Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Fethullah Gülen’in hedefi ne? Neye ve kime hizmet ediyor?

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/333572132″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayanlar: Gamze Elvan & Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar! Bugün, Fethullah Gülen’in neye hizmet ettiğini değerlendirmeye çalışacağım. Ne yapmak istediğini, hedefinin ne olduğunu değerlendirmek istiyorum. Çünkü bu soru aslında yıllardır, bu hareket ortaya çıktığından beri gündeme getirilen bir soru. Gazeteci olarak çok karşılaştım, özellikle yabancılar bu hareketi anlamaya çalışanlar, bu hareketin devlet içerisinde örgütlenme perspektifini de bilen, bir şekilde bunu kabullenen herkes, “Peki sonra ne yapmak istiyorlar?” diye bir soru sorarlar. Ve bu soru genellikle “Şeriat düzeni mi getirmek istiyorlar? İran gibi mi? Suudi Arabistan gibi mi?” diye devam eder ve Fethullah Gülen’in dile getirdiği İslam yorumu, bunlarla uyuşmadığı için de bu soru açıkta kalır, havada kalır.
Bu uzun bir süre benim de kafamı çok ciddi bir şekilde zorladı. Açıkçası tam olarak uzun bir süre bunun net bir cevabını bulduğumu düşünmedim. Devletin içerisinde sızma perspektifine çok eski zamandan beri bir gazeteci olarak, ilk 1986 yılında Nokta dergisinde, askerî okullara sızma haberini arkadaşım Can San’la beraber yapmış bir gazeteci olarak biliyordum. 1990’da çıkan Âyet ve Slogan kitabımda da “sessiz ve derinden giden” bu hareketin, hedefinin devlet içerisinde kadrolaşmak olduğunu yazmıştım; ama ötesinin ne olacağı konusu çok muğlaktı. Çünkü orada çok önemli bir perspektif sorunu vardı, bir hata yapıyorduk ya da yanlış bakıyorduk, eksik bakıyorduk. O da Fethullah Gülen’i ve hareketini bir İslamî cemaat olarak görmemizdi. Buradan dolayı sorun çıkıyordu; çünkü Türkiye’de çok sayıda cemaat var ve bu da onlardan birisi, zaten Türkiye genellikle sağ partiler tarafından yönetiliyor; yani daha önce Demirel ya da Menderes, ondan sonra Turgut Özal, daha sonra Tansu Çiller vs. İslamî cemaatler bu yönetimlerle de, özellikle de Fethullah Gülen’in kendisi ve cemaati de bunlarla iyi ilişkiler içerisindeydi. Daha fazla ne isterdi? “Devleti alsa farklı ne yapacak?” sorusu muğlak kalıyordu. Ancak bu son dönemde, özellikle Ergenekon süreciyle başlayan dönemde, AKP’yle ittifakı kurduktan ve devlet içerisindeki gücünü artık gizlemez olduktan sonra ve en son olarak da tabii 15 Temmuz’da darbe girişimine kalkıştıktan sonra, bu hareketin hedefinin daha da berraklaştığını düşünüyorum.

İslami cemaat değil, sekt

Öncelikle şunu söylemek gerekiyor: Bu bir İslamî cemaat falan değil. Bunu aslında ilk Fethullah Gülen kendini ortaya çıkarttığı zaman, medyanın karşısına çıkarttığı zamanlarda, 1990 başlarında, Milliyet gazetesinde –o sırada rahmetli Ufuk Güldemir gazeteyi yönetiyordu, ben de orada çalışıyordum– orada yazdığım bir yazıda Opus Dei adlı İspanya kökenli Katolik harekete benzetmiştim. Yanılmıyorsam Türkiye’de bu benzetmeyi ilk yapan benim, daha sonra başkaları da bunun üzerinde çok konuştu. Opus Dei’yi uzun uzun anlatmak zor olabilir; ancak şunu söyleyebiliriz: Bu hareket özellikle laik hayatın güçlü olduğu sektörlerdeki kadroları eğiterek, onları hıristiyanlaştırarak ya da dindarlaştırarak, buraları denetim altına kalmak isteyen, kontrol almak isteyen bir Katolik hareketti ve bu hareketin özellikle bir dönem Katolikliğin çok güçlü olduğu Latin Amerika ülkelerinde, sağ partiler üzerinden siyasete çok ciddi bir şekilde müdahale ettiğini biliyorduk. Opus Dei hâlâ etkili, ama eskisi kadar çok fazla konuşulan bir hareket değil. Opus Dei de özellikle Katolikliğin güçlü olduğu yerlerde okullar üzerinden örgütleniyor, İspanya kökenli olmakla beraber Latin Amerika’da ve başka ülkelerde okullar üzerinden örgütlenip buralarda elitler yetiştiriyor ve bu elitler eliyle de o ülkelerin yönetiminde etkili olmaya çalışıyordu. Fethullah Gülen’in de ilk yurtdışı okullarını Orta Asya’da açması, özellikle bu benzetmeyi çok ciddi bir şekilde gündeme getiriyor. Ancak ortada şöyle bir mesele var: Opus Dei, Vatikan’a bağlı olarak çalışan bir tarikat, yapılanmaydı –hâlâ öyle– ancak Fethullah Gülen’in herhangi bir yere bağlılığı yok, Fethullah Gülen’in hareketi başlı başına bağımsız bir hareket.
O zaman burada yapılmak istenen ne? Bu hareket, bir Opus Dei gibi ya da Batı ülkelerinde örneklerini gördüğümüz değişik dinlerin ya da uzaylılara vs. inanışın göründüğü, karizmatik bir lider etrafından örgütlenen “secte”lere benziyor, İngilizce “cult” da deniyor, “secte” de deniyor. Türkçeye genellikle “tarikat” olarak çevriliyor ama tarikatın bizdeki anlamı başka olduğu için bu Latince kullanılan tabiri kullanmak daha doğru olabilir, yerine tam bir Türkçe tabir ben açıkçası bilmiyorum, ama Fethullah Gülen’in hareketini bir “secte” olarak görürsek, yani Fethullah Gülen’i Türkiye’de diyelim ki Nakşibendilik ya da Nurculuk’un diğer kolları ya da bir Kadiri cemaatine benzetmek yerine, özellikle Batı ülkelerinde yaygın olan “secte”lere benzettiğimiz zaman anlamak daha kolay oluyor.
Burada, şöyle bir husus var: Kimi zaman değişik dinlerin kırması birtakım inanışlar olabiliyor; kimi zaman uzaya yönelik, uzayda yaşadığı varsayılan canlılara yönelik birtakım inanışlar olabiliyor; kimi zaman da tamamen başka tür spiritual/manevi inanışlar oluyor, ama bütün bunların hepsinin temelinde bir şahıs var ve bu şahsın etrafında örgütleniyor bu “secte”ler ve burada o şahsın etrafında toplanan herkes, hayatını bu şahsa aktarıyor, bu kişiye aktarıyor, lidere aktarıyor. Hayatlarından fedakârlık yapıyorlar, ailelerinden fedakârlık yapıyorlar ve yapılanma o kişi üzerinden örgütleniyor. Türkiye’de Fethullah Gülen Hareketi’nin de, baktığımız zaman aslında zamanla, özellikle kendine güvendiği andan itibaren yaptıklarına baktığımız zaman, bunun bir İslamî cemaatten ziyade bir “secte” olduğu daha net bir şekilde görülebiliyor.

Güç toplayana kadar yeraltında

O âna kadar, belli bir güç toplayana kadar bu hareket büyük ölçüde yeraltında ve yerüstüne çıktığı zaman da kendini gizleyerek, gerçek yüzünü gizleyerek varoldu. Şimdi, şöyle bir örnek vereyim: Fethullah Gülen’in Gayrimüslimler hakkında söylediği çok belli, resmi görüşü. Ne diyor? “Dinler-arası diyalog” diyor, “hoşgörü” diyor. Toplumun değişik kesimleri hakkında söyledikleri belli; mesela Alevilere yönelik açılım yapıyor, cami-cemevi diye projeler başlıyor vs. ya da siyasetçilere yönelik söyledikleri belli, genellikle onların suyundan gidiyor. Ama bugün mesela Ankara’da açılan Çatı Davası’nın iddianamesinde savcılar örgüt üyeleri üzerinde ele geçirilen, Fethullah Gülen’den gelen birtakım notları ya da talimatları koymuşlar, bir kısmını koymuşlar. Onların bir kısmını ben bugün Twitter’da da paylaştım.
Mesela, kamuoyuna dönük yüzünde Aleviliğe karşı çok sempatik ya da en azından empatik olan Fethullah Gülen’in örgüt içi yazışmalarda “kızılbaş” tabirini kötü, olumsuz bir bela olarak kullandığını pekâlâ görüyorsunuz. Orada, herkese karşı normalde çok iyi ilişkiler içerisinde olduğu kişiler hakkında söylediklerine baktığınız zaman çok net bir şekilde görüyorsunuz. Cemaat’in zamanında bir kendi resmî gazeteleri vardı, Türkiye’de medyada çok güçlüyken, mesela Zaman gazetesi vs. Bugün gazetesi, buralarda yazılan diyelim ki Gayrimüslimlerle ilgili yazılanlara baktığımızda; aynı tarihte güçlü olduğu zamanlarda birtakım internet siteleri vardı, bu Gülen örgütü tarafından çıkarıldığı bilinen internet siteleri vardı; buraları da okuduğunuz zaman da aslında Gayrimüslimlere karşı ne kadar artniyetli yaklaştıklarını, onlardan hiç de hoşlanmadıklarını pekâlâ görebiliyordunuz. İkili oynuyorlardı, bunun Fethullah Gülen tarafından da yapıldığını net bir şekilde görüyoruz.

İktidarı elinde tutan kişi olma arayışı

Peki, Fethullah Gülen ne istiyor? Bu anlamda baktığımız zaman bir şeriat devleti ya da benzer birtakım din devleti falan gibi kalıplarla açıklanabilecek bir şey değil. Ama şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; dünyada tarih boyunca değişik örneklerini gördüğümüz bu türden kişi temelli hareketlere baktığımız zaman, “secte” türündeki hareketlere baktığımız zaman, o kişiler, o lider ne istiyorsa bir benzerini istiyor. Yani güçlü olmak, tek güçlü kişi olmak ve dolayısıyla Türkiye’ye diyelim ki, hatta İslam dünyasında kontrolünü ele geçirmek ve bu bir yerden sonra nasıl demokrasi mi ya da şeriat mı ya şu mu ya bu mu, bunları çok da fazla bir önemi yok. Burada, birtakım elitler yetiştirerek, o elitler eliyle devletin içerisinde örgütlenerek daha sonra zamanı geldiği zaman, o devletin bir şekilde söz sahibi, iktidarı elinde tutan kişi olmak arayışı olarak görmek pekâlâ mümkün.
Dolayısıyla bunu İslam’la tek başına İslamiyet’le ya da onun geldiği Nurculukla açıklamak bir yere kadar gidebiliyor, ama bir yerden sonra burada Fethullah Gülen’in kendisini görüyoruz. Ve bu bakımdan aslında bu hareketin içerisinde yer alan herkesin bu perspektiften haberdar olduğunu söylemek mümkün değil. Gerçekten bu hareketin içerisinde bunu bir eğitim hareketi, bir hizmet hareketi olarak gören çok sayıda insan var ve onların büyük bir kısmı Türkiye’de şu anda işinden oldu, özgürlüğünden oldu. Ama hareketin içerisinde belli hiyerarşilere yükselen insanlar bu hareketin, eğitim vs.’yi öne çıkartmakla beraber, başka bir tür bir iktidara yönelen tepeden tırnağa siyasî bir hareket olduğunun farkındalar.

Aşağıdakiler ve yukardakiler

Yaşadığımız hayatın içerisinden şöyle bir örnek verelim: Bugün bu hareket için dişinden tırnağından artırarak vermiş olan, maaşlarının belli bir yüzdesini vermiş olan insanlar, gerektiğinde çok daha iyi para kazanabilecekken bu hareketin okullarında vs. değişik kurumlarında çalışarak çok az paraya talim eden insanların önemli bir kısmı şu anda gerçekten mağdur durumdalar, çile çekiyorlar, hapisteler, işlerinden alındılar vs. oldular. Ama birtakım insanlar var; bu hareketin üst düzeyinde olduğunu bildiğimiz, gazeteciler şunlar bunlar, imam diye tabir edilen insanlar var. Bunların büyük bir kısmı yurtdışına kaçtı. Hiçbir üretim yapmadan gayet güzel bir hayat sürüyorlar. Ve bu anlamda baktığımız zaman bu hareket, kendi içerisinde çok ciddi sınıflara ayrılan bir hareket. Ve bu kademe kademe yükseldikçe insanların hareketteki bilgisi, hareketin gerçek bilgisine daha yakın oluyorlar, daha alttakiler daha uzak oluyorlar. Dolayısıyla bugün kendi halinde bir Fethullahçı’yla tartıştığınız zaman onun “Hocaefendi” diye tabir ettiği Gülen için kendini siper etmesi aslında çok da yalan olmayabiliyor. Gerçekten onlar peşinden gittikleri kişinin saf, temiz, tamamen ne yapıyorsa İslamiyet için yapan, hatta Said Nursi’nin bayrağını devralmış bir kişi olarak gören çok sayıda inanmış insan var. Ama yukarıya doğru çıktığınız zaman insanlar bunun hiç de öyle bir –kendi tabirleriyle– “Hizmet” hareketi olmadığı, tamamen bir iktidarı ele geçirme hareketi olduğunu biliyorlar.

Peki iktidarı ele geçirince ne olacak? İşte burada bir başka soru çıkıyor. İktidarı ele geçirince ne olacak? Dünyanın her yerinde muktedirler, özellikle otoriter ve totaliter rejimlerdeki iktidar sahipleri niçin otoriter ve totaliter rejimler inşa ediyorlarsa benzer bir şey Fethullah Gülen için de geçerli. Fethullah Gülen’in demokrasiyi… ki son günlerde biliyorsunuz 15 Temmuz’un yıldönümü nedeniyle Batı medyasında bol miktarda kendisiyle yapılmış mülakatlar çıkıyor ve orada kendisinin çok emin bir şekilde demokrasi, çoğulculuk vs. savunusu yaptığını görüyoruz — ki bunun onun öğretisini yakından takip eden, onun metinlerinin kazımasını yapan insanlar için hiç de gerçekçi olmadığını ve bu hareketin pratiğini izleyen insanlar için hiç de gerçekçi olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Yoksul dindar ailelerin zeki çocukları

Bir önemli husus şu: Türkiye’de Cumhuriyet, eğitim yoluyla özellikle, burada kendi halindeki insanların, yoksul insanların, halkın, alt sınıfların üst sınıfa yükselebilmesine imkân sunuyordu. Herkes için olmasa bile özellikle yoksul ailelerin zeki çocukları, başarılı çocukları eğitim aracılığıyla, parasız yatılı okuyarak vs., bir zamanlar Köy Enstitüleri’yle, daha sonra birtakım devlet okullarıyla –ki ben bunlardan birisinden, Galatasaray Lisesi’nden geliyorum– ya da daha sonra Anadolu liseleri ve Fen liseleri aracılığıyla hepsi olmasa bile belli bir grubunun önü açılabiliyordu. Ve bu insanlar, alt sınıflardan yetişen çocuklar pekâlâ Türkiye’nin değişik sektörlerde yeni elitleri olabiliyorlardı ve böyle bir dinamizmi vardı Cumhuriyet’in. Ve bu belli bir yerden sonra, özellikle 60’lı yılların sonlarına doğru, 70’li yıllarda ekonomik krizlerle beraber ve sağ iktidarlarla birlikte tabii, sosyal devlet kavramından uzaklaştığı ölçüde aşındı. Ve bu anlamda Fethullah Gülen’in bunu çok iyi kullandığını görüyoruz. Eğitim yoluyla, özellikle yoksul ailelerin çocuklarıyla, yoksul ve dindar ailelerin parlak çocuklarıyla başladı bu hareket ilk olarak. Dershanelerle başladı, ondan sonra kolejlerle gitti ve üniversitelerle devam etti. Aynı şekilde yoksul aile çocuklarının bir kısmının elitleşmesinde çok önemli bir rol oynayan askerî okullara el attı. Askerî liselere, astsubay okullarına el attı ve buralardan belli anlamlarda, sosyal devletten uzaklaştıkça devletin bıraktığı boşluğu kullandı ve aslında paralel devlet denen olay bununla beraber başladı. Bir yerden sonra, tabii devletin içerisinde belli bir güce sahip olduktan sonra okullara, dershanelere ek olarak neyi kattı –ki bu çok önemli–: Soru çalma. Artık öyle bir noktaya geldi ki, Fethullahçı dershanelerden ya da okullardan yetişen çocukların iyi yerleri kazanma imkânı olduğu gözüktü. Biz bunu belli bir dönem verilen eğitime bağladık. Ama belli bir aşamadan sonra eğitimin kalitesinden ziyade, belli bir aşamadan sonra devlet içerisinde yuvalanmış olmanın verdiği imkânla soru çalma olayını ve çalınan soruları dağıtma olayını kullandıklarını gördük. Yani devleti ele geçirmek için devletin imkânlarından faydalanan bir hareket söz konusu. Evet bu konu çok daha uzun ve üzerine çok tartışılması gereken, serinkanlı bir şekilde tartışılması gereken bir husus. Tekrar şunu söylemek istiyorum: Karşımızda İslamî bir cemaat yok. Tabii ki referansları İslam’dan, Nurculuk’tan, başka yerlerden. Ama bu esas olarak dünyada örneklerini gördüğümüz “secte”lere benzeyen, kişi etrafında örgütlenmiş bir hareket.

Guantanamo kıyafeti

Bu konuyla birebir alâkalı değilse de şunu söylemek istiyorum: 15 Temmuz’un anmaları ya da kutlamalarında –karıştı o da– yapılan faaliyetlerde, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı konuşmada iki husus dikkat çekiyor. Bir: İdam; iki: Guantanamo’daki gibi portakal rengi elbise giydirmek. Kimlere? Darbe zanlılarına. Bu ikisi de öne çıkan hususlar bunlarda. Ayrıca muhalefet partisine falan söylediklerini bir kenara bırakalım. Bu ancak kitlelerin gazını almakta etkili olabilecek bir şey. Bunlar çözüm değil. Bunlar tam tersine varolan sorunu daha da kızıştırıcı şeyler. Çok basit bir şey söyleyelim: Bir, zaten idam kararı çıksa bile darbecilere uygulanabilecek bir şey değil. Çünkü evrensel hukukta idam, sonradan gelen ağır cezalar, geçmişe yönelik olarak uygulanamıyor. Bir kere böyle bir şey yok. İkincisi, idamın caydırıcılığı konusu çok eskiden beri yapılan ve aslında bence tamamlanmış bir tartışma. Böyle bir caydırıcılık maydırıcılık yok. Ve idam bir insanlık suçu. Siz darbeyi bir suç olarak görüyorsunuz — ki doğru. Darbe gibi bir suçu cezalandırırken bir başka insanlık suçuna başvurmak sizi haklıyken haksız duruma götürür.
İkincisi: Şu elbise meselesi. Bu nereden nasıl akla geldi, bunu kim üretti bilmiyorum; ama kendisine hakikaten madalya takmak lazım. Bu kadar da hafızalarda sıcak olan, İslam dünyası ve hatta İslam dünyasının dışında da, Batı’da insan haklarına önem veren herkes tarafından hep bir ürpertiyle hatırlanan Guantanamo’yu Türkiye’ye taşımaya çalışmak hiç akıl kârı bir şey değil. Orada, Guantanamo’da çok sayıda insanın suçsuz olduğu ortaya çıktığı, yapılanların insanlık-dışı olduğu hep dile getirildi vs. Guantanamo’yla ilgili şu anda Google’a girin, yapın aramaları. Arama yaptığınız zaman hakkında olumlu edilmiş tek bir şey göremezsiniz. Kaldı ki Guantanamo’dan hiçbir sonuç çıkmadı. Guantanamo zamanında El Kaide vardı. El Kaide’yle mücadele etme adına oğul Bush bu tür faşizan uygulamalara gitti. Ne geldi yerine? El Kaide’yi aratacak bir IŞİD geldi. Dolayısıyla siz bu tür yöntemlerle en fazla kendi intikam duygularınızı geçici de olsa tatmin edersiniz. Ama buradan bir sonuç elde edemezsiniz. Tam tersine bu tür insan onuruna aykırı davranışlarla hak etmeyen birtakım insanlara hak etmedikleri birtakım pâyeleri kendi elinizle sunmuş olursunuz. Tek tip elbise giydirmek, hele bunu Guantanamo’daki gibi yapalım demenin Türkiye’de bu darbeci zihniyetle, Fethullah Gülen ve onun demin tarif etmeye çalıştığım “secte” yapılanmasıyla mücadelede hiçbir yararı olacağını sanmıyorum. Sanmıyorum değil, olmayacağına eminim. Tam tersine onların ömrünü uzatacak bir şeydir. Bu tür fantastik arayışlar yerine bu hareketle, bu darbeci zihniyetle, Türkiye’de demokrasiye, çoğulculuğa aykırı bu faşizan zihniyetle mücadele etmenin daha sivil yollarını, daha hukuk devleti içerisinde, demokrasi içerisinde, insan haklarına ve onuruna saygılı bir şekilde yollarını bulmamız lazım. Aksi takdirde kısa vadede çözüm olarak düşünülen öfke dindirici bu hareket, orta ve uzun vadede bu yapının çok ciddi bir şekilde işine yarayacaktır.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.