Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Abdullah Gül ve çevresi ne yapabilir?

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/337970511″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayanlar: Şükran Şençekiçer & Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Dün Güne Bakış’ta Gazeteci Ali Bayramoğlu Gökçe Çiçek Kösedağı’nın sorularını yanıtlarken Abdullah Gül’ün Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 16. Yıl kutlamalarına katılmayacak olmasının çok anlamlı olduğunu ve Gül ve çevresinden önümüzdeki günlerde bir siyasî macera beklediğini söyledi. Bunun Ali’nin kendi kafasından uydurduğu ya da temenni ettiği bir olay olduğunu sanmıyorum; çünkü Ali o çevreleri çok yakından bilen, çok güçlü ilişkileri olan birisidir bildiğim kadarıyla yıllardan beri ve dolayısıyla zaten kendisi de yayında gazeteci olarak edindiği bilgilere atıfta bulundu. Açıkçası ben o konuda çok fazla bir bilgiye sahip değilim, ama Ali Bayramoğlu’nun söylediklerinde doğruluk payı olduğunu düşünebilirim — bunu bir spekülasyon yapmak amacıyla söylediğini sanmıyorum.

Eski bir soru

Abdullah Gül’ün ne yapabileceği, Abdullah Gül’e yakın kişilerin ne yapabileceği sorusu uzun zamandır gündemde, ama şunu açıkça söylemek lazım: Biz gazeteciler bu soruyu sorduğumuz kadar Abdullah Gül ve çevresi bir adım atmış değil. Genellikle biz sorup kendi kendimize cevaplandırdık ve öte taraftan yani bu olayın öznesi olması beklenen kişilerden herhangi somut bir şey gelmedi, çok az geldi, çok dolaylı geldi. Abdullah Gül’ün değişik vesilelerle özellikle Cuma namazı çıkışlarında yaptığı birtakım basın açıklamaları var, en son Fethullah Gülen meselesinde, Fethullah Gülen’le görüştüğü iddiaları üzerine böyle bir şey yapmıştı, verdiği birtakım mesajlar var. Çevresi olarak görülebilecek isimlerden Hüseyin Çelik bir ara bayağı konuşuyordu, biz de kendisini burada konuk etmiştik Skype üzerinden hatırlayacaksanız, blog yazıyordu; onları artık eskisi kadar yapmıyor, çıkmıyor, bir sessizliği tercih etti. Bülent Arınç bir ara daha fazla konuşuyordu, yine onu da burada stüdyoda konuk etmiştik, o günden beri birtakım Twitter üzerinden ve genellikle kendisine yönelik saldırılara cevap vermek dışında pek bir şey yapmadığını görüyoruz. Yine Abdullah Gül’le birlikte adı anılabilecek isimlerden mesela bir Sadullah Ergin’in ya da Nihat Ergün’ün de hiç seslerini çıkarmadıklarını görüyoruz.

Rahatsızlık çok itiraz yok

Dolayısıyla genel olarak bakıldığı zaman AKP’nin durumu ve AKP’nin, daha doğrusu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’yi götürdüğü yere yönelik olarak bir memnuniyetsizlik, rahatsızlık olmakla birlikte, bir de kabulleniş olduğu algısı ortaya çıktı. Yani gidişattan memnun değiller, hem partinin sadece bir Tayyip Erdoğan partisine dönüşmesinden hem de Türkiye’de çoğulcu demokrasi yerine çoğunlukçu bir tek adam yönetimine doğru gidilmesinden, parlamenter demokrasinin yerine dünyada örneği olmayan bir başkanlık sisteminin gelecek olmasından, bunların hiçbirisinden memnun değiller; ancak sesleri çıkmıyor, dolaylı olarak rahatsız olduklarını öğrenebiliyoruz en fazla. Kaldı ki medyada da çok büyük bir tahakküm var, onlardan bir ses çıkmak istese bile medyanın büyük bir kısmında yer bulabileceği mecra çok fazla değil, böyle bir durumla karşı karşıyayız. Bütün bunlara rağmen Ali Bayramoğlu’nun söylediğinden hareketle Gül’ün son kutlamalara katılmıyor olmasına bir anlam atfetmeli miyiz? Ali Bayramoğlu atfediyor, o zaman onu veri olarak kabul edelim, evet olabilir ve Abdullah Gül, artık Gül ve yakın çevresi olarak adlandırabileceğimiz isimler artık gerçekten rahatsızlıklarını, şikâyetlerini fiiliyata dökmek isteyebilirler. Ancak önlerinde çok fazla seçenek yok. İlk akla gelen yeni bir parti kurmaları, yeni bir siyasî hareket başlatmaları ki bu çok gerçekçi değil, başlattıkları andan itibaren kısa bir süre içerisinde başarısızlığa uğrayacaklarını düşünüyorum. Çünkü devletin bütün imkânları ve devletin kontrol ettiği medyanın bütün imkânlarıyla bu partiye, bu harekete bölücü muamelesi yapılacaktır ve bir tür suçlamayla, işbirlikçi, vatan haini, casus, FETÖ’cü falan gibi her türlü suçlama –her biri ayrı ayrı olabilir, hatta hepsi birden olabilir–, bu daha doğmadan öldürülmek istenecektir ve bu konuda çok fazla güçleri olacağını sanmıyorum. Yani yeni bir hareket başlatmalarının fiiliyatta pek bir etkisi olacağını sanmıyorum.
Bir diğer seçenek, Meral Akşener’in Ümit Özdağ’la kurmaya niyetlendikleri ve kuracakları belli olan partiye eklemlenmeleri. Bunun hiçbir şekilde olabileceğini düşünmüyorum, bunu düşünenler telaffuz edenler var, ama bunun olabileceği düşünmüyorum, çünkü Tayyip Erdoğan’a karşı bayrak açıp sonra Meral Akşener’le birlikte, Ümit Özdağ’la birlikte hareket etmek, onların almaya çalışacağı pozisyonla hiç örtüşen bir durum olmayacaktır; ama şöyle bir şey olabilir: Kısa vadede böyle bir şey olmamakla birlikte orta ve uzun vadede birtakım ittifaklar yakınlaşmalar olabilir, ama Gül ve arkadaşlarının ya da yakın çevresi her neyse, yakın çevresinin daha ilk baştan itibaren startı Meral Akşener’le Ümit Özdağ’la ve başka isimlerle –birtakım isimler şekilleniyor o hareketin içerisinde– beraber startı verecek olmaları bana hiç gerçekçi gelmiyor.

AKP içinde muhalefet hareketi

Dolayısıyla geriye kalan en büyük seçenek AKP içerisinde seslerini yükseltmek ve parti içerisinde bir tür muhalefet hareketi başlatmak, eleştiri hareketi, itiraz hareketi başlatmak geliyor; geriye kalan tek seçen bu ve zaten Ali Bayramoğlu da beklentisini böyle tarif etmiş. Evet, bu seçenek mümkün, ama bunun da sınırları var, çok geniş bir alan söz konusu olamaz. Şu anda baktığımız zaman parti teşkilatlarını Tayyip Erdoğan kendisi yeniden şekillendiriyor, parti yönetimini Kongre’de daha yeni şekillendirdi, milletvekili listelerini zaten bizzat kendisi yapmıştı. Bütün önemli yerleri zaten Tayyip Erdoğan ciddi bir şekilde kontrol ediyor ve edecek ve buraya Gül ve çevresi adlandırılabilecek kişilerin bu makamlarda bu kritik yerlerde herhangi bir etkileri olduğunu sanmıyorum, yani buralara ulaşabilecek durumda değiller. En azından şu gün itibariyle, ama yarın öbür gün çok ciddi bir parti içinde kriz yaşanır, Türkiye’de siyasî anlamda bir kriz yaşanır ve AKP içerisinde arayışlar başlarsa, o zaman şu anda Erdoğan’la beraber hareket ettiğini düşündüğümüz birtakım isimler tercihlerini pekâlâ değiştirebilirler; ama bugün itibariyle baktığımızda böyle bir şey kesinlikle söz konusu değil. Parti içerisinde seslerini çıkartmaya başlasalar bile bu seslerin parti tabanına ve parti yönetim mekanizmalarına ulaşmasını ve bir şeyleri değiştirmesini beklemek çok mümkün değil. Ses nasıl yükselir? Mesela şöyle bir şey olur, bir parti toplantısı olur, en son dün olan gibi, 16. kuruluş yıldönümü toplantısı olur, orada kalkar birisi konuşma yapar; mesela Abdullah Gül ve o konuşmada çok ciddi bir şekilde eleştiriler ve itirazlar dile getirir; ama böyle bir şey olmadı, olmayacak, gözükmüyor.

Erbakan ve Erdoğan’ın mutlak otoriteleri

16. yıl kutlamalarına baktığınız zaman “Ak sevda” diye yapılan billboardlara baktığınız zaman bir partiyi değil, bir şahsı görüyorsunuz. Zaten ne zamandır Türkiye’de hep Tayyip Erdoğan resimleriyle anlatılan bir siyasî iktidar ve siyasî iktidarın partisi var. Yani arada sırada belki Binali Yıldırım var, başbakan olması hasebiyle, ama onun dışında her yerde Tayyip Erdoğan var. Dolayısıyla Abdullah Gül ve çevresinin parti içerisinde bir şeylere itiraz edebilmeleri ve etkili olabilmeleri, hele ileride yapılacak olan kongrelerde ayrı bir şekilde örgütlenmeleri vs. bunlar bugün itibariyle bakıldığı zaman çok mümkün gözükmüyor. Ancak, şunu özellikle vurgulamak lazım: Bu hareketin ortaya çıkışına baktığımız zaman, bu hareket Millî Görüş Hareketi içerisinde Erbakan’ın mutlak otoritesine karşı bir hareket olarak ortaya çıktı. İmkânsız gibi görünen bir şeyi başardılar, Erbakan’a rağmen var kaldılar. Önce partiler içerisinde Refah ve Fazilet partilerinde, Fazilet Partisi’nde Erbakan’ın adayı Recai Kutan’ın karşısına Abdullah Gül aday olarak çıktı, çok önemli bir konuşma yaptı, ondan önce Abdullah Gül’ü destekleyen Bülent Arınç çok önemli bir konuşma yapmıştı ve bayağı bir oyla yenilmişlerdi. Bunlar, pekâlâ mümkün olduğunu bize gösterdi. Dolayısıyla bugün Tayyip Erdoğan’ın mutlak iktidarının da sarsılmaz bir iktidar olduğu kesinlikle söylenemez. Dün Erbakan’ın sarsılmaz sanılan iktidarını yenilikçiler nasıl sarsabildiyse, bugün de pekâlâ bir başkaları Erdoğan’ın iktidarını sarsabilirler. Ancak arada çok önemli bir fark var. O tarihte yenilikçi hareket genellikle orta yaşlı insanlardan, partililerden oluşan bir hareketti ve Erbakan’ın etrafındaki yaşlılara karşı bir hareketti. Yani bir tür Millî Görüş’ün içerisinde yerleşmiş olan statükoya, müesses nizama karşı gençlerin, orta yaşlıların bir itirazıydı.
Bugün böyle bir şey yok. Bugün beraber başlamış olan insanların bir kısmının yıllar sonra “Ya biz böyle anlaşmamıştık, böyle hesaplamamıştık” deyip Tayyip Erdoğan’a karşı bayrak açması söz konusu olabilecek. Dolayısıyla bunu geçmişteki Refah Partisi’ndeki yenilikçi harekete benzetmek pek doğru olmuyor. Ancak şöyle bir şey olsaydı, mesela Refah Partisi içerisinde Milli Selamet Partisi’nden beri Erbakan’la hareket eden birtakım isimler kalkıp Erbakan’a “Hocam biz böyle konuşmamıştık, böyle yola çıkmamıştık” deyip bir bayrak açmış olsalardı, yenilikçi hareket böyle bir hareket olmuş olsaydı benzetebilirdik. Şu anda böyle bir hareket yok.

Yeni bir siyasi macera nasıl mümkün?

Yani AKP’nin içerisinde dün Refah Partisi’nde ve Fazilet Partisi’nde olduğu gibi bir yenilikçi kanat çıkması bana gerçekçi gelmiyor, mümkün gözükmüyor. Kaldı ki böyle bir ihtimal varsa da bunun taşıyıcısı olabilecek kişiler Abdullah Gül, Bülent Arınç gibi kişiler değil. Başka bir mesele var. Erdoğan’la Abdullah Gül arasındaki, mesela geçmişte Refah Partisi ve Fazilet Partisi’ndeki gibi bir mesele değil. Buradaki mesele beraber başlanan bir yolsa, daha sonra bu hareketin ve bu harekete bağlı olarak da Türkiye’nin Erdoğan tarafından önceden saptanan güzergâhların dışına taşınmış olduğu iddiası var şu anda — ki bu iddiayı bile yüksek sesle dile getirmiyorlar. Ancak şunu söyleyebiliriz: Parti içerisinde bu tür Gül ve çevresi, diyelim ki parti içerisinde böyle bir itirazı başlattılar, Ali Bayramoğlu’nun deyimiyle yeni bir siyasî maceraya yöneldiler; bunun AK Parti’yi değiştirmesi mümkün değil. Fakat buradan hareketle eğer kendileri birazcık dirayetli çıkarsa, biraz sabırlı ve mücadeleci çıkarlarsa, buradan hareketle AK Parti içerisinde yürüttükleri şeyi AK Parti’nin içerisinde sürdürme imkânlarının kalmadığı tespitinden hareketle başka mecralara taşınması söz konusu olabilir. İşte o zaman belli bir aşamadan sonra yeni bir parti ya da var olan birtakım hareketlerle birlikte hareket etmek gibi bir şey söz konusu olabilir. Ama bunun için öncelikle AKP içerisinde kendilerini göstermeleri, bir itirazı başlatmaları, bir birliktelik görüntüsü vermeleri, ondan sonra da Erdoğan’ın engellemeleri karşısında, “Ne yapalım? Artık yapacak bir şey kalmadı” deyip başka yere gitmeleri söz konusu olabilir. Bu anlamda baktığımız zaman AKP’nin kuruluşu da biraz böyle olmuştu. Önce Refah Partisi’nden Fazilet Partisi’ne geçildi, kapatıldıktan sonra. Yenilikçiler Fazilet Partisi’ne girdiler, ama çok da fazla heyecanlı değillerdi. Fazilet Partisi’nde kongreyi kaybettiler ve bütün ellerindeki iktidarlar Erbakan tarafından alındı. Bunun üzerine Fazilet Partisi kapatıldıktan sonra dediler ki: “Bizim zaten Hoca’yla birlikte siyaset yapma imkânımız yok, dolayısıyla biz kendi yolumuza gidiyoruz”. Bugün de belki böyle bir şey olabilir. AKP içerisinde bir kere daha görüşlerini etkili kılmak için bir gayrete, bir mücadeleye girişebilirler. Ama bundan sonuç almaları Tayyip Erdoğan’ın bugünkü duruşu –ki değişeceğini pek sanmıyorum– sürdüğü müddetçe çok mümkün gözükmüyor. Daha sonra, orta vadede yeni bir harekete girmeleri gibi bir ihtimal söz konusu olabilir.
Dolayısıyla bugün itibariyle Gül ve yakın çevresinden Türkiye’nin kaderini hızlı bir şekilde değiştirebilecek bir çıkış beklemek bana çok akıl kârı gelmiyor.

Gül eleştirmeye başlarsa…

Ama şunu özellikle vurgulamak lazım: Gül ve yakın çevresi eğer bugün AKP’ye ve dolayısıyla Erdoğan’a çok net, sistemli ve etkili eleştiriler getirirlerse, kendileri için bir siyasî gelecek inşa edemeyebilirler, ama onların da eleştirilerine maruz kalan Erdoğan, zaten bana göre uzun bir süredir çok ciddi bir kriz içerisinde olan Erdoğan yönetimi, bir de kendi içerisinden gelecek bu tür meydan okuyuşlar karşısında çok ciddi bir şekilde bir çözülmeye gidebilir. Yani Gül ve çevresi birtakım adımlar atmaya başlarlarsa bunun birtakım getirileri olabilir. Ama bu getiriler doğrudan onların lehine olacak değildir. Ama Tayyip Erdoğan’ı ve Tayyip Erdoğan yönetimini, Erdoğan perspektifini ciddi bir şekilde zora sokabilirler. Çünkü şuna kesinlikle inanıyorum: Bugün Adalet ve Kalkınma Partisi’ne ve Erdoğan’a oy verenlerin önemli bir kesimi aslında değişik değişik konularda, değişik değişik rahatsızlıklara sahipler. Ancak gerek alternatif bir şey görmedikleri için, gerekse de Erdoğansız bir Türkiye’yi neyin beklediği konusunda kafaları çok karışık olduğu ve karamsar oldukları için bir şekilde bu tercihte ısrar ediyorlar. Ve daha da önemlisi buna yönelik gelen eleştiriler, Erdoğan’a yönelik gelen eleştirilerin büyük kısmı kendilerine yabancı çevrelerden, yabancı kişilerden, sevmedikleri yerlerden geliyor.
Ama bir şekilde önem verdikleri bazı isimlerin –başta Abdullah Gül olmak üzere– getireceği eleştiriler, AKP tabanında, AKP seçmeninde ciddi kırılmalara yol açabilir. Şöyle örnekleyebilirim: Eğer Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Bülent Arınç gibi isimler referandum öncesi, referandumdaki kendi kişisel tercihlerini açık, net bir şekilde kamuoyuna anlatmış olsalardı, bunların büyük ölçüde referandumda “Hayır”ı tercih etmiş olduklarını kestirebiliriz. Tabii ki sandığın içinde değiliz ve oylarını görüyor değiliz, ama aldıkları tutumlardan bunu pekâlâ kestirebiliyoruz. Açık bir şekilde “Hayır” oylarını deklare etmiş olsaydı bu tür bazı isimler, Türkiye’deki referandum sonuçları çok farklı, tabii ki Erdoğan aleyhine çok farklı olabilirdi. Ancak o dönemde bunu göze almadılar. Belki işte önümüzdeki dönemde, 2019’a kadarki olan süreçte bu tür riskleri göze alabilirler. Eğer bu tür riskleri göze alırlarsa kendileri için hakikaten riskli olabilir bu. FETÖ’cülük, işbirlikçilik suçlaması gibi şeylerle başlarına iş alabilirler. Bu hiç şaşırtıcı olmaz. Ama bu risk alarak yapacakları çıkışlar pekâlâ siyasî iktidarı ve Tayyip Erdoğan’ı ciddi bir şekilde zorlayacaktır. Dolayısıyla çok ilginç bir tabloyla karşı karşıyayız. Giderek kabaran bir itiraz ve memnuniyetsizlik var. Öte yandan, giderek iktidarı tamamen kendi eline toplayan ve kimseyle iktidarını paylaşmak istemeyen ama bu arada da krizini çözemeyen bir Erdoğan var. Ve Erdoğan böyle yeni bir meydan okuyuş ihtimaline karşı ne yapacak sorusu var. Bir seçenek bunları hiçbir şekilde önemsemeyip, oluruna bırakmak. Bir diğer seçenek, daha bu itiraz doğmadan onları kazanmaya çalışmak, en azından birkaçına birtakım payeler vererek, birtakım iktidar alanları açarak kazanmaya çalışmak. Bir diğeri de bunlara karşı çok net bir savaş yürütmek. Üçüncü seçeneği en sona bırakacaktır ama Tayyip Erdoğan’ın bunu yapmaktan hiç geri durmayacak bir siyasî duruşa sahip olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla Abdullah Gül ve çevresinin itirazlarını dile getirme ihtimalleri eğer pratiğe geçerse, kendileri çok fazla bir şey elde edemeyebilirler, ama Türkiye’deki siyasî dengeleri ciddi bir şekilde değiştirme potansiyeline sahip olacaktır diye düşünüyorum.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.