Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Türkiye’de Yahudi karşıtlığı

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/334179234″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayanlar: Şükran Şençekiçer & Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Kudüs’te Mescid-i Aksa’da yaşanan gerginliklere paralel olarak burada, İsrail Devleti’nin uygulamalarına, yasaklarına ve Mescid-i Aksa’ya girmek isteyenlere yönelik baskılarına, saldırılarına tepki olarak dünyada ve Türkiye’de birtakım gösteriler oluyor, İsrail’in protesto edilmesi anlamında. En son bugün 50 yaşın altındakilerin Cuma namazına girmesine İsrail Devleti izin vermedi ve gerginlikler bugün de sürüyor. Bu bağlamda dünyanın dört bir tarafında –İslam dünyasında tabii– protestolar var. Bu protestolar Türkiye’de de yaşanıyor. Ve bu protestolar bir yerden sonra İsrail eleştirisiyle Yahudi karşıtlığı arasında gidip gelebiliyor. Bunun çok çarpıcı bir örneğini dün akşam yaşadık. Alperen Ocakları’ndan bir grup İstanbul’daki Neve Şalom Sinagogu’na gittiler, orayı tekmelediler. Gerekçe: Mescid-i Aksa’daki İsrail Devleti’nin uygulaması. Şimdi nereden bakarsanız bakın anlaşılmaz, yanlış ve ırkçı bir yaklaşım. Çünkü çok net bir şekilde Neve Şalom Sinagogu’yla İsrail’in bir alâkası yok. Burası Osmanlı’dan beri varolan ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının kullandığı bir ibadethane. Siz İsrail devletinin yaptığı birtakım zulümleri, haksızlıkları protesto etmek için kendi vatandaşlarınızın ibadethanesinin önünde gövde gösterisi yapıyorsunuz. Bu bağlamda Yusuf Sarfati, Amerika’da yaşayan bir akademisyen, siyasetbilimci, Türkiye Yahudisi, çok çarpıcı bir tweet attı. Şöyle dedi: “İsrail’i kınamak için sinagoga saldırmak, Suudi Arabistan’ı kınamak için camiye saldırmakla aynıdır ve bir ırkçılıktır” dedi ki, doğru söyledi.

Yahudiliğe değil siyonizme karşı olduklarını söylüyorlar

Al Sharq Forum’un araştırma direktörü Galip Dalay da bu konuda benzer bir şey söyledi. Şunu söyledi: “Büyükelçilik ve başkonsolosluklar bu protestoların adresi olabilir. Ama sinagoglar olamaz. Bu ülkenin vatandaşına rehine muamelesi yapılamaz.” Bu bir anlık bir olay değil. Bir kere yaşanmış bir olay değil. Bu çok öteden beri Türkiye’de Anti-Semitizm olarak da adlandırılan Yahudi düşmanlığının –Yahudi aleyhtarlığı, karşıtlığı diye yumuşatalım– çok net bir tezahürü aslında. Şimdi şu anda, biraz önce gördünüz görüntüleri, bu kişilere sorarsanız Yahudi düşmanı değiller. Onlar Yahudiliğe değil Siyonizm’e karşı olduklarını söyleyeceklerdir. Bu dünyanın dört bir tarafında Anti-Semitlerin büyük ölçüde kullandığı bir argüman. Ama burada baktığımız zaman, İsrail Devleti’ne yönelik olduğu söylenen protestonun muhatabı doğrudan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ve onların özgürce ibadet etmeleri için varolan bir ibadethane.

Neve Şalom’un acı tarihi

Neve Şalom zaten öteden beri Türkiye’de Yahudiliğin en önde gelen kurumlarından birisi oldu. Bu yüzden de başına çok iş gelmiş bir sinagog. 6 Eylül 1986’da Filistinli birtakım saldırganlar sinagoga girerek çok büyük bir katliam, bir terör saldırısı gerçekleştirmişlerdi. Uzun bir süre sinagog kapalı kaldı ve güvenlik açısından yenilendi. Ve 20 Mayıs 1987’de açıldı. Daha sonra 1 Mart 1992’de bombalı saldırı yapıldı, ama alınan önlemler nedeniyle etkisi olmadı. Ama 15 Kasım 2003’te sabah saat 9:14’te, bir Cumartesi günü, tam ibadet zamanı –ki 1986 saldırısı da yine bir Cumartesi sabahı ibadet sırasında yapılmıştı– El Kaide’nin araçlı intihar saldırısına sahne oldu Neve Şalom. Sinagogun içerisine bir şey olmadı, ama dışında Yahudi cemaatinden de kişilerin olduğu çok sayıda insan hayatını kaybetti. İki dakika sonra da Şişli’deki Beth Israel Sinagogu’na yine El Kaide araçla saldırmıştı.
İsrail’i protesto etme gerekçesiyle sinagoglara yapılan bu tür saldırıların doğrudan Yahudiliğe, bir dine yönelik ve o dine inananlara yönelik saldırılar olduğu çok açık ve net. İsrail Devleti’nin hiçbir siyasî uygulaması bu saldırıları meşrulaştıramaz. Bunu şöyle daha net anlatabilirim: İsrail Devleti’nin saldırılarını protesto etmek için, İsrail’de bir sinagoga saldırmanız da Anti-Semitizmdir. Çünkü burada bir devletin politikaları bir dine mal edilmektedir. İsrail Devleti’nin böyle bir iddiası olabilir. İsrail Devleti kendisini Yahudi devleti olarak tanımlıyor olabilir. Ama buna cevabı yine Yahudilerin ibadethanelerine yönelik olarak yaptığınız zaman da İsrail Devleti’nin çizdiği sınırlar içerisinde oluyorsunuz demektir.

Her kesimi kapsayan Yahudi düşmanlığı

Türkiye’de Anti-Semitizmin tarihine baktığınız zaman, dünyada çok daha köklü olan Anti-Semitizmin Türkiye’de de çok ciddi şekilde varlığını görüyoruz. Bir Yahudi azınlığı olmasına rağmen ve bu Yahudi azınlığın kimi zaman birtakım figürlerinin, özellikle iş dünyasında öne çıkmasına rağmen, Türkiye’de büyük ölçüde entegre olmuş olmalarına rağmen, Türkiye’de hâlâ Yahudilere bir tür misafirmiş gibi –Kanuni döneminde olduğu gibi–, bir vatandaştan ziyade bir misafir muamelesi yapma yaklaşımı var. Bu tek başına Anti-Semitizm olmaz tabii ki. Ama bunun bile bir önyargılılık, ayrımcılık olduğunu kabul etmek lazım. Ama çok daha köklü, ideolojik bir Anti-Semitizm bu topraklarda hep varlığını gösterdi. Uzun bir süre Türkiye sağında bunun yaşandığını gördük. Milliyetçi sağda, hatta İkinci Dünya Savaşı sırasında, o dönemde Hitler Almanya’ya tahakküm ettiği zaman ve bir Yahudi aleyhtarlığı yaptığı zaman, Türkiye’de de belli çevrelerde bunun yansıması olduğunu biliyoruz. Daha sonra İslamî çevrelerde, İslamî grupların içerisinde de bu tür Anti-Semit görüşlerin, yaklaşımların kendini gösterdiğini biliyoruz.

Sabetaycı avcısı solcular

Ama sadece sağla sınırlı değil. Solun da, kendini solda tanımlayan bazı kişi ve çevrelerin de özellikle son yıllarda Anti-Semit çıkışlar yaptığını görüyoruz. Burada da genellikle Sabetaycılık üzerinden bu yapıldı. Nedense son dönemde biraz unutuldu, ama bir dönem Türkiye’de 2000’li yılların başlarında özellikle ve ortalarına kadar Sabetaycılık, Türkiye’de kendini kanıtlayamamış sol iddialı birtakım insanların bayağı bir jimnastiği haline geldi. Listeler yayınlandı, kitaplar basıldı, herkes bir şekilde Sabetayist ilan edildi ve bunların birtakım gizli planları olduğu vs. söylendi. Sabetaycılık tabii ki Yahudilik içerisinden çıkmış olan bir “secte” olarak farklı bir özelliği var; ama genellikle Sabetaycılık üzerine yapılanlar, Yahudilikle bir şekilde büyük ölçüde eş tutuldu ve dolayısıyla Sabetaycılığa karşı yapılanları da bir Anti-Semitizm ve dolayısıyla ırkçılık olarak çok kolaylıkla tanımlayabiliriz. Böyle kolektif bir ırkçılık söz konusu Türkiye’de, dönem dönem depreşiyor, İsrail Devleti’nin Filistinlilere yönelik zulümleri bunları çok fazla tetikliyor; ama şu anda da, mesela bugünlerde de bunu yaşıyoruz.
Sorun şu: Şu anda Türkiye, bir süredir, uzun bir aradan sonra İsrail Devleti’yle ilişkilerini normalleştirmeye başladı, karşılıklı olarak büyükelçiler atandı, yollandı ve özellikle enerji alanında çok ciddi işbirliklerine gidiliyor, daha geçen günlerde Berat Albayrak’ın İsrail Enerji Bakanı’yla yaptığı görüşmenin fotoğrafları çıktı, birtakım boru hatları vs. bayağı bir işbirliği söz konusu. Türkiye’yle İsrail arasındaki ekonomik ilişkiler de gelişecek ve siyasî anlamda da diplomatik ilişkiler de tekrar güçleniyor. Bu kesinlikle iyi bir şey, daha önceki dönemde yaşananlar sorunluydu.

One minute sürecinden çıkış

“One minute”le beraber başlayan o süreç, Türkiye için çok sorunlu bir süreçti; ama o dönemde “one minute” olayı ve sonrasını eleştirmeye kalktığınız zaman Türkiye’de –ki benim başıma geldiği için biliyorum– gerçekten çok riskli bir şeydi. Genellikle büyük bir mutabakat oluşmuştu “one minute”ün ardından ve Cumhurbaşkanı –o tarihte cumhurbaşkanı değildi– Recep Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı, uzun bir süre bu “one minute” ve İsrail’le olan bu gerginlikten siyaseten Türkiye’de, hem Türk kamuoyunda hem de İslam dünyasında, özellikle de Arap kamuoyunun nezdinde bundan epey istifade etmişti. Daha sonra Mavi Marmara olayı yaşandı, burada da İsrail Devleti’nin Mavi Marmara gemisine saldırıp, orada bir katliam gerçekleştirmesi üzerinden tekrar bu yürüdü ve bu anlamda da çok büyük çaplı gösterilere tanık olundu Türkiye’de.
Ve birdenbire, bütün bunlar olmamış gibi yeni bir döneme girildi. “Zararın neresinden dönülse kârdır” diyerek bu normalleşmenin olumlu olduğunun altını tekrar bir kere daha çizmek istiyorum; ancak şunu özellikle vurgulamak lazım: Bu dönemlerde, “one minute” ve sonrasında çok net pozisyonlar alan ve aşırı ölçüde İsrail Devleti’yle bir hesaplaşma içerisine, meydan okuyuş içerisine giren siyasî iktidarın şu son dönemde bu Mescid-i Aksa olayında genellikle çok daha alt düzeyde tepkiler gösterdiğini görüyoruz. Cumhurbaşkanı, İsrail Cumhurbaşkanı’yla telefonla görüştü; yapılan açıklama: Abbas’la görüştü, İsrail Devleti’nin uygulamalarının kabul edilemez olduğunu söyledi vs. ve bir diplomatik dili kullanıyor; normal olan da budur. Ancak sokağa taşan dilin, bu diplomasinin çok ötesinde olduğunu görüyoruz ve bu sokağa taşmada da siyasî iktidarın belli bir toleransının olduğunu görüyoruz. Burada çelişkili bir durum var.

Devletten Yahudi aleyhtarlığıyla mücadele etmesi beklenemez

Sonuç olarak, tabii ki İsrail Devleti’ni protesto etmek, Mescid-i Aksa’da Filistinlilerin yanında yer almak doğru bir şeydir, bu anlamda sonuna kadar doğru bir şeydir, ancak bunun Yahudi aleyhtarlığına çok kolay geçtiği ya da bu gösterilerin Anti-Semitik kişi ve çevreler tarafından kontrol edilebileceği ve kimi durumlarda da edildiği –dün akşamki Neve Şalom olayında olduğu gibi– bir realite. Buna karşı da bir duruşun sergilenmesi gerekiyor. Devletten bu duruşu sergilemesini beklemek çok saflık olabilir; onun için sivil toplumun, vatandaşların, bireylerin, kanaat önderlerinin bu konuda çok net bir duruş sergilemesi gerekiyor. İsrail Devleti’ni eleştirmekle, onu protesto etmekle Yahudiliği hedef göstermekle ve Yahudileri hedef göstermek –ki bunlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, TC vatandaşları olmasalar da hiç fark etmez, ama vatandaş olduklarını vurgulamakta da özellikle yarar var– Yahudiliğin ve Yahudilerin hedef gösterilmesinin bir ırkçılık olduğunu çok net bir şekilde vurgulamak gerekiyor. Hiçbir zulüm, İsrail Devleti’nin yaptığı hiçbir yanlış uygulama, uyguladığı hiçbir katliam, Yahudi aleyhtarlığını, Yahudi düşmanlığını, dolayısıyla Anti-Semitizmi meşru kılmaz. Ona zemin hazırlıyor olabilir; ama önemli olan, hazırlanan zemine rağmen böyle bir duruşu sergilememektir.
Tabii burada bir hususun tekrar altını çizmek lazım: Alperen Ocakları denen yapı nedense Türkiye’de olur olmaz zamanlarda böyle çıkışlar yapıyor. LGBTİ Onur Yürüyüşü’nde de yaptılar. Daha önce Karadeniz’de birtakım insan hakları ihlâllerini protesto edenlere karşı yaptıklarını biliyoruz, onların da böyle her durumda kendilerine ortaya atmalarının ve rol çalmalarının da altını kalın bir şekilde çizmekte yarar var.
Evet, toparlayacak olursak: Çok söyledim, bir daha söylüyorum, Yahudi düşmanlığı ırkçılıktır; bu çok net. Ayıp bir şeydir, utanılacak bir şeydir. TC vatandaşlarının Yahudi düşmanlığından, her türlü dine düşmanlıktan, ama en popüleri olan Yahudi düşmanlığından uzak durmalarının Türkiye için de çok hayırlı olduğunu, özellikle doğru bir şey olduğunu vurgulamak istiyorum.
Bir not düşeyim: Haftaya pazartesi saat 12:00’de bu konuların Türkiye’deki en önde gelen uzman isimlerinden Rıfat Bali’yle “Türkiye’de Yahudi Düşmanlığının Tarihi”ni konuşacağım. İlgili olanlara şimdiden bunu duyurmak isterim.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.