Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kılıçdaroğlu’nun aştığı eşik

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/332543974″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayanlar: Şükran Şençekiçer & Gamze Elvan

Merhaba; iyi günler, iyi haftalar! CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı Adalet Yürüyüşü dün İstanbul Maltepe’de Adalet Mitingi’yle 25. gününde noktalandı. Çok büyük bir katılım oldu; herhalde CHP’nin yakın dönemde –yedi yıldır partinin başında Kemal Kılıçdaroğlu– böyle bir toplantı, miting gerçekleştirmemişti ve siyaseten herkes için, ama özellikle de CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu için çok önemli bir dönüm noktası olarak tarihe geçti. Zaten kendisi de dün konuşmasında bunun altını ısrarla çizdi. Gerçekten böyle. Ve Kemal Kılıçdaroğlu bir eşiği aştı. Yedi yıl sonra, ilk genel başkan olduğu kongreyi hatırlıyorum. O sırada çalıştığım haber kanalı adına canlı yorumlamıştım. Ardından bir kongre daha yaptı. Gandhi benzetmesiyle geldi Kılıçdaroğlu CHP’nin başına. İstediği gibi parti yönetimini belirledi, etti. Ama bir türlü başarılı olamadı. CHP’yi % 25 oyun üzerine çıkaramadı. Özellikle de Adalet ve Kalkınma Partisi lideri –sonra Cumhurbaşkanı oldu ve tekrar partinin başına geçti– Erdoğan’a karşı mücadelesinde genellikle kaybeden taraf oldu. Genellikle Erdoğan’a karşı hep reaktif durumda olan bir muhalefet lideriydi. Ama Adalet Yürüyüşü’yle beraber ilk defa onun aktif olduğunu ve Erdoğan’ın reaktif olduğunu görüyoruz. Ve onun aktifliğine karşı Erdoğan’ın geliştirdiği argümanların hemen hemen hiçbirisinin işe yaramadığını görüyoruz. Herhalde bunun yarattığı hayal kırıklığı ya da moral bozukluğunu yaşıyordur Cumhurbaşkanı Erdoğan. Ve muhtemelen bu hafta, 15 Temmuz’un yıldönümü nedeniyle hayata geçirilecek olan, devlet eliyle hayata geçirilecek olan etkinliklerle bunun cevabını vermeye çalışacak. Bunları daha sonra ele alacağız. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Yedi yılın sonunda Kılıçdaroğlu ilk kez ciddi bir şekilde Erdoğan’ı, çok ciddi bir şekilde zorladı. Aslında son referandumda bunun işaretleri çok ciddi bir şekilde vardı. Bu referandumun esas galibinin Erdoğan olmadığı bu yürüyüşle de ortaya çıktı.

Referandumun devamı

Bu yürüyüşü ve mitingi aslında referandumun bir devamı olarak görebiliriz. Kılıçdaroğlu’nun referandum sürecinde büyük ölçüde –yer yer aksatarak da olsa– benimsediği pozisyonu Adalet Yürüyüşü’nde çok daha güçlü bir şekilde koruduğunu ve daha etkili olduğunu gördük. Bu nedir? Her ne kadar ana muhalefet lideri olsa da ülkede Erdoğan ve onun iktidarından rahatsız olan kesimlerin hepsinin bir şekilde taleplerini, beklentilerini karşılayabilecek, bir nevi partiler üstü bir pozisyon almak. Referandum sırasında hatırlanacaktır, parti adını ve amblemini kullanmadan bir kampanya yaptı ve büyük ölçüde etkili oldu bence. Şimdi de aynı şey oldu. Referandumda slogan “Hayır”dı, şimdiki slogan “Adalet”ti. “Hak, hukuk, adalet” ya da tek başına “Adalet”. Şunu net bir şekilde gördük ki CHP şu anda ülkeyi on beş yıldır yöneten ve özellikle son birkaç yıldır tek kişinin yönetimi şeklinde seyreden AKP iktidarından memnun olmayan kesimlerin, içeride ve dışarıda memnun olmayan kesimlerin dikkate aldığı bir parti ve Kılıçdaroğlu da dikkate aldığı bir lider oldu.
Yakın bir zamana kadar halbuki, Türkiye’de ve dışarıda Türkiye hakkında yapılan değerlendirmelerde, Türkiye’nin en temel sorununun muhalefet yokluğu olduğu söylenirdi. Artık herhalde bir müddet bu önerme kullanılmayacak. Çünkü bu yirmi beş gün süren yürüyüşte herkesi şaşırtan –şaşırmadım diyen varsa yanılıyordur, hatta Kılıçdaroğlu’nun kendisinin ve kurmaylarının da şaşırdığını tahmin ediyorum– bir olay gerçekleşti. Buna en çok şaşıran da tabii ki siyasi iktidarın sahipleri ve ona destek veren kesimler.
Referandum sürecinde “Hayır” kampanyasını terörle ilişkilendirme yaklaşımı tutmamıştı. Bu sefer de benzer bir şey denendi, tutmadı. Çünkü adalet gerçekten tüm Türkiye’de en çok ihtiyacı hissedilen, en acil olarak ihtiyacı hissedilen bir konu. Ve Türkiye’de artık Adliye’ye güven iyice yerlerde. Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’a en son G20 Zirvesi sırasında sorulan sorularda herkes hakkında “onlar mahkemededir”, gazeteciler için, insan hakları savunucuları için, gazeteciler için “mahkemeler cevabını verir” dedi. Ama onlar hakkında, özellikle Selahattin Demirtaş hakkında “terörist” gibi tanımlamalar yaparak bir şekilde kendisi yargı olmadan infazı yaptı. Ama onu dinleyen hiç kimse herhalde onun Türkiye’de tarafsız ve bağımsız yargı olduğu iddiasına inanmamıştır. Buna AKP’ye destek veren kesimlerin de inandığını açıkçası sanmıyorum.

Mucizevi bir şey

Şu anda Türkiye –dün Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında da belirttiği gibi– gerçekten yargı bağımsızlığı konusunda çok ciddi bir şekilde gerilemiş durumda. Yargıç ve savcıların bağımsız bir şekilde özgür iradeleriyle, tamamen evrensel hukuk ilkelerine uyarak hareket ettiklerini söylemek Türkiye’de çok mümkün değil. Dolayısıyla bu adalet meselesini öne çıkartarak Kılıçdaroğlu, gerçekten sadece adalet meselesini alarak, bunun dışında hiçbir sloganın kullanılmasına, atılmasına izin vermeyerek, Türk bayrağı dışında bayrak, pankart açılmasına izin vermeyerek, gerçekten mucizevi bir şey gerçekleştirdi. Tabii bundan sonra bunun nasıl gideceği sorusu var. Herkes bunu konuşuyor, bunu tartışıyor. “Buraya kadar iyi güzel ama bundan sonra ne olacak, bunu sürdürebilecek mi” deniyor. Tamam doğru. Ancak bunun olmuş olması bile, bu yirmi beş günlük yürüyüş ve dünkü miting başlı başına üzerinde konuşulması, değerlendirilmesi gereken, Türk siyasi tarihinde –ki ben otuz iki yıldır gazeteci olarak bunu takip etmeye çalışıyorum– gerçekten önemli bir nokta oldu. Bunun başlı başına değerlendirilmesi lazım. Burada Kılıçdaroğlu artık, yedi yıl sonra artık bir siyasi lider olarak kendini göstermeye başladı.
Geç kalmış bir şey, ama şu anda gerçekten riskli bir şey yaptı. Bu yürüyüş bir şekilde yarım kalabilirdi, başarısız olabilirdi, katılım düşük olabilirdi, provoke edilebilirdi, şu olurdu bu olurdu. Yürüyüşün içerisinden birtakım insanlar sorun çıkartabilirdi. Yürüyüşün dışarısından birtakım sorunlar gelebilirdi. Hiçbirisi olmadı. Başlı başına burada çok kişinin –güvenlik güçleri de dahil olmak üzere– katkısı var, doğru. Ama burada birinci derecede bir başarı söz konusuysa –ki söz konusu–, bunda Kemal Kılıçdaroğlu’nun başarısını kabul etmek lazım. Tabii ki kurmayları vardır, danışmanları vardır vs. ama bizim gördüğümüz kişi Kemal Kılıçdaroğlu.

Erdoğan iktidarı tek elinde toplayarak muhalefetin önünü açıyor

Peki bunu nasıl becerdi? Yedi yıldır yapamadığı şeyi nasıl yaptı? Burada tabii ki kendi becerisinden çok aslında bence Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın Türkiye’yi, partisini ve siyasi iktidarı özellikle son dört beş yılda getirdiği noktanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Erdoğan iktidarı tekeline alarak, tek adam olarak yalnızlaşıyor. Bunu defalarca söyledim. Kimseye, hatta kendi partisinden insanlara bile siyaset alanı tanımayarak, Meclis’i işlevsizleştirerek vs. birçok başka alanları, örneğin bu son olayda olduğu gibi sokağın açılmasına neden oluyor. Erdoğan yakın çevresinde özgül ağırlığı olan güçlü isimlere izin vermeyerek –bu isimler biliniyor– kendi iktidarını iyice kişiselleştiriyor; AKP’nin kuruluşundan, hatta daha Refah Partisi ve Fazilet Partisi içerisindeki yenilikçi hareketten beri varolan isimlerin neredeyse hiçbirisi artık iktidarda önemli yerlerde değiller. Ve müttefiklerini, değişik dönemlerde ittifak kurduğu kesimlerin hemen hemen hepsiyle kanlı bıçaklı olmuş durumda, hepsini dışlamış durumda. Şu anda cezaevleri geçmişte Erdoğan’a açık ve net destek vermiş farklı kesimlerden insanlarla dolu ve başkaları da –kim bilir– yoldadır.
Böyle bir ortamda, şu anda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yakın ekibine baktığımız zaman, eski dönemdeki ekibiyle kıyaslanmayacak ölçüde düşük seviyeli bir ekiple karşı karşıyayız. Hükümet ve parti grubuna bakıyoruz, Bakanlar Kurulu’na ve diğer isimlere bakıyoruz. Geçmiş yıllarla kıyaslanamayacak ölçüde zayıf bir ekip.

Perinçek-Bahçeli-Peker…

Ve dışarıdan AKP’ye destek veren kişi, kurumlara bakıyoruz. Mesela MHP diyemeyeceğim, Devlet Bahçeli, MHP yönetimi artı Doğu Perinçek, artı Sedat Peker. İsimler böyle devam ediyor. Bu hareketi çok yakından izleyen birisi olarak bu isimlerin desteğiyle yol alan bir AKP’nin, bir beş yıl önce vs. bu partinin en sıradan üyeleri tarafından bile asla tasavvur edilemeyeceğini söyleyebilirim. Bu gelinen nokta gerçekten içler acısı bir nokta. Ve bu gelinen nokta aslında Kılıçdaroğlu’nun ve her türlü muhalefetin önünü sonuna kadar açıyor. Ve burada işte bir adalet mefhumunu merkeze alarak Kılıçdaroğlu gerçekten aslında alanı daralttığını sanan Erdoğan’ın açtığı geniş bir muhalefet alanı içerisinde Ankara’dan İstanbul’a yürüyerek gerçekten bir inisiyatif aldı. Şimdi bu yürüyüşün katılanları kadar katılmayanları da önemli.

Ulusalcıların yanlış hesapları

Mesela demin adını andığım Doğu Perinçek, Vatan Partisi, yürüyüşü AKP’den daha fazla bir şekilde terörle eşleştirdi. Bu Kılıçdaroğlu’nun en büyük kazanımlarından birisidir. Benzer bir şekilde Vatan Partisi çizgisine yakın olan Ümit Kocasakal, Metin Feyzioğlu gibi ulusalcı kimlikleriyle öne çıkan faşizan kişiler yürüyüşten… Feyzioğlu çok net açıklama yapmadı ama Ümit Kocasakal net bir şekilde yürüyüşü, yürüyüşe katılanların bir kısmını bölücülük vs., Atatürk karşıtlığıyla suçladı. Bu kişilerin de katılmaması Kılıçdaroğlu’nun elini çok ciddi bir şekilde rahatlattı. Çünkü Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’de yaşanan hak ihlalleri konusunda yeterince aktif olamamasının önündeki en büyük engellerden birisi, parti tabanında ve kadrolarında belli bir etkisi hep olan bu ulusalcı çizgiydi. Yani özellikle Kürt meselesinde birtakım çıkışlar yaparsa bu kesimlerin kendisini zor durumda bırakacağını düşünüyordu. Ama bu kesimler ona bir iyilik yaptılar, yürüyüşe katılmadılar. Bu derece başarılı olan bir yürüyüşü kötüleyerek Kılıçdaroğlu’nu rahatlattılar. Bu kişilerin katılması durumunda –herhalde yürüyüşe birtakım insanlar katıldı böyle onlara benzeyen–, bunların da katılması durumunda yürüyüş biraz daha zorlanabilirdi. Onların katılmamasının gerçekten Kılıçdaroğlu’nu çok ciddi bir şekilde rahatlattığını düşünüyorum. Ve artık aştığı önemli eşiklerden birisi.
Artık bu ulusalcı refleks, ulusalcı tepki, reaksiyon ürküntüsünden de herhalde kurtulmuştur. Çünkü CHP tarihinde bu kadar önemli olan, bu kadar haklılık noktasında olan bir yürüyüşe bile tahammül edemeyen insanların herhalde artık bundan sonra Kılıçdaroğlu’na söyleyebilecek çok fazla şeyi olmayacaktır. Bunların bazıları biliyoruz ki zaten CHP’de Kılıçdaroğlu’nun başarısızlığı, pasifliği üzerinden partinin yönetimini kazanmayı düşünüyorlardı. Bunun da artık ortadan kalktığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Öte yandan parti içerisinden olup, parti dışarısından bir kenarda bekleyip Kılıçdaroğlu’nun başarısızlığı iyice kesinleşince partinin dışından paraşütle kurtarıcı olarak gelmeyi düşünen “Barocular” tasfiye oldu. Artık CHP üzerinde herhalde bir hak iddia edemezler.
Parti içerisinde Kılıçdaroğlu’na karşı çıkmış isimlerin de, aday olmuş ya da onu sert bir şekilde eleştirmiş isimlerin de –mesela Muharrem İnce, Selin Sayek Böke, Fikri Sağlar gibi isimler, bunların hepsinin de– ilk günden itibaren yürüyüşte aktif bir şekilde yer aldıklarını gördük. Bu da parti içerisindeki tartışmaları ve liderlik gerilimini büyük ölçüde ortadan kaldırdı. Ve bu anlamda da Kılıçdaroğlu’nun zaten muhtemelen yapılacak olan kongrede kazanması kesin gibiydi. Ama bu yürüyüşten sonra artık herhalde çok daha net bir şekilde önü açıktır, bunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

CHP-HDP ilişkilerinin normalleşmesi

Siyasi olarak da önü açık oldu. Mesela HDP meselesi hep şeytanileştirildi. CHP’nin HDP’yle yan yana duracak olması, durması ihtimali hep kötü bir şey, kriminal bir şey olarak gösterildi. Kısa bir süre de olsa HDP’liler de bu yürüyüşe katıldılar, yan yana fotoğraf verdiler ve hiç de dünyanın sonu olmadı; artık bunu da çok net bir şekilde CHP Kürt meselesinde ve başka konularda çok daha rahat bir şekilde hareket edebilecek hâle geldi diye düşünüyorum.
Tekrar bunu özellikle vurgulamak istiyorum. Bu Kılıçdaroğlu’nun başarısı olduğu kadar ve belki de ondan daha çok Erdoğan’ın başarısızlığıdır. Erdoğan’ın iktidarı tekelleştirme konusunda attığı her adımın aslında elinden iktidarın kaymasına yol açtığını ve muhalefeti güçlendirdiğini bize gösteriyor. Tabii ki bu bir hafta içerisinde, 15 Temmuz kapsamında yapılacak olan kitlesel, toplumsal hareketlerle bir şekilde bu Adalet Yürüyüşü’ne cevap verilmek istenecek. Ancak tekrar vurgulamakta yarar var. Adalet kavramının karşısına demokrasiyi çıkartarak, yani bu 15 Temmuz bağlamında demokrasiyi çıkartarak aslında yanlış bir şey yapılıyor. Bunu da herhalde göreceklerdir. Çünkü adaletin başından itibaren, yirmi beş gün boyunca adalet talebinin karşısına siyasi iktidarın en üstündeki isimleri Türkiye’de adalet diye bir sorunun olmadığını söyleyemediler. Bu çok net bir şekilde karşımızda duruyor. Zaten Kılıçdaroğlu’nun en fazla gücünü aldığı yer budur. Adalet kavramı üzerinden bunu yaparak siyasi iktidarı gerçekten köşeye sıkıştırdığını söyleyebiliriz. Şimdi “Adalet yok ama demokrasi var, demokrasiyi korumamız lazım” gibi bir argüman olamayacağı için, AKP’nin bu yürüyüşte ve yürüyüşün sonunda mitingde dile getirilen ve toplumun geniş kesimleri tarafından büyük şekilde tasvip edilen talepleri ciddiye alması gerekiyor. Aksi takdirde, basın özgürlüğüne, düşünce özgürlüğüne yönelik hak ihlalleri devam ederse, hak ve özgürlükler mücadelesi veren kişilere yönelik ihlaller devam ederse, KHK’larla işlerinden atılan binlerce kişinin hak arama yolları devam ederse, bu sürdürülebilir bir iktidar olmayacaktır ve bu durum, CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun önünü ciddi bir şekilde açacaktır.

İktidarın verebileceği cevap

Evet, Kılıçdaroğlu 7 yıl sonunda bir şekilde liderlik anlamında çok ciddi bir adım attı, kilometrelerce yürüyerek ve rakam –biliyorsunuz rakamları, valiliğin tabiriyle– 175 bin kişiye hitap ederek diyelim. Valiliğin apar topar böyle bir tweet atması da bu olayın ne kadar ciddi olduğunu bize gösteriyor. Kaldı ki bir yerden sonra miting alanında 175 bin mi yoksa 1 milyon 175 bin kişinin mi olduğunun bir anlamı yok. O görüntü başlı başına yeterli ve o görüntüden siyasi iktidarın ürktüğünü çok net bir şekilde görüyoruz. Bunun karşısına daha kalabalık çıkartmak ya da Maltepe Mitingi sırasında bir televizyon kanalının yaptığı gibi Tayyip Erdoğan’ın daha önceki bir mitingini koyarak mücadele etmek… siyasi iktidarın böyle cevaplar vermesinin sorunu çözeceğini hiçbir şekilde düşünmüyorum. Buradaki soru, adalet talebinin son derece ciddi olmasıdır ve bu talebin gerçekten muhafazakâr kesimin de, AKP’ye oy veren kesimlerin de ciddi bir şekilde kabul ettiği haklı talepler olmasıdır. Bu taleplere cevap vermediği müddetçe ülkenin hukuk devleti, temel hak ve özgürlüklerin garanti altına alındığı bir hukuk devleti olarak yeniden inşası olmadığı müddetçe, Türkiye’de adalet ve benzer sloganlarla yapılacak muhalefetin önü sonuna kadar açık gözüküyor. Eğer gerçekten bunlara cevap verilmek isteniyorsa, bu muhalefete karşı iktidar korunmak isteniyorsa, yapılabilecek şey Türkiye’de tekrar demokrasiyi güçlendirmek, tekrar düştüğü yerden ayağa kaldırmak, temel hak ve özgürlükleri tartışmasız bir şekilde garanti altına almak, basın özgürlüğünü garanti altına almak, haksız yere içeride tutulan kişilerin serbest bırakılmasının önünü açmaktır. Bunların yapılması durumunda ancak muhalefete cevap verilebilir, şu aşamada bu 25 günün sonunda Adalet Yürüyüşü ve Adalet Mitingi’nin ardından şu aşamada muhalefet, Kemal Kılıçdaroğlu’nun şahsında muhalefet gerçekten ciddi bir inisiyatif almış durumda. Bundan sonra buna verilebilecek olan cevap daha fazla kişiyi gözaltına almak, daha fazla siyasetçiyi etkisizleştirmek olursa, muhalefet daha da güçlenir. Bu dünkü mitingde Kemal Kılıçdaroğlu’nun en fazla vurguladığı şey “cesaret”ti. Rahatsız olan insanlar tarafından, iktidardan rahatsız olan insanlar tarafından bir korku eşiğinin de aşılmış olduğunu bize gösterdi bu yürüyüş ve bu miting. Dolayısıyla artık insanları korkutarak iktidarın devamını sağlama seçeneği iyice rafa kalkmak üzere demek lazım. Bu yürüyüşe ve benzeri eleştirilere verilebilecek yegâne cevap, eleştirileri ciddiye alıp yanlışlardan dönerek tekrar ülkede demokrasiyi, hukuk devletini tesis etmek olur. Onun dışında atılacak adımlar, verilecek cevapların hepsinin, muhalefeti ve Kılıçdaroğlu’nu dolayısıyla daha da fazla güçlendireceği kanısındayım.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler!

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.