Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

El Kaide ile IŞİD arasında benzerlik ve farklılıklar

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. El Kaide ve IŞİD konusunda bir şeyler anlatmak istiyorum. Ama önce vurgulayayım, daha önceki yayınlarda da bunu söyledim, Türkiye bu konularla çok ilgili değil. Kamuoyunun, sivil toplumun bu olayı konuşmak istemediğinin farkındayım. Çok fazla üzerinde durmak istemediğinin farkındayım. Ancak olaydan olaya, saldırıdan saldırıya belki gündemine giriyor; ama ben önemli olduğunu düşünüyorum ve onun için ısrarla, denk geldikçe bu konuda görüşlerimi, düşüncelerimi ve bilgilerimi paylaşmak istiyorum.

İçiçe geçmiş iki yapı

El Kaide’yle IŞİD’i karşılaştırmak istiyorum. Daha önce değişik vesilelerle bunu yaptım ama, böyle başlı başına, bunun üzerine bir yayın yapmamıştım, yazı da yazmamıştım pek. Bugünlerde bunun gerekli olduğunu düşünüyorum. Çünkü şöyle bir olay yaşanmıştı konjonktürel olarak: El Kaide’nin yükselişi ve gerileyişi ve o sırada bir ölçüde El Kaide’nin de içinde doğan IŞİD’in yükselişi ve şu anda IŞİD’in gerilemesine tanık oluyoruz, özellikle Irak ve Suriye’de. Buna bağlı olarak da El Kaide’nin tekrardan IŞİD’in yerini alıp alamayacağı meselesi yavaş yavaş gündeme geliyor. Hatta bir diğer konu da El Kaide’yle IŞİD’in birbirlerine yanaşması, birlikte hareket etmesi ihtimali de telaffuz ediliyor. Uzun bir süre bu iki yapı birbirine uzak hatta bazı durumlarda kavgalı ve çatışmalıydı. Suriye’de çatıştıkları çok oldu. Birçok yerde El Kaide ile IŞİD’in arasında çok ciddi mesafeler vardı. Bunun bir nedeni daha önceki dönemde El Kaide’ye kendini yakın gören, dünyanın değişik yerlerinde El Kaide’ye biat etmiş olan bazı grupların ve kişilerin IŞİD’e yönelmeleriydi. Bunların bir kısmı cezaevlerinde de oldu. Bu noktada Türkiye’de çok ilginçtir, her ne kadar bunlar çok konuşulmasa da, Türkiye’deki El Kaide’cilerin önemli bir kısmının değişik aşamalarda değişik nedenlerle IŞİD’e yönelmiş olduklarını duyduk, biliyoruz.
Burada El Kaide ile IŞİD’in arasındaki farklılıklara baktığımız zaman, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: El Kaide daha küresel ölçekte hareket eden bir örgüttü — ki 11 Eylül bunun en açık göstergesiydi. El Kaide daha çok Usame bin Ladin’in El Kaide’nin ilk kuruluşunu dile getirdiği zamanki basın açıklamasında yaptığı, deklarasyonda yaptığı gibi, Yahudi ve Amerikan emperyalizmine ya da sömürgecilerine karşı, Haçlı zihniyetine karşı bir cihad çağrısı olarak başladı ve onların gözünde bu düşman nerede bulunursa orada bu düşmana saldırmanın bir görev olduğu söylendi. Dolayısıyla El Kaide dünyanın değişik yerlerinde Amerikan hedeflerine, İsrail nedense pek yok ama esas olarak Amerikan hedeflerine saldırı düzenledi. 11 Eylül 2001’de doğrudan ABD’yi kalbinden vurdu ve zaten zirveye çıktığı andır o. Ama ondan sonra inmeye başladı.
IŞİD ise yerel mücadeleyi temel aldı. Irak El Kaide’sinin dönüşmesiyle ortaya çıkmış bir yapıdan bahsediyoruz. Öncelikle Irak’ta başladı, sonra Suriye’ye geçti ve Irak’ta Musul’un düşmesi, Suriye’de Rakka, iki önemli merkezde belli bir aşamadan sonra hilafet ilan ettiler. Ve işin rengi orada değişti. Hilafet devleti ilanıyla beraber değişti. El Kaide’nin böyle bir devlet ilanı yoktu. El Kaide bunun yerine büyük ölçüde barındığı Afganistan’da var olan Taliban yönetimine kendini bağlamıştı. Yani Afganistan’da bir devlet ilan etme yoluna gitmedi. Taliban’ın devletine bağlılığını beyan etti. Yani şöyle bir anlaşmaydı o: Siz bize burada varlığımızı garanti edin, bize dokunmayın, bizim önümüzü açın. Biz de size hiçbir şekilde itiraz etmeyelim. Bizim sizin devletinizde gözümüz yok. Biz burada üslenerek dünyanın değişik yerlerinde Amerika’ya ve İsrail’e saldıracağız gibi özetlenebilecek bir anlaşmaydı bu. IŞİD işin rengini değiştirdi. Kurtarılmış bölgelerde devlet ilanına gitti ve bunu hilafet olarak ilan etti. Ebubekir el-Bağdadi de halife olarak kendini lanse etti.

Halifelik ilanının değiştirdikleri

Burada işte büyük bir kopuş yaşandı. Bu kopuşu şöyle özetleyebiliriz: El Kaide’nin içerisinde, dünyanın değişik yerlerinden El Kaide’ye katılan insanların büyük bir çoğunluğu, savaşmaya giden insanlar ya da o savaş yapılanmasının belli yerlerinde yer alan insanlardı. Ama IŞİD’de çok farklı bir şey oldu. IŞİD hilafet ilan ettiği zaman dünyanın dört bir tarafından insanlar, bir hilafet devleti altında yaşamak isteyen insanlar, çoluk çocuk, genç yaşlı demeden Rakka’ya, Musul’a ve diğer Irak ve Suriye’deki IŞİD denetimli yerlere göç ettiler. IŞİD’in en önemli farkının bu olduğunu düşünüyorum. Daha yerel bir ulus devlet inşası kendince. Tabii ulus değil burada, ümmetin devletini inşa etme iddiası. Ne derece inandırıcıdır o ayrı bir tartışma, ama sonuçta buna inanan insanlar oldu ve bu devletin çatısı altında yaşamak isteyen insanlar oldu. Ve buraya belli bir aşamada, özellikle Suriye’de Esad rejimine karşı muhalefeti destekleyen güçlerin toleransıyla birlikte akın akın insanlar gitti, Avrupa’dan, Amerika’dan, Asya’dan insanlar gitti.
Bunların bir kısmı tabii ki savaşa gittiler. Ama bir diğer kısmı da, önemli bir kısmı da burada yaşamaya gitti. IŞİD’in propaganda filmlerine baktığımız zaman, genellikle bizler savaş filmlerini görüyoruz. Kafa kesmeler, şunlar bunlar, terörü, vahşeti görüyoruz. Ama IŞİD propagandasının en önemli bölümünü aslında kendi ilan ettikleri hilafet devletinin işleyişiyle ilgili videolar oluşturuyor. Yani burada nasıl bir bürokrasi oluşturulduğu, sağlık hizmetleri, eğitim hizmetleri, gündelik hayatla ilgili yapılan propaganda materyallerinin özellikle yeni insanları çekmede çoklukla kullanıldığını biliyoruz. Dolayısıyla IŞİD iki yönüyle beraber çıktı. Bir, insanlara inandıkları gibi yaşayabileceklerini garanti ettikleri bir hilafet devleti, bir de savaş. Ve savaş da sonuna kadar vahşetin öne çıktığı, dehşetin öne çıktığı bir savaş. Ve bazı insanlar yaşamaya, bazı insanlar savaşmaya, bazıları da hem savaşmaya hem yaşamaya gittiler.

Geri dönenler ne olacak?

Bugünlerde bu konuda çok ciddi bir tartışma yapılıyor, o da şu: IŞİD’in Irak ve Suriye’yi kaybetmesinden sonra ne olacak? Irak ve Suriye’de başkentlerini kaybetti. Suriye’de çok az bir yere sıkıştı. Irak’ta da büyük ölçüde artık denetleyebildiği toprak kalmadı. Ama varlığını bir şekilde sürdürüyor, biliyoruz. Ancak bir hilafet devleti fiilen yok oldu. Şimdi burada iki tane soru var. Birincisi, bu ülkelerde yaşayan insanlar yani bu ülkenin vatandaşı olup, Irak’ın ve Suriye’nin vatandaşı olan, IŞİD’e katılmış olan Sünni Araplar ne olacak meselesi var. Bir diğer sorun da, buralara savaşmaya gelmiş olan insanlar ne olacak sorusu. Yani yabancı savaşçılar, Batı’dan gelenler, Asya’dan gelenler vs. Nedense bu bizde pek sorulmuyor, ama çok ciddi sayıda Türkiye’den gitmiş olan yüzlerce insanın Türkiye’ye geri döndüğü söyleniyor. Bunların bir kısmı, hatırı sayılır bir kısmı savaşçı ya da savaşçı olma potansiyeline sahip insanlar. Ama bir kısmı da gerçekten oraya yaşamaya gitmiş ve sonra da hayal kırıklığı yaşayıp geri dönmeyi seçmiş insanlar. Bunların ne olacağı, bunların cezalandırılıp cezalandırılmayacağı meselesi var. Bu kişiler rehabilite edilebilir mi meselesi var. Deradikalizasyon adı verilen bir uygulama var.

Hilafetsiz IŞİD’in geleceği

Ama bir diğer önemli soru, bu kişilerin ne olacağı sorusundan daha önemli bir soru, IŞİD’in ne olacağı sorusu. Orada işte bugünlerde ilginç yazılar çıkıyor. Mesela en son Washington Post’ta okuduğum çift imzalı bir yazıda çok önemli bir noktanın altı çiziliyor. IŞİD’in en önemli farkı hilafet devletiydi, El Kaide’den ve birçok o zamana kadar gelen radikal İslamcı gruplardan. Bir toprakta devlet ilan etti ve birçok insan için bu devletin içerisinde yer almak çok cazipti. Şimdi o devlet yok. Dolayısıyla burada IŞİD’in çok ciddi bir şekilde, olumsuz bir şekilde etkileneceğini kestirmek mümkün. Bunun yerine IŞİD Yemen’e ya da Afrika’nın bazı bölgelerine hilafeti taşıyabilir mi? Taşımak isteyebilir ama buraların Irak ve Suriye kadar cazip olmayacağı çok kesin.
Dolayısıyla bir yerde IŞİD aslında kendi kendini tuzağa düşürmüş oldu. Hilafet devletiyle büyük bir cazibe yarattı. Öyle ki dünyanın değişik yerlerindeki radikal İslamcı örgütlerin önemli bir çoğunluğu IŞİD’e biat ettiler. Hilafet devletini ve Ebubekir el-Bağdadi’nin halifeliğini kabul ettiler. Bunların önemli bir kısmı El Kaide’den ayrılmıştı. Şimdi bunların da artık kıbleleri kalmadı, hilafetleri kalmadı. Adı üstünde hâlâ bir hilafet var. Kendi deyimleriyle İslam devleti olarak kendini tanımlıyor. Ama bir toprak artık yok. Dolayısıyla IŞİD’i çok ciddi bir kriz bekliyor.
Bu krizden El Kaide yararlanabilir mi? Bence çok fazla yararlanabilecek bir durumu yok. Özellikle Usame bin Ladin’in öldürülmesinden sonra Eymen ez-Zevahiri, El Kaide’ye bir türlü yeni bir açılım getiremedi. Onun bir nedeni belki Eymen ez-Zevahiri’nin eski Mısır’daki geleneksel İslami hareketlerin çok fazla içinden gelen biri olması, çok yenilikçi olmaması ve El Kaide’nin içerisinde yeni, onu değiştirebilecek, ona yeni bir perspektif getirebilecek kişilerin şu âna kadar pek çıkmaması.
Peki ne olur? Benim tahminim, tabii çok erken bu ama, nasıl El Kaide radikal İslamcılık’ta bambaşka bir şeydi ise ve IŞİD de El Kaide’den bambaşka bir şey olarak ortaya çıktıysa, muhtemelen önümüzdeki dönemde yepyeni bir şeyle karşılaşacağız. Bunun hakkında söyleyebilecek hiçbir şeyim yok. Sadece yeni bir şey olacağını söyleyebilirim. Ve bu yeni şeyin esas alanının da daha çok İslam coğrafyasından ziyade Batı olacağını kestirmek mümkün. Yepyeni bir döneme bu anlamda giriyor olabiliriz.

İran’a ve Şiilere bakış

Bir diğer husus Usame bin Ladin’in Abbottabad’daki villasında ele geçirilen dokümanların önemli bir kısmı CIA tarafından kamuya açıldı. En son dün itibariyle yeni malzemeler de açıldı ve artık sonlandırıldı. Bütün ele geçirilen her şeyi yayınlamıyorlar, ama yayınlanacak şeyleri sonlandırdılar. Ve burada Usame bin Ladin’in günlükleri yayınlandı. İlginç günlükler. Bazı yerlerde kendisi sorup kendisi cevap veriyor. Kendi hayatını da anlatıyor. Bazı olaylara bakışını anlatıyor. Orada çok önemli bir husus var. Tabii adım adım bunlarla ilgili haberler, yorumlar çıkacak ve daha fazla enforme olacağız. Orada çok önemli bir unsur var. Öteden beri dile getirilen bir unsurun Usame bin Ladin’in kendi belgelerinde de ortaya çıktığı söyleniyor, o da El Kaide’nin İran’la ilişkisi. Gerçekten bu çok ilginç bir olay, öteden beri ilginç bir olay. El Kaide’yle İran arasında çok kaba bir deyimle aşk ve nefret ilişkisi olduğunu söyleyebiliriz. Bir dönem birbirlerine çok destek olmuş, bir dönem birbirlerine çok mesafeli olmuş, ama asla birbirine güvenmeyen iki yapı söz konusu. El Kaide’nin ABD’ye ve İsrail’e saldırma potansiyeli nedeniyle İran tarafından belli dönemlerde kollanmış olduğunu biliyoruz. Ancak daha sonra 11 Eylül’den sonra aynı İran’ın ABD ile işbirliği yapıp El Kaide ve Taliban’ın Afganistan’da etkisizleştirilmesine de çok ciddi katkıda bulunduğunu biliyoruz. Ama yine de şunu söyleyebiliriz ki El Kaide ile İran arasında zaman zaman sorunlar yaşanmış olmakla beraber çok büyük çatışmalar olmadı. Usame bin Ladin’in metinlerinden görüldüğü kadarıyla, ilk yansıyanlara baktığımız kadarıyla Usame bin Ladin’in özel olarak İran konusunda temkinli olduğu, İran’ı karşısına almamaya özen gösterdiğini biliyoruz.
Öte yandan IŞİD’e baktığımız zaman IŞİD de doğrudan İran’a saldırmış olmamakla beraber İran’ın birinci derecede destekçileri olan Şii Arapları önce Irak’ta, daha sonra Suriye’de İran’ın bütün destekçilerine savaş açmış bir yapı. Ve daha sonra da özellikle Suriye’de İran’ın Devrim Muhafızları ya da Hizbullah vs. gibi Esad rejimine destek vermek için yollanmış güçlerle de savaştığını biliyoruz. Irak’taki El Kaide’nin IŞİD’e dönüşmesinde en önemli kişi Zerkavi’ydi. Zerkavi Usame bin Ladin’in çok da istemeyerek Irak El Kaide’sinin başına geçmesine izin verdiği kişiydi. Ve Zerkavi’yi Irak’taki daha önceki El Kaide yapılanmasından farklı olarak, aslında tüm dünyadaki El Kaide yapılanmasından farklı olarak en değişik kılan ve belki de önünü açan husus doğrudan Şiilere savaş açmasıydı. Şiiler derken sadece Şii devlet görevlileri değil, sivillere de. Yani onun gözünde Şii olmak öldürülmeyi hak eden bir şeydi. Ve Zerkavi’yle beraber Irak’ta başlayan Şiilere yönelik katliamlar El Kaide’nin Irak’ta ve daha sonra Suriye’de güçlenmesine ve buradan da IŞİD’e dönüşmesine yol açtı. Şunu biliyoruz: El Kaide de tabii ki Şiiliği karşısında gören bir yapı ama bu tür bir saldırganlık, doğrudan Şiilere hatta sivillere yönelik saldırganlıktan genellikle imtina ettiğini biliyoruz. Bu da El Kaide ile IŞİD arasındaki çok önemli bir fark olarak karşımıza çıkıyor. İran’a ve Şiiliğe bakış konusunda, bakış aynı olsa bile onlara karşı sergilenen davranış konusunda aralarında çok ciddi bir fark vardı. Bu aralarındaki mesafe Suriye’de belli ölçülerde azalmış olabilir. Ama yine de El Kaide’nin bu konuda IŞİD kadar Şiileri karşısına alan bir yapı olmadığını söyleyebiliriz.

Yeni ve belirsiz bir dönem

Şimdi önümüzdeki dönemde ne olacak? IŞİD’in ve El Kaide’nin ayrı ayrı dertleri var. Bunlara bağlı olarak dünyanın değişik yerlerinde faaliyet gösteren birtakım cihadcı grupların ayrı ayrı dertleri var. Ve bir krizden söz edebiliriz. Kriz esas olarak IŞİD’in krizi, hilafeti kaybetmenin verdiği ve bu arada hilafeti kaybederken çok sayıda insanı ve imkânını kaybetmesinin verdiği bir krizle baş başa IŞİD. Ben IŞİD’in bu krizi aşabileceğini sanmıyorum. Yok olacağı kanısında değilim. El Kaide de yok olmadı. Ama hep kriziyle beraber yaşadı ve o krizi onun yeni atılımlar yapmasının önünde engel oldu. Buradan IŞİD’in de El Kaide’nin yaşadığı gibi bir müzmin bir krizle beraber yoluna devam edeceği kanısındayım. Ama şunu özellikle vurgulamak istiyorum: Bu örgütlerin yaşadığı kriz Selefi cihadcı diye adlandırılan yeni perspektifin krizde olduğu anlamına gelmiyor. Bunun böyle olduğunu düşünmüyorum.
Dolayısıyla demin söylediğimi tekrarlayayım: El Kaide’yi ve IŞİD’i de aşan yeni Selefi cihadcı oluşumlara hazır olması gerekiyor dünyanın ve de tabii ki Türkiye’nin. Ama bu birden olabilecek bir şey değil. IŞİD özellikle kolay kolay teslim olmayacaktır. Başka topraklarda etkili bir şekilde kendini yine göstermeye çalışacaktır. Ve daha önceki bir yayınımda söylediğim gibi bu topraklardan birisinin maalesef Türkiye olacağı konusunda çok güçlü düşüncelerim var. Yani bunun bir delilini, kanıtını sunabilme gibi bir şeyim yok tabii ki ama, benim bildiğim kadarıyla, izlediğim kadarıyla IŞİD’in önümüzdeki dönemde Irak ve Suriye’de aldığı büyük darbelerden sonra etkili bir şekilde varlığını sürdürmek istiyorsa yönelebileceği ülkelerin başlarında yer alıyor Türkiye. Son dönemde IŞİD’e yönelik operasyonların arttığı yolunda haberler çıkıyor. Bunların da aynı şekilde devletin de böyle bir ihtimali gördüğü ve tedbir almaya çalıştığı şeklinde yorumlayabiliriz.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.