Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Medya, Büyükada tutuklamalarını sorguluyor

5 Temmuz akşamı Büyükada’da Adalar İlçe Emniyet Müdürlüğü ekiplerine gelen bir ihbar üzerine polis ekipleri toplantı yapılan otele baskın düzenledi. Önce gözaltılar, ardından da tutuklamalar yaşandı. Üzerinden yaklaşık bir buçuk ay geçen olayın yankıları hala devam ediyor. Süreci en başından alarak sorgulayan gazetecilerim birleştikleri nokta ise delillerin temelsizliği.

Büyükada tutuklamaları üzerine birçok açıklama yapıldı, yazı kaleme alındı. İktidar kanadının “casus” suçlamaları kendi tarafını bile tam anlamıyla ikna edebilmiş değil. Öyle ki, iktidara yakın olarak bilinen bazı gazeteciler, temkinli yazılar olmakla birlikte, Büyükada tutuklamaları ile ilgili eleştirel yazılar kaleme almaya başladılar. Bunlardan ilki Karar gazetesi yazarı Yıldıray Oğur’dan geldi. 5 Ağustos’ta “Büyükada’da aksayan vapur seferleri üzerine…” başlıklı yazısı ile tartışmaya dahil olan Oğur, Temmuz 1993’de Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin ilk en ses getiren eylemini hatırlattı. Oğur, “DİSK’ten Mazlumder’e, Ahmet Altan’dan Ali Bulaç’a kadar farklı kesimlerden sivil toplum örgütleri ve aydınların imzası olan bildiride ‘BM barış gücü koruması altında yeşil hatlarla bölünmüş kentlerde yaşamak istemiyoruz. Dış düşman, dış tahrik mazeretinde kurtularak her türlü haksızlığa karşı çıkılmalı’” ifadelerinin kullanıldığı bildiriden bahsettikten sonra sözü Eylül 2004’de yapılan bir sempozyuma getirdi. Açılış konuşmasını Abdullah Gül’ün, kapanış konuşmasını ise Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı bu sempozyumda Erdoğan’ın şu sözlerinin salonda büyük bir alkışla karşılandığını hatırlattı: “Özgürlük alanını daraltan bir güvenlik anlayışı uzun vadede güvenliğin altını oyan bir zemin üretir.”

“Büyükada, sadece onların değil, bir ülkenin kendi kendisine nasıl gol attığının da trajik hikayesi olarak hatırlanacak”

Bunun ardından davayla ilgili sunulan delilleri tek tek ele alan Oğur, delillerdeki tutarsızlıklara değiniyor. En çok da İdil Eser ile ilgili “delil”e yer veriyor.

“(…) Ve esas gazetelerin ilgisini çeken delil. Gazete haberinden okuyalım; “PKK’nın mesajı cebinde; İdil Eser’in telefon ve bilgisayarında örgüte üye olmak isteyen teröristin mesajları var.”

Savcıya göre bu bir mesaj değil, caps:

‘..PKK/KCK terör örgütü üyesi olduğunu ve Murat Dicle isimli sahte hesabı kullandığını beyan eden şahsın, Af Örgütü’nde çalıştığı değerlendirilen Fırat Doğan isimli şahsa “kendisinin Irak’ta uzun zamandır PKK üyesi ve gerilla doktoru  olduğunu, Af Örgütü’ne üye olmak istediğini,bunun kendileri için sorun olup olmayacağını sorduğu” şeklinde yazışmanın resim halinde bulunduğu,..’ Mesaj İdil Eser’e gelmemiş, Uluslararası Af Örgütü’nün Facebook sayfasına mesaj olarak yazılmış. Bahsedilen Fırat, bu mesajlara bakan Af Örgütü çalışanı. Yaptığı gelen bu mesajın capsini İdil Eser’le paylaşmak. Bilgisayarından ya da telefonunda çıkan bu caps. Bu mesaja hiçbir cevap da yazılmamış. Ama İdil Eser de hiçbiri Büyükada toplantısıyla ilgili olmayan bu delillerle tutuklandı.”

Sonrasında ise yazısını şu şekilde bitiriyor:

“Bu seminerdeki insanların ve kurumların fikirlerine, insan haklarından anladıkları şeye katılmayabilirsiniz. Şahsen pek çok açıdan ben katılmıyorum ve bununla ilgili yazılar yazdım. Ama sadece fikirlerini, duruşlarını beğenmiyorsunuz diye insanları bu delillerle casus, terörist ilan edip hapse atamazsınız.

(…) Türkiye, güvenlik bürokrasisinin köpürttüğü kaos, suikast planlarıyla yapılan operasyonların bedelini ağır ödedi. Bu bedel bir kere daha hem Türkiye hem de yine temelsiz delillerle hapse atılan insanlara ödetilmemeli. O bedeli ödeyenlerden biri olan İdil Eser, OHAL nedeniyle sadece birinci derecede yakınlarıyla görüşmesine izin verildiği için hapishanede kimseyle görüşemiyor. Çünkü hayatta olan birinci derece yakını yok. Büyükada, sadece onların değil, bir ülkenin kendi kendisine nasıl gol attığının da trajik hikayesi olarak hatırlanacak. Halbuki Büyükada deyince aklımıza gelecek tek olumsuz haber, fırtınadan dolayı aksayan vapur seferleri olarak kalmalıydı.”

Nagehan Alçı: “Terör şüphelisi olarak gözaltına almak için neden terörle mücadele ekipleri değil de Adalar polisi gidiyor?”

Oğur’un söz konusu yazısından yaklaşık 10 gün sonra Habertürk gazetesinden Nagehan Alçı da Büyükada tutuklamalarına dair bir yazı kaleme aldı. Yazısında tutuklamalara gerekçe olarak gösterilen iddialara yer veren Alçı, Uluslararası Af Örgütü’nü yıllardır takip ettiğini, geçmişte Celal Bayar ve Erdoğan’a destek verdiğini hatırlatıyor. Konu tutuklanma gerekçelerine geldiğinde süreç ile ilgili kafasında birçok soru işareti olduğununu ve bunları konuşmak için örgütün basın sorumlusu Özgün Özçer ve kampanyalar direktörü Ruhat Sena Akşener ile konuştuğunu söylüyor.

Harita ve PKK’lıdan gelen mesaj

Deliller arasında gösterilen ve medyada üzerine çokça spekülasyon yapılan haritanın bağlamından koparıldığını şu ifadelerle anlatıyor: “Türkiye’yi bölme haritası değil; çünkü zaten siyasi bir harita değil! Üzerinde farklı renklerin olduğu, Türkiye’yi, Körfez bölgesini, Ortadoğu’yu gösteren harita, bir dil haritası. Zaten “İşte bu harita” diye yayınlanırken de herhalde dikkatli bakılsa görülürdü, üzerinde dil ve lehçe adları var.” Ardından İdil Eser’in telefonundan çıkan bir PKK’lı mesajına değinen Alçı, Af Örgütü temsilcilerinin söz konusu mesajla ilgili verdikleri cevabı okuyucuları ile paylaşıyor:

“Bizim internet sitemize her gün onlarca mesaj gelir. İçlerinde psikolojik sorunları olanlar da yoğun bir şekilde var. Biz bunlar için hangilerine cevap verileceği, hangilerinin ciddiye alınacağı vs. ile ilgili bir birim oluşturduk. O mesaj ‘Ben PKK’da doktorum’ diye başlayan ve şizofrenik olduğuna kanaat getirdiğimiz bir mesajdı. İlgili birimdeki arkadaşımız, İdil’e ‘Bunu ne yapalım?’ diye sormak için caps’ini alıp mesaj atmış, o da ‘Cevap vermeyelim’ demiş, zaten cevap olmadığı görülüyor. Hikâye bu.”

Alçı yazısını “3 ayrı terör örgütüne yardım etmekle suçlanan bu insanları, terör şüphelisi olarak gözaltına almak için neden terörle mücadele ekipleri değil de Adalar polisi gidiyor?” sorusuyla bitiriyor.

Hakan Albayrak: “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuyla ilgili açıklamaları da tatminkâr olmaktan çok uzak. Savcılığın ‘performansı’ da.”

19 Ağustos’ta Karar gazetesindeki köşesini bu konuya ayıran Hakan Albayrak, Büyükada’da tutuklanan insan hakları aktivistlerini hapishanede ziyaret eden CHP’li milletvekillerine söylediklerine yer verdikten sonra yaşananların bir yanlış anlamadan kaynaklandığı ve geri adım atılmakta zorluk çekildiği tespitinde bulunuyor. Yazısında iki kere Yıldıray Oğur’un yazısına referans veren Albayrak, iktidarın ve yargının süreçteki tutumunu kısaca eleştirip gidişatın iyi olmadığını şu kelimlerle ifade ediyor:

“Hükümete yakın basında ilgili haberler sansayonel başlıklar altında sunuluyor ama haberlerin içerikleri -bütün zorlamalara rağmen- o sansayonelliğin hakkını veremiyor. Bir kere, “gizli toplantı” denilen toplantı aslında gizli değildi. Balık baştan kokuyor yani.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuyla ilgili açıklamaları da tatminkâr olmaktan çok uzak. Savcılığın ‘performansı’ da.

En ağır suçlamalar bile çok kolay yapılabiliyor. Mahkemeler gözaltı ve tutuklama kararlarını çok kolay alabiliyor. ‘İnsanların itibarları ve özgürlükleri söz konusu olduğunda iki kere düşünelim’ denmiyor. Uluslararası komplikasyonlar zaten hiç umursanmıyor. (Yabancı devletlerle şu veya bu konuda didişmeniz kaçınılmaz hale geldiğinde mecburen didişirsiniz. Ne yazık ki son zamanlarla kaçınılabilir didişmelere de balıklama atlanıyor. Bu arada “Ahmet Davutoğlu bizi herkesle papaz etmişti, iyi ki gitti” sakızı çiğnenmeye devam ediyor!) İyi değil bu gidiş.
FETÖ’yle, PKK’yla mücadelenin haklılığına, hukuk devletinin hukukiliğine gölge düşürülmemeli. En önemlisi, mazlumun “âh”ını almaktan korkulmalı.”

Özetle bu üç ismin iktidara yakın olmalarına rağmen Büyükada tutuklamalarını, temkinli bir şekilde de olsa, eleştirdiklerini görüyoruz. Bu isimlerden oldukça farklı bir yerde duran İsmail Saymaz da Hürriyet gazetesinde konuyla ilgili bir haber yaptı.

İsmail Saymaz: “Her şey, İnsan Hakları Ortak Platformu’nun (İHOP) Nisan 2017’de Antalya’daki buluşmasında başladı”

Hürriyet gazetesinden İsmail Saymaz da Büyükada tutuklamalarıyla ilgili yayımladığı haberde, Nisan 2017’de Antalya’da başlayan sürecin Büyükada’da nasıl tutuklanmayla sonuçlandığını anlatıyor. Süreç ile ilgili birçok detaya yer veren Saymaz, gerçeklerin nasıl saptırıldığını yazısında şu kelimelerle ifade ediyor:

“Atölyelerde dijital veri güvenliği, hacker saldırılarına karşı korunma, bilgisayar ve cep telefonuna dışarıdan müdahale konusu konuşuldu. Örneğin, telefonuna dışarıdan ByLock yüklenip yüklenemeyeceği tartışıldı. Dalkıran’ın davet ettiği Ahmet Tunç Tunçten adlı çevirmen, görevi dışına çıkarak katılımcılarla tartıştı. Sonra da “Toplantıda bilgisayar ve elektronik cihazların polisten nasıl saklanacağı konuşuldu” diye ihbarda bulundu. İhbarı polis baskını izledi.

İnsan hakları savunucuları ikişerli gruplar halinde farklı karakollara dağıtıldı. 13 günlük gözaltına sonunda Gharavi’ye Türkiye’yi bölünmüş bir halde gösteren harita soruldu. Bu idari sınırlar değil, diller haritasıydı. Türkçe, Arapça, Farsça ve Kürtçe’nin konuşulduğu coğrafyayı yansıtıyordu. Steudtner sorgusunda, gizli saklı davranmadığını ifade etmek için, Almanya’dan çıkarken ‘Elepant’ adlı formu doldurduğunu anlattı. Ne var ki Akşam ve Güneş gazetesi, Türkler dahil olmak üzere Almanya’daki her yurttaşa tanınan, ülke dışında başlarına bir iş gelmesi halinde vatandaşların bulunabilmesine imkân veren bu programı, casusluğun kanıtı diye yazdı.”

1938’deki Donanma Davası gibi…

Yazısının sonunda bugün Büyükada’da yaşananları geçmişteki, 1938’deki, donanma davası ile kıyaslayan Saymaz, Nazım Hikmet’in nasıl ve neden Erkin gemisine götürüldüğünü şu sözlerle özetliyor:

“Büyükada’daki bir otelin toplantı salonunda başlayan casusluk hikâyesi, şu an Silivri Cezaevi’nde sürüyor. 79 yıl önceki bir başka casusluk ve darbe yargılaması olan Donanma Davası gibi…

Şair Nazım Hikmet, Haziran 1938’de kelepçeli şekilde gözaltına alındıktan sonra Kadıköy iskelesinden bindirildiği motorla, Adalar’ın açıklarında bekleyen Erkin gemisine götürülmüştü. Deniz Kuvvetleri’nde ‘askeri isyana teşvik’ iddiasıyla 10 Ağustos 1938’de gemide görülen davada, Nazım Hikmet’in yanı sıra Kemal Tahir, Hikmet Kıvılcımlı ve Kerim Korcan da yargılanmıştı. ‘Kızıl casusluk’ devrin revaçta suçlamasıydı.

Bu dava nerede mi bitmişti? Erkin gemisinin dolanarak geldiği Silivri açıklarında.”

 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.