Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Şerif Hoca’nın ardından

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba. Uzun bir süredir tatildeyim, yurtdışındayım. Yayın yapmayı düşünmüyordum, ancak Şerif Hoca’nın ölüm haberini aldım biraz önce Türkiye’den. Çok üzgünüm, kendisi çok yakından tanıdığım bir arkadaşımdı, 1985 yılından beri muhabbetimiz olan birisiydi — ki muhabbet kavramı Şerif Hoca’nın çok sevdiği bir kavramdır. İslamî hareketlerle ilgili çalışmaya başladığım andan itibaren onun kitaplarını okumaya başladım ve kendisiyle tanıştıktan sonra da hayatımın önemli bir kesiminde bana çok şey öğreten, çok ufkumu açan birisi oldu; ama onun ötesinde Şerif Mardin, tüm Türkiye’de gerçekten Sosyal Bilimler alanında tamamen devrimci bir kişiydi, bunu herkesin kabul etmesi lazım.
Devrimci kişiliği nedeniyle de zaten sevenleri kadar sevmeyenleri, hatta belki de daha çok sevmeyenleri vardı. Onu anlamayanlar, anlamak istemeyenler, özellikle Türkiye’de din-devlet ilişkisi üzerine titiz araştırmacı kişiliğiyle yönelttiği sorgulayıcı bakışı, Uluslararası Sosyal Bilimler alanındaki gelişmeleri çok yakından takip ediyor olması ve kendisinin de uluslararası teoriye çok ciddi katkılarda bulunuyor olması… Bütün bunlar Hoca’yı Türkiye’de gerçekten apayrı bir yere taşıdı, ama her zaman olduğu gibi iyi insanların, doğru insanların, doğruyu gösterenlerin karşısına değişik yerlerden değişik engeller çıkartılmıştır.

Mahalle baskısı

Hoca’nın popülerleşmesi diyelim, Türkiye’de kendisiyle yaptığımız bir söyleşide ortaya attığı “mahalle baskısı” kavramıyla oldu. Aslında bu iyi bir şey değil; çünkü o kavrama gelene kadar Şerif Mardin Türkiye’de gerçekten dinin toplumsal yönü, sosyolojik yönü, din-siyaset ilişkisi konusunda çok önemli, çığır açıcı yaklaşımlar geliştirmişti; ama “mahalle baskısı” bir döneme denk geldiği için, kullanışlı bir kavram olarak görüldüğü için hızla yayıldı, popülerleşti. O yayında o kavramı nasıl dile getirdiğini çok iyi hatırlıyorum, ben Washington’da yaşarken onun Amerika’ya geldiğinde kaldığı otelin lobisinde yaptığımız bir sohbetten çıkmıştır bu. O sırada değişik makalelerinden derleme bir kitap ABD’de basılmıştı, kitap üzerine bir söyleşinin içerisinde geçen bir-iki paragraftı; ancak İstanbul’da o tarihte çalıştığım Vatan gazetesinin editörleri bu olayı keşfetmişler –açıkçası ben farkına varmamıştım bile– ve bunu büyüttüler ve bu hızla yayıldı. Hoca bundan bir taraftan memnun kaldı, ama bir taraftan rahatsız oldu ve durumu daha da aşmaya çalıştı; ama ilk başta bu kavrama herkes kendince bir anlam yüklediği için öyle yürüdü gitti. Tekrar söylüyorum: Şerif Mardin, “mahalle baskısı” kavramını Türkiye’ye sokmakla iyi etti, o kavramın ne kadar fonksiyonel olduğunu, ne kadar Türkiye’yi anlamakta yararlı bir kavram olduğunu özellikle şu son yıllarda çok iyi anlıyoruz; ama Şerif Mardin, “mahalle baskısı”ndan önce, özellikle merkez-çevre ilişkileri üzerine geliştirdiği açılımlarla, geliştirdiği yaklaşımlarla gerçekten Türkiye’de çok önemli katkıları olmuş birisidir.

Said Nursi çalışması

“Din ve İdeoloji” kitabı, başlı başına bir şaheserdir. Şerif Mardin’in Said Nursi üzerine yaptığı çalışma hakkında çok spekülasyon yapıldı, Said Nursi üzerine o kalibrede birisinin araştırma yapmış olması, baştan bazı çevreleri çok ciddi bir şekilde rahatsız etti. Kitabı okuduklarını sanmıyorum açıkçası; kitapta dile getirdiklerini çok fazla anladıklarını da sanmıyorum; önemli olan, Şerif Mardin’in Said Nursi’yi incelemesiydi, bu da onun dâhil olduğu mahallenin –ki seküler mahalledir bu, biliyoruz– asla kabul edemeyeceği bir şeydi. Zaman içerisinde bu konuda olumlu anlamda çok şeyler değişti ve bunda da Şerif Hoca’nın özellikle çok büyük katkıları oldu; bunu hepimiz biliyoruz, ancak özellikle AKP iktidarıyla beraber, AKP iktidarının İslam’ı Türkiye’de bir baskı aracı olarak kullanmasıyla beraber, maalesef tekrar Türkiye eskiye döner bir hale geldi.
Bu durum gerçekten Türkiye için acı bir durumdur, Erdoğan yönetiminin özellikle son birkaç yılda Türkiye’ye reva gördüğü yaklaşım, uygulamaları, baskıları, yasakları vs. Türkiye’de İslam’ı anlamak, Müslümanları anlamak, din-devlet ilişkisini, din-siyaset ilişkisi anlamakta Şerif Mardin’in de epey katkısı olan onca emeği bir anlamda boşa çıkartmış gibi duruyor. Ancak bugünlerin geçici olacağını düşünüyorum, Şerif Mardin’in eserlerine tekrar tekrar başvurduğumuz takdirde Türkiye’yi daha iyi anlama konusunda daha da kendimizi geliştirebileceğimizi düşünüyorum, bu anların geçici olduğunu düşünüyorum. Türkiye bir normalizasyon yaşamak zorundaydı din-devlet ilişkileri konusunda. Bu normalizasyonu yapma iddiasındaki AKP iktidarı, Türkiye’yi başka bir anormalliğe taşıdı; ama sonuçta Türkiye, eskiye dönerek değil, AKP’nin anormalizasyonundan, Erdoğan’ın anormalizasyonundan da çıkarak yeni bir normal çoğulcu –herkese yer olan; dindarıyla, dinsiziyle, Alevi’si, Sünni’siyle herkese yer olan çoğulcu– demokratik bir düzene geçeceğini düşünüyorum.
Kendisini çok yakından tanıyan birisi olarak Şerif Mardin’in çoğulcu bir demokrasi için, seküler bir demokrasi için çaba sarf etmiş olduğuna birinci elden tanığım. Ona atfedilen suçlamalar, ona yöneltilen suçlamaların ne kadar asılsız olduğunu birinci derecede biliyorum. Kendisi de artık belli bir yerden sonra bunları artık hiçbir şekilde önemsemiyordu, dinlemiyordu; ama tabii ki kırılıyordu aynı zamanda, kırılıyordu.
Kırgınlıklar bu tür insanların başına dünyanın her yerinde gelen, bu tür insanların, deha düzeyindeki yaratıcı insanların başına gelen şeylerdir, Şerif Hoca bu kırgınlıkları maalesef çok yaşadı. Birçoğuna bizzat şahit oldum, birçoğunu başkalarından duydum, hâlâ görüyorum, duyuyorum, hâlâ arkasından iyi söz etmeseler bile, adını bile duymaya tahammül edemeyen insanlar olduğunu biliyorum.
Onu kullanmak isteyen insanlar olduğunu da biliyorum; ama Şerif Mardin bütün bunlardan bağımsız bir şekilde kendi ayakları üzerinde durabilmiş, kimseye ihtiyaç duymadan durabilmiş çok rafine bir aydındı, özellikle yaşamla kurduğu ilişkide de çok farklı birisiydi, çok değişik birisiydi. Türkiye ortalamasının gerçekten çok üstünde birisiydi ve Türkiye’nin yetiştirmiş olduğu, Sosyal Bilimler’de dünya çapında az sayıdaki –maalesef az sayıdaki– isimlerinden birisiydi.
Kendisini 90 yaşında uğurluyoruz, çok rahmet diliyorum; maalesef cenazesine katılma imkânım da olamayacak; bu da beni ayrıca çok rahatsız ediyor.
Allah rahmet eylesin.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.