Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Andy Merrifield: “Devrimi profesyoneller değil amatörler yapar: Marx, Baudelaire, Arendt ve diğerleri gibi”

The Amateur: The Pleasure of Doing What You Love (Amatör: Sevdiğiniz Şeyi Yapma Zevki) kitabının yazarı Amerikalı marksist kuramcı Andy Merrifield’in kitabından hareketle kaleme aldığı bu yazı 16 Haziran 2017’de yayınlandı ve İlker Kocael tarafından çevrildi.

Andy Merrifield
Andy Merrifield

Profesyoneller her yerde. Profesyonel bir “uzmanın” özel olarak elde ettiği bilgi olmadan bugün çok az şey yapılabiliyor: milyonlarca insanın yaşamına yakın plandan bakma ve değerlendirme, onunla ilgili belli ölçümler yapma ve tavsiye verme ve en nihayetinde bir plan dahilinde onun hayatını organize etme.
Yaşamlarımız dar kafalı işgüzâr ukalâların eline düştü. Bu kabul gören yerleşik kanılara meydan okuyacak bağımsız düşünürler, âsi şairler, uyumsuz sanatseverler nerede kaldı? Tabii Donald Trump’tan bahsetmiyorum.
İşte hâlâ esin kaynağı olan, düşünülemez olanı düşünebilen ve dünyayı değiştiren birkaç put kırıcı.

Karl Marx
Karl Marx

Karl Marx: Kendi kendini yetiştiren entelektüel

Karl Marx, ekonomi alanının içinden biri değildi, kendi kendini eğitti. Herhangi bir aidiyeti olmaksızın -ve çoğunlukla da maddi sıkıntı içinde- British Museum’un Okuma Salonu’nda oturup kendi kendine ekonomi politik öğrendi, başyapıtı Das Kapital’i burada yazdı. Güven vermek için ortaya koyabileceği profesyonel bir kimlik kartı yoktu. Onunki profesyonel anlamda ekonomi “bilimi” değildi. İktidar sınıfının bilgisini eleştirme konusunda çok mahirdi; bir yabancı ve işsiz bir amatör olarak iktidarın profesyonelleri tarafından kolaylıkla ekarte edilebilirdi.
Marx, Profesör Nassau W. Senior’ın yüz kızartıcı “Son Saat”ini bir ideoloji güzellemesi olarak ifşa etti. Senior ile, diyordu Marx, Oxbridge (Ç. N. Oxford ve Cambridge Üniversiteleri) kimliği zayıf bursları ve akademi ile iş dünyası arasında kurulan köprüyü meşrulaştırmak için kullanıldı. Senior sonrasında imalatçıların mücadelesini yürütmek üzere uluslararası tekstil ticaretinin kalbi Manchester’a çağrıldı. “Fiyat konusunda mücadele” vermek için seçilmişti; onun ekonomi bilimi fabrikalarda günlük çalışma saatlerinin aşağı çekilmesine karşı iyi bir cephanelik sağlıyordu.
Marx’ın söylediğine göre Senior endüstri patronlarını desteklemek için elindeki sayısal verileri hırpalamış ve günlük çalışma saatinin on ikiden ona düşürülmesi hâlinde tüm imalatçıların kârlarının altüst olacağını iddia etmişti. Bu aynı zamanda işçilerin de geçim kaynaklarının kuruması demekti; çünkü kârlarla beraber maaş için ayrılan para da buharlaşacaktı. Bu durumda kazanan olmayacaktı. On birinci saatte, işçiler kendi maaşlarını ve on ikinci saatte ise –sözde “Son Saat”te- imalatçının kârını üretiyordu. Çalışma saatini on saate düşürmek dolayısıyla ikisini de alıp götürecekti. Marx’ın da haykırdığı gibi “Profesör buna bir de ‘analiz’ diyor!”

Charles Baudelaire
Charles Baudelaire

Charles Baudelaire: Kesinliğe karşı merak
Charles Baudelaire şairliği bir meslek olarak düşünmezdi, her ne kadar zaman zaman buradan para kazansa da. Bunu zaten bedavaya da yapardı, ki çoğunlukla öyle oldu. Romantik dizeler yazmazken, Baudelaire sanat eleştirmenliği ile hem de hakkını vererek uğraşırdı. En iyi denemelerinden biri olan ve 1863’te yayımlanan “Modern Yaşamın Ressamı” Constantin Guys üzerineydi.
Guys yalnızca ressam değildi, diyor Baudelaire, “ressamların diyalogları dar bir çevreyle sınırlıdır.” Guys bundan daha fazlasıydı: “dünyalı bir adam”, “dünyalı zihnine sahip biri”, “evrenin manevî vatandaşı.” Theresa May, hasetlenme lütfen. Guys “sanatçı” etiketinden nefret ederdi, bir uzmanlık alanıyla bağdaştırılmaktan hazzetmezdi. Her şeyi bilmek, anlamak; dünyada olan her şeyin hakkını vermek, onların resmini karakalem ya da suluboya ile yapmak isterdi.
Baudelaire gibi adamlar bilinmezin, “yeniliğin değer biçilmez değerinin” peşindeydi. Her ikisi için de merak, “güçlü ve dayanılmaz bir tutkuya” dönüştü; artık mesele yanıt vermek, kesin doğruları vaaz etmek, uzmanlık taslamak değil soru sormak ve olayların neden ve nasıllarını merak etmekti. “Çocukluğa geri dönmek” de denebilir. Baudelaire bunu her şeye yeniden çocukken gördüğümüz gözlerle bakmak olarak tanımlıyor: taze, “keskin ve sihirli” bir bakış.
Evrenin manevi vatandaşları sorgulayıcı bir öğrenme biçimini, ne yaptığını bilmemenin yol açtığı maceraları, hâkim olana kadar bir konuyu el yordamıyla ve zigzaglarla kavramaya çalışmayı yücelttiler. Bu Baudelaire’ci uzmanlığa çıkan gerçek yol: yaşam boyu süren bir süreç, bir eğitimde satın alınabilir bir ürün değil. Baudelaire bizi kişisel özgünlük yolunda çıktığı yola katılmaya davet ediyor; yalan söylediğimiz ve oyununu bozmadığımızda bizi ödüllendiren bir toplumda kendimize dair gerçekleri ortaya koyduğumuz bir arayış bu.

Jane Jacobs
Jane Jacobs

Jane Jacobs: Şehir planlamasına amatör dokunuş
Jane Jacobs şehircilik konusunda bizim en müthiş amatör efsanemizdi, en müthiş profesyonel şehir planlamacımız Robert Moses’a kafa tutmuştu. Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı (1961) kitabında, gökdelenler diken şehir planlamacılarını şiddetle eleştirirken bile şehir sokaklarından sevgiyle bahsetmişti. Bu uzmanlar yalnızca istatistikleri görüyor, insanları matematiksel hesaplara dayalı kökü olmayan soyut kavramlar olarak ele alıyordu. Sıradan yerleşimler kataloğu ile Jacobs sıradan vatandaşların kendilerini yalnızca şehrin kullanıcıları değil aynı zamanda şehrin yapıcıları olarak gördüğü başka bir şehir vizyonu önerdi; onlara şehir yaşamında belki de ilk kez gerçek yerlerini işaret etti.
Herhangi bir sıfata sahip olmaksızın yazdı, eleştirmenlere göre mimarlık ya da şehir planlaması gibi konularda eğitimi yoktu, üniversite mezunu değildi. Ancak onunkisi taze bir karşı-anlatı sundu, sayfalardan yaşamın kendisine sirayet etti. Robert Moses aşağı Manhattan’da devasa bir otoyol planladığında –çok katlı Aşağı Manhattan Otoyolu- Greenwich Village ve SoHo’daki canlı toplulukları yerinden edecekti. Jacobs ve bölge sakinleri “OTOYOLU ŞİMDİ YOK ET!” sloganıyla ayaklandılar. Ayaklanmaya önayak olma iddiasıyla Jacobs tutuklandı. Ancak kendini nasıl savunacağını, nasıl organize olunacağını, olanların ne şekilde duyurulacağını, diğer amatörlerle nasıl ittifaklar kurulacağını çok iyi biliyordu.
Moses hasımlarına seslendi: “Buna kimse karşı çıkmıyor –kimse, kimse, kimse, yalnızca bir avuç anne!” Jacobs ve yanındakiler New York Emlak Kurulu’nda bir oturumda bulunan profesyonel kodamanları yanlarına çekmek için onların yanlarına gittiler. “Müthiş telâşlanmışlardı” diye hatırlıyor, “silahsız, nazik insanların yanlarına gelip onlarla muhatap olması fikrinden dolayı. Bu insanların bu kadar korktuğunu daha önce hiç görmemiştim.”

Hannah Arendt
Hannah Arendt

Hannah Arendt: Devrimi amatörler yapar

Hannah Arendt, Jacobs’la aynı çağda yaşadı; felsefe eğitimi aldı ve Martin Heidegger ile Karl Jaspers’in öğrencisi olma fırsatını yakaladı. Ancak 1940’larda memleketi Almanya’yı terk etmek zorunda kalan bir Yahudi göçmen olarak İngilizce konuşulan New York’ta kendini yeniden keşfetti. İngilizce yazmayı zahmetli olsa da öğrendi, uzman olmayan okuyucular için detaylı düşünce yazıları kaleme aldı –Walter Benjamin’i Amerika’ya tanıttı, Adolf Eichmann davasını Kudüs’te takip etti, tüm bunları New Yorker için yaptı. Arendt’in büyük ve alışılmadık düşüncelerinin herhangi bir disiplinle bağdaştırılması mümkün değildi, kendisi de her zaman sürgünde bulunan ayrıksı ve bağımsız bir kamusal entelektüel olarak kaldı. İngilizce diliyle arasındaki “mesafe” duygusunu hiç kaybetmedi, siyaset teorisini de hiçbir zaman bir “meslek” olarak icra etmedi.
1963’te yayımlanan Devrim Üzerine’de Arendt amatör devrim meselesini kurcaladı. Dediğine göre amatörler devrim ayaklanmaları sırasında 1871 Paris Komünü’nde olduğu gibi şehri organize etmekle kalmazlar, aynı zamanda temel lokomotif olarak da görev alırlar. Ayaklanmalarda amatörler gerçekten devrimi gerçekleştirdiler ve kim bilir, belki yine devrim yaparlar. Devrim tarihine yakından baktığımızda amatörlerin Arendt’in “devrimci geleneğin kayıp hazineleri” diye adlandırdığı şeyin arkasında olduğunu görürüz: halk konseyleri, doğaçlama bir şekilde birleşen ve devrimci partilerin dışından sıradan halkın oluşturduğu yapılar.
Arendt vurgusunu halk üzerine yapıyor: hiçbir profesyonel, hatta devrim profesyonelleri bile devrim yapmadı ve yapamayacak. Geçmişteki hiçbir devrim, diyor Arendt, profesyonel devrimcilere mal edilemez. Çoğunlukla bunun tam tersi olur: “devrim patlak verdi ve profesyonel devrimcileri neredeyseler oradan –hapisten, kahvehaneden ya da kütüphaneden- azat ettiler.” Lenin’in profesyonel devrimcilerden oluşan partisi bile devrim yapmayı başaramadı; “yapabilecekleri en iyi şey doğru zamanda yani çöküş anında etrafta olmak, ya da hızlıca oraya varmaktı.”

Edward Said
Edward Said

Edward Said: Profesyonelleşme tehlikesi

Edward Said Columbia Üniversitesi’nin karşılaştırmalı edebiyat bölümünde tanınmış bir profesördü; bir Arap-Amerikalı olarak Amerika’nın dış politikasına ve onun İsrail desteğine karşı Filistinliler’in haklarının yılmaz bir savunucusu olarak sesini yükseltti.
1993’te BBC Radyosu’nun Reith Dersleri serisini “Entelektüelin Temsil Ettikleri” başlığıyla sundu. Konuşmalarında entelektüelleri –ve yeni yetişen entelektüelleri- kendi zanaatleri ve siyasi angajmanları üzerine düşünmeye davet etti. Uzmanlık, diyordu, liyakatin ötesinde bir şeydir, ne yaptığının farkında olmanı ve onu yapmak için gerekli yeteneklere sahip olmanı gerektirir. Said daha ziyade seçim yapmanın önemini vurguladı. Ne satılıktır? Uzmanlığın ile belirlediğin amaçların uydumcu mu yoksa eleştirel mi? Ve belki de en önemlisi, kimin çıkarı doğrultusunda hareket ediyorsun? İşte bu türden sorular sordu.
“Bugün entelektüelin karşılaştığı en büyük tehdit” diyordu Said, “benim profesyonellik diye adlandırdığım tavırdır.” Profesyonellik, “bir entelektüel olarak çalışmalarını yaşamını kazanmak için yaptığını düşündüğün anlamına gelir, bir gözün saattedir, diğer taraftan da doğru ve profesyonel davranıştan sapmamaya çalışırsın –yani gemiyi batırmamaya, kabul görmüş paradigma ve sınırların dışına taşmamaya, kendini piyasaya uydurmaya ve prezantabl tutmaya gayret edersin.”
Tüm bunlar cesur bir entelektüel amatörlükle göğüslenebilir, göğüslenmelidir. Bunu herkes yapabilir –hatta profesyoneller bile. En önemlisi bu konforlu ve kazançlı uydumcu tavrın bir kenara konmasını gerektirir; “kâr ya da ödül motivasyonuyla değil, sevgiyle hareket etmeyi, büyük resme ilgi duymayı, bariyer ve sınırlar ötesinde bağlantılar kurmayı, belli bir uzmanlık alanına hapsolmayı reddetmeyi, mesleğin sınırlamalarına karşın idealler ve değerleri önemsemeyi zorunlu kılar.”
Entelektüel, profesyonelleşmiş eylemlerin kalbinde soru soran kişi olmayı gerektirir. Bu bir kendine saygı hissidir, Said’in dediği gibi, izleyicilere yönelik angaje bir etkinliğin ifadesidir. Peki bu izleyiciler memnun olmak için mi oradalar, ya da şöyle soralım, onlar mutlu edilecek birer müşteri mi? Yoksa sürekli medyan okunmak, tahrik edilmek, kolektif demokratik eyleme çekilmek için mi oradalar?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.