Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Fethullah Gülen’in yalanları

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/333006417″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayanlar: Gamze Elvan & Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Dünkü yayında bahsettiğim Fethullah Gülen’in Amerika Birleşik Devletleri’nin BBC’si sayılan National Public Radio’daki (NPR) mülâkatını bugün biraz uzun konuşmak istiyorum. Başlığı “Fethullah Gülen’in Yalanları” olarak verdim; çünkü bu mülâkatta Amerikalı gazeteciye söylediği şeylerin neredeyse tamamı yalan.
Ama şöyle bir olay var: Fethullah Gülen belli bir tarihe kadar gizlenmişti, hiç kendini ortaya çıkarmamıştı; ama 1990’lı yılların başından itibaren ortaya çıktı ve mülâkat vermeye başladı. Önce Türkiye’de gazetecilere, sonra yurtdışına gittiği zaman oraya gelen Türkiyeli gazetecilere ya da yabancı gazetecilere mülâkatlar verdi ve bu mülâkatların ezici bir çoğunluğunda genellikle karşısında kendisinden etkilenmiş, zaten mülâkatı yapma nedeni Fethullah Gülen promosyonu olan kişilerdi. Bu konuda ilk basında verdiği mülâkatlar Nuriye Akman ve Ertuğrul Özkök’tür. Nuriye Akman o zaman Sabah gazetesinde yaptı, Ertuğrul Özkök Hürriyet gazetesinde yaptı ama adını yayınlamamıştı, imzasız çıkmıştı, daha sonra kendisinin yaptığını söyledi. Bunların ikisi de ilk röportajlar olmasına rağmen, bu bilinmeyen, adı hep duyulan bu esrarengiz kişi hakkında hafif yollu sıkıştırır gibi olan, ama daha çok onun propaganda yapmasına imkân tanıyan söyleşiler gerçekleştirmişlerdi. Bu şu âna kadar da böyle sürdü.

Kötünün iyisi

17-25 Aralık sonrasında BBC’de yapılan bir röportajı istisna sayarsak, ondan beri, 15 Temmuz’dan sonra da yapılanlara baktığımız zaman yabancı medyanın –zaten Türkiye’de medya artık kendisiyle konuşmuyor ya da konuşamıyor– yine aynı şeyi görüyoruz. Genellikle –hepsi olmasa bile– kendisine sempatik ya da empatik bakan kişiler. Bu sempatik bakmalarının nedeni de şu oluyor: İlginç bir şekilde Fethullah Gülen ve onun hareketini sevmekten çok, onun karşı çıktığı kişilerden nefret etmekten kaynaklanıyor. Bir zamanlar, 90’lı yılların başında Fethullah Gülen o tarihte yükselen Refah Partisi’ne karşı bir dengeleyici unsur olarak görüldüğü için önü açıldı ve medya da ona böyle baktı. Nasıl baktı? “Fethullah Gülen Refah’tan iyidir, Refah Partisi’nin önünü kesse kesse bu keser” diye bakıldı; yoksa kendisine hayran oldukları için değil. Ama daha sonra Fethullah Gülen Cemaati iktidarın bir parçası gelince, bu sefer hayranlık yayınları yapıldı — ki o yayınları yapanların, röportajları yapanların önemli bir kısmının, onunla el ele kol kola fotoğraflar çektirmiş kişilerin, ona övgüler düzmüş kişilerin bir kısmı şu anda, biliyorsunuz, FETÖ avcısı durumdalar ve alâkası olmayan insanları FETÖ’cü olmakla, kripto FETÖ’cü olmakla suçluyorlar.
Yabancı medyada daha eleştirel mülakatlar oldu, ama özellikle 15 Temmuz sonrasında Türkiye’de yaşanan büyük tasfiyeyle beraber; gözaltılar, tutuklamalar, akademisyenler, gazeteciler, işlerinden atılanlar vs. ile beraber darbeden çok darbe sonrası hükümet ve Tayyip Erdoğan’ın otoriterleşmesi öne çıktı ve bu sefer de yabancı medyada Tayyip Erdoğan’a karşı olan antipati Fethullah Gülen’e yönelik sempati olmasa bile empatiye dönüştü. Bu en son NPR’da yapılan yayında da bunu görüyoruz. Genellikle futbol tabiriyle “muz orta” denebilecek sorular var. Çok az sayıda hakkındaki iddialar var, iddiaların üzerine çok fazla gitmemiş Amerikalı gazeteci. Bu mülâkat önemli, çünkü bu mülâkatta Fethullah Gülen’e standart bir şekilde sorulan şeyler tekrar soruluyor ve Fethullah Gülen de aynı cevapları veriyor, yani aynı yalanları söylüyor. Bu sorular ve bu yalanlar daha önceki birçok röportajda da çıktı karşımıza, bundan sonra da çıkacak, bunların bazılarını ele almak istiyorum. Birçoğunu zaten değişik meselelerle dil getirmiştik, ama tekrarda yarar var.

Böyle inziva mı olur?

Önce basitinden başlayalım: “Türkiye’den çok ayrılmak istemiyordum, ama kalp problemim vardı ve Mayo Clinic’ten bir kardiyolog buraya gelip tedavi olmam konusunda ısrar etti. O yüzden buraya geldim, hastanedeydim. Bir savcı bana dava açtı –28 Şubat Süreci’ni kastediyor– bu yüzden işler yatışana kadar burada kalmam tavsiye edildi, ama hiç yatışmadı. İnziva dışında bir şey yapmıyorum. Hastaneye gidip geliyorum, dinginliği tercih ediyorum.”
Burada inziva, yani diğer bir husus da çok gerçeği bire bir yansıtmıyor, ama masumca “inziva dışında hiçbir şey yapmıyorum” demesi çok büyük bir yalan, çünkü Fethullah Gülen Pensilvanya’da küresel bir şebekeyi yönetiyor, yıllardır böyle. Oradan kontrol ediyor, sadece Türkiye’deki faaliyetleri değil; dünyanın değişik yerlerindeki faaliyetlerini kontrol ediyor. Kişiler, Türkiye’den ve diğer ülkelerden kişiler ona düzenli olarak rapor veriyorlar ve bu raporların bir kısmı da gizlilik nedeniyle bizzat şifâhen veriliyor. Dolayısıyla bizzat görüyorlar ve Fethullah Gülen’in Pensilvanya’da kaldığı çiftlik o tarihten bu yana düzenli olarak ziyaretçi akınına uğruyor. Bu ziyaretçiler ondan akıl almak, daha sonra söylediği gibi onun tavsiyelerini dinlemek için değil; bu şebekenin bir parçası olarak ona bilgi vermek, ondan talimat almak için gidiyorlar. Tabii bu arada ders yapıyorlardır, onun sohbetini dinliyorlardır, o ayrı bir şey; ama burada temel olan: Küresel bir örgütlenme söz konusu ve Pensilvanya onun merkezi, karargâhı.
Dolayısıyla Fethullah Gülen’in Pensilvanya hayatını en son karşılayacak olan cümle inzivadır. İnziva bizim bildiğimiz tek kişilik yapılan bir şeydir, burada herhalde en iyi FBI biliyordur, Amerikan iç istihbaratı biliyordur, Pensilvanya herhalde inzivanın olduğu bir yer değil. Çünkü onlarca, hatta kimi dönemde yüzlerce ziyaretçiyle…, sürekli ziyaretçisi eksik olmayan bir yer. Ve oradan gerçekten küresel anlamda bir örgütlenme yönetiliyor.

“Sevgi hareketi”

Bir diğer husus, yalan diyelim: “Erdoğan beni bitirmenin hareketi bitireceğini düşünüyor, yanılıyor. Biz ölümlüyüz, bir gün öleceğiz. Fakat bu insanlığa sevgi ve adanmışlığın hareketi. Ve inşallah aklını ve özgür iradesini kullanan insanlar harika işlerini yapmaya devam edecekler.”
Bu İngilizce’den çeviri olduğu için birebir onun sözleri değil, ama bu hareketin bir adanmışlık hareketi olduğu kesin. İnsanlar gerçekten buraya angaje oluyorlar çok küçük yaştan itibaren. Ama bu hareketin insanlığa sevgi aşıladığına herhalde kimse inanmıyordur. Kendisinin de inandığını sanmıyorum. Sevgi bu hareketin lügatinde kozmetik olarak bile çok fazla olan bir kavram değildir, onu özellikle söyleyeyim. “Özgür iradesini kullanan insanlar” lafı da bu hareket için çok söylenebilecek bir laf değil. Çünkü bu hareket herhangi bir İslami cemaatin ötesinde, dünya çapında, küresel çapta “cult” olarak bilinen dinî yapıları andırıyor. Bu tek kişinin otoritesine körü körüne bağlılığı kapsayan, dünyanın değişik yerlerinde kimi zaman İslam’dan, Hıristiyanlıktan ya da birkaç dinin bir araya getirilmesinden oluşan, kimi zaman uzaylılara inanmak gibi inançları olan, ama esas olarak karizmatik bir liderin etrafında insanların bütün hayatlarını bu lider ve onun öğretisine adadığı hareketlere benziyor. “Secte” deniyor, “cult” deniyor, artık bunun Türkçesi, tarikat tam olarak bunu karşılamıyor. Çünkü Türkiye’deki ya da İslam dünyasındaki tarikatlarda şeyhe bağlılık varsa bile “cult”lardaki gibi, “secte”lerdeki gibi körü körüne bağlılık çok ender yaşanan bir olaydır. Dolayısıyla bu hareketin sevgi hareketi ve özgür iradeye sahip insanlar hareketi olduğunun da çok açık bir çarpıtma olduğunu vurgulamak lazım.

Her şeyi bizzat kontrol eden bir lider

Bir başka husus, bu çok net bir yalan: “Bütün bunları benim kontrol ettiğime, insanlara ne yapacaklarını söylediğime ve bu insanların da bunu yaptığına dair bir algı var. Fakat böyle bir şey yok. Araştırsınlar, bulsunlar” diyor. Araştırıp bulmaya gerek yok. Kendi hayatını anlattığı “Küçük Dünyam” kitabından itibaren –ki ilk o yayınlandı, Zaman gazetesinde tefrika oldu–, orada konuştuğu kişi de bugünün baş itirafçılarından Latif Erdoğan’dır. Orada hareketi ilk inşa ettiği andan itibaren nasıl tek tek tüm öğrencilerinin peşine düştüğünü, her hareketlerini kontrol ettiğini bize anlatır. O tarihten itibaren hareket büyüse de Fethullah Gülen’in bu hareketin bütün detaylarına hâkim olduğunu düşünüyorum.
O öyle “Ben sadece genel şeyi çizerim, insanlar bunu kendi başına yapar” diyecek bir insan değil. Büyük ölçüde, paranoyak denebilecek ölçüde sızmalardan endişe eden bir kişi. Dolayısıyla öyle kendinden habersiz bu harekette taktik adım bile atılacağını sanmıyorum. Stratejik zaten atılamaz, taktik adım da atılamaz. Mesela bu yapılanma için imamlar vs.’ler, Genelkurmay imamı, Emniyet imamı vs. gibi şeyler söyleniyor. Fethullah Gülen’in bu isimleri bilmiyor olması ve bu isimleri bizzat kendisinin saptamamış olması kesinlikle mümkün değil. Bu öyle bir hareket. Bu anlamda baktığımız zaman bu hareket bir istihbarat servisini andırıyor. Bir anlamıyla PKK’yı, bir anlamıyla Hüseyin Velioğlu dönemindeki Türkiye’deki Hizbullah’ı andırıyor. Liderin her şeyi tek tek bildiği, herkes hakkında tek tek detaylı bilgi sahibi olduğu bir hareket. Dolayısıyla “Ben tanımam etmem” sözü hiçbir şekilde gerçekçi değil.

Polisler, savcılar, subaylar…

Devam edelim, “Ben yine yeminle temin ediyorum ki o polislerin, savcıların, hâkimlerin yüzde birinin onda birini bile tanımıyorum (yani binde birini bile tanımıyorum). Fakat harekete sempati duyuyor olabileceklerinin farkındayım. Bu yaşta yalan söylemeye ihtiyacım yok” vs. Şimdi özellikle polis şefleri, yargıçlar, savcılar, üst düzey bürokratlar, generaller, subaylar vs. bu Gülen’in cemaatine, Gülen’in fikirlerine yakın olacak; Gülen bunları bilmeyecek, adlarını bile duymamış olacak, bunlarla hiçbir şekilde temasa geçmemiş olacak. Bu gerçekten hiçbir inandırıcılığı olan bir şey değil. Tabii ki bir Amerikalı gazeteciye bu inandırıcı gelebilir; ama bu hareketin 1970 başlarından itibaren, Türkiye’de ve dünya çapında bu kadar örgütlenmiş bir hareketin doğasına uygun olan bir şey değil. Yıllarca kendini orduda gizleyen bir generalden ya da üst düzey polis şefinden ya da yargı mensubundan bahsediyoruz. Gerektiğinde içki içen, eşinin başı açık, laik seküler bir görüntü çizen ve bunu bir dava uğruna yapan çok sayıda insan söz konusu. Ve bu insanlar bunları kimseden habersiz, Fethullah Gülen’den habersiz yapıyor olacak. Böyle bir şeyin olması mümkün değil. Peki şöyle bir şey olabilir mi? Fethullah Gülen sadece birtakım şeyler anlatıyor, dersler veriyor. Bir de başka bir komite var, ona bağlı insanlar. Bütün bu gizli kapaklı işleri onlar yapıyor. Böyle bir şeyin de olması mümkün değil. Bunlara kesinlikle izin vermez.
Yani burada tamamen bir çarpıtma var. Bütün bu polis şeflerinin, yargıçların, yargı mensuplarının, subayların vs.’nin bizzat Fethullah Gülen’in bilgisi dahilinde bu noktalarda olduğunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz.

Gizli bir topluluk

Evet, buna bağlı olarak, “Şimdiye kadar yaptığım tek şey camilerde ve konferans salonlarında ders ve tavsiye vermek. Gizli bir topluluk olduğu söylenemez” diyor. Gizli bir topluluk olduğunu hepimiz biliyoruz. Gazeteci olarak ben Fethullah Gülen’le ilgili ilk çalışmaya başladığımda 85 yılıydı, ortada Fethullahçı olarak tanımlanabilecek tek bir insan yoktu, kendini deklare eden insan yoktu. 90’lı yılların başından itibaren kendilerini kamuya açtılar; Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, Zaman gazetesi gibi şeylerle. Fethullah Gülen de bu vakfın açılış kokteylinde ilk defa medyanın karşısına çıktı. Ama daha sonra da hep gördük ve duyduk ki, gördüğümüz bu insanların dışında da çok sayıda, özellikle devlette, bu hareketin insanları varmış. Ve bu hareket bir görünen bir de görünmeyen yüzüyle yürüyen bir hareketmiş. Bunu özellikle 17-25 Aralık Süreci’nden sonra yazdığım yazılarda, bu hareketin sivil kanadı ve sivil olmayan kanadı diye ayırmıştım. Ama daha sonra, 15 Temmuz sonrasında çıktı ki aslında sivil kanat da, sivil olmayan kanat da birbiriyle bayağı iç içe olan yapılarmış. Dolayısıyla bu hareket daha başından itibaren gizliliği esas almış bir hareket.

Askeri darbelere hep karşı mı çıktı?

Fethullah Gülen’in en büyük yalanlarından birisi askerî darbelere hep karşı çıkmış olması. Bir tek 12 Mart askerî darbesinde hapse girdi, İzmir’de bir müddet kaldı. Ama ondan sonra 12 Eylül’e açık destek verdi. Onun Sızıntı dergisinde başka isimle yazdığı başyazılarda bunları bulup “Âyet ve Slogan” 90 yılında çıktığında koymuştum. Sonra onlar çok da popüler oldu, nasıl askere, darbe yapan askerlere övgüler düzdüğü. Sonra onu tevil etmeye kalktı. Daha sonra da 28 Şubat Darbesi’nde çok kabaca “Beni alma onu al” dercesine Erbakan’ı ve Refah Partisi’ni askere yem edip kendini kurtarmaya çalıştı. 28 Şubat’ı yapan askerlere akıl vermeye kalktı televizyon programlarında. Ama sonra sıra kendisine geldi. 28 Şubat’ı da dolayısıyla, ilk başta en azından destekledi; ama 28 Şubatçılar onu desteklemedi, öyle diyelim.
15 Temmuz’u da tabii ki kendisi yaptı. En büyük yalan zaten budur. “Kim olduklarını bilmiyorum” diyor. “Beni tanıyor olabilirler, bazı derslere katılmış olabilirler. Hiçbir fikrim yok”. Sanki bunlar astsubay, üst çavuş vs. Generaller var, onlarca general var. Yarbay, albay, binbaşı vs. ama sırf generaller var. Demin söylediğim gibi yıllarca kendilerini gizleyerek var olmuş insanlar var. Ve “benim alâkam yok, benim bilgim yok. Beni aramış ve planlarını söylemiş olsalardı onlara ‘cinayet işliyorsunuz’ derdim” diyor. Aramış oldukları kesin. Ama onlara “cinayet işliyorsunuz” demediği de kesin. Eğer Türkiye’de Fethullah Gülen’e şu ya da bu şekilde sempati duyan, onun yapılanmasıyla irtibatlı insanlar bu darbeye bulaşmışsa –ki bulaşmış–, bu darbeyi organize etmişse –ki etmiş, bu çok net gözüküyor–, bunun Fethullah Gülen’den habersiz olma ihtimali yok.
Tabii ki Fethullah Gülen’in “Ben talimat verdim, darbeyi yaptılar ama beceremediler” diyecek hali yok. Böyle bir şey dediği anda herhalde Amerika’daki ikameti de sonlanır. Ama bu şeyi, bu tür açıklamaları en fazla karşısında zaten onu Türkiye’de Erdoğan’a göre daha iyi, daha tercih edilebilir gören bir yabancı gazeteciye söyleyebiliyor. Oradaki insanlar da, bu röportajı yapan insanlar da çok da fazla üstüne gitmiyorlar. Yani şunu söylüyor: “Bazıları beni tanıyor olabilir, benden etkilenmiş olabilir” diyor. Çünkü ortada belli ki birtakım deliller var. “Ama benim haberim yok” diyor.
Bu hareketin tarihini birazcık araştıran, birazcık Türkiye’ye gelip tarafsız gözlemcilere danışan eden, bu konuda yazılmış çizilmiş şeylere bakan birisi bu harekette böyle gevşek ilişkilerin olmadığını çok rahat görür. Burada çok rahat bir şekilde Fethullah Gülen’le başlayıp Fethullah Gülen’le biten bir hareket söz konusu. Dolayısıyla darbe gibi bir şeye generaller karışacak ve Fethullah Gülen’in bundan haberi olmayacak. Olmaması imkânsız. Eğer hakikaten darbeyi tasvip etmiyorsa bunu kesinlikle engellerdi. Ona rağmen, onun itirazına rağmen darbeye kalkışmış olmaları da imkânsız. Dolayısıyla bu darbe Fethullahçı subaylar tarafından onun talimatıyla yapıldı, ama başarısız olduğu için de Fethullah Gülen bu yalanlara sığınma ihtiyacı hissetti.

Gülen çoğulcu ve demokrat mı?

Son bir yalan daha: Türkiye’nin demokraside ilerleme kaydetmesi, fikir farklılıklarına saygı duymasını istediğini söylüyor. Benim gördüğüm kadarıyla bu hareket hoşgörü, diyalog gibi temaları öne çıkartmakla beraber kendinden olmayan kesimlere karşı çok müsamahasız bir hareket. Bunu Ergenekon, Balyoz süreçlerinde, güçlü oldukları dönemde çok net bir şekilde gördük. Bu hareket hoşlarına gitmeyen yazılar, kitaplar yazan insanları hızla kriminalize etmesiyle bilinen bir hareket. Zaten ilk yıllarında “Işık Evleri” tabir edilen öğrenci evlerine Fethullah Gülen’in kitapları dışında, izin verilen kitaplar dışında kitapların girmesine engel olmuş bir hareketten bahsediyoruz. Dolayısıyla bu düşünce özgürlüğü, çoğulculuk gibi kavramları bir vitrin, makyaj olarak kullanabilir; ama benim tanık olduğum kadarıyla bunları gerçekten sindirmiş bir hareket değil. Şurası muhakkak: Bu hareketin içerisinde yer alan çok sayıda insan gerçekten çoğulculuğu, demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri savunuyor olabilir. Ama Fethullah Gülen’in demokrasiyle, çoğulculukla ilgili olan, onu savunan bir insan olmadığına kişisel olarak eminim, bunu söyleyeyim. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.