Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

HDP neden tıkandı?

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/336227942″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayanlar: Şükran Şençekiçer & Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Bugün HDP’den söz etmek istiyorum. Şu anda İstanbul’da süren bir Vicdan ve Adalet Nöbeti var Kadıköy Yoğurtçu Parkı’nda. Daha önce Diyarbakır’daydı, bundan sonra da Van ve İzmir’de devam edeceği söyleniyor. Bu eyleme, HDP’nin eylemine devlet çok ciddi kısıtlamalar getirmiş durumda. Diyarbakır’dakine ve İstanbul’dakine de aynı şekilde çok büyük kısıtlamalar var; içeriye herkes bırakılmıyor vs. Ancak şunu görmek mümkün: HDP bir süredir bu eylemin de gösterdiği gibi bir tıkanıklık içerisinde, tıkanıklığı aşmak istiyor. Ama tam da bunu becerebildiği söylenemez. Bir kriz var ve bu krizin geçici mi olduğu yoksa kalıcı mı olduğu, HDP’nin bunu nasıl atlatabileceği ya da bu krizin HDP içerisinde daha fazla derinleşip derinleşmeyeceği meselesi önümüzde duruyor. Yalnız şunu söylemek lazım: Bu parti hakkında çok ciddi bir ambargo var. Tartışılmıyor, edilmiyor, medya yer vermiyor. Şu anda görüntülerini gördüğünüz nöbet çok az yerde, çok az mecrada yer bulabiliyor. Ama buna rağmen şunu da biliyoruz ki bu hareket zaten bir gelenek ve bu gelenek zaten hep genellikle dışlanmış, ötelenmiş, önüne yasaklar çıkarılmış, baskı altına alınmış bir gelenek. Ama bütün bu engellemelere rağmen varlığını sürdürmüş, hatta güçlenerek sürdürmüş bir hareketten bahsediyoruz. Dolayısıyla yaşanan krizi sadece ve sadece devletin baskılarıyla, engellemeleriyle, yasaklarıyla açıklamak bir yerde yeterli olmuyor.
Bütün bunları tabii ki göz önüne almak ve birinci derecede en önemli faktör olarak telakki etmemiz kesinlikle gerekiyor. Çok sayıda milletvekili cezaevinde. Milletvekillikleri düşürülenler var. Belediyelerin hemen hemen hepsine devlet el koydu, kayyum atandı. Belediye başkanları içeride, eşbaşkanlar içeride. İl, ilçe yöneticileri içeride. Sürekli olarak da birileri giriyor, birileri çıkıyor ve örgütsel anlamda HDP parti olarak ve kardeş kuruluşlar, DBP gibi kuruluşlar tam olarak önlerini göremiyorlar. Çünkü her an bir şekilde birilerine operasyon yapılabiliyor. Birileri içeri alınabiliyor, yasak getirilebiliyor vs. Medya anlamında da bir dönem bazı medya kuruluşları, HDP’ye yakın medya kuruluşları varken, onlar da büyük ölçüde yok oldular. Devlet tarafından kapatıldılar, yasaklandılar vs. Ama bütün bunlara rağmen bu hareket çok güçlü bir toplumsal hareket, toplumsal destek üzerinden yükselen siyasî bir hareket. Ve tarihi boyunca da bu tür şeylere hep tanık olmuş bir hareket. Bu seferki krizi tek başına bu baskılar ve engellemelerle açıklamanın çok gerçekçi olduğunu düşünmüyorum.

Hendek savaşlarının etkisi

Peki, neden böyle oluyor? Birçok unsur var bana göre. Bunların aklıma gelen bazılarını dile getirmek istiyorum: Öncelikle şunu söylemek lazım: 7 Haziran seçimleri öncesi, hatta daha öncesinde cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Selahattin Demirtaş’ın adaylığı, daha sonra 7 Haziran seçimleri öncesi HDP’nin yarattığı atmosferle, 7 Haziran’dan 1 Kasım’a giden süreçle 1 Kasım’dan sonraki HDP arasında çok büyük farklar var. Ve bu farkları sadece 7 Haziran ve 1 Kasım arasında yaşanan sert dönemle açıklamak çok gerçekçi olmayabilir. Ama tabii o dönemin çok belirleyici olduğunu da kabul etmemiz lazım. Şimdi bakıyoruz, gerek Selahattin Demirtaş, gerek Sırrı Süreyya Önder ve başka kişilerin değişik vesilelerle o döneme yönelik birtakım eleştirel ya da özeleştirel yaklaşımlarını görüyoruz. O “Hendek Savaşları” diye adlandırdığımız bir dönem yaşadı Türkiye. O dönemde Türkiye’de gerçekten çok büyük mağduriyetler yaşandı. Bu mağduriyetin sorumlusu olarak her iki kanat söz konusuydu. Ve o tarihte HDP, yasal bir siyasî parti olarak ve yakın bir zamanda çok büyük bir seçim başarısı elde etmiş bir parti olarak, tüm Türkiye çapında konuşulan, hatta dünya çapında konuşulan bir parti olarak o süreçte doğru zamanda doğru bir duruşu sergileyemedi. Bu çok net bir şekilde önümüzde duruyor. O dönemde burada yaptığımız yayınlarda da bunu değişik vesilelerle dile getirmiş biri olarak söylemek istiyorum: “Hendek Savaşları” konusunda HDP, Kandil’den gelen stratejiye karşı çıkmayı hiçbir şekilde gerçekleştiremedi, şu ya da bu nedenle. Ve sonuçta oradaki ürkeklik, tutukluk HDP’nin bugünkü tıkanıklığının en önemli nedenlerinden birisi oldu.

Öcalan faktörü

Geçenlerde Sırrı Süreyya Önder Öcalan’a atfen “Hendek Savaşları”nın, hendeklerin yanlış olduğunu Öcalan’ın söylediğini aktardı. Ama aradan geçen onca zaman ve onca bedel… Özellikle tabii bu bedeli bölge halkı ödedi. Binlerce kişi yerinden yurdundan oldu, evinden oldu. Çok büyük acılar yaşandı. Hayatını kaybeden insanlar oldu. Ve aradan geçen zaman sonrasında “Öcalan da bu konuda eleştirel yaklaşmıştı” lafını bugünlerde duyuyoruz. Bu noktada Öcalan’ın devletin stratejisi sonucu devreden çıkarılmış olmasının HDP’nin tıkanıklığında ciddi bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Öcalan eninde sonunda bu hareketin tıkanıklık anlarında, bu hareketin önünü açabilen bir figürdü. Ama uzun bir süredir Öcalan’dan herhangi bir şekilde haber gelmediği için, hele bir zamanlar olduğu gibi milletvekilleri kendisini ziyaret edip oradan çok etraflı talimatlar, fikirler vs.’ler taşımadıkları için, hareketin en önemli ayağı bir şekilde devre-dışı bırakılınca hareket kendi içerisinde çok ciddi bir şekilde bocalamaya başladı. Öcalan’ın devreden çıkarılmış olması, devletin böyle bir stratejiye yönelmiş olması, devlet aklı olarak baktığımız zaman devletin lehine sonuçlara yol açmış gözüküyor. Ve hareketin kendisi, özellikle HDP bundan çok ciddi bir şekilde olumsuz anlamda etkileniyor.

Demirtaş’ın yokluğu

Bir diğer husus tabii Selahattin Demirtaş’ın da aynı şekilde, bir şekilde devre-dışı bırakılmış olması, yani tutuklanması. Selahattin Demirtaş çok önemli bir figür olarak ortaya çıktı. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve ardından 7 Haziran seçimlerinde taşıyıcı figürdü. 1 Kasım’da aynı şeyi tekrarlayamadı, ama yine de önemli bir figürdü. Bu hareketin Öcalan’dan sonra akla gelen en önemli ismiydi. Harekete, bu partiye destek olmayan kişilerin de önemsediği ve sempati olmasa bile bir empati ilişkisi kurabildiği birisiydi. Ama Selahattin Demirtaş da devletin tasarrufuyla, yani onu tutuklamasıyla etkisizleştirildi. Ve yerine yeni bir isim çıkamadı ya da çıkmadı. Yani orada ikili bir durum var. Selahattin Demirtaş’ın yerine o içerideyken birinin talip olması zaten bu parti ve hareket içerisinde sorun yaratabilirdi, bir. Ama istese de birileri Selahattin Demirtaş’ın 7 Haziran öncesinde sergilediği performansın yarısını bile sergileyebilecek herhangi bir şahsiyet HDP içerisinde ya da etrafında göze çarpmıyor. Bu anlamda bir kadro ve liderlik sorunu yaşıyor. Kolektif bir liderlikle götürmeye çalışıyorlar. Ama orada da çok ciddi sorunlar oluyor. Orada da birçok isim zaman zaman alınıyor, bırakılıyor vs. ve çok ciddi bir liderlik sorunu var. Örgütsel anlamda zaten –onu başta da söyledim– içeride olanlar, belediyelerin alınması vs. gibi hususlar nedeniyle örgütsel anlamda çok ciddi sorunlar yaşıyorlar. Ama yine de, tekrar vurgulamakta yarar var: Bu hareket HDP’yle başlamış bir hareket değil. Daha yıllar öncesinden başlayan bir hareket, bir silsile. Ve bunun bugün yaşadığı baskılar da yeni değil. Dolayısıyla bir yere kadar baskılarla açıklanabilecek bir şey, ama bir yerden sonra da baskılara rağmen etkili olabilme deneyimine sahip bir hareketin bugün o kadar etkili olamadığını görüyoruz.

Gündem belirleyemiyor

Öcalan dedik, Selahattin Demirtaş dedik, liderlik meselesi, “Hendek Savaşları”na zamanında itiraz edememek dedik. Kendini savunmaktan, baskılara karşı mücadele etmekten, gündem belirleyememeye giden bir parti oldu. Tamamen reaktif bir durumda. Baskılardan olabildiğince en az zararla çıkmaya enerjisini hasretmiş bir parti var. Halbuki HDP daha önceki dönemde, özellikle 7 Haziran öncesi dönemde, hatta cumhurbaşkanlığı seçimleri döneminde Türkiye’de gündem belirleyebilen bir partiydi, özellikle Selahattin Demirtaş — ki o tarihlerde bazı medya kuruluşlarına da canlı yayınlara çıkabiliyordu, orada dile getirdikleri tartışılıyordu, konuşuluyordu. Ve HDP kendinden olmayan kesimlere de bir şekilde uzanabiliyordu. Ve özellikle geçmişte HDP’yi meşru bir parti olarak görmeyen, HDP ve öncüllerini meşru bir parti olarak görmeyen toplumun bazı kesimlerinde bu anlayışın kırılmakta olduğunu gördük. Çok önemli bir dönüşüm yaşadı 7 Haziran öncesinde HDP, Selahattin Demirtaş liderliğinde özellikle. Ama 7 Haziran’dan sonra 1 Kasım’a kadar yaşananlar ve sonrasında, HDP kendini savunmaktan, baskılara karşı mücadele etmekten ve bu baskılardan, engellemelerden olabildiğince en az zararla çıkabilmek için çaba sarf etmekten, gündem belirlemeye çok fazla imkân bulamadı, bu bir realite.
Ama olayın sadece bundan ibaret olduğunu düşünmüyorum. Özellikle daha önce bahsettiğim gibi Öcalan’la bağın devlet eliyle kopartılmasının da etkisiyle beraber HDP’de ideolojik-politik anlamda birtakım kafa karışıklıklarının da yaşandığını düşünüyorum. Bu yeni dönemde Selahattin Demirtaş ve birçok önemli figürün, hareket içerisinde, parti içerisinde etkili figürün de tutuklu olmasının etkisi tabii ki var. Siyaset geliştirme, strateji ve taktik geliştirme konusunda HDP’nin çok da başarılı olamadığını söyleyebiliriz. Selahattin Demirtaş sonrasında –ki Selahattin Demirtaş da parti eş başkanıyken, genel başkanıyken belli bir kolektif liderlik söz konusuydu bu partide, ama onun da belli bir gücü vardı–, şimdi daha fazla kolektif bir liderlik söz konusu olduğunu görüyoruz; ama buradan çok etkili strateji ve taktikler gelemedi. Örneğin, Vicdan ve Adalet Nöbeti ancak yapılabildi; onun da ne kadar etkili olduğu ayrı bir tartışma konusu. CHP’nin Adalet Yürüyüşü’nün yarattığı etkinin çok uzağında bir yerde kaldığını görüyoruz. Buradaki temel soru; HDP’nin başarısının en önemli iki kıstası var: Kürt tabanına ne derece hitap ediyor? Ne derece onları kucaklıyor ve ne derece Kürtler bu partiye sahip çıkıyorlar? Bir de onun dışındaki kesimlere ne derece ulaşabiliyor, ne kadar ulaşabilir? Oradan nasıl destekler alabiliyor? Orayla ne tür köprüler kurabiliyor meselesi. Şimdi, son dönemde yaşananlara baktığımız zaman hem kendi tabanına ulaşmakta ve kendi tabanının partisine, partiye sahip çıkmasında belirgin bir aşınma ve tıkanma görüyoruz. Ama daha çarpıcı olanı tabii kendinden olmayan kesimlere ulaşma konusunda HDP’nin zaten varolan sorununun, 7 Haziran öncesinde bir ölçüde aşılmış gibi görünen sorunun şimdi çok ciddi bir şekilde depreşmiş olduğunu görüyoruz.

Fetret devri

İdeolojik politik perspektif meselesinde bir örnek vermek istiyorum: Irak’ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi bağımsızlık için referandum çağrısı yaptı ve muhtemelen önümüzdeki süreçte bu olacak ve Türkiye’de HDP’nin sözcüleri olarak bildiğimiz bazı isimler buna destek verdiler. Bu aslında ilk bakışta çok anlaşılır bir şey; ancak bu hareketin Öcalan’ın geliştirdiği ulus-devlet fikrini reddetmek ve bunun yerine varolan ulus-devletler içerisinde demokratik özerklik talebini savunduğunu bildiğimizde ve Öcalan’ın özellikle Irak Kürtlerine ilişkin eleştirel pozisyonunu da bildiğimizde, bu tutumun bir ideolojik-politik kafa karışıklığını gösterdiğini düşünüyorum. İşin ilginç tarafı bu çok da fazla konuşulmuyor bile. Dolayısıyla HDP ve genel olarak bu hareketin ideolojik-politik yörüngesi, Öcalan’ın tekrar ses vermesiyle, daha doğrusu Öcalan’ın tekrar harekete doğrudan seslenebilmesiyle netleşeceğe benziyor. Şu anda bir tür fetret devri yaşıyor, bir duraklama devri yaşıyor diyebiliriz. Tabii bu arada Kandil’den gelen birtakım saldırılar, en son yaşanan öğretmenlerin kaldırılıp katledilmesi gibi olaylar, AKP çalışanlarının yöneticilerinin öldürülmesi gibi olaylar da HDP’nin işini her zamankinden fazla zorlaştırıyor. Genel olarak 7 Haziran-1 Kasım arasındaki kadar yoğun bir şiddet ortamı yaşanmıyor, ama arada sırada da olsa yaşanan bu türden saldırılar, HDP’yi çok zor durumda bırakıyor. Ama şunu unutmamak lazım: İki tane önemli olay HDP’yi gerçekten bir krize itti; bunlardan birisi başta söylediğim “Hendek Savaşları” denen olay, ikincisi de TAK adına üstlenilen büyük şehirlerdeki kör terör eylemleri, sivilleri hedef alan, Ankara’da, İstanbul’da özellikle yapılan saldırılar. Bu terör saldırıları çok ciddi bir şekilde HDP’yi zor durumda bıraktı, her ne kadar o tarihlerde saldırıların ardından HDP sözcüleri bunları kınadıklarını söyleseler bile saldırıların şiddetiyle kınamanın etkisi kıyaslanamayacak ölçüde eşitsizdi, dolayısıyla bunların hepsinin orta ve uzun vadede etkileri olacağı belliydi ve şu anda bunları görüyoruz.

Suriye için Türkiye’nin feda edilmesi

Bence şu dönemde HDP’nin, Kürt hareketinin Türkiye’de yaşadığı tıkanıklığın, krizin bence en önemli nedeni, aslında bütün bunları bir arada tutmakla beraber en önemli nedeni, Suriye’de yaşananlar. Çünkü Suriye’de gerçekten Kürtler için ve Kandil için çok önemli bir süreç yaşanıyor; orada ABD’yle kurulan bir tür stratejik ortaklıkla beraber Suriye’de zaten ilan edilen kantonlar var ve bunun bir tür federasyona evrilme ihtimali de gündemde. Rakka’da IŞİD’e yönelik operasyonun en önemli gücünü Kürtler oluşturuyor ve bunun karşılığında birtakım şeyler elde etmeyi bekliyorlar, şimdiden çok ciddi bir şekilde silah yardımı aldıklarını biliyoruz ve dolayısıyla uzun bir süredir Kürt meselesi denince bölgede ve hatta dünyada akla –Kürtler denilince daha doğrusu– Suriye geliyor ve YPG ile PYD geliyor. Aslında Suriye Demokratik Güçleri diye bir yapı var, ama esas olarak YPG ve PYD geliyor ve enerjiler büyük ölçüde oraya yöneltilmiş durumda. Aslında “Hendek Savaşları”nın olduğu dönemlerde de böyleydi; o dönemlerde de Türkiye’de bu tür içeride yaşanan çatışmalar çok yoğun bir şekilde ortadayken, Suriye’de YPG ile PYD çok ciddi bir şekilde ilerleme kat etti. O dönemde yapılan yatırımların etkisi bugün gelinen noktada çok önemlidir. Dolayısıyla şu anda Suriye’deki gelişim uğruna, Suriye’deki kazanımlar uğruna, Türkiye belli bir anlamda özellikle Kandil tarafından feda edilebiliyor. Tabii bir feda değil, tabii tam bir kurban etme değil; çünkü çok güçlü bir hareket var Türkiye’de, ama şu aşamada öncelik Suriye olduğu için Türkiye geri plana itilmiş durumda ve gerçekten şu anda hareketin Türkiye ayağı Suriye’nin geleceği için, daha doğrusu Suriye’deki Kürt hareketinin PYD’nin, YPG’nin geleceği için birtakım bedeller ödüyor, bu da çok ilginç bir durum olarak karşımızda. İlginç olmasının nedeni, çok basit olarak söyleyecek olursak: Kürtler dört bölgede, dört ülkede ulus-devlet çatısı altında yaşıyor; sayıca ve her türlü gelişmişlik anlamında birinci ülke Türkiye, sayıca en az olunan ülke Suriye. Ama şu anda bölgesel anlamda Kürt sorununun merkezinde Suriye var ve Suriye’deki Kürt gruplarının geleceği için, güçlenmesi için diğer yerlerdeki, özellikle Türkiye’deki Kürtler, birtakım Kürt örgütleri, siyasî kişileri vs. birtakım bedeller ödüyorlar; böyle bir durumla karşı karşıyayız.
Peki, o zaman nasıl olacak? HDP’nin şu anda Türkiye’de yaşadığı tıkanıklık, kriz, bir ölçüde Suriye’den kaynaklanıyorsa, Suriye’de birtakım şeylerin netleşmesiyle çözülecek mi? Olabilir, ama Suriye’de birtakım şeylerin kesinleşmesi, netleşmesi bayağı bir zaman alacak; dolayısıyla Suriye’de bu işin zaman alması, Türkiye’deki krizin de daha da süreceğini bize gösteriyor. Şunu unutmamak lazım: Suriye’yi merkez alıp politikalarını geliştiren sadece Kandil değil, aynı zamanda Ankara da bunu böyle yapıyor. Ankara’nın da önceliği aslında şu anda –her ne kadar Türkiye’deki Kürt hareketinin yasal, yasadışı vs. kurumlarına odaklarına yönelik enerjisini sarf ediyor gözükse de– Ankara’nın temel önceliğini Suriye ve Suriye’deki PYD ve YPG yapılanması ve onun nüfuz alanını genişletmesini engelleme çabaları oluşturuyor. Onu da unutmamak lazım; yani aslında Suriye’de yapılamayan bir çatışmanın Türkiye’ye bir şekilde taşınmış olduğunu görüyoruz uzun süreden beri ve bunun birinci derecede bedelini ödeyenlerden birisi de kurum olarak HDP ve HPD’nin bu konuda, Suriye konusunda özellikle yapılabileceği çok fazla bir şey yok. Bir dönem Kobani meselesinde yaptıkları vardı ve Kobani’ye destek anlamında yapılanlar — ki bugün HDP’nin ve Selahattin Demirtaş’ın önüne en çok bu çıkartılıyor, bu da hiç şaşırtıcı değil. Gerçekten o dönemde Kobani’deki IŞİD kuşatmasının kırılmasında bir şekilde Türkiye’deki hareketliliğin de etkisi olmuştu ve Kobani’deki IŞİD kuşatmasının kırılması, Suriye’deki YPG-PYD hareketinin önünü çok ciddi bir şekilde açmıştı. Çok kritik bir noktaydı Kobani kuşatması ve onu atlattıktan sonra zaten YPG ve PYD’nin önü çok ciddi bir şekilde açılmıştı ve bunda da Türkiye’deki hareketliliğin de bir şekilde payı olmuştu; belirleyici olmamıştı belki ama payı olmuştu. Daha sonra da nitekim Amerika’nın devreye girmesi üzerine Türkiye de Kobani’ye Irak Kürtlerinin, Peşmerge’nin yardımının geçmesine izin vermek durumunda kaldı vs. Bunları tekrar uzun uzun konuşmaya gerek yok.
Şimdi, başlık olarak HDP’nin tıkanıklığını söyledim, bazı kişilerin sosyal medyada sırf bu başlıktan bile rahatsız olduklarını görüyorum –ki tıkanıklık bence yumuşak bir tabir, kriz daha uygun gelen bir tabir– ama şu anda HDP gerçekten bir sıkıntı yaşıyor, bu sıkıntıyı aşmak için ellerinden geleni yapıyorlar, ama işin özeti şu ki bu sıkıntının nedeni HDP değildi esas olarak. Dolayısıyla sıkıntıdan, bu tıkanıklıktan çıkarabilecek olan HDP’li aktörler değil, dolayısıyla HDP’li aktörler esas oyuncunun kendileri olmadığı bir oyunun içerisindeler ve burada olabildiğince bu oyunun gidişatını HDP lehine değiştirmeye çalışıyorlar, ama çok da fazla etkili olamıyorlar. Benim gördüğüm budur.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler!

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.