Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yine yeniden şekillenen Ortadoğu ve Türkiye

Yayına hazırlayan: Sahra Atila

Merhaba, iyi günler; çok ilginç gelişmeler oluyor bölgemizde, Ortadoğu’da neredeyse peş peşe bir günde bir kaç tane birden duyar olduk. Neler oldu mesela? Hafta sonu Lübnan başbakanı Hariri Suudi Arabistan’dan istifa ettiğini söyledi, başbakanlığı bıraktığını söyledi. Tabii bir başbakanın başka bir ülkeden kalkıp televizyon yayınında başbakanlığı bırakmış olması başlı başına bir olay. Gerekçe olarak da kendisine suikast hazırlandığını, bundan kaygılı olduğunu belirtti ve işaret ettiği yer de İran oldu. Zaten İran ve Suudi Arabistan arasında eskiden beri bir gerginlik, bir rekabet ya da bir çekişme olduğunu bildiğimiz için, bunu bir yeni merhale olarak gördük; ama birdenbire oldu, tabii ki Lübnan’da yaşayanlar için bu kadar birdenbire olmamış olabilir, ama bizler Suriye ve Irak ile o kadar yoğunlaşmıştık ki Lübnan’da ne olup bittiğiyle birçoğu gibi Türkiye de çok fazla ilgilenmedi ve bizim için sürpriz oldu.
Ardından daha büyük bir sürpriz, Suudi Arabistan’da çok fazla sayıda kraliyet ailesi mensubunun ve zengin kişilerin, yöneticilerin gözaltına alındığını, tutuklandığını gördük. Burada da bir yolsuzluk araştırma komitesi gibi bir şeyin kararı sonucu oluyor. Yolsuzluk ile mücadele gibi gösteriliyor, ama bu bir siyasî müdahale, Veliaht Prens Muhammed bin Salman’ın kendi geleceğini inşa etmek için müstakbel rakiplerini şimdiden eleme çabası olarak gözüküyor, ama yine adres: Suudi Arabistan. Daha önce Suudi Arabistan’ı ne olarak görmüştük? Katar’a karşı diğer Körfez ülkeleriyle beraber bir operasyon yapmaya kalktı. Katar’ı sıkıştırmak istediler, diz çöktürmeye çalışmak istediler, tam başarılı olamadılar. Şimdi İran ile rekabet söz konusu. Bugün bu yayını yapmayı düşündüğüm an da gördüğüm bir haber şöyle: Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas Mısır’da Devlet Başkanı Sisi ile görüştükten sonra apar topar Suudi Arabistan’a gidecek diye bir haber gördüm. Galiba gitmiş olması lazım. Onun da kapısı ve yolu Suudi Arabistan’a çıktı. Suudi Arabistan çok konuşulan bir ülke; hem iç meseleleri hem bölgesel meseleleriyle konuşulan bir ülke. Bir diğer husus da Yemen’den Suudi Arabistan’a atılan füze –düşmeden imha edilen füze– ki bu füzenin de İran yapımı olduğu söyleniyor.

Suudi Arabistan inisiyatif almak istiyor ama çok güçlü değil

Bunların hepsinde Suudi Arabistan var; ama Suudi Arabistan bölgenin önemli bir gücü, bölgesel aktör olarak bir inisiyatif almaya çalışıyor, ama o kadar da güçlü olduğu söylenemez. Özellikle petrol fiyatlarının düşmesi ile beraber ekonomik anlamda çok ciddi sorunlar yaşıyor. Eskiden beri var olan yapısal sorunları, kendi içlerinde olan Şiiler gibi meseleleri de göz önünde tutulduğu zaman, Suudi Arabistan’ın öyle her şeyi rahat ermiş ve kendi işlerini halletmiş, bu sefer başka ülkeleri dizayn etmeye çalışan bir Suudi Arabistan yok aslında. Belki de şöyle söylenebilir: Kendi sorunlarını örtmek için belki de bölgesel meselelere daha çok atan bir Suudi Arabistan var. Ya da ikisi aynı anda; hem kendi sorunlarıyla hem bölgesel sorunlarla uğraşan… çünkü kendi sorunlarıyla uğraşmazsa bölgesel krizin daha çok derinleşeceğinden korkan Suudi Arabistan var.

Şii Hilali

Gerçekten yeniden şekillenen bir Ortadoğu var. Yayının başlığında onun için “Yine, yeniden” dedim. Çünkü ben kendimi bildim bileli Ortadoğu yeniden şekillenir, sürekli güçler dengesi değişir, ittifaklar bozulur, birtakım aktörler değişir, yeni aktörler ortaya çıkar; yeni ittifaklar, yeni düşmanlıklar ortaya çıkar. Ama şunu söylemek lazım: Bir süreden beri bölgeye damgasını vuran esas husus, Şii Hilâli diye adlandırılan İran’ın yayılmacılığını, nüfuzunu bölgede yayması — ki bu Afganistan’a kadar, Pakistan’a kadar da gidiyor. Bir şekilde Kafkaslara kadar da gidebiliyor. Ama esas olarak Ortadoğu’da İran’ın Şii azınlıklara –ki bazı yerlerde Şiilerin çoğunlukta olduğu–, Irak gibi yerlerde Şii Araplara, ama bir çok yerde Şii topluluklarına dayanarak İran’ın nüfuzunu yaygınlaştırma politikası var ve bundan işkillenen Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerinin, kısmen de Mısır’ın değişik dönemlerde –çünkü Mısır’da yönetimler sürekli değişip durdu– bunu engelleme, çevreleme, gerektiğinde alt etmeye yönelik kurmak istedikleri bir Sünni blok var. Son döneme damgasını vuran bir cepheleşme olarak önümüzde duruyor ve önümüzdeki yakın dönemde bu cepheleşmenin daha fazla gündemde olacağını anlayabiliyoruz.
Olayın bir başka boyutu şu: Bir Arap Baharı olayı yaşandı; Arap Baharı’nda dengeler değişi. Orada da söylediğim gibi Ortadoğu yeniden şekilleniyor gibi oldu. Demokrasilere geçileceği, çokpartili rejimlere geçileceği beklentisi oldu; ama Tunus dışında bu hiçbir yerde gerçekleşmedi. Tam tersine çok büyük kırılmalar yaşandı ve ne oldu bunun sonucunda? Arap Baharı’nın başarısızlığının ardından bir taraftan otoriter, diktatoryal rejimler inşa edildi. Bir diğer yandan da Selefi Cihadcı hareketler –IŞİD başta olmak üzere– Libya’da, Tunus’ta her yerde –esas olarak Suriye ve Irak’ta, ama Lübnan’da da– bölgenin birçok yerinde Selefi Cihadcı hareketlerin güçlendiğine tanık olduk. Yani Arap Baharı sonrası IŞİD ve benzeri yapılarla birlikte, şimdi bölgede IŞİD’in Suriye topraklarından uzaklaştırılması ile beraber bir IŞİD-sonrası dönem başlamış gibi gözüküyor.

IŞİD sonrası dönemin belirsizlikleri

Ama IŞİD-sonrası dönemin de IŞİD-öncesi dönemden daha iyi olacağına dair çok fazla bir işaret yok. IŞİD’li dönemlerde, IŞİD’in olduğu dönemlerde bir nevi vekâlet savaşları yürütülüyordu. Birtakım güçler üzerinden –yerel, bölgesel ve yabancı güçler üzerinden–, Suudi Arabistan, Katar ve İran gibi ülkeler birbirleriyle olan savaşlarını Irak, Suriye topraklarında –İran da kısmen Yemen’de– birbirleriyle olan savaşlarını başka güçler üzerinden yapıyorlardı.
Şimdi yeni içine girdiğimiz IŞİD-sonrası –IŞİD ve benzeri yapılar sonrası– dönemde işin rengi değişecek gibi. Doğrudan devletlerin birbirlerinin karşısında yer alması söz konusu olabilir. Burada tabii önemli bir faktör var; o da Amerika Birleşik Devletleri’nde Donald Trump’ın iktidara gelmesi, birinci yılını dolduruyor. O en önemli mesele olarak IŞİD’i koymuştu; IŞİD’i hallettiği kanısında, şimdi sırada İran var. Ve İran Amerikan yönetiminin önceliği olmuş durumda. İyice bunu göreceğiz. Bu arada Suudi Arabistan’ın son dönemdeki manevraları değişik güçlerle, değişik ilişkiler kurması. Kimisiyle aşk kimisiyle nefret ilişkisi geliştirmesini de bu bağlamda değerlendirmekte yarar var.
Geçtiğimiz günlerde Trump’ın çok güvendiği isimlerden damadı Jared Kushner bölgede birtakım resmî olmayan örtülü görüşmeler yaptı ve bu görüşmelerinin ardından hızlıca birtakım şeyler değişmeye başladı. Aynı hızla değişeceğe benziyor.

Bir şekillenme yok, olmayacak

Gerçekten çok karışacak bir dönemdeyiz. Bu karşılıklığın ucundan kısa vadede, orta vadede herhangi bir düzen çıkmasını açıkçası ben beklemiyorum. Çok daha kötü günlerin bölgeyi beklediğini söyleyebiliriz. Irak ve Suriye’deki mesele daha çözülmeden yeni yerlerde yeni çatışmalar, ilk olarak da Lübnan dikkatimizi çekiyor. Yemen’deki çatışmanın daha da kızışması ihtimali dikkatimizi çekiyor. Belki IŞİD’in Suriye ve Irak’tan güçlerini Libya gibi yerlere taşıması halinde Kuzey Afrika’da başka çatışma alanları çıkması söz konusu. Tam bir kaotik durum. Zaten kaotik olan Ortadoğu’da işlerin daha da karışacağını söylemek lazım. Dolayısıyla ortada bir şekillenme yok, olmayacak. Ortadoğu’nun zaten bozuk olan yapısının, zaten sağlam temellere oturmayan yapısının daha da bozulacağı bir döneme giriyor olabiliriz. Çok uzatmak istemiyorum ve Türkiye’ye gelmek istiyorum. Türkiye burada nerede? Türkiye burada hiçbir yerde değil açıkçası. Türkiye Arap Baharı’nda çok önemli bir yerdeydi. Erdoğan o tarihte daha başbakandı. Erdoğan Arap Baharı’nın öne çıktığı ülkelere bir nevi öncülük yapma hesabındaydı. Mısır’da, Tunus’ta, Libya’da bunlar bir şekilde denendi. Mısır’da çok büyük bir fiyaskoyla sonuçlandı. Tunus’ta ise zaten Tunus’taki İslamcılar –Gannuşi gibi– Türkiye’nin ağabeyliğini çok fazla istemediler, ihtiyaç duymadılar. Orası kendi öyküsünü kendi başına yaşıyor; ama büyük facia Suriye’de yaşandı. Kısa zamanda devrilmesi beklenen Esad Rejimi İran’ın ve Suriye’nin sayesinde ayakta kaldı ve Türkiye’nin bütün yatırımları çok büyük bir fiyaskoyla sonuçlandı. Ardından gelen, Arap Baharı sonrasında Türkiye bu hayallerin tamamen yıkılmasıyla beraber çok büyük bir krize girdi. Dış politikasında resmen sürekli görüş değiştiren, pozisyon değiştiren bir ülke konumuna girdi. Bu arada Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığa terfi ettikten sonra düz milletvekilliğine sürüklenmesine, daha doğrusu tasfiyesine tanık olduk. Şu anda dış politika dediğimizde aklımıza gelen net bir isim yok.

Bir seyirci olarak Türkiye

Türkiye şu anda Ortadoğu’da bütün bu olup bitenleri bir şekilde seyretme durumunda; ama şunu söylemek mümkün değil, bazıları diyebilir ki: “Seyredelim, biz bulaşmayalım, zaten böylesi daha iyi.” Siz bulaşmasanız bile bütün bu yaşananlar size bulaşacak. Dolayısıyla bir şekilde bu yaşananlar içerisinde doğru zamanda, doğru yerde, doğru pozisyonlar alabilmek önemli. Ama Türkiye’nin şu aşamada bunu yapabilme gücü neredeyse hiç kalmadı. Neden kalmadı? Türkiye’nin Ortadoğu’da, bölgede en önemli gücü “soft power” diye tanımlanan yumuşak gücüydü. Türkiye’nin demokrasisiydi, çoğulcu rejimiydi; Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan tam üyelik süreciydi, genç ve dinamik nüfusuydu, ekonomisiydi vs.. Şimdi Türkiye’de demokrasi, temel hak ve özgürlükler, Avrupa Birliği gibi şeyler geride kaldı maalesef. Ekonominin iyiye gitmediğine dair haberler sürekli peş peşe geliyor. Dolayısıyla Ortadoğu’daki çatışan ya da çatışmak istemeyen güçlerin, değişik aktörlerin gözünde Türkiye’yi cazip kılabilecek pek bir şeyimiz kalmadı. Ben öyle düşünüyorum. Bir zamanlar Türkiye’yi yönetenler gittikleri her yerde değişik nedenlerle, değişik şekillerde ilgi görürlerdi Bir anlamda popüler olurlardı. Artık böyle bir popüler bunu durumu da yok. Arap gençliği, Ortadoğu gençliği, Müslüman ülkelerdeki gençlik Türkiye’yi kendine örnek alma noktasını çoktan geride bıraktı. Çünkü Türkiye artık özgürlüklerle, açılımla, sürekli ileriye doğru gitmekle anılan bir ülke değil. Türkiye artık yasaklarla anılan bir ülke olma haline geldi. Dolayısıyla Türkiye’nin bütün bu kargaşada, bütün bu değişim sancısı yaşayan Ortadoğu’da bir cazibe merkezi olma ihtimali hiç bir şekilde kalmadı.
“Soft power”ı bir kenara bırakalım, askerî güç anlamında baktığımız zaman da, yaşanan gerginlik ve çatışmalar bambaşka şeyleri gerekli kıldığı için Türkiye’nin bu anlamda da bölgede yaşanabilecek gerginliklerde vs. etkili rol oynaması ihtimalinin pek olacağını düşünmüyorum. Kaldı ki böyle bir yerlere girmesinin de Türkiye’de çok ciddi facialara yol açma ihtimali olduğunu söylemek lazım. Bir kere, her şey bir yana, bir süredir Türkiye’nin tam olarak kimlerle hareket ettiği, kiminle ittifak yaptığı da belli değil; yani kimileri diyebilir ki: “Biz yalnızız, kendi başımızayız.” Olabilir, ama kendi başınıza bu bölgede, bu coğrafyada, önümüzde gireceğimiz süreçte kendi başınıza olabilmek için, kendi başınıza kalabilmek için çok güçlü olmanız lazım. Türkiye artık o güce sahip değil. Bakıyor kimlerle ittifak yapabilir? Şimdi İran’a neredeyse savaş açma hazırlığı yapan Trump ile birlikte İran’a karşı mı? Yoksa Amerika Birleşik Devletleri’nin, Suudi Arabistan ve diğer başka güçlerin karşısında İran’ın yanında mı?
Türkiye’nin Rusya ile ilişkisi birilerinin ısrarla ileri sürdüğü gibi gerçekten stratejik bir ilişkiye doğru mu evriliyor? Sanmıyorum. Türkiye’nin mecburen birtakım sürekli işbirlikleri olabilir Rusya ile; ama Rusya ile hiçbir zaman stratejik bir ilişki kurabileceğini, özellikle askerî alanda birtakım ilişkileri geliştirebileceğini sanmıyorum. Eğer geliştirirse de zaten bu Rusya’nın istediği ölçüde, istediği sınırlar içerisinde olur; bu da Türkiye için çok parlak olmaz. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde Türkiye’nin yeniden şekillenmekte olan Ortadoğu’da, bir zamanlar çok söylenen bölgesel güç olma iddiasının ciddi bir şekilde artık gündem-dışı olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin şu anda yapabileceği en iyi şey, bu altüst oluşlara karşı Türkiye’yi en az olumsuz etkileyebilecek pozisyonları alabilmesidir. Bu noktada şu âna kadar son dönemde izlenen dış politikaya baktığımızda çok fazla ümitli olamıyorum.
Toparlayacak olursam: Bir yeniden şekillendirme arayışı var; yeniden şekillendirme arayışından da yeni bir şekil çıkacağını sanmadığım gibi, çıksa da bunun bölge halklarının hayrına bir şekillenme olacağını hiç düşünmüyorum. Amerika Birleşik Devletleri’nin çok sağlam, çok güçlü bir planı olduğunu da sanmıyorum. Trump yönetiminde özellikle askerlerin gücünün arttığını biliyoruz, ama çok şekillenmiş bölgeyi yeniden dizayn etmek, İran’ı etkisizleştirmek, hatta telaffuz edilmiyor ama yarın öbür gün İran’da rejim değişikliği dayatmak gibi stratejilerinin olduğunu sanmıyorum — varsa bile bunların gerçekçi bir şekilde hayata geçirilebileceğini sanmıyorum. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte de Ortadoğu’daki halklar olarak –ki buna biz de dahiliz– daha kötü günler yaşayacağa benziyoruz. Allah sonumuzu hayır etsin diyeyim. Böyle bir acayip son cümle ile bitireyim.
Evet söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.