Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: NATO’da çatlak, YPG’ye silah sevkiyatı, Trump’ın İklim Anlaşması kararı

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/325427444″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba iyi günler. Transatlantik’le karşınızdayız. Bu hafta Gönül Tol son anda çok önemli bir toplantısı çıktığı için katılamıyor, Ömer Taşpınar’la baş başa bir yayın yapacağız. Ömer, merhaba!
Ömer Taşpınar
: Merhaba Ruşen, iyi yayınlar.

Bugün tam Transatlantik’e yakışır bir yayın yapacağız, meşhur transatlantik ilişkiler daha çok ağırlıklı olacak, –bilmeyenler için söyleyelim: “Transatlantik” deyince daha çok ilk akla gelen, ABD’yle ya da Kuzey Amerika’yla Avrupa kıtası arasındaki ilişkilerdir– ve çok ciddi sorunlar var. Özellikle NATO’yla ilgili, Avrupa Birliği’yle Trump’ın arasında geçenler, G7 zirvesinde yaşananlar var; ama önce çok sıcak bir gelişme, biliyorsun bir internet haber sitesinde bugün bir haber çıktı ve Trump’ın meşhur Paris İklim Anlaşması’ndan çıkacağını, Beyaz Saray’daki iki güvenilir yakın kaynağa dayanarak haber yaptı. Haber henüz konfirme olmadı ama büyük bir ihtimalle böyle bir gelişme olmasını zaten bekliyoruz ve Trump da zaten attığı tweet’te birkaç gün içerisinde bu konuda kararını vereceğini söyledi. Ne diyorsun Ömer? Bu hakikaten doğruluk payı çok yüksek bir haber mi?
Doğruluk payı yüksek olabilir. Daha önce bu Paris İklim Anlaşması konusunda Beyaz Saray’daki havayla ilgili şöyle bir algılama vardı: Trump’ın genel refleksi bu anlaşmadan çıkma yönünde, Trump’ın danışmanlarından Stephen Bannon –siyasî danışmanı–, bu anlaşmanın Amerikan ekonomisine zarar verdiğini, Çin’in bir şekilde bundan kârlı çıktığını söylüyordu; fakat kızı İvanka Trump, damadı Jared Kushner ve genelde Pentagon… Dışişleri Bakanlığı ve ulusal güvenlik danışmanı McMaster’ın Amerika’nın global imajı, küresel imajı açısından Paris İklim Anlaşması’ndan çıkmanın zararlı olacağını söylediğini biliyoruz. Yani ikiye ayrılmış bir Beyaz Saray vardı. Burada Trump’ın refleksi genelde kendisine oy veren taban, yani Trump’a oy veren Amerika’nın alt-orta sınıfı, daha eğitimsiz, küreselleşmeden nasibini almamış ve öfkeli tabana mesaj vermek için bu anlaşmadan çıkabileceği yönündeydi. Yani Trump popülist bir şekilde bu anlaşmadan çıkarsa, çok şaşırtıcı olmayacak bence ve şu anda asıl konuşacağımız Amerika’nın transatlantik ilişkileri, küresel liderlik meselesi konularında da Trump bir bakıma son derece negatif bir mesaj vermiş olacak dünyaya. Amerika’nın bu tür anlaşmalardan, uluslararası anlaşmalardan, uluslararası örgütlerdeki pozisyonundan uzaklaşması, gerek BM’de oynadığı bazı roller olsun, gerek NATO’nun içindeki rolü olsun buralardan geri adım atması, aslında Trump açısından şaşırtıcı olmayacak; çünkü Trump’ın mesajını hatırlamak lazım. Amerika’ya verdiği siyasi mesajı, hep, “Amerika önde, Amerika first, Amerika ilk.” Dolayısıyla “Amerika’nın ön planda olduğu, Amerikan ulusal çıkarlarının ön planda olduğu bir siyaset izleyeceğim” dedi. Bunu halka böyle satacaktır, “Amerikan ekonomisi için bu daha yararlı diyecektir, böylece istediğimiz kadar iş yaratabiliriz, istediğimiz yatırımları yapabiliriz, varsın birazcık iklimde küresel ısınma olsun, varsın çevreci standartlar aynı seviyede kalmasın, bunlar bizi ilgilendirmez” mesajı verebilir Trump.

Peki Ömer, detaylarına hâkim misin? Bilmiyorum ama, ABD’nin Paris Anlaşması’ndan böyle çıkması durumunda bu anlaşma çok zor durumda mı kalır?
Tabii ki zor durumda kalır. BM çerçevesinde çok yüksek katılımla, özellikle Çin’in ve Amerika’nın son dakikada vardıkları bir anlaşmaydı bu. Çin açısından, Hindistan açısından bu iki ülkedeki gidişat açısından –ki bu ülkeler şu anda Amerika’ya kızgın durumda–, çünkü Amerika aslında Obama yönetiminde çok bastırdı hem Çin’e hem de Hindistan’a bu anlaşmayı imzalatabilmesi için. Amerika’nın kendisinin çıkıyor olması bütün kurulmuş olan mimariyi etkileyecektir, BM’deki geniş tabanlı bu anlaşmayı etkileyecektir. Dolayısıyla evet, Amerika’nın çıkması, anlaşmanın suya düşmesi anlamına gelecektir.

Peki, buradan hemen NATO’ya geçelim; Trump’ın NATO’da yaptıkları NATO’yu da suya düşürebilir mi? Böyle bir ihtimal var mı? Bu dünyayı herhalde alt üst edecek bir gelişme olur.
İkisini biraz ayırmak gerekiyor birbirinden. Paris İklim Anlaşması BM çerçevesinde ve daha çok tabii ki ekonomik ve sosyal, çevreci bir anlaşma. NATO ise bir güvenlik örgütü, fakat NATO Zirvesi’nde bu güvenlik örgütüne de Trump’ın çok güven duymadığı ortaya çıktı. NATO Zirvesi’nde Gönül’ün isabetli bir şekilde altını çizdiği gibi, Trump’ın NATO için 5. maddeye yani ortak savunma maddesine atıfta bulunması ve “Ben Amerika’nın başkanı olarak Avrupa’nın, NATO’nun, Kuzey Atlantik İttifakı’nın herhangi bir şekilde saldırıya uğradığı anda Amerika olarak mutlaka bunu ortak bir saldırı ve ortak savunma çerçevesinde algılayacağımı belirtiyorum” demesi beklenirdi. Yani bu ortak savunma, “Hepimiz bir aradayız. Hepimiz tehditler karşısında tek yumruk durumdayız” mesajını vermesi beklenirdi; 5. madde bu. Trump 5. maddeden fazla bahsetmedi, hatta hiç bahsetmedi diyebiliriz; sadece “ortak bir şekilde savunma yapmamız önemli, bazı konularda beraber hareket etmeliyiz” kapalı mesajını verdi ve mesajı verdiği yer, yeni açılan NATO binasının önü. Berlin duvarından bir parça var, 11 Eylül’de yıkılan İkiz Kuleler’den çelik parçalar var, sembolik olarak NATO’nun Afganistan’da oluşunu hatırlatan görsel simgeler var. Bütün bunlara rağmen o 28 NATO üyesi bir şekilde istediğini alamadı; yani Trump’ın bu mesajı vermesi gerekiyordu ve bu mesajı vermeyişi NATO üzerinde bir soğukluk etkisi yarattı, diyebiliriz. Özellikle NATO Genel Sekreteri tabii durumu kurtarmaya çalıştı; fakat sonrasında Almanya ve Amerika arasında yaşanan bu ekonomik boyutu da olan siyasi tartışma, “NATO çatırdıyor mu?” sorusunu bir kez daha gündeme getirdi — ki bence bu aslında Trump’ın birazcık züccaciyeci dükkânındaki fil olmasını gösteriyor; çünkü Trump’a gelinceye kadar bir sürü Amerikalı yetkili, Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı, Başkan Yardımcısı Mike Pence, Avrupa’ya giderek son derece olumlu mesajlar vermişlerdi. Yani gerek Tillerson gerek Pence, “NATO’nun arkasındayız, Transatlantik İttifak güçlü” derken herkesin kafasındaki soru: “Tamam, iyi, siz bunu söylüyorsunuz da Trump ne düşünüyor?” idi. İşte, bugün “Trump’ın ne düşündüğünü biliyoruz, Trump aynı sayfada değil”. Bu çok ciddi bir sorun NATO açısından.

Peki, Almanya’yla olan tartışma, Merkel’in o çıkışı çok anlamlı, çok önemli: “Kimseye artık ihtiyacımız olmadan” deyip Avrupa adına bir şey söyledi ve ardından da Trump yine bir tweet’le NATO’nun adını zikrederek, Merkel’i zikretmeden ama Almanya diyerek, Almanya’yı yine bir şekilde tehdit etti; yani ben öyle okudum, yine para meseleleri vs.. Herhalde bu durumdan en çok Rusya memnun oluyordur, değil mi?
Evet, Rusya’nın NATO’nun çatırdamasından; AB içinde, AB ile Amerika arasında sorunlar yaşanmasından en kârlı çıkacak ülke olduğunu sık sık ben de dile getiriyorum ve bu konuda aslında Putin’in uzun dönemli stratejisi ve Trump’a yaptığı yatırım diyelim, ki bu başlı başına önemli bir konu, Putin’in Trump’a yaptığı yatırım –Trump’ın başını çok ağrıtıyor şu anda, onu da bir ara konuşalım– burada Trump’a karşı, Trump ekibine karşı FBI tarafından yürütülen Rusya odaklı soruşturma Trump’ı zor durumda bırakıyor; fakat Rusya sonuçta Trump’a yaptığı yatırımların semeresini alıyor, bunun meyvelerini topluyor diyebiliriz. Şimdi Almanya’yla ne oldu? Kısaca bir onu konuşalım: Almanya’yla Amerika arasında ciddi bir ticari açık var. Amerika Almanya’nın çok fazla ihracat yaptığından ve ticari dengeleri hep kendi lehine kullandığından şikâyetçi. Dolayısıyla Almanya’yı bir şekilde eskiden Japonya’yı suçladıkları gibi suçlu duruma getiriyor Trump, yani olayın bir ticari boyutu var ve en çok da Alman arabaların, Mercedes’lerin, BMW’lerin, Volkswagen’in Amerika’da çok fazla satış yapmasından şikâyetçi. Amerikan araba sanayiinin bunlarla yeterince rekabet edemediğinden şikâyetçi. Oysa Alman şirketlerinin çoğu, Mercedes, BMW, Volkswagen Amerika’da yatırım yapıyorlar, Amerika’da fabrikaları var; yani Amerika’daki işçiler için istihdam yaratıyorlar; dolayısıyla ekonomiden biraz anlayan birisi, aslında Trump’ın küreselleşmeyi tam olarak anlamadığını hemen belirtir. Fakat bunu popülist bir söylem haline getirdi ve Trump’ın söylediği her şeyde, kendi tabanına, yani ülkedeki yerel dinamiklere bakmak lazım. Amerika’yı düşünerek hareket ediyor ve şimdiden bir sonraki seçimleri düşünerek hareket ediyor. Trump’ın Almanya’yla başka bir sorunu, “Almanya NATO çerçevesinde savunma harcamaları kriteri olan %2’lik bütçe harcamasına bir türlü saygı duymadı, yani Almanya % 2’lik bütçe oranında askerî yatırım yapmıyor, savunmasına yeterince para harcamıyor; dolayısıyla bir anlamda beleş bir şekilde NATO’nun arkasına sığınarak, doğru dürüst askerî bir harcama yapmadan bütün harcamalarını ekonomi alanına ve sosyal devlete çeviriyor” diyor. Dolayısıyla NATO ülkelerinin % 2’lik askerî harcamaları, savunma harcamaları meselesi Trump’ın önündeki en ciddi mesele sanki, hep bundan bahsediyor. “Biz” diyor, “ Amerika olarak NATO’nun bütün askerî yükümlülüğünü sırtımıza aldık, Afganistan’da biz taşıyoruz NATO’yu, NATO’yu Rusya’ya karşı biz taşıyoruz. Nerede Almanya? İtalya? Niye doğru dürüst bu ülkeler büyük ülkeler olmalarına rağmen yatırım yapmıyorlar?” Burada birazcık İngiltere’yle Fransa’yı muaf tutuyor, onlar % 2’yi birazcık geçen harcamalar yapıyorlar. İngiltere, Fransa ciddi harcama yapıyor, ama Almanya’ya kafayı takmış durumda Trump ve yine içeride popülist bir mesaj veriyor; yani Amerikalı seçmene, kendi tabanına diyor ki: “Bundan sonra ben öyle dünyanın polisi olmayacağım, dünya ne hali varsa başına bakabilir. Dünya bazen kendi başına da hareket etmek zorunda, bütün dünyanın savunma yükünü sırtımda taşımaya ben mecbur değilim. Amerika benim için daha önemli. Gerekirse bir duvar çekerim, Amerika’yı korurum ve Avrupa da başının çaresine bakar” mesajı veriyor. Merkel de ne diyor? Almanya seçime gidiyor; Merkel o yüzden şu anda öyle bir mesaj verdi ki: “Eğer yeni bir Transatlantik döneme giriyorsak, bu dönem Almanya’nın daha ciddi Avrupa’da liderlik oynaması gerektiği dönemdir” diyor ve İngiltere’nin çıktığı bir Avrupa’da Almanya, daha ciddi rol oynamak zorunda kalacaktır. “Amerika’yla ciddi sorunumuz var” diyerek aslında Batı ittifakının çatırdadığını gösteren bir konuşma yapıyor. Fakat Merkel de kendi tabanına konuşuyor, Merkel de Almanya’daki Alman popülizmine konuşuyor; çünkü Almanlar da Trump’tan şikayetçi ve Merkel’in de seçimi kazanması lazım.

Peki Ömer, sen de görmüşsündür, Dış Politika Konseyi’nin başkanı Richard Haass –ki Amerika’nın en önde gelen think thank’çilerinden birisi–, onun bir tweet’i vardı, şimdi tam kelime olarak hatırlamıyorum ama, mealen: “Brexit ve Trump’a rağmen Avrupa yeniden toparlanıyor” –Merkel ve Macron’u kastediyor galiba, Macron’u kastediyor büyük ölçüde– “böyle bir hayrı oldu”, gibi bir tweet atmıştı, belki görmüşsündür. Yani garip bir şekilde Brexit’in ve Trump’ın ardından Avrupa’nın çatırdayacağı beklentisi, sağ popülizmin çok güçlenceği beklentisi varken; hem Merkel oylarını artırıyor –son eyalet seçimlerinde görüyoruz– hem de Macron gibi Avrupa idealini çok benimsemiş bir isim, partisiz bir şekilde, güçlü bir şekilde, genç yaşta geldi. Böyle yeni bir “Merkel artı Macron’la Avrupa şekilleniyor” diyebilir miyiz?
Eski bir hayal aslında, Almanya ve Fransa’nın bir araya gelmesi daha Charles de Gaulle ve Konrad Adenauer’a kadar giden bir vizyon; yani Almanya ve Fransa bir araya gelecekler ve kendileri aslında NATO’ya alternatif bir Avrupa savunma sistemi oluşturacaklar. Bu hayal, Soğuk Savaş döneminde de vardı ve bunu baltalayan ülke Avrupa içinde İngiltere’ydi hep. İngiltere hep transatlantikçi bir konumdaydı; yani Fransa ve Almanya’nın kendi başına Amerika’ya alternatif olarak gerek AB’yi gerekse AB Savunma Sistemi’ni derinleştirmesini istemiyorlar. Fakat bugün geldiğimiz noktada Richard Haass bir bakıma haklı. Ortadaki şartlar Fransa ve Almanya’yı daha ciddi bir ortaklık kurmaya doğru itiyor diyebiliriz. Avrupa açısından Trump’ın yarattığı bir sorun bu; fakat mesele o kadar basit değil, yani Fransa ve Almanya bir araya gelip NATO’ya alternatif bir şey oluşturamazlar. Amerika’nın işin içinde olmaması, Amerika’yla yaşanan bu kriz, hele Merkel’in Amerika’yı suçlarcasına ilk defa sert konuşması, Avrupa’da aslında ciddi bir güven bunalımı olduğunu da gösteriyor, Avrupa şu anda Amerika’ya güvenemiyor, ama Avrupa’nın kendi savunma kapasitesi Rusya’ya karşı o kadar güçlü değil. Yani Amerika’nın yardımına muhtaç, NATO olmadan Avrupa’nın kendi başına Rusya’ya gerek konvansiyonel anlamda gerek nükleer anlamda kafa tutması mümkün değil. Eğer ortada Rusya tehdidi varsa, Rusya yayılmacı tehdidi varsa, şu anda Amerika’yla Almanya arasında yaşanan sorun tam da Rusya’nın istediği mesele ve bu “Avrupa güçleniyor, Avrupa artık kendi başına hareket edebilir, ne güzel oldu” diyebileceğimiz bir durum değil.

Ama şurası muhakkak ki AB, Brexit’ten sonra beklenen ve Ankara’nın da, AKP iktidarının da çok tahmin ettiği gibi çözülme, dağılma olayı yaşamıyor. Hatırlarsın, bu referandum sürecinde Avrupa’yla olan kavgada Hollanda’yla ve Almanya’yla o çıkan ırkçı ya da Nazi vs. benzetmelerinde şöyle şeyler söyleniyordu: “Zaten Avrupa diye bir şey kalmadı, zaten Avrupa diye bir şey kalmıyor, Avrupa dağılıyor.” Hatta büyük bir ihtimalle Hollanda’da da sağ popülist partinin çok büyük başarı göstermesi ihtimali üzerine hesap yapılıyordu vs.. Ama hem Hollanda, ardından Fransa, bu hesapları bayağı bir bozdu ve şimdi de Cumhurbaşkanı Erdoğan, biliyorsun, “Daha önce olanları unutalım” dedi. Avrupa’yla tekrar yeni bir sayfa açmaktan bahsetti biliyorsun NATO zirvesi sırasında yaptığı görüşmede. Ve bir takvimden bahsetti, daha sonra Reuters’e AB yöneticileri böyle bir takvimin olmadığını söylediler. Şimdi olayın “takvim var mı yok mu?” tartışmasını bir kenara bırakalım, AB ile Türkiye’nin ilişkileri gerçekten toparlanabilir mi? O son dönemde yaşananların –Avrupa Konseyi’nin kararı, Avrupa Parlamentosu’nun açıklamaları, AGİT’in açıklamaları– bütün bunların ardından ve Türkiye’de hâlâ OHAL vs. sürerken, Türkiye-AB ilişkilerinde tekrardan bir yenilenme ihtimali var mı sence?
Şöyle cevap vereyim bu soruna Ruşen: Yapısal sorunlar var, bir de konjonktürel sorunlar var. Yapısal sorunlar aslında kolay kolay halledilebilecek sorunlar değil. Konjonktürel sorunlar ise bu seçim döneminde iç tüketime yönelik edilen sansasyonel provokatif söylem nedeniyle daha da büyük. Bu Türkiye’nin Nazi suçlaması, AB’nin “Gerekirse ilişkileri keseriz” açıklaması… bunlar gerek Türkiye’de gerek Avrupa’da iç tüketim için kullanılmış sözlerdi. Diplomatlar bir araya geldiğinde, teknokratlar bir araya geldiğinde, “Siyasetçilerin kullandıkları dili bir şekilde bir kenara bırakıp daha teknik konularda nasıl çalışabiliriz?” diyorlar. Mesela: “Vize muafiyeti gibi bir konuda ne yapabiliriz?” Şimdi bu konularda bir takvim belirleme gereği olabilir. Zannediyorum Cumhurbaşkanının söylediği takvim, “vize muafiyeti konusunda ne yapılabileceği ve Suriyeli mültecilere ekonomik paket konusunda ne yapılabileceği konusunda bir çalışma grubu oluşturduk, 12 aylık bir dönem içerisinde sonuçlara ulaşacağız” diyor zannediyorum. Burada ortaya çıkan şu mesele, teknik sorunlar var, yapısal sorunlar var. Onlarla mücadele etmek gerekiyor. Nedir yapısal sorunlar? Mesela Türkiye’deki terör yasasının değiştirilmesi, Türkiye’nin Kıbrıs meselesi, Türkiye’nin hukuksal açıdan içeride yapması gereken şeyler, terör yasasına bağlı olarak insan hakları konusunda atması gereken adımlar, Kürt meselesindeki geldiğimiz nokta. Kıbrıs’tan Kürt meselesine, terör yasasından ekonomik gidişata kadar bunlar yapısal meseleler. Bunlar kolay kolay hallolmuyor. Bir de en büyük yapısal mesele var ki Türkiye’deki kamuoyuyla Avrupa’daki kamuoyu birbirine zıt şekilde gidiyor durumda. Türkiye’de insanlar Türkiye’nin AB’ye gireceğine dair inancı kaybetmiş durumdalar. AB’de de kamuoyu, Türkiye’yi bir şekilde sırtında taşımak istemiyor; yani “Ne yapılacaksa yapılsın, bu ülke nasıl olsa üye olmayacak, dürüst olalım; belki de Gümrük Birliği gelinecek en nihaî noktadır” diyor. Bu da yapısal sorun; çünkü siyasî irade ve toplumsal enerji olmadan bu meseleler yürümüyor. Dolayısıyla şunu söyleyerek toparlayayım: İlişkilerde bir uçurumun ucuna gelmiştik, Türkiye mesela deseydi ki “Ben referandum yapacağım AB konusunda” veya “İdam cezası konusunu bir referanduma götüreceğim” deseydi, o uçurumdan atlayacaktı Türkiye. Türkiye o uçurumdan atlamamaya karar verdi, Erdoğan yavaş yavaş geri adım attı referandum meselesinde, idam meselesinde; eskisi kadar konuşmadı. AB de “Görüşmeleri sona erdiririm” meselesinde geri adım attı. Yani bir şekilde: “Dansa devam edelim, birazcık daha devam edelim. Bakalım teknik konularda bir yere gelebiliyor muyuz?” Ama iki taraf da sonuçta müzakerelere son veren kişi olmaktan çekiniyorlar. Türkiye sonuçta AB’yle yoluna en azından kozmetik olarak devam etmek istiyor, AB de bir şekilde. Kozmetik olarak devam edelim diyorlar, çünkü kriz yaşamak istemiyor iki taraf da.

Peki Ömer, son olarak Türkiye-NATO ilişkisi. En son NATO Zirvesi’nde, NATO’nun terörle mücadeleye dahil olması gibi kritik bir karar alındı biliyorsun; en önemli kararlardan birisi ve ilk akla gelen de IŞİD zaten. Şu anda McGurk Rakka Operasyonu’nun artık başlamak üzere olduğunu söyledi ve NBC’nin haberine göre de YPG’ye silah sevkiyatı başladı. Yani ABD’nin ve bugün Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu –belki de son bir kez, ya da tekrarlar– ama tam bugün, YPG’ye silahın ne kadar tehlikeli olduğunu, bu silahların tüm insanlığa karşı kullanılabileceğini vs. söyledi. Şimdi bunun geri dönülmez bir nokta olduğunu zaten biz Transatlantik’te konuştuk, özellikle Gönül bunu ısrarla aylardır söylüyordu, başka söyleyenler de vardır ama biz bunu söylüyorduk. Şimdi bu noktada NATO’daki bu terörle mücadele konseptinin çok ciddi bir şekilde merkezî bir yere taşınması, terör denilen olayın coğrafyasında Türkiye’nin çok önemli bir yerde olması, bütün bunlarla yakın gelecekte neler bekleyebiliriz?
Ben çok ciddi bir değişim beklemiyorum; çünkü bu terörle mücadelede NATO’nun daha ciddi olarak devreye gitmesi, birazcık Trump yönetiminin NATO’ya yeni bir misyon yükleme çabası ve yine hep tekrar ettiğim, Amerika’daki kendi seçmen tabanına, “NATO Rusya’ya karşı örgüt olmasından çok terörizme karşı da çalışıyor, biz Avrupa’nın emniyeti için, Rusya’yla savaşmak için orada değiliz. NATO aynı zamanda El Kaide’ye karşı, IŞİD’e karşı da ciddi bir şekilde hareket ederse o zaman NATO’ya daha fazla sahip çıkabilirim” mesajı var. Yani o yüzden terörizm boyutu Trump’ın Amerikan kamuoyuna satabileceği bir mesele. İşin gerçeği şu ki NATO zaten terörle mücadele konusunda 11 Eylül’den sonra ciddi adımlar atmıştı, istihbarat paylaşımı, finans bilgileri paylaşımı, konvansiyon açısından baktığında NATO’nun zaten bir terör merkezi vardı ve çalışıyordu. Aynı zamanda NATO neden Afganistan’da? Çünkü El Kaide Afganistan’daydı ve El Kaide’ye karşı, Taliban ile El Kaide’nin organik ilişkisine karşı NATO oraya gitti. Dolayısıyla sanki NATO birdenbire yeniden terörizmi keşfediyormuş gibi bir durum yok ortada. Türkiye’nin meselesine gelince, Türkiye’nin meselesi zaten terörizm tanımı meselesi. AB, Amerika, NATO, terörizm deyince şu anda daha çok cihadcı terörizm, radikal İslam’dan gelen terörizmi algılıyorlar. Türkiye ise etnik terörizm ve PKK üzerinden giden terörizm algılaması meselesi içinde. Bu mesele zaten Amerika’yla geldiğimiz şu anki kriz noktasında patlak verdi. Amerika IŞİD’i ön plana koyduğu için bizim terörist olarak tanımladığımız PYD’yle işbirlik içinde. Bu ne anlama geliyor? Türkiye şu anda NATO’yla bir anlaşmaya varabilir mi terörizm konusunda? Emin değilim, çünkü NATO dediğimiz kuruluş sonuçta temelinde daha çok Amerika’nın vizyonuyla şekil alan bir kuruluş ve Amerika’yla Türkiye, terörizmle mücadele konusunda son derece kriz yaşıyorlar Suriye merkezli. Bu NATO’ya bakışı da bir ölçüde etkileyecek, yani Türkiye’nin NATO’yla ilişkilerinde de Amerika’dan bağımsız olarak bir durum yaşanmıyor. Gerek hükümetin gerekse halkın NATO’ya bakış açısı, Amerika’ya bağlantılı bakış açısı. Ama yine araya profesyoneller girecek, Türk Dışişleri Bakanlığı girecek ve diyecekler ki: “ NATO, aslında Türkiye’nin Batı’yla ittifakı konusunda en önemli örgüt. Çünkü AB’yle sorunlar yaşıyoruz, AB içinde değiliz ama NATO içindeyiz. Dolayısıyla aman sakın ha NATO’yla ilişkilerimiz tehlikeye atmayalım. NATO bizim Batı’yla kalan köprümüz”. Dışişleri Bakanlığı, bence profesyoneller bunu söyleyecekler. Benim izlenimim, AKP içinde de her ne kadar Rusya’yla bir flört durumu olsa da, S400’ler konusu ciddi olsa da, nihayetinde NATO’yla kavga etmek istemiyor AKP yönetimi; Erdoğan da istemiyor, AKP içinde dış politikayı düşünen insanlar da istemiyor, buna İbrahim Kalın’ı katabiliriz, Mevlüt Çavuşoğlu’nu katabiliriz, Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı kadrolarını katabiliriz. Bunlar NATO’nun önemli olduğunu ve Rusya’yla ilişkiler belirli dengelerde giderken, belirli pazarlıklar yapılırken NATO konusunda ciddi bir kriz yaşamamamızı söylüyorlar; ama Amerika’yla da krizin varlığı ortada. Son olarak şunun altını çizmek istiyorum: Rusya meselesinde Avrasyacı diyoruz, NATO’yla ilişkiler kötü giderse Rusya alternatifi var mı? Türk kamuoyunun, Türkiye’deki analistlerin çok fazla konuşmadığı bir şey aslında Rusya’nın Kürtlerle, özellikle de YPG’yle PYD’yle aslında Batı’yla Kürtler arasından olduğundan çok daha sağlam ilişki kuruluyor. Mesela bugün PKK’nın herhangi bir ofisi Amerika’da ve Avrupa başkentlerinde kolay kolay açılamıyor, yok; terörist örgüt olarak kabul ediliyor, ama PKK’nın Moskova’da ofisi var, PYD’nin Moskova’da ofisi var. Moskova’nın Kürtlerle Suriye’de çok ciddi ilişkisi var; hatta Afrin’de eğitim verildiğine dair raporlar çıktı. Dolayısıyla eğer Kürt meselesi Türkiye’nin Batı’yla ilişkilerinde, Amerika’yla ilişkilerinde, NATO’yla ilişkilerinde, AB’yle ilişkilerinde bir kırılma yaratıyor da, Kürt meselesindeki aynı kırılma Türkiye’nin Rusya’yla ilişkilerinde de yaratacaktır.

En son Salim Müslim’e yine ABD’de de vize verilmediği haberini gördük, PYD’nin eşbaşkanının ABD’ye yine giremediği mesela en son geçen hafta haber olmuştu.
Evet ama Salim Müslim çok rahat Moskova’ya gidebiliyor. Yani Kürtlerle Moskova arasındaki bağlantı, Kürtlerle Washington arasındaki bağlantıdan çok daha derin, bunu söylemeye çalışıyorum.

Evet Ömer, burada noktayı koyalım, çok yoğun kaliteli bir yayın oldu; ama Gönül’ü özledik, haftaya söyle beraber yapalım. Bir de tabii Transatlantik’in şöyle bir şeyi var, nedense seninle özellikle yaptığım bağlantılarda teknik sorunlar oluyor, bu hafta onları da yaşamadık, o da çok iyi oldu. Net bir şekilde birbirimizi anladık, çok teşekkürler Ömer. Evet, Ömer Taşpınar’la yaptık bu hafta Transatlantik’i. Çok şey konuştuk, Transatlantik ilişkilerini konuştuk, Avrupa ve Amerika ilişkilerini esas olarak konuştuk. Ömer’e çok teşekkürler, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.