Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İstifalar AKP’ye ne getirir, AKP’den ne götürür?

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Ne getirecek ne götürecek bu istifalar AKP’ye? Daha önce bir yayında da söyledim: Götüreceklerinin getireceklerinden çok daha fazla olduğunu düşünüyorum ben. Ne getirebilir? Öncelikle Tayyip Erdoğan’ın bu partinin tek hâkimi olduğu, onun iradesinin her şeyin üzerinde olduğunu bu olayla gördük. Belediye başkanlarının istifasını istedi ve bu istifaları teker teker alıyor; ama Ahmet Edip Uğur da, kısmen Recep Altepe de –ki henüz istifa etmedi- ve Melih Gökçek de. Tayyip Erdoğan’ın liderliğinin belli bir aşınmaya uğradığını da söyleyebiliriz, çünkü bu olay hemen gerçekleşmedi. İlk dile getirilişi Kanal D Ana Haber’de yaklaşık 15 gün önce, belki de daha fazla, 17 gün önce olmuştu; o zamandan bu zamana bayağı zaman geçti. Bunun Erdoğan’ın istediği bir zamanlama mı olduğuna çok emin değiliz; ama ay bitmeden bu olayın kapanmasını istediğini –hatta geçen sefer söyledi, bu hafta bitmeden kapanması istediğini– biliyoruz.

Direniş mümkün mü?

Melih Gökçek’in ve Bursa Belediye Başkanı’nın tutumlarının AKP içerisinde küçük çaplı bir direniş olup olmayacağı sorusunu beraberinde getirdiğini biliyoruz, ama bunun olma imkânı yoktu. Çünkü şu anda Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan’a, değil parti içinden, parti dışından da çok ciddi bir şekilde meydan okuma imkânı olan fazla bir yapı, odak ve kişi yok. Dolayısıyla bu olacak bir şey değildi. Bir şey denediler, ama en çok da Melih Gökçek denedi ve olmadı. Dolayısıyla burada Tayyip Erdoğan’ın liderliğinin biraz daha pekiştiğini, ama kısmi ölçülerde de soru işaretlerini beraberinde getirdiğini görebiliriz.
Büyükşehirlerdeki belediye başkanlarının istifa ettirilmesi –tabii hepsi büyükşehir değil, Düzce ve Niğde böyle değil, ama diğer dördü büyükşehir– istifa ettirilmesinin AKP’ye nasıl bir dinamizm kazandıracağı konusu hâlâ ortada. Bence böyle bir garanti yok. Melih Gökçek gitti diye AKP Ankara’da şahlanacak değil, Kadir Topbaş İstanbul’dan gitti diye İstanbul’da şahlanacak değil. Kadir Topbaş’ın yerine gelen belediye başkanının adını ben bir gazeteci olarak bile ezbere bilmiyorum; galiba Mevlüt’tü adı, yanılıyor da olabilirim. Bu gidenleri biliyoruz, gelenleri bilmiyoruz, pek de bilmeyeceğiz ve gelenlerin çok da önemli olmayacağını biliyoruz; en azından yerlerine gelecek olanların… Belki belediye seçimlerinde buralara birtakım iddialı isimler gösterebilir Cumhurbaşkanı Erdoğan; özellikle 2019’dan sonra başkanlık sistemine geçileceği için şu andaki bakanlar ve milletvekillerinin önümüzdeki dönemde etkisinin iyice azalacağı için şu andaki isimlerden bazılarını belediye başkanlıklarına kaydırabilir; ama şunu da söylemek lazım: Şu an itibariyle Tayyip Erdoğan’ın etrafında kalan milletvekili ve bakanların içerisinde belli bir adı olan, kendi özgül ağırlığı olan hemen hemen kimse kalmadı; bu da zaten Tayyip Erdoğan isteyeceği bir şey değil. Dolayısıyla Erdoğan’ın stratejisi, eskileri ayıklamak üzerine kurulu bir strateji; “yenileşme” diyor ama, kimle yenileştiğini söylemiyor. Genellikle çok bilinmeyen, düşük profilli isimlerle yola gideceğe benziyor ve bunun anlamı da şu ki: Tayyip Erdoğan’ın kendisi her şeyde, her yerde; her mevkide makamda Tayyip Erdoğan öne çıkıyor.

Şaban Dişli’nin istifası

Şu anda arkadaşlar bir haber iletti, Şaban Dişli görevinden istifa etti diye. Şaban Dişli gerçekten çok önemli bir isimdi, çok tartışmalı bir isimdi. AKP’nin kuruluşundan beri Tayyip Erdoğan’ın yanında olan bir isim. Şaban Dişli aslında Milli Görüş hareketinden gelen birisi değil; hatta öğrencilik yıllarında belli ölçülerde solculukla da ilişkisi olan birisi. Ancak yolsuzluk iddialarıyla bir ara çok ciddi bir şekilde yaralanmıştı. Daha sonra Tayyip Erdoğan onu hiçbir zaman bırakmadı ve en son kendisini başdanışman olarak atamıştı; ama biliyoruz ki Şaban Dişli’nin kardeşi bu son 15 Temmuz darbesinin en önde gelen isimlerinden birisi — en azından bununla suçlanıyor, çok ciddi bir şekilde suçlanıyor ve bu yüzden de buna rağmen Erdoğan tarafından o göreve getirilmiş olması çok ciddi tartışmayı beraberinde getirmişti. Haber çok yeni olduğu için detaylarını bilmiyoruz, ancak Şaban Dişli’nin istifasını da bir anlamda belediye başkanlarının istifalarıyla beraber değerlendirmek gerekecek tabii ki.
Burada şöyle bir soru var: Bu insanlar niye gidiyor? Biliyoruz ki hiçbirisi razı değil, istemeye istemeye gittiler; Kadir Topbaş’ın basın toplantısını izleyenler bilir: Çok buruktu, hüzünlüydü ve kendisine yanlış yapıldığını, ayıp edildiğini belli edecek ifadeleri oldu. Düzce ve Niğde’dekileri pek fazla bilmiyoruz, kamuoyunda çok bilinen isimler değil; zaten onlarda çok ses olmadı, ancak Balıkesir’in ve Bursa’nın belediye başkanlarının adları geçtiği andan itibaren söyledikleri bazı şeylere baktığımız zaman çok net bir şekilde gördük ki: Kendilerini başarılı görüyorlar, haksızlığa uğradıklarını düşünüyorlar.

İstemeye istemeye gidiyorlar

Melih Gökçek ise bambaşka bir durum tabii ki; o zaten her zaman bambaşka birisi. O alenen “Bana haksızlık yapıyor” demedi, ama ayak sürüdüğünü çok net bir şekilde görüyoruz, birtakım formüller önerdiği iddia edildi; ancak bu sefer gördük ki Erdoğan onun bir an önce artık orayı bırakmasını istiyor ve kendisine şart koşmasına hiçbir şekilde razı olmuyor. Melih Gökçek gerçekten, kelimenin gerçek anlamıyla ağlaya ağlaya gidiyor. 23 yılın sonunda böyle gidiyor olması onun için ne anlama geliyor? Çok büyük anlamı var: Artık Melih Gökçek’in herhangi bir siyasî geleceğinin olabileceğini açıkçası sanmıyorum. Belki sembolik olarak birtakım görevlendirmeler olacaktır; ancak ona verebilecek en büyük hediye, diyelim, 23 yıl boyunca yaptıklarının daha sonra kurcalanmayacak olmasıdır. Ama ileride iktidar değişirse, başka birileri gelirse, başka partiler iktidara gelirse bu kapı pekâlâ açılabilir, en azından aralanabilir. İstemeye istemeye gidiyorlar, bunu biliyoruz ve bu kişilere çok aleni olarak birtakım suçlamalar da yöneltilmiyor; yani “Seni istemiyoruz çünkü sen şunu yanlış yaptın, sen FETÖ’cüsün, sen şusun sen busun” da denmiyor. Çok sayıda belediye başkanı içerisinden bazıları için “Sizleri istemiyoruz artık” diye bir karar veriliyor; bu kamuoyuyla paylaşılmıyor, belki kendileriyle paylaşılıyor ama kamuoyuyla paylaşılmıyor. Bu da bence AKP’nin dava partisi olduğu iddiasını olma iddiasını ciddi bir şekilde yaralıyor.
Bugün, Erdoğan yine bu konular gündeme geldiğinde, “Biz diğer partilere benzemeyiz, biz dava partisiyiz” dedi. Ben açıkçası bu dava partisi iddiasının belli bir zamandan beri artık geçerli olmadığını, ortada bir davanın kalmadığını düşünüyorum ve bunu dillendiriyorum; ama diyelim ki böyle bir dava varsa, bu davaya uzun bir süre hizmet etmiş bu isimlerin böyle açıklanmayan gerekçelerle kızağa çekilmeleri, kenara alınmalarının bu dava duygusunu çok ciddi bir şekilde yaraladığı açık. Şöyle bir şey söylemek lazım: Bugün AKP içerisinde değişik görevlerde –yani ilçe başkanlığı, ilçe yönetim kurulu üyeliği, gençlik kolları yöneticiliğinden tutun bakanlığa kadar, hatta başbakanlığa kadar– kimse yerinin garanti olduğunu düşünmüyordur. Çünkü yaşanan olaylara baktığımız zaman, en fazla, “Melih Gökçek istifaya çağırıldı, olsa olsa şundandır” gibi akıl yürütmeler var; ama Erdoğan bize şunu gösterdi: “Çok da fazla kamuoyunu ikna etme ihtiyaç olmadan birilerini bulundukları yerlerden alabiliriz”.

Sandıkla gelen sandıkla gitmiyor

Ve bu görevden almaların yerleri sandıkla gelinen yerler olduğu için AKP’nin en büyük iddiası olan “Sandıkla gelen sandıkla gider” iddiasını da çok ciddi bir şekilde gölgelediği açık. Her ne kadar Erdoğan bu konuyu da kendince açıklamaya çalıştıysa da, bunun tatmin edici bir yanı yok. “Tamam, seçimle geldiler; ama seçimle gelmeden önce birtakım mekanizmalardan geçtiler” diyerek, bu ön aday belirlemelerin ne kadar demokrasiden uzak süreçler olduğunu bir nevi kabul etti; ama her halükârda, nasıl aday gösterirlerse gösterilsinler, adaylar seçilirken nasıl seçilirlerse seçilsinler, hele belediye başkanı söz konusuysa, diyelim ki bir ilde sekiz milletvekili seçiliyor, oy veren kişi hepsini tek tek tanımıyor olabilir; ama bir ilde belediye başkanı seçiyorsa en azından onun adını biliyordur ve onu seçiyordur. Orada o oyu geçersiz saymış oluyor şu haliyle AKP ve dolayısıyla sandıkla gelen sandıksız gidiyor; bu daha önce dile getirilen ve bundan sonra getirilebilecek olan “Sandıkla gelen sandıkla gider” argümanını çok ciddi bir şekilde –zayıflatıyor da demeyelim– ortadan kaldırmış durumda. Ortada sandık falan yok; ortada bir tek kişinin yönettiği bir parti ve ülke var ve bu tek kişi bize ve kendi tabanına bile açıklama ihtiyacı hissetmeden uygun gördüğü uygulamaları pekâlâ yapıyor ve genellikle de bunun az zarar vermesi için insanları istifaya çağırarak –yani azletmeyi değil– istifa etmelerini sağlamayı tercih ediyor; ama bu son olayda gördüğümüz gibi bazıları bunu çok içlerine sindirmedikleri için bu sefer sorun çıkıyor.
Çok abartılı gelebilir belki, ama ilk günden itibaren eğer bu kişiler –özellikle de Melih Gökçek– bir şekilde görevden alınmış olsaydı –bunun yolunu yordamını herhalde bulurlar, çünkü özellikle OHAL döneminde herkes her yerden alınabilir oldu Türkiye’de–, bu kadar zarar vermeyebilirdi. Şu haliyle bir müddet konuşulur, ondan sonra da üzerinde çok fazla durulmayabilirdi. Şimdi Melih Gökçek’e ve diğerlerine de kısmen belki birtakım anlamlar atfedilebilecek, yani işte yarın öbür gün AKP’nin krizi derinleştiğinde ve Erdoğan’ın krizi derinleştiğinde, Melih Gökçek’e kafasını çevirenler olacak. Bence boşuna çevirmiş olacaklar; tıpkı dün AKP’den marjinalize edilen Bülent Arınç gibi, Sadullah Ergin gibi, Abdullah Gül gibi isimlere kafa çevirenlerin karşılaştığı hayal kırıklığı gibi bir hayal kırıklığı da orada bizi bekliyor.

Topbaş’ın Gökçek ile aynı kaba konulması haksızlık

Son bir hususu söylemek istiyorum: Melih Gökçek’in istifaya davet edilmesi, zorlanmasıyla beraber, Melih Gökçek’i savunma yaklaşımları oldu. Bunların çok naif yaklaşımlar olduğunu söylememe izin verin. Melih Gökçek 23 yıl fazlasıyla yaptı, kazandığı birçok seçimde –özellikle en sonuncusunda– çok ciddi tartışmalar da oldu. Dolayısıyla Gökçek’le ilgili bir önceki yayınımda söylediğim gibi, ben bu Gökçek olayını… diğerlerinin günahını almak istemiyorum, pek tanımıyorum diğerlerini, ama şunu söyleyeyim: Kadir Topbaş’ı biliyorum, Kadir Topbaş’la Melih Gökçek’in aynı kapsamda, aynı süreçte, aynı muameleye maruz kalmalarının Kadir Topbaş’a karşı çok büyük bir haksızlık olduğu kanısındayım. Melih Gökçek için tekrar aynı sözümü söylemek istiyorum: Her işte bir hayır var, ama bu gelinen noktada şunu söyleyebilirim: Bu istifa telkinleri ve istifaya zorlamaların AKP’nin ve Erdoğan’ın içinden geçtiği ve her geçen gün derinleşen yönetmeme krizini az da olsa azaltacağını sanmıyorum; tam tersine bu krizin daha da derinleşmesine katkıda bulunacağı düşüncesindeyim.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar diyecektim, ama iki not düşeyim: 1) Osman Kavala’nın gözaltına alınması. Yıllardır tanıdığım ve çalışmalarını çok takdir ettiğim, fedakârlıklarla çalışan bir isim, Osman Kavala’nın gözaltına alınmasının hiçbir inandırıcı yönü olduğunu sanmıyorum. Her şeyiyle şeffaf olan bir aktivist diyelim. Çok rahat bir hayatı seçebilecekken Türkiye için yıllardır fedakârlıkla çalışan bir isim. Büyük bir haksızlığa ve hukuksuzluğa uğradığını düşünüyorum. En kısa zamanda bu giderilir diye temennimi dile getiriyorum.
İkinci olarak da: Kadri Gürsel nihayet yarın, bu saatlerde, saat 17.00’de burada olacak ve nihayet tatilini sonlandırıyor, kafasını dinlemeyi sonlandırıyor. Kendisiyle baş başa Türkiye’nin gidişatını konuşacağız, onu da duyurmuş olayım.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler!

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.