Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Darbenin siyasi ayağı bilmecesi

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/324639325″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Bugün Meclis Darbe Araştırma Komisyonu’nun taslak raporu, komisyon başkanı Reşat Petek tarafından okundu. Onun özellikle darbenin siyasi ayağıyla ilgili kısmına baktım ve kamuoyundaki çok büyük beklentiyi karşılamaktan hayli uzak olduğunu; çok baştansavma, üstünkörü bir bölüm olduğunu söyleyebilirim. Bu hareketi, şimdi FETÖ diye adlandırılan Fethullah Gülen cemaatini bir araştırmacı olarak izleyen birisi olarak benim açık kaynaklardan bildiklerimin bile çok gerisinde bir rapor. Çok alâkasız yerlerden alıntılar konulmuş. Siyasetle ilgili bölümünü söylüyorum. Ve özellikle de tabii bu hareketin, bu oluşumun Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarıyla olan yoğun ittifak dönemi biraz –biraz değil fazlasıyla– önemsizleştirilmiş. Ve daha önemlisi de şu anda mevcut siyasi yapılanma içerisinde; iktidar partisi, muhalefet partileri ve başka yerel yönetimler gibi, buralarda FETÖ denen oluşumun ne tür etkileri olduğu konusunda açıkçası hiçbir şey söylemiyor.
Çok büyük bir hayal kırıklığı. Ama açıkçası buradan bir şey beklemek, hayal kırıklığı diyorum ama, bir şey hayal etmemek lazımdı. Şu anda görüyorsunuz, Reşat Petek zaten kendisi zamanında Gülen’i, Gülen hareketini ve Gülen hareketinin devlet içerisindeki örgütlenmesini canla başla savunmuş olan bir kişi. Kayıtlar ortada. Tabii ki yaptıklarından pişman olmuş olabilir, her ne kadar ben şahsen böyle bir ifadesini görmediysem de. Ama bu konuda onun başkanlığında çok sağlıklı bir çalışma yapılması zaten mümkün değildi. Açıkçası Türkiye’de bu kadar hayatî bir konu hakkında, herhangi bir şekilde gerçeklere ulaşmamızı sağlayacak şekilde araştırma yapabilecek hiçbir kurumun kaldığını düşünmüyorum. Yargıda da yok, emniyet teşkilatında da yok, hiçbir yerde, siyasi anlamda da yok, Meclis’te de yok, yasamada da yok. Çünkü herkes bu olaya kendi bakış açısından bakıyor ve görmek istediğini arıyor. Çünkü çok büyük bir yığın var ortada. Yıllardır faaliyet yürüten, herkesle bir şekilde ilişkiye girmiş olan, herkesi bir şekilde kandırmış, ikna etmiş, devşirmiş olan bir yapı var. Ve bu herkes bu yapıya, bu yapının geçmişine yönelik yaptığı çalışmada işine gelenleri alıp işine gelenleri almıyor.

Geçmişte ayıklamacılık

O kadar çok örnek var ki… hangisini versek? Mesela Cumhuriyet gazetesi iddianamesi tamamen baştan savma bir iddianame. Orada Aydın Engin’in zamanında Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Harun Tokat’la yaptığı telefon görüşmesi bir suçlama olarak kullanılıyor. Bir gazetecinin popüler bir vakfın başkanıyla telefon görüşmesi yapması kadar doğal bir şey olamaz. Ama aynı tarihte, onun telefon görüşmesini yaptığı tarihte aynı vakıf ve vakfın başkanı devlet katında üst düzeyde ağırlanıyordu ve onların düzenlediği Türkçe Olimpiyatları gibi yerlere dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve diğer bakanlar gidiyorlardı. Ve hükümetle içli dışlı olan yerler buraları sponsorluklara boğuyorlardı vs.
Yani şimdi sizin hoşlanmadığınız bir insanın zamanında Fethullah Gülen’le Pensilvanya’da çekilmiş bir fotoğrafı o kişi hakkında suç delili olabilirken, sayısız fotoğrafı olan kişiler için de “bunlar tamamen basıncılık”… Bunu Burhan Kuzu armağan etti biliyorsunuz. Kendisinin Fethullah Gülen’le yemek yemesi fotoğrafının yayınlanmasına “basıncılık oynamayın” dedi. Ama biliyoruz ki birçok kişi zamanında fotoğraf çektirdiği için, yanına gittiği için vs. suçlanabiliyor.

Bir maymuncuk olarak FETÖ suçlaması

Sonuç olarak şu anda FETÖ olayı tam bir maymuncuğa dönmüş durumda. Açmak istediğiniz kapıya göre herkes bunu kullanmak istiyor ve bazen iktidar partisini bile rahatsız ettiği için bugün Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın söylediği gibi, zaman zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediği gibi, kendileri de şikâyet ediyorlar. Ama şurası muhakkak ki bu silahı, bu maymuncuğu, bu aleti en iyi, en çok kullanan –çünkü hâkimiyet onlarda– siyasi iktidar, devlet, hükümet, iktidar partisi. Tabii kendilerine dokunmadan.
Bu noktada en son MHP lideri Devlet Bahçeli’yle Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında bir polemik yaşandı. Bahçeli’nin ısrarla siyasi yapıya da artık dokunulması gerektiği sözlerine Cumhurbaşkanı Erdoğan delil talep etti. Şu âna kadar gözaltına alınan, tutuklanan, yargılanan insanlar hakkındaki delillerin ne tür deliller olduğu ortada. Büyük bir kısmı tabii ki çok güçlü delillerle gözaltına alınan, tutuklananlar da var, ama Bank Asya’ya para yatırdığı için, şu derneğe üye olduğu için vs. gibi gerekçelerle alınan da birçok kişi var.
Sonuç olarak bu olayın siyasi ayağı, Fethullah Gülen’in siyasi ilişkileri kolay kolay ortaya çıkmayacak. Bunu artık kabullenmemiz gerekiyor. Çıkarsa da çok tali yerlerdekiler ve de tabii ki muhalefet partileriyle alâkalı olanlar çıkacak. Benim gözlemlerim ve bilgilerime göre Fethullah Gülen bütün partilere sızmaya, bütün partilere uzanmaya, bütün partilerle işbirliği yapmaya çalıştı. Kimisinde kısmen, kimisinde büyük ölçüde başarılı oldu. Ama şunu çok iyi biliyoruz ki, özellikle AK Parti’nin 2007’den sonraki orduyla çok ciddi bir kapışmaya girdiği tarihte, siyasi iktidar tarafından Fethullah Gülen ve cemaatinin, onun devlet içerisinde örgütlenmesinin önü sonuna kadar açıldı. Bu anlamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ne istediler de vermedik?” sözü zaten bunu gösteriyor.

Hükümetin teşvikiyle FETÖ kadrolaşması

Şimdi bir dönem, çok iyi biliyoruz, devletin kilit kurumlarına –bu ekonomiyle ilgili olabilir, Emniyet’le ilgili olabilir, yargı olabilir ya da TRT gibi kurumlar olabilir–, birçok kurumlara özel olarak insanlar Fethullahçı oldukları için alındılar AKP iktidarı tarafından. Bir dönem –çok iyi biliyorum– birçok bakan, üst düzey AK Parti yöneticisi, belediye başkanı danışmanlarını, özellikle basın danışmanlarını Cemaat yayın organlarından insanlardan seçtiler. Hatta Milli Görüş kökenli vs. insanları atıp yerlerine bunları aldılar. Sonra da tabii büyük bir panikle bunlar önce 17-25 Aralık ama esas olarak 15 Temmuz’dan sonra tasfiye edilmeye çalışıldı.
Ama bu kişiler, devlete yerleştirilen, devletin, hükümetin bilgisi dahilinde devlete yerleştirilen bu kişilerin büyük bir kısmı o süre zarfında çok önemli yatırımlar yaptılar, çok önemli yerlere ulaştılar, Cemaat adına çok önemli kazanımlar elde ettiler. Bunların kimisi ekonomik, kimisi bilgiye dayalı yani istihbarat anlamında çok önemli yerlere ulaştılar. Şu anda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Devletin sahip olduğu bilgilerin neredeyse hepsi herhalde Pensilvanya’da da bir şekilde bulunuyor. Bunların kademe kademe aktarılmış olduğunu tahmin etmek hiç zor değil.
Tekrar siyasi ayağa dönecek olursak, AKP’nin son dönem Meclis grubunda çok sayıda milletvekili olmayabilir. Çünkü 17-25 Aralık’tan sonra, Tayyip Erdoğan Haziran seçimlerinde, ama özellikle de Kasım seçimlerindeki listelerin hazırlanmasında çok titiz davrandı. Ama bu nereye kadar işe yarar? Çünkü şunu biliyoruz: Kendisi askerî yaverini de çok titizlikle seçmişti. Birçok adayın arasından özel olarak araştırma yaptırıp seçmişti ve yaver şu anda tutuklu, darbecilikten yargılanıyor. Suçlu ya da suçsuz bilmiyoruz, ama çok güçlü bir şekilde FETÖ’cü olmakla suçlanıyor. Dolayısıyla milletvekili seçiminde de –ki bir yaver seçiminde bu hata yapılabiliyorsa, o yüzlerce milletvekili adaylarının saptanmasında da– herhalde birtakım hatalar, birtakım kendini gizleyen kişilerin fark edilmemesi olayı olmuştur. Ama şu âna kadar hiçbir şekilde bir AKP milletvekiline dokunulduğunu görmedik.
Küçük küçük haberler geliyor. En son Ankara’da yapılan operasyonda mesela birtakım yerel AK Partili belediye yönetiminde yer alan isimlerin ya da ilçe yönetimlerinde yer alan isimlerin adlarının karıştığı, gözaltına alındığı söyleniyor ama, bunlar hiçbir zaman kamuoyunun beklediği şeyler değil. Yani kamuoyunun beklediği derken şunu kastediyorum: İnsanları tatmin etmek için, susturmak için birilerinin kurban edilmesi değil.

Mehmet Görmez’e saldırılar

Böyle bir yapılanmanın, iktidar partisiyle hele bir dönem bu kadar içli dışlı olmuş bir yapılanmanın iktidar partisi içerisine sızmamış olması kesinlikle akla yatkın bir şey değil. Ama burada ya bir şeyi yapamıyorlar, ortaya çıkaramıyorlar; ya da ortaya çıkarmak istemiyorlar; ya da belli bir zamanlama gözetiyorlar. Bu zamanlama pekâlâ 2019’da yapılması beklenen yeni cumhurbaşkanlığı seçimi olabilir. O zamana kadar parti içerisinde büyük bir krize yol açmamak için de birtakım şeyler bekletiliyor olabilir. Ancak şunu özellikle son dönemlerde net bir şekilde gözlüyoruz: FETÖ kampanyaları üzerinden iktidarın içerisinde çok ciddi bir iktidar savaşı yaşanıyor. Bunun medyadaki ayaklarını biliyorduk. Pelikan gibi olaylarla beraber bunları gördük.
Ama en son Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez’le ilgili yapılan yayın –ki TGRT Haber’de yapıldı, iktidara yakın olduğu bilinen bir yayın organında yapıldı– kendisinin Fethullah Gülen’e bir kitabı, çok büyük övgülerle imzalayıp kitabını hediye ettiğini açıkladı, iddia etti birisi ve bunu gösterdi. Çok büyük bir olay. Şöyle çok büyük bir olay: Mehmet Görmez şu anda belki de Cumhurbaşkanı nezdinde en itibarlı bürokratlardan birisi. Bir MİT müsteşarı, genelkurmay başkanı kadar, belki onlardan daha fazladır bilmiyorum, çok önem verdiği bir isim. Çok kilit bir yerde duruyor ve FETÖ operasyonlarının Diyanet’te de çok kapsamlı şekilde yapıldığını görüyoruz. Diyanet gerçekten çok stratejik bir kurum. Birdenbire Mehmet Görmez FETÖ’yle ilişkilendirildi. Bugün Karar gazetesinde Elif Çakır’ın köşesinden okuduğumuza göre –Mehmet Görmez’in savunması bu anlaşılan– Amerika’da bir başka kişiye imzalanmış olan, Yusuf Ziya Kavakçı’ya imzalanmış olan kitabı götürecek olan kişi işgüzarlık edip Fethullah Gülen’e hediye etmiş. Çünkü kitap bir isme imzalanmamışmış gibi bir açıklama var. Bu açıklamanın doğru olma ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyorum.
Ama buradaki mesele şu: Şu ya da bu şekilde, diyelim ki gerçekten Fethullah Gülen’e böyle bir kitabı imzalamış olsun, ya da bir başkasına imzaladığı kitabı bir işgüzar gelip Fethullah Gülen’e vermiş olsun. O kitabın, o imzanın bugün yani üç-dört gün önce iktidara yakın olduğu bilinen bir televizyonda, canlı yayında gösterilebilmiş olması başlı başına bir olay.

Kutlu Doğum tartışması

Bir başka tartışma Kutlu Doğum Haftası etrafında yaşanıyor. Kutlu Doğum Haftası’nın FETÖ tezgâhı olduğu iddiasıyla bu iptal edildi biliyorsunuz. Ve şimdi birileri aslında bunun FETÖ tezgâhı falan olmadığını, Diyanet’in çok önceden birtakım akıl yürütmelerle başlattığı bir uygulama olduğunu –ki bunu Ahmet Taşgetiren uzun uzun yazdı– söylüyorlar. Dolayısıyla devlet içerisinde bu Kutlu Doğum Haftası’nı FETÖ tezgâhı olarak gösterip iptal ettiren bir grubun var olduğunu yazdı Ahmet Taşgetiren. Bunların hepsi esrarengiz hususlar.
Ama şunu görüyoruz ki, FETÖ kaldı mı kalmadı mı bir kenara koyalım, FETÖ devlet içerisinde hâlâ var mı yok mu, birtakım operasyonlar yapıyor mu yapmıyor mu bilmiyoruz ama, devletin içerisindeki fraksiyon kavgaları ya da klik kavgaları bir şekilde devam ediyor ya da birileri bize böyle bir devamı gösteriyor.
Bu neden oluyor? Bana göre büyük ölçüde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bütün iktidarı tekeline almasıyla beraber, bu tür sızmaları engellemenin çözümü olarak iktidarı bir tek kendi elinde toplamayı buldu. Ama bir kişinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm kurumlarını tek başına denetleyebilmesi, kontrol edebilmesi diye bir şey hiçbir şekilde mümkün değil. Dolayısıyla onun bu iktidarı kontrolü, iktidarı tek başına tekelleştirmesine paralel olarak devletin içerisindeki iktidar savaşları da alabildiğine gelişiyor. Ve bu iktidar savaşlarında ideoloji, dava vs. falan yok. Büyük ölçüde daha fazla yer tutma, daha fazla iktidardan pay alma gibi bir olay var.

Kavurmacı’nın yarattığı infial

Son olarak bir başka husus: Bu Kadir Topbaş’ın damadının –başkaları da var ama esas olarak onun–, Ömer Faruk Kavurmacı’nın sağlık gerekçesiyle tahliye edilmesinin yarattığı çok büyük bir infial var. Bu infiali tabii ki medya büyük ölçüde siyasi iktidar tarafından kontrol edildiği için görebilmek, çok net bir şekilde görebilmek mümkün değil. Ancak eğer belli çevreleri yakından takip ediyorsanız, oralarda özellikle iktidara inanan, kendini bağlı hisseden ve özellikle de 15 Temmuz’a karşı mücadele etmiş kişilerde büyük bir hayal kırıklığı var. Çünkü şunu herkes biliyor: Türkiye’de binlerce insan işini kaybetti, özgürlüğünü kaybetti darbeyle ilgili olarak. Ve bunların içerisinde sadece askerler ya da birtakım güvenlik bürokrasisinden insanlar yok. Kendi halinde diye tabir edilebilecek –belki değillerdir ama– öğretmeni, memuru vs.’si bir yığın insan mağdur oldu. Hapse giren var, işin kaybeden var, vs. var. Öte yandan birtakım insanların belli yerlerle ilişkileri olduğu için tahliye edildiği, serbest bırakıldığı yolunda inanış giderek güçleniyor. Bu da tabii AK Parti tabanında da, yani Fethullah Gülen, FETÖ düşmanı çevrelerde de, FETÖ karşıtı çevrelerde de bu mücadelenin layıkıyla yapılmadığı, tavsatıldığı gibi bir duygunun giderek kabarmasına yol açıyor. Medya bunu görmediği için, göstermediği için bunu çok fazla hissetmiyor olabiliriz. Ancak bunlar çok üst üste binmeye başladı. Ve şu anda, darbe girişiminden bu yana daha bir yıl dolmadan beklentiler büyük ölçüde iptal edilir hale geldi.
Ve buradan tekrar siyasi hayat meselesine dönecek olursak, öyle bir noktadayız ki, şu anda herkes herkesi FETÖ’cü olmakla itham edebilir — ki neredeyse buna yaklaşmış durumdayız. Herkes her an FETÖ’yle alâkalı bir şekilde işini kaybedebilir, özgürlüğünü kaybedebilir. Ama şunu da çok iyi biliyoruz ki gerçekten FETÖ’cü olan birtakım insanların da başına hiçbir şey gelmeyebilir. Bir diğer husus, demin Diyanet bahsinde söylediğim gibi FETÖ’nün devletten ayıklanmış olması da devletin içerisinde tam bir uyumun ve teksesliliğin, monolitik bir yapının, tamamen siyasi iktidar tarafından kontrol edilen pürüzsüz bir devlet bürokrasisi yapısının inşa edildiği anlamına gelmiyor.
Darbe tabii ki çok kaotik bir durumdu ve Türkiye çok şükür bunu atlattı. Ancak darbeyle mücadele konusunda, darbenin gerçeklerini atlatma ve yeni darbelerin önünü kapatma konusunda çok ciddi anlamda Türkiye kötü bir sınav veriyor. Bunun birinci derecede sorumlusu tabii ki siyasi iktidar. Siyasi iktidar FETÖ ve darbe girişimini kendisine muhalif olan kesimleri etkisizleştirmek, susturmak için bir tramplen olarak, enstrüman olarak kullanıyor. Bu enstrüman olarak kullanma o kadar güçlü bir şekilde öne çıkıyor ki, olayın gerçek sorumlularının hak ettikleri cezaları alamadıkları gibi bir durumla karşılaşıyoruz.

Medya operasyonları

Burada daha önceki yayınlarda söyledim, en çarpıcı örneklerden birisi budur: FETÖ’nün medya ayağına yönelik olarak yapılan operasyonlarda aylardır tutuklu bulunan ve çok ağır cezalarla yargılanan insanların büyük bir kısmının bu yapıyla, bu suç örgütüyle organik ilişkili insanlar olmadıklarını biliyoruz. Bunların gazetelerinde yazıyor, televizyonlarında program yapıyor olmalarının ötesinde organik bir ilişki içerisinde olmadıklarını biliyoruz. Ancak bu yapının medya içerisindeki organik unsurlarının büyük bir kısmının da yurtdışına çıkmış olduklarının, artık kaçmış da dememek lazım çünkü göz göre göre gittiler. Ve bulundukları yerlerden kimileri hatta tekrar birtakım faaliyetlerini de sürdürüyorlar. Bir kısmı da nedense sessiz kalmayı, kendilerini unutturmayı tercih ediyor. Dolayısıyla şimdi FETÖ denen yapının medyada çok büyük bir imparatorluğu vardı. Bu medyadaki imparatorluk çökertildi, bütün yayın organlarına el kondu vs. Ve içeriye de insanlar atıldı. Ama içeriye atılan insanların çok az bir kısmı, belki de neredeyse yüzde 1’i, 2’si doğrudan bu yapıyla organik ilişki içerisinde olan insanlar. Böyle de bir olay var. Bu da gerçekten Türkiye için, Türkiye’nin bu olguyla, FETÖ denen olguyla ve 15 Temmuz Darbesi’yle hakkıyla ve layıkıyla hesaplaşmadığı, hesaplaşamadığı ve hesaplaşamayacağını bize gösteriyor.
Bu anlamda da artık belki de darbenin ve FETÖ’nün siyasi ayağı aydınlatılsın diye talepte bulunmak da artık çok fazlasıyla naif kaçıyor olabilir. Belki de böyle bir beklentiden artık vazgeçmemiz gerekebilir. Gerçekçi olacak olursak, bu olay artık bir arapsaçına dönmüş durumda, karmakarışık bir durumda. Kimi zaman iradî olarak, kimi zaman beceriksizlikle bu olayla baş edilemez bir hale gelinmiş durumda. Burada temel mesele bence istihbarata sahip olmamak vs. değil, burada temel mesele siyasi perspektif, ülkeyi yönetenlerin FETÖ ve 15 Temmuz’la gerçek anlamıyla mücadele etme perspektifine sahip olduklarını düşünmüyorum. Eğer böyle bir perspektife sahip olsalardı zaten öncelikle ülkede demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri güçlendirme yoluna giderlerdi. Tam tersine 15 Temmuz’dan bu yana Türkiye demokrasisi ve temel hak ve özgürlükler ve hukuk devleti konusunda bariz bir şekilde geriye gittiyse demek ki yapılan yanlıştır ve bu yanlıştan doğru beklemek de çok –nasıl söyleyeyim? – abartılı ve yanlış bir iyimserlik olacaktır.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.