Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yine darbe olur mu?

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/327714581″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. İlk olarak Hürriyet gazetesinde Abdülkadir Selvi yazdı, biliyorsunuz. Yeni bir darbe planladığı iddiasını FETÖ’nün –yani Gülen Cemaati’nin– hatta bir tarih de zikretmişti, 15 Haziran diye. 15 Haziran ne oluyor? Üç gün sonra, yani perşembe günü. 15 Haziran Perşembe günü herhalde darbe olmayacak; bunu rahatlıkla söyleyebiliriz galiba. Açıkçası bu olay ilk gündeme geldiğinde çok da fazla önemsemedim kişisel olarak; çünkü ortada fol yok yumurta yoktu, ama Abdülkadir Selvi’nin yazdıklarını bir şekilde önemsemek lazım, haber kaynaklarını önemsemek lazım.
Kimileri bunu hükümetin bir propaganda faaliyeti olarak tarif etmeye çalıştı; yani ülkeyi sürekli gergin tutarak bir darbe beklentisiyle siyasî iktidara belli bir desteği muhafaza etmeye yönelik olarak değerlendirdi. Bu bir açıdan makul gibi gözüküyor, ama bir başka açı daha var –ki bence o çok daha önemli–; bu kadar operasyondan sonra binlerce kişi, 10 binlerce kişi işinden atıldı, yüzlerce kişi tutuklandı vs. Özellikle orduda çok büyük temizlik yapıldı, hâlâ yapılmaya devam ediliyor. Bütün bunlara rağmen kapatılan işyerleri, kuruluşlar…, bir yığın şey yapıldı, OHAL sürüyor, hükümet-devlet istediği her şeyi yapıyor; kimse gıkını çıkaramıyor ve hâlâ darbe ihtimalinden bahsediliyor.
Bu aslında AKP iktidarı için çok büyük bir zaaf göstergesi, yani bugün eğer biz Türkiye’de hâlâ “Yine darbe yapılabilir mi?”yi tartışıyorsak, bu bir şekilde masaya getiriliyorsa, bu bir anlamda hükümetin işine yarar gibi gözükmekle birlikte aslında baktığımız zaman siyasî iktidarın çok aleyhine bir durum. Hâlâ mı darbe ihtimali? Ki bunu dile getirenler hükümete uzak kişiler olsaydı, bir nevi hükümeti karalama olarak nitelenebilirdi; ama bunların yakın çevreden çıkıyor olması gerçekten çok önemli.

FETÖ ile mücadelenin bilançosu

Bir kere şunu kabul etmek lazım: “FETÖ’yle mücadele” adı altında yapılan şeyler, büyük ölçüde başarısız. Tamam, çok kişi temizlendi, ayıklandı vs. ama gelinen noktada baktığımız zaman hatalar doğruları fazlasıyla etkisiz kılmış durumda. Özellikle KHK’yla işlerinde atılan binlerce insan, Anadolu’nun en ücra köşesine kadar ve bunların hak arama yollarının alabildiğine kapanmış olması, bugün AİHM’in de adı var kendi yok, OHAL Komisyonu’nun Türkiye’de bir alan olarak sunuluyor olması… Bütün bunlara baktığımız zaman çok ciddi bir başarısızlık var bence.
Bir diğer başarısızlık, olayın hâlâ siyasî denen ayağına ulaşılmamış olması, AKP’nin kendi içerisinde ya da çevresinde bir ayıklamaya gitmiyor olması; bir diğer husus da damatlar denen olay –tabii ki bunu özellikle AKP tabanında bayağı bir gözlüyoruz, görüyoruz–; göstere göstere Cemaat’le ilişkileri konusunda çok ciddi emareleri olan damatlar –yani birisi belediye başkanının birisi eski genel başkan yardımcısının damatları– sudan gerekçelerle tahliye edilirken, hiçbir alâkası olmadığı bilinen gazetecilerin, değişik yerlerden insanların tutukluluk hallerinin çok abes şekillerde, gerekçelerle devamı. Bu bile, tek başına damatlar olayı bile aslında bu yapılan mücadele adı altındaki sürecin ne kadar rahatsız edici olduğunu gösteriyor. Şimdi bu olayın bir yönü; ikinci bir yönü, Cemaat denen yapı –FETÖ deyin isterseniz, ne derseniz deyin– bu yapı, Türkiye’de yemiş olduğu bütün darbelere rağmen hâlâ varlığını sürdürüyor, özellikle yurtdışında sürdürüyor. Dün mesela, Fethullah Gülen artık periscope yayınlarına da başladı, propagandalarını da yapabiliyorlar. Ne kadar engelleyebiliyor devlet? Bunu bilmiyorum, ama böyle bir yapı varlığını sürdürüyor ve bu yapının hâlâ devlet içerisinde belli ölçülerde etkisi olabileceği söyleniyor. Bu iddia tabii ki yeni operasyonların zeminini yaratmak için olabilir, ama diğer yandan da bu yapının daha 1970’li yılların başından itibaren devletin içine sızma perspektifiyle bir istihbarat örgütü gibi çalışmış olduğu düşünülürse, hiç de yabana atılabilecek bir şey değil.
Bir başka husus, itirafçılık diye bir olgu var; bu olgunun çok ciddi bir olgu olduğunu düşünüyorum. Bugün, geçmişte yakın bir zamana kadar bu yapının bir yığın suçuna, günahına birinci derecede ortaklık etmiş insanlar kendi günahlarını ve suçlarını hiçbir şekilde telaffuz etmeden sürekli insanlara birtakım suçlar isnat ediyorlar, bunu çok ciddi bir şekilde sürdürüyorlar ve olur olmaz herkesi, hoşlanmadıkları herkesi bir şekilde kripto diye tabirle, kriptoyu FETÖ’cü olarak tanımıyorlar. Kripto lafını bir kere ben hayatımda ilk defa Fethullahçılardan duydum, zaten şimdi itirafçı iddialı birtakım insanların kripto lafını böyle uluorta konuşuyor olmaları, kendilerinin aslında ne kadar itirafçı ne kadar hâlâ FETÖ’cü olduğu sorusunu da sormamızı bence gerekli kılıyor.

Katar kriziyle değişen dengeler

Ama bugün bu yayını yapmamın nedeni bütün bunların ötesinde başka bir şey: Katar Krizi. Başta söyledim, ilk bu olay dile getirildiği zaman, “Yeni bir darbe olur mu? Olabilir” iddiası dile getirildiği zaman, çok önemsememiştim; ancak şimdi Katar Krizi’yle beraber, darbe olacağını düşünmüyorum ama Türkiye’de bir istikrarsızlık, dışarıdan kaynaklı istikrarsızlaştırma ihtimalinin Katar Krizi’ne paralel olarak çok ciddi bir şekilde masa olduğunu düşünüyorum; çünkü şu anda bölgemizde varolan dizayna sürekli değişen bir şekil verme olayında şimdi yeni bir aşamaya girildi. Trump’ın Amerikan Başkanı olmasıyla beraber, onun İslamcılığa karşı çıkışıyla beraber, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır gibi ülkelerin kendi kişisel kaygıları, ülkesel kaygıları eklenince, yeni bir dizayn ortaya çıkmaya başlıyor. Ve bu dizayn içerisinde eski tutumlarını, çizgilerini sürdürürlerse Katar ve Türkiye’deki yönetimlere çok fazla hayat hakkı tanınmaması söz konusu.
Bir kere bunun adını net bir şekilde koyabilmek lazım; Türkiye krizin başından itibaren Katar’ın yanında aktif bir şekilde yer alıyor. Daha krizin birinci haftasındayız ama bu kriz derinleşebilir, çok daha çetrefilleşebilir, çok daha kızışabilir. İşte bu kızışmayla beraber kendi alanlarında ayrı ayrı güçlere sahip olan bu yeni dizayncılar Türkiye’de bir şeylere girişebilirler. Bunu askerî darbe olarak yaparlar mı? Bilmiyorum, ancak Fethullah Gülen Cemaati’nin geride kalan unsurlarının da Katar Krizi’yle beraber bayağı iştahlarının kabardığını pekâlâ düşünebiliriz.

Demokrasi mücadelesi

Burada bütün bu ihtimali söyledikten sonra –ki bunu hükümete yakın kişiler de değişik tonlarda ve üsluplarda söylüyorlar– ama Türkiye’nin buradan çıkışı Tayyip Erdoğan’ın otoriter yönetimine, tek-adam yönetimine destek vermekle olmaz; burada Türkiye’nin gerçekten sağlıklı rotada ilerlemesini isteyenlerin Türkiye’de çok ciddi bir şekilde bir demokrasi mücadelesi yürütmesi gerekiyor. Demokrasi mücadelesi yürütmenin yegâne yolunun darbelere vs. karşı olmak olmadığını bilerek, tabii ki darbelere karşı çıkmak, ülkeyi değişik şekillerde istikrarsızlaştırmak isteyen içerideki ve dışarıdaki güçlere karşı durabilmek, ama şu anda Türkiye’de istikrarsızlığa zemin hazırlayan –bu bir olgu bana göre– şu andaki yönetimin yapısını tartışarak, onu eleştirerek varolabilmek gerekiyor. Çok zor bir şey, şu anda varolan muhalefet yapısının çok elverişli olduğunu sanmıyorum.
Kaldı ki dışarıdan bu bölgenin yeniden dizaynı çabalarına girişen çevrelerin dışarıdan yapacakları birtakım müdahalelere Türkiye’den birileri bir şekilde eklemlenebilir –ki çok yanlış bir şey olur bana göre–, ama bir diğer husus da şu: Siyasî iktidar, dışarıdan gelebilecek müdahalelerle içerideki muhalefeti eşleştirebilir. Bu Erdoğan’ın sıklıkla yaptığı bir şey; üst akıl diye söylediği bir olay var malum, biliyorsunuz Gezi’den itibaren bugüne kadar her türlü itirazı, her türlü muhalefeti bu üst akılla irtibatlandırıp herkesi dışarıdaki kötü niyetli insanlarla, yapılarla, odaklarla ilişkilendirme huyu.
Şimdi şunu söylemek istiyorum –biraz karışık olduğunun farkındayım– AKP yönetiminden, Erdoğan yönetiminden memnun olmayan birtakım dış odaklar muhakkak var; Türkiye’de de bundan memnun olmayan, demokrasi, çoğulculuk, hukuk devleti isteyen odaklar var; içerideki ve dışarıdaki bu odakların varlıkları bu iki odağın birbirine yakın olduğu anlamına gelmiyor. Cumhurbaşkanı ve AKP lideri Erdoğan’ın da, eğer Türkiye’nin istikrarsızlığa sürüklenmesini istemiyorsa, bu iki farklı eleştirinin, farklı muhalefetin, içerideki ve dışarıdaki muhalefetin birbirine eşit olduğunu söylemek yerine, içerideki muhalefetin eleştirilerini ciddiye almak ve bu anlamda da ülkenin tekrar demokrasi rotasına girmesi için harekete geçmesi gerekiyor.

Dış müdahalelere karşı kırılgan bir Türkiye

Bunun olacağını sanmıyorum, ama yine de söylemekte yarar var; Erdoğan’ın ve Türkiye’deki istikrarın bekası, varlığını sürdürebilmesinin yegâne yolu demokrasi. Erdoğan bugün Türkiye’ye demokrasi sayesinde geldi, çoğulcu demokrasinin imkânlarıyla geldi, ama daha sonra kendi varkalışını sürdürebilmek için çoğulcu demokrasinin imkânlarını budayarak yoluna devam etmek istiyor. Çok yanlış bir şey yapıyor, hem kendisi için yanlış yapıyor, ama esas olarak da Türkiye için yapıyor ve Türkiye için yaptığı bu budama, demokrasiden, temel hak ve özgürlüklerden, hukuk devletinden uzaklaşma çizgisi, Türkiye’yi dışarıdan müdahaleler karşısında çok kırılgan ve bir anlamda da çaresiz hale getiriyor. Böyle garip, zor bir durumla karşı karşıyayız. Çok sayıda aktörün olduğu yeni bir sürece giriyoruz. Bu aktörler içerisinde tabii ki en zayıfı; demokrasi, çoğulculuk ve hukuk devleti isteyen kesimler, en zayıf gözüken onlar. Onun dışındaki bütün unsurların bir şekilde belli bir gücü olduğunu görüyoruz.
Böyle bir dönemde Gülen Cemaati’nin ya da FETÖ’nün, adı her neyse –nasıl istiyorsanız öyle söyleyin– bu yapının, pekâlâ dışarıdan Erdoğan’ı istikrarsızlaştırmak için Erdoğan yönetimine karşı gelebilecek dış müdahalelerin yanında saf tutacağını kestirmek hiç şaşırtıcı olmaz, onların zaten huyu böyle. Pekâlâ kendilerine böyle dış müttefikler arayışına girmişlerdir, giriyorlardır ve muhtemelen de bu işbirliklerini geliştirme yoluna gitmişlerdir. Böyle bir süreçle karşı karşıyayız işte.
Böyle bir durumda bana göre Türkiye’de demokrasiyi, çoğulculuğu, hukuk devletini, temel hak ve özgürlükleri, hem dışarıdan ülkeyi istikrarsızlaştırıcı hamlelere yönelebilecek unsurlara, yani Trump’a, yani Suudi Arabistan’la yeni oluşan bu ittifaka, bloğa, hem de içeride AKP iktidarına ve Erdoğan’ın tek-tipçi, tek-adamcı iktidarına karşı durarak bir şeyleri demokrasiyi savunabilmek lazım. Kısa vadede çok umutlu olmak mümkün gözükmüyor; ama demokraside ve çoğulculukta, hukuk devletinde ısrar edilirse, bunun gerektirdiği şekilde bir araya gelişler hayata geçirilirse, Türkiye için umutlanabiliriz.
Ama Türkiye’nin şu anda içine girmekte olduğu Katar Krizi’yle beraber sürüklenmekte olduğu durum gerçekten iç karartıcı bir durum. Bu anlamda başa dönecek olursak; darbe ihtimali, askerî darbe anlamında bir darbe ihtimalinin olacağını sanmıyorum; ama Türkiye’ye dışarıdan darbe indirebilecek, indirmeye yönelik birtakım girişimlerin olabileceğini ve bunun içeride de kendine birtakım destekçiler bulabileceğini tahmin ediyorum. İşimiz gerçekten zor, ama yine de her şeye rağmen demokrasiyi, hukuk devletini, çoğulculuğu, temel hak ve özgürlükleri savunmaktan vazgeçmemek, ısrarcı olmak gerekiyor.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.