoğan mı genel başkan olacak? Acaba parti yönetiminde de değişiklikler olacak mı? Bu konuda maalesef Türkiye’de Ankara gazeteciliği büyük ölçüde etkisizleşmiş durumda. Çünkü hükümet medya kuruluşlarının büyük kısmını kontrol ediyor, kontrol edemedikleri kesimlerde de Erdoğan’la, partisiyle ve hükümetle ilgili haberlerde çok ciddi bir ürkeklik var. Eskiden kongreler öncesinde bu konuda çok sayıda haberler çıkardı her parti için, özellikle iktidar partisi için. Şu anda benim görebildiğim kadarıyla ciddiye alınabilecek çok fazla şey yok. Aslında bir yanıyla da bu çok mümkün değil çünkü sonuçta AKP’de Erdoğan var. Her şey Erdoğan’la başlıyor ve Erdoğan’la bitiyor. Dolayısıyla onun kendisine ulaşamadan bir kulis haberi yazmak bile mümkün değil. Ama akıl yürütmeler var — genellikle kulis haberi diye yazılanların büyük bir kısmı akıl yürütmedir. Çok küçük birtakım bilgi kırıntılarından ya da bilgi kırıntısı adaylarından birtakım spekülasyonlar yapılır. Ama bu yönetimde değişikliklerin olmasının kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Çünkü AKP’de işler iyi gitmiyor, hem de hiç iyi gitmiyor. Dolayısıyla parti yönetiminde Erdoğan özellikle son referandum sonuçlarından hareketle –ki referandumdan “Evet” çıktı resmî rakamlara göre ama çok zorlandı–, özellikle büyük şehirlerde çok ciddi darbe yedi iktidar partisi. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bu anlamda partide –bir yeniden yapılanma olarak tarif etmek belki biraz fazla olabilir ama– birtakım önemli değişiklikler yapmasını şahsen bekliyorum.
Genellikle şöyle şeyler oluyor: Yönetimden bazı isimler hükümete taşınıyor, hükümetten bazı isimler de yönetime aktarılıyor. Böyle birtakım takaslar da olabiliyor. Bunlar olabilir. Bir de şu âna kadar çok önemli yerlere gelmemiş birtakım insanların parti yönetiminde de yer alması mümkün olabilir. Burada kriter kesinlikle biliyoruz ki Tayyip Erdoğan’ın güvendiği, kendisine bağlı olduğundan emin olduğu ve kendi başına bağımsız –hatta bağımsız ne kelime! –, özerk bile bir alan, Bülent Arınç’ın meşhur ettiği özgül ağırlık iddiası taşımayan insanlar, kişiler olacaktır.
AKP bir süredir tamamen Tayyip Erdoğan’ın denetiminde yürüyen bir parti. Ve burada kendilerinde birtakım özgül ağırlıkları olan ya da kendilerine böyle bir önem atfeden kişiler ya da dışarıdan böyle algılanan kişilerin partide çok ciddi bir şekilde etkisizleştirildiklerini gördük. Tabii ilk akla gelenler Abdullah Gül, Bülent Arınç, Sadullah Ergin gibi ama çok daha geniş bir sayıda, özellikle Milli Görüş hareketinden yani Refah Partisi ve ardından Fazilet Partisi’nde görev yapmış, daha sonra yenilikçi hareketle beraber AKP’nin kuruluşunda yer almış isimlerin büyük bir kısmının ciddi bir şekilde elenmiş olduğunu görüyoruz. Kalan az sayıda kişinin bazılarının da elenmesi var; elenme derken, partiden ayrılmıyorlar ama etkili pozisyonlara gelmiyorlar. Yani tamamen burada Tayyip Erdoğan’ın uygun gördüğü, onun iktidar dağıtımında uygun gördüğü kişiler onun verdiği, açtığı alan kadar alanı kabul edecekler. Böyle bir husus var.

Siyasi değişiklik olur mu?

Peki siyasi olarak ne değişir? AKP’nin şu anda önündeki en büyük mesele zaten 2019’da yapılması planlanan, öngörülen cumhurbaşkanı seçimleri. Aslında cumhurbaşkanlığı değil başkanlık seçimleri bu. Bütün olay buna endekslenecek. Zaten bir süredir farkındaysanız AKP ve Erdoğan sürekli seçimlere endeksli olarak gidiyor. Öyle orta vadeli, uzun vadeli planlar yapma durumunda değil; seçimleri kazanma, seçimlerden galip gelme üzerine kurulu. Yerel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Buna yönelik olarak bir faaliyetler perspektifi olacak. Ancak bu perspektiflerin hiçbirisinin siyasi, ideolojik yeni bir perspektif olma ihtimalini açıkçası görmüyorum. Çünkü AKP çok ciddi bir kriz içerisinde. Bu krizin en önemli yönü de, ideolojik ve politik bir kriz var. Yönü, yörüngesi kalmamış –ki AKP’nin yönü ve yörüngesi kalmayınca onun tek başına yönettiği Türkiye’nin de yönü, yörüngesi kalmıyor– böyle bir partiyle karşı karşıyayız. Referandum sürecinde özellikle AB’yle çok sert kavgalara girip, referandum sonrasında hiçbir şey yokmuş gibi, olmamış gibi tekrar AB’yle yola devam etme iddiası; ABD’ye gitmeden önce yapılan sert açıklamalar, ondan sonra yapılan yumuşak açıklamalar; İsrail’le yeniden kurulmuş olan ilişki; içeride demokrasi, temel hak ve özgürlükler iddiasından, hatırlayacaksınız bir ara çok telaffuz edilen ileri demokrasi iddiasından toptan vazgeçmiş ve Olağanüstü Hâl uygulamasını normal, olağan bir uygulama gibi yerleştirmiş bir parti var. Dolayısıyla bu partinin aslında söylediği ve dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ın söylediği, içeriye ve dışarıya söylediği şeylerin bütünlüklü bir program, bütünlüklü bir strateji oluşturmadığını görüyoruz.

İdeolojik ve politik aşınma

Bir süredir Tayyip Erdoğan’ın partide bütün iktidarı tekeline alması süreciyle beraber partinin ideolojik ve politik temellerinin büyük ölçüde aşındığını görüyoruz. Şunu özellikle vurgulamak lazım: Kimileri bugün gelinen noktadan hareketle AKP’nin ve Erdoğan’ın hiçbir zaman demokrasiye inanmadığını, bunu sadece o meşhur tramvay gibi gördüğünü, kullandığını ve artık istediği istasyona gelince de ondan indiğini söylüyor. Bu gelinen nokta için belli anlamlarda anlaşılabilir bir şey olabilir ama şunu özellikle vurgulamak lazım: AKP’nin bunca yıl bu ülkede birinci parti olması ve tek başına ülkeyi yönetebilmesinin en önemli nedeni bana göre kuruluşundan hemen sonra hayata geçirdiği, AB ile bütünleşme süreci ve reformlar süreciyle beraber hayata geçirdiği o demokratikleşme, özgürlüklerin genişletilmesi, Kürt sorununun barışçıl yollardan çözümü arayışı ve buna bağlı olarak da ülkedeki ekonominin çok ciddi bir şekilde büyümesi, belli bir istikrara kavuşmasıydı. Ama Türkiye bütün bunların hepsinden adım adım uzaklaşıyor ve sonuçta otoriter, popülist bir dilin ötesinde ve Tayyip Erdoğan’dan, onun söylediklerinden ibaret bir hareketten başka bir şey karşımıza çıkmıyor.
Pazar günü bu aşılır mı? Hiç sanmıyorum. Pazar günü şimdiden zaten haber kanalları duyurmaya başladılar, sabah saat 9’dan itibaren canlı yayına girecekler. Türkiye’nin bütün önde gelen haber kanalları vs.’leri oradan tüm gün boyunca birbirine benzer şeylerin tekrarlanacağı yayınlar yapacaklar. Ve bir havaya sokmaya çalışacaklar. Ama bu ne kadar pompalanırsa pompalansın ortada çok büyük bir yeni dönem diyebileceğimiz, yenilikler vaat eden bir şey olmayacak. Tabii ki Erdoğan’ın lider olması partinin tabanına çok büyük bir heyecan katacak. Onunla tekrar buluşmanın vereceği bir şey olacak. Ama o andan itibaren zaten bu –demin de söyledik– var olan durumunun resmî olarak adının konması olacak. Ama o andan sonra Tayyip Erdoğan’ın partinin genel başkanı da olduğu için, –yani zaten cumhurbaşkanıydı, zaten hükümeti büyük ölçüde o yönetiyordu– ve şimdi de partinin genel başkanı olması onun elini çok da fazla kuvvetlendirmiyor. Zaten bunu fiilen yapıyordu.
Yani şunu söylemeye çalışıyorum: Bu bir engel değildi. Sembolik bir engel olmanın ötesinde bir engel değildi. Tayyip Erdoğan partinin resmen genel başkanı olmasıyla beraber AKP’de bir süre için geçerli olabilecek olan moral aşının dışında pratik olarak pek bir katkısı, yeni bir şey olacağını sanmıyorum. Zaten partinin genel başkanı değildi ama genel başkanı gibi hareket ediyordu. Milletvekili listelerini o hazırlıyordu. Atamalara kadar her şeyi o kontrol ediyordu. Şimdi bunu daha net bir şekilde yapmış olacak. Ama çok fazla kazanacağı bir şey olmamakla birlikte zaten tüm Türkiye’nin cumhurbaşkanı olmadığı algısını böylece kesin bir şekilde yerleştirmiş olacak. Türkiye’de sadece bir partinin genel başkanı artı tüm Türkiye’nin cumhurbaşkanı gibi zor bir denklemi kamuoyuna dayatmaya çalışacak. Ama bunun kabul edilebilir bir denklem olduğunu açıkçası sanmıyorum.

Muhalefetin krizi nedeniyle AKP’nin krizi görünmüyor

Büyük bir kriz var. Bu kriz muhalefetin kendi içerisinde bir birlik oluşturamaması, bir motivasyon yaratamaması, bir strateji geliştirememesi, bir vizyon sunamaması gibi ve parçalı olması gibi gerekçelerle iktidar partisinin ve onun lideri durumundaki Erdoğan’ın krizi görülmüyor, anlaşılmıyor, fark edilmiyor ya da inandırıcı bulunmuyor. Yani her seçimi, son girdiği seçimi, hepsini kazanıyor olması ortada bir krizin olamayacağı şeklinde yorumlanıyor. Bu doğru değil. Kazanılan seçimlerin son dönemde özellikle ve özellikle de referandumun, bütün tartışmaları bir kenara bırakalım, resmî rakamları doğru kabul ettiğimizde dahi bu bir zafer değil. Bu bir kriz işaretçisi. Burada çok ciddi örgütsel de bir kriz var, burada çok ciddi bir ideolojik, politik bir kriz var. Ve iktidarı dağıtma yeteneğini sürdürebildiği ölçüde bu iktidarı ve kendini muhafaza edebilecek Tayyip Erdoğan, iktidarı tekelinde tutabilecek.
Ama ısrarla bütün yayınlarda bunu söylüyorum: Türkiye’nin çıkışı zaten net bir şekilde çoğulcu, demokratik rejimde çoğulculuk esas olmalı, Türkiye’de temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi ve yasakların son bulması gerekiyor, bu ayrı. Ama AKP’nin krizini aşabilmesi için de öncelikle tekrar çoğulcu bir anlayışa, kolektif bir anlayışa dönmesi gerekiyor — ki bu artık imkânsız bir noktada. Tayyip Erdoğan var olduğu müddetçe bu parti, Tayyip Erdoğan’ın partisi, onun her şeyi tek başına belirlediği bir parti olarak devam edecek. Bu da krizin derinleşmesi anlamına gelecek.
Ama tekrar söylüyorum, devletin sonsuz imkânlarıyla beraber bu kriz görünmez kılınabiliyor. Öte yandan AKP’ye ve Tayyip Erdoğan’a muhalif olan kişi ve çevrelerin yetersizliği bu krizin çok hızlı bir şekilde net sonuçlara yol açmasını erteliyor. Ama bana göre bu kriz o kadar sahici ve ciddi bir kriz ki, ortada bir muhalefet olmasa bile, etkili bir muhalefet olmasa bile bu krizin sonuçlarını pekâlâ görebiliriz.
Nitekim son referandum aslında bir anlamda böyleydi. Referandumda “Hayır” cephesi diye adlandırdığımız güçler, kendi içerisinde o kadar parçalı ve o kadar farklı yerlerdeydi ki ve o kadar imkânsızlıklarla, engellemelerle kampanya yürüttü ki. Öte yandan “Evet” cephesinin imkânları, gücü, devlet imkânları vs. bir yanda vardı. Buna rağmen resmî rakamlara göre kıl payı sonuçlanan bir seçim oldu. Bu da bize şunu gösteriyor: Muhalefet güçsüz olsa dahi, muhalefetin gücünün sınırları olsa dahi, muhalefet gündemi tek başına ya da birleşerek değiştirme kapasitesine çok fazla sahip olamasa bile, AKP’nin içinde olduğu krizin; bu hareketin, bu siyasi iktidarın krizinin derinleşmesi engellenemiyor. Şu anda Pazar günü de bunu göreceğimizi düşünüyorum. Şu âna kadar izlenen çizgi, kullanılan söylemler, var olan ekiplere baktığımız zaman; ilk kuruluş yıllarından ve özellikle 2007’ye kadar olan süreçteki AKP’yle bugünkü AKP’yi kıyasladığımız zaman, bugünkü AKP birçok açıdan örgütsel anlamda, ideolojik, politik anlamda, parti içerisindeki insanların dayanışmacılığı anlamında çok geride bir yerde duruyor. Bugünkü AKP sadece ve sadece Tayyip Erdoğan’ın performansına endekslenmiş bir parti halinde. Böyle bir yapının Türkiye gibi büyük bir ülkede krizini bu şekilde aşabileceğini hiçbir şekilde sanmıyorum. Pazar günü de ilk başta tabii bütün medyanın çok geniş ilgisi ve kongrenin muhtemelen çok çarpıcı birtakım görüntüleri olacaktır, organizasyon anlamında da olacaktır. Bütün bunlara rağmen bu vitrin düzenlemelerinin ve sınırsız medya desteğinin de bu krizin çözümüne katkıda bulunamayacağı iddiasındayım.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.