Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Devlet Bahçeli Adalet Yürüyüşü’ne neden karşı çıkıyor?

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/328475019″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun dün başlattığı Adalet Yürüyüşü bugün ikinci gününde. Bugün nispeten sakin geçiyor. İlk gün tabii biraz daha tartışma, bir merak vardı. Şimdi belli bir sakinlikte gidiyor. Ancak yürüyüşe ilginç bir şekilde MHP lideri Devlet Bahçeli dün damgasını vurdu. Peş peşe attığı tweet’lerle Devlet Bahçeli yürüyüşe çok sert bir şekilde, alaycı bir dille ama özellikle bir tweet’inde İstanbul’da karşı bir yürüyüş olursa acaba bu iki yürüyüş nerede karşılaşacak gibi acayip bir tweet’le dikkat çekti. Bu çok önemli bir olay aslında. Devlet Bahçeli’nin ana muhalefet partisinin başını çektiği böyle bir harekete ânında tepki vermesini irdelemekte yarar var.
Bu arada şunu da vurgulayalım: İktidar partisinden bugün açıklamalar var. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın ve Başbakan Binali Yıldırım’ın açıklamaları Bahçeli’ye kıyasla çok daha yumuşak, ılımlı diyebiliriz. Orada söylenenler genellikle “adalet bağımsız ve tarafsız yargıda aranır” diyorlar. Zaten Adalet Yürüyüşü yapanların en temel argümanı da Türkiye’de artık bağımsız ve tarafsız bir yargıdan söz edilemeyeceği üzerine — ki Türkiye’de bu görüşe yakın çok insan var ve bunlardan birisi de benim. Çok açık bir şekilde son dönemde, özellikle 15 Temmuz’dan bu yana yapılan adli uygulamalarda alınan kararlarda bağımsız ve tarafsız bir yargıdan söz etmek mümkün değil. Alınan kararların çoğuna siyasi müdahale olduğu çok net bir şekilde görülüyor. Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan da özellikle son darbe davalarıyla ilgili olarak hepsini çok yakından takip ettiğini söyledi.
Bir diğer husus da tabii bu yargılamalarda damatlar denen olgu. Damatların, Kadir Topbaş’ın ve Bülent Arınç’ın damatlarının çok ikna edici olmayan gerekçelerle –ya da ikna ediciyse bu gerekçeler, birçok başka tutuklu sanığa rahatlıkla uygulanabilecek gerekçelerle– ayrıcalıklı bir şekilde tahliye edilmeleri meselesi bile başlı başına yargıda ve yargı karşısında tüm vatandaşların eşit olduğu duygusunu ciddi bir şekilde zedeliyor.

Muhalefete muhalefet partisi

Devlet Bahçeli’ye dönelim. Devlet Bahçeli neden böyle bir şey yaptı? Devlet Bahçeli’nin böyle bir şey yapmasının en temel nedeni, Devlet Bahçeli’nin liderliğini yaptığı MHP’nin artık bir muhalefet partisi özelliğini kaybetmiş olması. Artık bir muhalefet partisi değil. Siyasi iktidara kendini bir şekilde eklemledi MHP. Bunu net bir şekilde son referandumda gördük. Ama iktidarın da bir parçası değil. Yani 12 Eylül döneminde geçerli olan MHP yargılamasında o dönemin Genel Başkan Yardımcısı tutuklu Agâh Oktay Güner’in söylediği bir laf vardır, çok meşhurdur: “MHP’nin kendisi zindanda, ama fikri iktidarda” diye. Orada kastettiği, 12 Eylül askeri rejiminin MHP’nin savunduğu birçok politikayı hayata geçirdiğini vurgulamıştı, altını çizmişti. Bugün de MHP teorik olarak muhalefette. Ama fiilen iktidarın bir parçası. Ama iktidardan gözle görülür bir şekilde pay alıyor değil. Zaten şu da var: Tayyip Erdoğan bugün kendi partisine de iktidardan tam anlamıyla pay veriyor değil. Yani bir iktidar paylaşımı zaten söz konusu değil. Tayyip Erdoğan’ın uygun gördüğü kişilere, kurumlara, şahıslara iktidar dağıtması söz konusu. Buradan da MHP’nin bir pay aldığını söyleyemeyiz.
Ama MHP, Erdoğan yönetiminin özellikle Kürt meselesindeki ve dış politikadaki birçok politikasının ana hatlarıyla, kendisiyle aynı olduğunu düşünüyor. Yani fikir olarak siyasi iktidarın Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın politikalarının kendi politikalarıyla büyük ölçüde örtüştüğünü kabul ediyor ve bununla yetiniyor. Dolayısıyla MHP kimliksiz bir halde, bir varoluş sorunu içerisinde. Normalde iktidarda değil, ama iktidarı fiilen destekliyor.
Peki bu parti ne yapacak? Nasıl siyaset üretecek? MHP referandumdan itibaren bu krizi ciddi bir şekilde yaşadı ve yaşamaya devam ediyor. Şimdi Adalet Yürüyüşü’ne gösterilen tepkiden gördük ki, MHP kendisine şöyle bir alan belirlemiş oluyor: Muhalefete muhalefet. Yani iktidar adına muhalefete muhalefet yapıyor. İktidarın muhalefete karşı çıkması zaten son derece doğal, bu işin doğası gereği. Bu nedenle iktidarın muhalefete yönelik eleştirileri belli anlamlarda çok etkili olmayabiliyor.
Ama bir muhalefet partisi olarak görülen bir partinin muhalefete eleştirisinin fazladan bir etkisi olacağı varsayılıyor. Ama olmuyor. Devlet Bahçeli’nin dün attığı tweet’lerin Adalet Yürüyüşü’nü zora sokacak, yürüyüşün meşruluğunu sorgulayacak bir etki yarattığını söylemek mümkün değil. Büyük ölçüde Devlet Bahçeli’nin durumunun ve Devlet Bahçeli yönetimindeki MHP’nin durumunun nasıl bir çaresizlik içerisinde olduğunu göstermekten başka çok bir işe yaradığı söylenemez.
Şöyle daha iyi söylemek mümkün: Eğer Devlet Bahçeli’nin bu tür sert çıkışlarının bir karşılığı olsaydı, benzer çıkışları iktidar partisi sözcüleri de yapıyor olurlardı. Burada dolayısıyla bir tür kraldan çok kralcılık olayı söz konusu ve anlaşıldığı kadarıyla bundan sonra da böyle devam edeceğe benziyor.

Yenikapı ruhu

Bahçeli’nin bu tür sert bir çıkış yapmasının bence en önemli nedenlerinden bir diğeri de aslında adalet kavramının şu anda Türkiye’nin en temel gündem maddesi olduğu gerçeğinden kaynaklanıyor ve Adalet Yürüyüşü’nün, bu yürüyüşü düzenleyenlerin sadece kendilerini adalet kavramıyla sınırlıyor olmaları –en azından ilk iki gün için bunu söyleyebiliriz– sadece adalet yazan dövizler taşıyor olmalarının ne kadar etkili olduğunu da bize gösteriyor. Normal şartlarda muhalefette olarak MHP’nin de bu adalet talebine destek veriyor olması gerekirken, bu kadar sert bir çıkış yapıyor. Ve burada yaptığı çıkış da tamamen görüldüğü gibi CHP’yi bir tür provokasyonla suçluyor. 15 Temmuz’da oluşturulmuş olan mutabakatı sabote etmekle suçluyor.
Ancak oraya dönüp baktığımız zaman, “Yenikapı ruhu” diye adlandırılan o mutabakata baktığımız zaman, o zamandan bu zamana neredeyse bir yıl olacak. Yani 15 Temmuz’un yıldönümü kapıda. Oradan bu yana o mutabakata kimin ne derece riayet ettiği de ayrı bir tartışma konusu. 15 Temmuz’dan bu yana oluşturulan, o Yenikapı’da HDP’yi dışlayarak oluşturulan o mutabakatın ardından Türkiye daha demokratik bir ülke olmadı. Türkiye temel hak ve özgürlükler, hukuk devleti anlamında daha geri bir noktaya gitti. MHP’nin bundan bir şikâyeti olmayabilir. Ancak CHP bu beklentilerle bu mutabakatın içerisinde yer aldığını söylemişti. Bunun gerçekleşmediğini net bir şekilde gördükten sonra arasına mesafe koydu. Dolayısıyla Yenikapı mutabakatını MHP’nin şu ya da bu nedenle, darbe ya da başka bir gerekçeyle demokrasiden, temel hak ve özgürlüklerden ve hukuk devletinden uzaklaşma mutabakatı olarak anladığını bu sayede biz de görüyoruz.
Dolayısıyla Devlet Bahçeli yeni dönemde, referandum sonrası dönemde anlaşıldığı kadarıyla muhalefete muhalefet misyonunu ciddi bir şekilde üstleneceğe benziyor. Zaten daha önceki dönemde AKP’yle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la kavgalı olduğu dönemde de HDP’ye yönelik çıkışları vardı. Ama şimdi ağırlığı CHP’ye vermişe benziyor. Bunun nedeni de dünkü yayında söylediğimiz gibi CHP’nin üzerindeki ölü toprağını ilk defa ciddi bir şekilde atıp gerçekten bir şeyler yapmaya, inisiyatif almaya başlamasıyla alâkalı bir şey. CHP güçlü bir şekilde muhalefet yaptığı ölçüde, muhalif hareketin etkisi arttığı ölçüde anlaşıldığı kadarıyla Bahçeli’nin de CHP’ye yönelik üslûbu sertleşmiş olacak.

CHP-HDP ilişkisi

Tabii bütün bunlar bugünün olayları ve bu yaşananlara bakıldığında mesela şu soru tekrar gündeme getirilebilir pekâlâ: Bu iki parti zamanında çatı adayı gibi bir olaya girişmişti. Erdoğan’ın karşısına Ekmeleddin İhsanoğlu’nu ortak aday olarak çıkarmışlardı. Bugün gelinen noktaya baktığımız zaman bu çatı adayı vs., bütün bu tür MHP ile CHP’nin birlikte hareket ediyor görüntülerinin ne kadar aldatıcı olduğu da ortaya çıkıyor.
MHP konusunu burada tamamlayıp bir diğer husus HDP konusunu da söylemek istiyorum. CHP’ye yönelik çağrılar var. Bugün Sırrı Süreyya Önder’in özeleştiriye daveti var. Bir diğer çağrı da değişik şekillerde, değişik kişiler tarafından dile getirilen — ki bir tanesi de bugün İhsan Eliaçık’ın da benzer bir şey söylediğini gördüm: Yürüyüşün İstanbul’dan Edirne’ye taşınması meselesi. Edirne’den kasıt da Selahattin Demirtaş’ın orada tutuklu olması. Yani Selahattin Demirtaş’a da destek yürüyüşüne dönüşmesi Adalet Yürüyüşü’nün.
Bu çok çarpıcı bir talep olarak gözüküyor, ama bunun gerçekleştirilebilir bir talep olduğunu söylemek bence mümkün değil. Çünkü CHP’nin şu aşamada yakaladığı bir şey var. Ne derece etkili olduğunu zaman içerisinde göreceğiz. Ama CHP bir başka –bilgisayar terimiyle– level’a geldi Adalet Yürüyüşü’yle birlikte. Ancak bunun HDP’yle doğrudan işbirliği, HDP’ye ve Selahattin Demirtaş’a toplu halde yürüyerek desteğe dönüşmesi durumunda bu dün ve bugün yakalanan ivmenin korunabileceği konusunda çok ciddi soru işaretleri var. Bunu CHP’nin şu aşamada, daha yeni silkinen CHP’nin birdenbire bütün adımları aynı anda atmasını beklemek çok aşırı bir beklenti olur diye düşünüyorum. Bu önermeler iyi niyetli olabilir. Doğru da olabilir. Ama gerçekleşebilmesinin çok mümkün olduğunu açıkçası sanmıyorum. Çünkü –dünkü yayında da söylemeye çalıştığım– CHP’yle HDP arasındaki bu ittifak çağrılarının kimden geldiğinin bir yerden sonra çok fazla önemi yok; ittifak çağrılarının bugünün gerçekliğine denk geldiğini düşünmüyorum. Şu aşamada CHP’nin böyle bir şeye girişebilecek bir bünye olmadığını görmek lazım.
Gerçekçi olmak lazım. CHP’yle HDP bazı yerlerde, son referandumda olduğu gibi bazı noktalarda birlikte hareket ediyor olabilirler. Bunun kurumsal bir ittifaka dönüşmesi durumunda HDP bundan rahatsız olmayabilir, ancak CHP’nin bunu yapabilecek bir durumu olmadığını kabullenmek lazım. Bu realitenin üzerinden bir şeyleri tartışmak daha gerçekçi olacaktır. Aksi takdirde ötekilerin hepsi, bir yerden sonra, iyi niyetli temenniler bir aşamadan sonra dayatmaya dönüşebiliyor. CHP’nin bu konuda çok ciddi refleksleri, birtakım tabuları var — öyle söyleyelim. Sadece CHP’de ve yöneticilerinde değil, CHP tabanında da bunların olduğunu söylemek lazım.
Özeleştiri çağrısı bir yerde tabii ki önemli. Ancak benzer bir özeleştirinin –değişik anlamlarda tabii– HDP tarafından da verilmesi gerekiyor. Hâlâ bu özeleştirinin, 7 Haziran’la 1 Kasım arasında yaşananların kamuya açık bir şekilde, açık ve net bir şekilde HDP tarafından değerlendirildiğini de şahsen ben görmedim. Dolayısıyla şu aşamada söyleyeceğim; CHP’nin, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve dolayısıyla bir anlamda da CHP’nin Adalet Yürüyüşü’yle belli bir hareketliliğe geçmiş olduğu; bunun toplumda belli bir karşılığının olduğu; ama bundan kısa zamanda çok büyük değişiklikler, dönüşümler beklemenin gerçekçi olmadığı yönünde. Ve CHP muhalefette ne kadar etkili olursa MHP’nin de aslında iktidar aygıtının bir parçası olduğunun çok daha net bir şekilde gözükeceğini ve bunun bir anlamda referandum öncesi MHP içerisinde yaşanan kopuşları, ayrışmaları daha da hızlandıracağını düşünebiliriz.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.