Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Cumhuriyet Davası’nda gördüklerim ve hissettiklerim

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/334795104″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler! Bugün Cumhuriyet Gazetesi Davası ikinci gününde. Bu duruşmanın bugün öğleden önce yapılan bölümünü izledim; gittim salonda izledim. Orada gördüklerimi, hissettiklerimi anlatmak istiyorum. Öncelikle çok hazin bir durum olduğunu söylemem lazım. Çok yakın arkadaşlarım uzun zamandır tutuklular; gerçekten sudan bahanelerle — gerekçe de değil, bahanelerle. Kadri Gürsel –ki 1972’den beri birbirimizi tanırız, Galatasaray Lisesi’nde aynı yıl hazırlığa girdik ve aynı sınıfta okumadık, ancak 1976’dan itibaren, yani 41 yıldır çok yakın arkadaş olduk; farklı sınıflarda olmamıza rağmen yol arkadaşlığı da yaptık. Sonra hemen hemen aynı zamanlarda, farklı yerlerde de olsa gazetecilik yaptık. Hayattaki en yakın arkadaşlarımdan birisidir kendisi. Bugün salonun içerisinde uzaktan birbirimize el salladık.
Ahmet Şık, bu meslek hayatımda tanıdığım, Türkiye’deki en iyi gazetecilerden birisidir ve her şey bir yana, iyi gazeteciliğin yanı sıra iyi bir insandır, sağlam birisidir. Duruşuyla herkese örnek olması gereken bir insandır, ama o zor bir örnek, onun duruşunu sergilemek çok ağır ve bedelleri de beraberinde getiriyor. Nitekim aynı salonda Ahmet Şık, Odatv Davasında yargılandı. O zamandan bu zamana Türkiye tepeden tırnağa değişti, ama Ahmet Şık aynı salonda yargılanıyor. İlginçtir, Ahmet Şık’ı o salonda yargılayanlar, yargıcı, savcısı, hemen hemen hepsi ya içeride ya da yurtdışına kaçmış durumda; ama Ahmet yine aynı salonda yargılanıyor. Zaten orada bir nevi en deneyimli isim oydu, profesyonel zanlı, tutuklu oldu. Burada kusur Ahmet’te değil; burada kusur tek kelimeyle devlette. Devleti yönetenler ya da yönetim şekli değişiyor, ama devletin vatandaşına ve gazetecisine uyguladığı muamele yine aynı kalıyor.

Dünden bugüne değişen

Murat Sabuncu –ki bugün onun savunmasını dinledim, beraber çalıştığımız, özellikle Milliyet gazetesinde aynı dönemlerde çalıştığımız bir gazeteci– en son Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmeniydi tutuklandığı zaman. Murat da bambaşka bir gazetecidir, gerçekten iyi gazetecidir. Murat bugünkü savunmasında da söyledi; Ahmet ve Nedim içerideyken Nedim’in kayıtlı ziyaretçisi olarak her hafta Nedim’i cezaevinde ziyarete gitmişti çıkana kadar, böyle de dayanışmacı bir kişiliği vardır. Burada bir not düşeyim: Dünden bugüne değişen en önemli hususlardan birisi; o tarihte Ahmet ve Nedim’i ben de savcılıktan aldığım özel izinlerle ziyaret edebiliyordum. Bir hafta birine, bir hafta diğerine gidiyordum. Sonra izlenimlerimi o dönemde yazdığım gazetede yazıyordum ya da televizyon programlarında, NTV’de anlatıyordum ve nispeten kolaydı. Ama bu dönemde 45 yıllık arkadaşım Kadri Gürsel’le görüşmek için izin almam mümkün olamadı. Arada çok büyük bir fark var o tarihten bu tarihe; yani Ergenekon döneminden şimdi 15 Temmuz sonrasına.
Aradaki en büyük fark belki de şu: O tarihte bir ittifak söz konusuydu ve ittifakın bir tarafının mağdur ettiği insanlara karşı –ki o zaman Cemaat ya da Fethullahçılar–, hükümet belli esneklikler sağlayabiliyordu. Yani Murat’ın Nedim’i, benim Ahmet ve Nedim’i ziyaret edebilmemizde AKP hükümetinin bir toleransı vardı. Ama şu anda ittifak falan yok, AKP tek başına, daha doğrusu Recep Tayyip Erdoğan ülkeyi tek başına yönetiyor ve burada artık hiçbir tolerans yok. Devlet içerisindeki birtakım tartışmalardan, farklı bakışlardan istifade etme gibi bir imkân yok. Dolayısıyla şu anda gerçekten bir önceki döneme kıyasla çok daha ağır koşullarda süren bir tutukluluk ve yargılama süreci söz konusu. Mahkeme salonunda da bu hissediliyordu, daha önceki dönemlerde aynı salonda tutuklu arkadaşlarımızla çok daha yakın temas kurma imkânımız vardı, şimdi çok daha katı bir uygulama var.

Tutuklu haklarındaki kötüleşmeler

Dünkü oturumda mahkeme başkanının daha anlayışlı olduğu söyleniyordu; ama bugünkü oturumda daha bir sert bir tavır aldığını gördük. Örneğin, salonda ayakta izlemeye kesinlikle izin vermeyeceğini söyledi; başka şeyler de var. Şunu gördüm ki; çok net bir şekilde o Ergenekon, Odatv süreçleriyle bu süreçler arasında bayağı bir fark var. Cezaevi görüşlerinde getirilen kısıtlamalar, avukat görüşlerine getirilen kısıtlamalar — ki bunların hepsi de, biliyorsunuz, OHAL gerekçesiyle yapılıyor. Çok büyük bir fark var ve çok büyük bir gerileme var. Tutuklu hakları meselesi çok önemlidir. Hayatının 18 ayını tutuklu olarak cezaevinde geçirmiş birisi olarak söylüyorum, dışarıdan birçok insanın gözünde, “Aman onlar da bir suç işlemişlerdir ki içeridedirler” diye bir yaklaşım olabiliyor. Suç işlemiş olsun ya da olmasın –ki Cumhuriyet gazetesi olayında çok net bir şekilde ortada bir suç falan olmadığı görülüyor– bu insanların cezaevlerindeki koşulları, cezaevlerinde tutukluların koşulları –ki tutukluluk, biliyorsunuz, mahkûmiyet anlamına gelmiyor–, tutukluluk koşulları o ülkenin hukuk devleti olup olmadığının en önemli kıstaslarından birisidir ve şu anda yaşadığımız süreçte çok net bir şekilde görüyoruz ki bu anlamda Türkiye net bir şekilde sınıfta kalmış durumda.
Kimse 15 Temmuz Darbe Girişimi’ni buna bahane yapmaya kalkmasın. Burada söz konusu olan Türkiye’nin en köklü gazetelerinden birisi, Türkiye’nin en önde gelen gazetecileri; Kadri Gürsel şu anda Türkiye’nin dünya çapında gazetecilik standartlarına sahip az sayıdaki isimden birisi, Ahmet Şık bugün Türkiye’de gerçekten araştırmacı-gazeteciliği uluslararası çapta da yapabilecek olduğunu kanıtlamış çok önemli bir isim, Murat Sabuncu özellikle ekonomi gazeteciliğinden gelir ama editoryal anlamda kendini kanıtlamış birisi. İsimler çok, Turhan Ağabey’i gördüm bugün, kitap ekini çıkartan Turhan Günay ve diğer Cumhuriyet çalışanları, avukatları vs. iddianameyi toplasanız dişe dokunur bir tane bile delil yok.

Çürütmeye değecek bir iddianame yok

Bugün Murat’ı izlerken bunu gördüm; Murat öteden beri çok kibar, herkesi ikna etmeye çalışan, detaylı konuşan, uzun uzun anlatan, bıkmadan anlatan birisidir ve bugün onu yapmaya çalıştı, yaptı. Yani iddianameyi satır satır çürüttü; ama iddianame satır satır çürütmeye değecek bir iddianame değil. Yani bu Türkiye’nin bu kadar deneyimli gazetecilerinin –hani, onurlandırmıyorsunuz bari kendilerine bu kadar baskı uygulamayın– bu duruma düşürülmesi gerçekten acı verici bir durum.
Murat’ın savunmasında özellikle şu husus çok önemli: Birileri birtakım cımbızlarla Cumhuriyet gazetesinden, Murat’ın attığı tweet’lerden, Murat’ın rt’lediği tweet’lerden, Cumhuriyet gazetesinin başlığından, bir haberin içerisindeki bir cümleden vs. hareketle Cumhuriyet gazetesini 15 Temmuz’la ve FETÖ’yle irtibatlandırmaya çalışıyor. Ortada delil diye gösterdikleri şeylerin hiçbir iler tutar tarafı yok, tamamen yoruma, tevile dayalı şeyler. “Bunu böyle dediğine göre herhalde bunu kastediyordur”, hatta –onu Murat çok iyi yakalamış–, adı verilmeyen bir kişiden bahsediliyor ve Murat sık sık “adeta” kullanan birisinden bahsediyor. Cumhuriyet’teki birtakım şeylerin “Adeta şunu yapıyordu, adeta bunu yapıyordu” diye iddianameye taşınmasına yol açan birileri var. Ve orada Murat, yanında gazete kupürleriyle gelmiş ve şunu gösterdi: 15 Temmuz’dan itibaren, akşamından itibaren ve ertesi günden itibaren Cumhuriyet gazetesi neyi nasıl haberleştirmiş, manşete neler koymuş, ne tür yorumlar yapmış, gazete başyazısı olarak neler yazılmış, hangi haberler yapılmış? Ve çok net bir şekilde Cumhuriyet gazetesinin başından itibaren 15 Temmuz’a karşı, darbeye karşı demokrasiden yana tavır aldığını görüyorsunuz. Ve haklı bir şekilde şunu söyledi: “Bunların hiçbiri iddianamede yok”.
Savcılar sanıklar hakkında lehte ve aleyhte olabilecek delilleri toplamakla yükümlüdür. Burada ortada aleyhte bir delil bulma imkânı olmadığı için, birtakım varolan şeyler eğilip bükülerek bir suçlamaya dönüştürülmeye çalışıyor. Ama öte yandan mesela Cumhuriyet gazetesinin darbeyi önceden bildiği ve darbeye sempatik yaklaştığı gibi abes bir iddia var, bunun kanıtı diye ortada bir şey yok; ama Murat’ın bugün gösterdiği ve sonra da başkanlık makamına ilettiği gazetelerde de çok net bir şekilde görüyoruz ki, Cumhuriyet, 15 Temmuz’a başından itibaren çok net, amasız bir şekilde karşı çıkmış, pozisyonunu çok net almış, zaten Cumhuriyet gazetesinden de bu beklenirdi, ama iddianamede bu yok.

Yargılayan savunma

Burada şöyle bir husus var: Geçen Ahmet Altan, Mehmet Altan savunmalarında da benzer bir şey olmuştu; bunu burada bir yayında değerlendirmiştim: Ahmet Altan’ın savunması bir nevi, meşhur Fransız avukat Jacques Vergès’in “Kopuş” savunmasına benziyordu. Kendini savunmaktan ziyade, kendisini suçlayanları suçlama yaklaşımı diye özetlenebilir. Mehmet Altan ise yer yer kendisini suçlayanlara yönelik suçlamalar olmakla birlikte, hakkındaki iddiaları cevaplamayı esas almıştı. Dün Kadri, Mehmet Altan’ınkine benzer çok iyi bir savunma yaptı; hakikaten tam Kadrilik bir savunma yaptı. Özellikle onun tavizsiz bir şekilde bağımsız, özgür gazetecilik yaptığı için tutuklu olduğunu söylediği husus –gerçekten başından itibaren hepimizin bildiği husus– bunu yaptı, ama bir taraftan da hakkındaki ByLock iddialarını vs. satır satır cevaplamaya çalıştı ve cevapladı; çünkü bunların çoğu baştansavma, alelacele hazırlanmış, dünyanın hiçbir hukuk devletinde iddianamelere girmeyecek türden suçlamalardı. Murat’ın bugün yaptığı da benzer şekildeydi. Dün gece Musa Kart biraz farklı bir şey yapmış, esprili bir savunma yapmış. Şimdi bundan sonra herhalde bu akşam ya da yarın sabah yapılması beklenen Ahmet Şık’ın savunmasını göreceğiz, orada Ahmet Şık daha bir “Kopuş” savunmasına benzer bir savunma yapma ihtimali var. Kendisini suçlayanları suçlamaya ağırlık verme ihtimali var, ama şunu söylemek lazım: Bugün mahkeme başkanı Murat Sabuncu’ya “Önce sizi tanıyalım” dedi — ki Murat Sabuncu, burada, Türkiye’de herhalde 30 yıl gazetecilik yapmış bir isimdir, hiç yoktan tutukluyorsunuz, aylarca içeride tutuyorsunuz ve ondan sonra da, “Siz kimsiniz?” diye soruyla başlıyorsunuz…
Bunlar hiç iyi şeyler değil. Böyle acı bir olayla karşı karşıyayız. Kelimeleri bulmakta zorluk çekiyorum, çünkü gerçekten yani şöyle bir duygu var: Bunca yıl bu ülkede, elinden geldiği kadar, ilkelerinden taviz vermeden, özgürlüğünden taviz vermeden, bağımsızlığından taviz vermeden ve aynı zamanda da bu ülkenin daha özgür, daha demokratik bir ülke olmasına, daha adil bir ülke olması için elinden geleni yapan, hep bunu gözeten insanların başına gelecek olan bu muydu? Gerçekten çok acı bir durumla karşı karşıyayız.

12 Eylül döneminde bile belli kurallar vardı

Biz burada Medyascope’ta çok sayıda genç arkadaşla çalışıyoruz. Ben buradan önceki dönemde, bana gazeteci olmak istediğini söyleyenlere, gazeteci olmamalarını telkin ederdim. Şimdi ama burada genç arkadaşlarla çalışıyoruz ve onlara gazeteci olmamalarını telkin edecek halim yok. İyi bir gazeteci olmaları için elimden geldiğince de yardımcı olmaya çalışıyorum, ama açıkçası şunu söylemek lazım: Şu anda Kadri’yi görüyorsunuz, Türkiye’de beş gazeteci say deseniz herkesin –ki AKP’lilerin de– sayacağı bir isim, şu anda aylardır cezaevinde yok yere içeride tutuluyor. Uluslararası Basın Enstitüsü’nün Uluslararası Yönetim Kurulu üyesi olan Kadri Gürsel’in cezaevinde niye tutulduğunu açıklayabilecek tek bir Allah’ın kulu bile yoktur ve o içeride.
Cuma gününe kadar sürmesi bekleniyor savunmaların; daha sonra avukatlar olacak vs. uzun bir süreç olacağa benziyor Cumhuriyet Davası ve hiç emin olamıyoruz. Yani şu soruluyor genellikle, herkes birbirine soruyor: “Ne dersin? Bırakılırlar mı?” diye. Tabii ki herkes bırakılmalarını temenni ediyor, ama şöyle bir şey var: Alınmaları o kadar abesti ki, yani böyle bir şeyin olması mümkün değildi ki — gerçekten Türkiye, her şeyin mümkün olduğu bir ülke haline geldi. Kuralların ne olduğunu bilmiyoruz, hukuk devletinin kurallarının çok dışına çıkıldı.
Şunu söyleyeyim: Kadri de ben de 12 Eylül askeri rejimi döneminde hapis yattık, askerî mahkemelerde yargılandık, o da bilir ben de bilirim; 12 Eylül faşizmi döneminde bile oyunun birtakım kuralları vardı. Bizi yargılayan mahkeme heyetleri, iddianameler vs. bu kadar baştan savma değildi ve her şey kuralı içerisinde, sıkıyönetim olmasına rağmen, özellikle sivil yargı mensupları, askerî mahkemelerdeki sivil yargı mensupları olabildiğince kuralıyla oynamaya çalışırlardı. Türkiye bir süredir bundan uzaklaştı maalesef ve şu anda kuralın ne olduğunu bilemiyoruz, sürekli yeni kurallar geliyor. Mesela Kadri’ye Ahmet Altan’la telefonda niye konuştuğu soruluyor. Böyle bir şey olamaz ki. Kaldı ki Kadri de “Babasının ölümü üzerine aradım, ama zaten telefonuma da çıkmadı” demiş. Yani başsağlığı için arıyor — ki Kadri Gürsel ve Ahmet Altan’ın telefonla konuşması kadar normal bir şey olamaz ve bunun üzerinden birtakım şeyler yapılıyor.
Neyse, sözü uzattığımın farkındayım, bugün moralim çok bozuldu; ama moralimiz uzun bir zamandan beri çok bozuk. Ama şunu da biliyoruz ki Türkiye’de her zamankinden daha fazla bağımsız ve özgür basına ve bağımsız ve özgür düşünebilen, yazabilen, çizebilen, program yapabilen gazetecilere ihtiyacımız var. Onun için her şeye rağmen, bütün moral bozukluğuna rağmen duruşumuzu bozmadan, bağımsızlığımıza özgürlüğümüze halel getirmeden bu işi yapmaya devam edeceğiz, etmemiz gerekiyor, mecburuz ve bu anlamda da bütün gazeteci olmayan ama özgür ve bağımsız medya ihtiyacı hisseden herkesin de bu konuda elinden geleni yapmaya çalışan gazetecilere, içeride dışarıda fark etmez, ellerinden gelen her türlü desteği göstermeleri gerektiğinin altını çizmek istiyorum.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.