Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ahmet Şık: Cesur ve iyi gazeteci

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Bugün Ahmet Şık’a Frankfurt Kitap Fuarı’nda Cesur Gazeteci Ödülü verildi. Tabii ki kendisi cezaevinde olduğu için yerine avukatı Can Atalay bu ödülü aldı. Bununla ilgili bir şeyler söylemek istiyorum — bir arkadaşıma. Unutulmasını engellememiz gerekiyor. Ahmet Şık gerçekten bu ödülü hak eden birisi. Cesaret ve gazetecilik kavramları yan yana geldiğinde bugünün Türkiyesi’nde ilk akla gelen isimlerden, belki de birincisi. Ancak şunu vurgulamak lazım: Cesaret tek başına yeterli bir şey değil. Ahmet’i tanımlamada da yeterli bir şey değil. Aynı zamanda iyi bir gazeteci. Cesur olursunuz ama kötü bir gazetecilik yaparsınız. Cesaret tek başına yetmiyor. Burada iyi olmak lazım, aynı zamanda iyi olabilmek gerekiyor ki, Ahmet, bu anlamda Türkiye’de son –diyelim ki yaklaşık yirmi beş yıldır herhalde gazetecilik yapıyor– en az yirmi beş yıldır, bir çeyrek yıllık süre içerisinde gerçekten Türkiye’ye damgasını vuran az sayıdaki gazeteciden birisi. Bir de kalıcı bir isim. Çünkü bu meslekte, bizim gazetecilik mesleğinde dönem dönem birtakım isimler ortaya çıkar. Etkili olur, ama daha sonra kaybolur. Süreklilik de gerçekten çok önemli.

Hep muhabir kaldı

Ahmet’in bir başka özelliği, Ahmet hep bir muhabir olarak kaldı. Birçoğumuz böyle başladık. Daha sonra yöneticilik ya da köşe yazarlığı gibi yerlere evrildik. Ama Ahmet hep muhabirlikte kaldı, bunda ısrar etti. Bunun ötesinde bir konuma gelmek de istemedi, böyle bir iddiaya da sahip olmadı. Çünkü aslında baktığımız zaman gazetecilik esas olarak muhabirdir. Ve bu anlamda onun o ısrarının çok önemli ve isabetli olduğunu söylemek isterim. Değişik dönemlerde, toplumsal hareket diye adlandırılan değişik olaylarla ilgili gazeteciliğe başladı, ama daha sonra çok daha çeşitlendirdi. Özellikle Fethullah Gülen, cemaati diyeceğim, ya da örgütü diyelim, en iyisi o, üzerine yaptığı çalışma, “İmamın Ordusu” kitabıyla beraber bambaşka bir alana geçti.
Burada tabii açık söylemek gerekirse, o kitap çıksaydı, normal bir şekilde çıksaydı belli bir etkisi olacaktı. Önemli bir kitap. Ama Cemaatçiler, Fethullahçılar kitabın çıkmasını engellemek için yaptıklarıyla kitabı ve Ahmet’i çok daha fazla öne çıkarttılar. Tabii burada çok ağır bedeller ödedi başkalarıyla beraber. Ama esas olarak Ahmet Şık ve Nedim Şener olayı o döneme damgasını vurdu. Bunu artık çok fazla anlatmaya gerek yok. Ancak şunu da söylemek lazım tabii ki: Ahmet Şık’tan bahsediyoruz, cesaretten, iyi gazetecilikten bahsediyoruz. Maalesef Nedim Şener’den bahsedemiyoruz. Demek ki süreklilik önemli. Belli bir dönemde belli bir çıkış yakalayıp, belli bir saygınlık yakalamış olmanız sizin ilelebet böyle devam edeceğiniz anlamına gelmiyor. Bunun örneğini en son bu olayda da gördük.

Türkiye hukuk devleti olsaydı Ahmet içerde olmazdı

Ahmet Silivri’de, yaklaşık bir yıldır Silivri’de yine yatıyor. Yine aynı cezaevinde yatıyor. En son Kadri’yle beraber, Kadri Gürsel’le beraber aynı koğuşta kalıyorlardı. Kadri’nin tahliyesinden sonra yalnız kalmaya başladı. Başka tutuklulardan onunla aynı koğuşta kalmak isteyenlerin başvuru yaptıklarını duydum. Ama henüz kabul edilmemişti en son konuştuğumda. Umarım yanında istediği birisiyle beraber tutukluğunu sürdürür. Ve tabii ki umarım ilk mahkemede özgürlüğüne kavuşur. Şunu özellikle söylemek lazım: Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan son vize krizi vesilesiyle hep şu noktanın altını çiziyor: Türkiye bir hukuk devletidir, kabile devleti değildir. Kabile devleti olmayabilir, ama hukuk devleti olmadığı da kesin. Ahmet Şık olayı tek başına Türkiye’nin hukuk devletinden ne kadar uzak olduğunu bize gösteriyor. Başka örnekler de var; özellikle gazeteciler olarak baktığımız zaman çok sayıda gazetecinin, Türkiye’de dünya rekoru kırarak çok sayıda gazetecinin tutuklu olduğunu biliyoruz. Bunların neredeyse hepsinin, ezici çoğunluğunun tamamen siyasi nedenlerle burada olduğunu, kendilerine doğru dürüst suçlama atfedilmediğini biliyoruz. Kendilerine birtakım örgütler yamanmak istediğini biliyoruz. Ve bunlardan birisi de tabii ki Ahmet Şık. Ahmet Şık’ın varlığı tek başına Türkiye’nin hukuk devleti iddiasının reddidir. Daha doğrusu reddi demeyelim, yalanlamasıdır gerçekten bu.
Ahmet’in diğer gazetecilerden, bizlerden farkı –mesela şu anda süren Cumhuriyet davasındaki diğer yargılananlardan farkı– gerçekten çok net bir duruş sergilemesi, tartışmaya girmek istememesi.

Tavizsizliğin bedeli

Tartışmaya girmek dediğim, hiç yumuşatmadan aklına geleni söylemesi — ki bu son davada özellikle, duruşmada mahkeme heyetiyle arasında bu konuda birtakım atışmalar ve şakalaşmalar da oldu. Gerçekten sözünü esirgemeyen birisi Ahmet. Bu tabii dışarıdaki birçok insanı çok heyecanlandırıyor, coşturuyor ve Ahmet’e daha fazla sahip çıkılmasına yol açıyor. Ama aynı zamanda maalesef Türkiye’de hukuk devleti de işlemediği için bu Ahmet’in haksız mağduriyetinin daha fazla uzamasına da yol açabiliyor. Bu anlamda gerçekten önemli bir tercih yapıyor. Bu duruşunun –ki ilk Fethullahçılar kendisine kumpas kurduğu zaman onun Silivri’de gece cezaevi çıkışında yaptığı konuşmayı hatırlayanlar vardır; unutulmaz bir konuşmaydı, orada da hepimiz izlerken demiştik ki: “Adam çıktı, yine kendini yakıyor”; nitekim o konuşmada savcılara ve yargıçlara yönelik yaptığı konuşmanın ardından hemen hemen hepsi şu anda FETÖ davasında yargılanan, kimisi tutuklu, kimisi firari birçok savcı ve yargıç Ahmet hakkında suç duyurusunda bulunmuştu ve onun yargılanmasına neden olmuşlardı– dolayısıyla daha çıktığı günden itibaren tekrar tavizsiz duruşu nedeniyle başına yeni dertler açmaktan da çekinmeyen bir meslektaşımızla, arkadaşımızla karşı karşıyayız. Bu tabii ki bizi çok –nasıl söyleyeyim?– onun adına çok gurur duyuyoruz bir anlamıyla, ama bir yanıyla da gerçekten Türkiye gibi bir ülkede, bunların durup dururken insanın başına ne kadar işler açabildiğini de bildiğimiz için, buruk bir durum oluyor.
Anlatması zor bir hissiyat. Bunu kendisiyle de değişik vesilelerle konuşma imkânı bulduğumda, bu konuyu konuştuğumuzda çok tıkandığımız anlar oldu. Kadri’yle geçen yaptığımız bir sohbette biraz böyle geçmişti. Bir gri alan meselesi Ahmet’in mahallesine uğramış bir şey değil. Bu güzel bir şey. Ama şunu da açıkça söylemek lazım: Türkiye’nin bütün pisliklerinin, bütün günahlarının yükünü Ahmet ve bir avuç insanın yükleniyor olması da çok acı bir şey. Onlara hepimizin yaptığı çok büyük bir kötülük, onu söyleyeyim. Onun söylediği bir husus vardı, tam şimdi kelime kelime hatırlamıyorum, ama şöyle bir şeydi: Ben cesur değilim ama konuşması gereken insanlar konuşmuyor mealinde bir şey söylemişti. Bu gerçekten çok doğru bir saptama.
Türkiye bir süredir, uzun bir süredir maalesef ve daha da süreceğe benzeyen bir süreçte, tam bir baskı ortamında, insanların düşündüklerini, duygularını tam olarak ifade edemedikleri, etmekten çekindikleri bir atmosfer yaşıyor. Böyle bir ortamda bu çekingenliği yaşamayan insanlar haklı olarak öne çıkıyorlar. Ama haksız olarak çok daha fazla mağduriyetler yaşıyorlar. Böyle bir acayip, kötü bir döngü var. Bunun sorumlusu tabii ki öncelikle Türkiye’yi yönetenler ve de Türkiye’yi yönetenlerin bu yönetme tarzına, demokrasiden, temel hak ve özgürlüklerden uzak, aykırı yönetme tarzına ses çıkartmayanlar da diyelim.

Fethullahçı fırsatçılık

Çok uzatmak istemiyorum. Özel bir yayın oldu bu. Özel bir yayın derken, kişisel bir yayın oldu, farkındayım. Ama Ahmet’e ve diğer cezaevindeki arkadaşlara karşı ödememizin neredeyse imkânsız olduğu bir borç var. Bu borcun bir kısmını en azından yerine getirmek için yaptığım bir yayındı. Ahmet’i tebrik ediyorum. Ve tekrar söylüyorum: Cesur olmanın ötesinde iyi bir gazeteci. Türkiye’de gazeteciliğin can çekiştiği bir ortamda gerçekten sayısı giderek azalanlardan bir isim. Ve maalesef aramızda değil. Özgür değil. Tekrar kendisine buradan sevgilerimi yolluyorum ve bir an önce, en kısa zamanda o ve diğer meslektaşlarımızın yanımızda olmasını diliyorum.
Son bir not, bu yayından önce aklımda vardı, unutmuşum. Sonunda aklıma geldi. Aslında unutmuş olmak da iyi bir şey. O da Fethullahçıların son dönemde Ahmet Şık’ı da kullanmak istediklerini, yani kendilerine malzeme etmek istediklerini görüyorum. Bu çok bayağı bir şey. Ama tutmayacak bir numara. Nitekim geçen Ahmet kendisini ziyarete gelen bir avukata söylediği gibi, bulunduğu cezaevindeki birtakım Fethullahçıların kendisiyle temas kurmak istediklerini, diyaloga geçmek istediklerini ama onları –kelime neydi şimdi hatırlamıyorum ama– terslediğini söylüyordu.
Biz Ahmet içeri girdiği zaman Fethullahçılara “Her kuşun eti yenmez” diye seslenmiştik. Gerçekten boğazlarında kaldı. O boğazlarında kalmış olan arkadaşımızı tekrar kendilerine yaşadıkları, yurtdışında yaşadıkları, burada Ahmet dahil bir yığın insan cezaevinde çile çekerken yurtdışında yaşadıkları müreffeh ortamlarda meze etmeyeceğimizi, öncelikle Ahmet’in buna izin vermeyeceğini tekrardan vurgulamak lazım.
Evet, Ahmet’e tekrar sevgilerimi iletiyorum. Hak ettiği bir ödülü daha aldı. Daha önce de almıştı. Önceki dönemde de alıyordu ödüller, şimdi de alıyor. Maalesef, yani ödüller alması iyi ama, bu şekilde özgürlüğünden mahrum olması ortamında alması iyi değil. Evet, kendisine sevgiler. Sizlere de bu kişisel yayını izlediğiniz için teşekkürler.
Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.