Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yörüngesini kaybeden ülke: Türkiye

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba iyi günler, iyi haftalar. Türkiye en son NATO’yu tartışmaya başladı. Bu Norveç’te yaşanan, tatbikattaki bir olayla ateşlenmiş gibi gözüküyor, ama aslında zemini zaten vardı; özellikle Suriye’de yaşananlarla beraber NATO konusu Ankara’nın çok ciddi bir şekilde gündemindeydi. ABD’yle özel olarak yaşanan Suriye’de ABD’nin YPG’yle ve PYD’yle stratejik işbirliği yapmasından doğan sıkıntılarla gündeme gelmiş bir olaydı; ama çok da evveliyatı olan bir olay ve gidişi önümüzdeki dönemde çok daha sertleşmesi, derinleşmesi muhtemel bir olay.

Türkiye NATO’dan çıkabilir mi?

NATO meselesi neden önemli? Çünkü şu anda Türkiye’nin Batı’yla ilişki anlamında, Batı’yla düzenli ilişki anlamındaki neredeyse tek örgüt NATO kaldı, AB’yle olan ilişki artık büyük ölçüde çökmüş durumda; bunu hep birlikte görüyoruz, iki taraf da bu konuda çok net bir şekilde isteksiz ve en ufak bir şeyde kriz çıkıyor. Türkiye’nin Batı’yla en anlamlı ilişkisi olarak geriye NATO kalmıştı, ama 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından hızlı bir şekilde, NATO’yla zaten sorunlu olan ilişkinin daha da bir kritik bir hal almaya başladığını görüyoruz. Türkiye’nin önünde NATO’dan çıkma gibi bir seçenek gerçekten var mı? Açıkçası sanmıyorum, ancak Türkiye’de şöyle bir husus var; Batı’yla ilgili her türlü eleştiri çok yoğun bir şekilde hayata geçiriliyor, Batı’nın kendisi, değerleri kurumlarına yönelik eleştiri gündeme getiriliyor; siyasî iktidar bunu sonuna kadar teşvik ediyor; özellikle de Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan bu eleştirilerde genellikle ilk başlatan oluyor; en sert bir şekilde ve en direkt ve sert ifadeler ve kaba ifadelerle bunu yapıyor, ama Türkiye hiçbir zaman da Batı’yla ilişkilerini tam anlamıyla koparma noktasına gitmiyor.
Şu anda Türkiye’nin Batı’yla kurduğu ilişki tam anlamıyla felç olmuş durumda. Olabilir, Türkiye tercihini Batı’dan yana yapmaz olabilir; bu kararın bir toplumsal mutabakatla alınması gerekir — ki böyle bir şey söz konusu değil, devlet eliyle pompalanan bir Batı karşıtlığı ve ondan sonra buradan hareketle de “Türkiye toplumu Amerika’ya güvenmiyor, Batı’ya güvenmiyor” vs. diye gelinen bir nokta.

Avrasyacılık seçeneği

Tamam, diyelim ki toplum da bunu istemiyor. Peki Türkiye nereye bakacak? Türkiye’nin yönü neresi? Avrasyacılık diye bir şey çıktı, uzun bir süredir var aslında; ilk olarak ulusalcıların gündeme getirdiği bir şeydi bu Avrasya; yani Rusya’ya, Çin’e ve diğer başka ne varsa –yok aslında– oraya dönmesi, oralarla stratejik işbirlikleri geliştirmesi yönünde bir perspektif. Bu, ilk başta çok fazla yürümemiş gibi gözüküyordu, şimdi tekrardan canlanmışa benziyor. Ancak ben Türkiye’nin şu anda, Erdoğan’ın liderliğindeki devletin şu anda yörüngesinin Avrasyacılık olduğuna inananlardan değilim; çünkü şu anda Türkiye’nin yörüngesinin olmadığını düşünenlerdenim; bunu birçok yayında tekrar tekrar söyledim, bir kere daha altını çizmek istiyorum: Türkiye şu anda gerçekten savrulan bir ülke; dış politikasını tamamen konjonktürel olarak geliştiren bir ülke, sık sık karar değiştiren bir ülke; dün yaptığını bugün bozan, bugün yapmakta olduğunu yarın bozma ihtimali çok güçlü olan bir ülke olarak önümüzde duruyor. Örnekler çok, bunları tek tek sıralamaya gerek yok; ama Suriye ve Irak, özellikle Irak’ta Kürtlere yönelik politikalarda çok net bir şekilde görüyoruz. İran’la yaşanan yeni yakınlaşma da bunun bir başka göstergesi, ama en önemlisi de tabii Rusya’yla olan ilişkiler.
Türkiye hakkında şöyle bir intiba var, bunu düşünen çok kişi var: Türkiye Rusya’ya kayıyor, Türkiye Rusya yanlısı bir pozisyona giriyor şeklinde görüşlerin içeride ve dışarıda yükseldiğini görüyoruz. Kimileri bu kaymayı olumlu buluyor kimileri çok tehlikeli buluyor. Böyle bir kayma ne derece var? Açıkçası Türkiye’nin, özellikle Erdoğan’ın içeride ve dışarıda yaşadığı krizler nedeniyle Rusya’yla daha yakın ilişki kurma arayışı içerisinde olduğunu ben de düşünüyorum; ancak Türkiye’nin Rusya’yla, geçmişte Batı’yla kurmuş olduğu türden hem kültürel, hem siyasî ve askerî hepsini içerecek şekilde bir ittifaka girebilmesinin mümkün olduğunu düşünmüyorum. Bunun bir çok nedeni var; ekonomik nedeni var, siyasî nedeni var, ama kültürel ve tarihî nedenleri de var. Bunun olabileceğini düşünmüyorum.
Rusya’nın da Türkiye’ye hiçbir zaman bir eşit bir partner olarak baktığını da düşünmüyorum, böyle bir şey olamayacaktır.

Türkiye’de Rusya parmağı

Rusya Doğu Avrupa’nın ve dünyanın birçok yerinde kurduğu türden ilişkileri Türkiye’yle kurmak tabii ki isteyecektir; özellikle Türkiye’nin NATO’yla ilişkilerinin zayıflaması, hatta Türkiye’nin NATO’dan kopması gibi bir durum gerçekten kime ne yarar getirir bilmiyorum ama, özellikle Rusya’nın hanesine çok parlak bir şekilde yazılacaktır. Çünkü ne olursa olsun bütün krizlere rağmen Türkiye NATO’da çok ciddi bir yer tutuyor, çok önemli bir unsuru ve Rusya için de komşusu olması nedeniyle ayrı bir önemi var. Dolayısıyla Batı aleyhtarı çıkışların Türkiye’de son dönemde ciddi bir şekilde gündemde olmasında ve giderek tırmanmasında bir Rusya parmağı aramak hiç şaşırtıcı olmaz.
Bunu şundan söylüyorum; dünyanın her yerinde bugün mesela son Amerikan seçimlerinde, Brexit’te, İngiltere’nin AB’den ayrılmasından, yapılan Almanya seçimleri öncesinde, Batı Avrupa’da ve Doğu Avrupa’da, Orta Avrupa’da aşırı sağ popülist hareketlerin güçlenmesinde çok ciddi bir şekilde Rusya parmağı iddiaları gündeme getirildi; bu konuda çok ciddi gazetecilik çalışmaları da yapıldı, birtakım kanıtlar da ortaya çıkartıldı. Şu anda ABD’de özel yetkili savcı Mueller’in yönetimindeki soruşturma da bu konuda çok ciddi mesafeler katediyor. ABD’deki soruşturmada, yani Rusya’nın Amerikan seçimlerine müdahalesi ekseninde gelişen soruşturmanın belli yerlerinde Türkiye’nin ve bazı Türklerin de karşımıza çıkmasını da bu anlamda not etmek lazım. Dolayısıyla özellikle teknoloji üzerinden, internet üzerinden, siber birtakım faaliyetler üzerinden başkalarının iç işlerine yoğun bir şekilde karışan Rusya’nın, son dönem Türkiye’sinde bu tür operasyonlar yapmıyor olacağını düşünmek tamamen saflık olur. Çok elverişli bir ortam olduğunu düşünüyorum; şu anda Türkiye’de Rusya’nın her türlü psikolojik, siyasî propaganda faaliyetini yapmaya çok elverişli bir ortam var. Rusya’yı sevmese bile insanlar Batı’ya, ABD’ye yönelik olan öfkelerinden dolayı en azından Rusya’yı tercih edilebilir ya da ehven-i şer olarak görme eğilimi çok fazla.

Zarrab Davası faktörü

Bir de tabii buna eklenen bir başka husus, o da şu: ABD’de şu anda görülmekte olan, görülecek olan Zarrab Davası, Türkiye’yi yönetenler için çok kritik bir önemde ve o davada birtakım gelişmeler yaşanırsa, somut olarak birtakım ifşaatlar, özellikle Zarrab’ın bazılarının iddia ettiği gibi itirafçı olması durumunda, onun söyleyeceği şeylerin Türk iç politikasını çok ciddi bir şekilde etkileme ihtimali var ve şu anda bir süredir onu görüyoruz, ülkeyi yönetenler bu konuda gardlarını almış durumdalar ve bu gardı alırken de olayın sadece bir Zarrab olayı değil; aslında Batı’nın, ABD’nin Türkiye’yi sevmediği, Türkiye’ye düşman olduğu ve Türkiye’yi çökertmek için elinden geleni yaptığı yolunda bir zemin hazırlanıyor. Ve ilginç bir şekilde, son dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve diğer siyasî iktidar temsilcileri ve onlara destek verenler tarafından Atatürk’ün ciddi bir şekilde gündeme getirilmeye başlandığını gördük. Atatürk’ün gündeme getirilmesinde ilginç bir şekilde, Atatürk’ün Türkiye’yi Osmanlı döneminde başlamış olan Batılılaşma projesini zirveye çıkartan bir lider olmasından ziyade, Kurtuluş Savaşı’nı veren bir lider, dolayısıyla anti-emperyalist kimliğiyle öne çıkartmak istiyorlar.
Yalnız burada şu husus var; şu anda Türkiye’de yapılan Batı karşıtlığı, –ABD olabilir, Avrupa olabilir, kimi zaman Hollanda oluyor, kimi zaman Avusturya oluyor, kimi zaman başka bir şey oluyor–, bunu bir anti-emperyalizm olarak tanımlamak hiç gerçekçi değil. Bu büyük ölçüde Türkiye’de yaşanan krizin, ülkeyi yönetenlerin yönetememe krizinin getirdiği doğal sonuçlar olarak, bunun uzantıları olarak karşımıza çıkıyor. Buradan yaratılmaya çalışılan, şu anda yaşanılan Amerikan karşıtlığından ya da Avrupa karşıtlığından bir anti-emperyalizm çıkartma çalışmalarının çok komik –ya da traji-komik demek daha doğru olur– olduğunu söyleyebiliriz.
İlginç olan, şu anda kendileri anti-emperyalizm pozisyonu alma iddiasıyla ortaya çıkan kişilerin bu ülkede gerçek anlamda anti-emperyalist mücadelenin olduğu yıllarda tam tersi bir pozisyonda oldukları; yani Türkiye’de 68 ve sonrası dönemde anti-emperyalizm gerçekten Türkiye’nin gündemindeydi, özellikle devrimci gençlik hareketinin gündemindeydi ve devrimci gençlik hareketine karşı, onların anti-emperyalist çizgisini, özellikle Amerikan karşıtı çizgisini kırmak için, hareketlerini kırmak için seferber olmuş olan kesimlerin bugünkü uzantılarının garip bir şekilde anti-emperyalizm, anti-Amerikancılıkla karşımıza çıktığını görüyoruz.

Hak ve özgürlükler ne olacak?

Dolayısıyla şunu söylemeye çalışıyorum: Bu olay ideolojik falan değil, bu tamamen real-politikle, acil siyasî ihtiyaçlarla alâkalı bir olay. Normal şartlarda Amerikan başkanlarıyla görüşmeyi en önemli başarılardan birisi olarak gören siyasetçilerin Amerikan karşıtlığı çok fazla inandırıcılığı olamıyor, ya da benzer bir şekilde şu anda Türkiye’de Rusya muhipliği yapanların –kısmen de olsa, Çin’in de diyelim–, Türkiye’ye vaat ettiği çok fazla bir şey olduğunu söyleyemeyiz; çünkü Rusya ve Çin deyince aklımıza en son gelen husus herhalde temel hak ve özgürlüklerdir. Bu ülkelerin hepsi –özellikle Çin, ama büyük ölçüde de Rusya–, otoriter ve hatta totaliter rejimler tarafından yönetilen ülkeler ve Türkiye’ye perspektif olarak sunabilecekleri hiçbir şey yok.
Tabii ki Batı’nın bu konularda çok ciddi bir kötü sabıkası var; ama en azından bu ilkeleri kendilerine temel aldıkları iddiasındalar, onun üzerinden tartışma şansına sahibiz; ama bir Rusya’yla ya da bir Çin’le bu ilkeler üzerinden tartışma yapmak mümkün değil. Onlarla kurulan ilişkiler büyük ölçüde tamamen ekonomi, strateji vs. gibi çok somut hususlar olacaktır; ama Türkiye’nin öncelikle ihtiyacı olan, her zaman ihtiyacı olan, aslında tüm dünyanın öncelikle ihtiyacı olan şey, temel hak ve özgürlüklerin garantiye alınması ve genişletilmesi. Dolayısıyla şu anda bize Batı karşıtlığı dayatan kesimlerin, daha özgür olacağımız, daha mutlu olacağımız konusunda hiçbir vaatleri yok, böyle bir şey yok; hatta tam tersine şu var: Bunlar önemli şeyler değil, önemli olan devletin bekasıdır, önemli olan ülkenin bekasıdır vs. diye giden kaba milliyetçi söylem; ama bu milliyetçiliğin nasıl bir milliyetçilik olduğu başka ülkelerle kurulan ilişkilerde de çok net bir şekilde görülüyor.

Sunulan sadece devletin bekası

Evet, toparlayacak olursak, Türkiye NATO’dan çıkabilir, bence zamanında hiç de girmemeliydi; ama Türkiye NATO’dan çıkması durumunda bu bulunduğu coğrafyada ne yapacak? Nasıl kendini koruyabilecek? sorusunu çok ciddi bir şekilde sormak lazım. Rusya mı yardım edecek? Çin mi yardım edecek? Niye yardım edecek? Bugün ilk başlarda böyle bir yardım olacak, böyle bir dayanışma olacak, ama bunun garantisi ne? Çünkü NATO’yla kurulan ilişki de ilk başta bir garantiyle başladı ve gerçekten özellikle Soğuk Savaş döneminde Türkiye tercihi Batı’dan yana yapmış bir ülke olarak, Sovyetler Birliği’nden gelmesi muhtemel tehditlere karşı sırtını NATO’ya dayamıştı ve bir ölçüde de bu hayata geçti. Ancak şu anda Türkiye’nin NATO’dan çıkması durumunda başına neler gelebileceği sorusu çok ciddi bir şekilde ortada. Hadi diyelim ki NATO’dan çıktı; ama daha önemli bir husus var: Türkiye Batı’dan koptuğu ölçüde, artık Batı’ya yönelmediği ölçüde nereye yönelecek? Yeni yönelişin temel değerleri, ilkeleri ne olacak?
Bunun çok ciddi bir şekilde cevaplandırılması lazım, aslında cevaplandırılıyor da. İnsanlara, vatandaşlara sadece şu yapılıyor: “Devletin bekası için her türlü şeyinizden, her türlü hak ve özgürlüğünüzden gerektiğinde feragat edin, hatta canınızı da feda edin” şeklinde çok kuru, çok ajitatif bir milliyetçilikten başka insanlara bir şey sunmayan bir perspektifle karşı karşıyayız. Bu olayın bir başka boyutu tabii, bambaşka bir boyutu biz gazetecileri ilgilendiren bir boyutu, enformasyonla ilgili bir boyutu; şu anda Türkiye’de yaşanan Batı karşıtlığının çok ciddi bir şekilde post-truth diye adlandırılan hakikat-sonrası dönemle alâkalı yönleri var. Şu anda özellikle sosyal medyada dolaşan bilgi, yorum vs.nin önemli bir kısmı gerçekten yalan, çarpıtılmış ve bu konuda da her ülkenin istihbarat servislerinin çok ciddi faaliyetleri olduğunu duyuyoruz, Türkiye’ninki de dahildir ama, bu işin en profesyonelinin de yanı başımızdaki Rusya olduğunu akıldan çıkartmamamız gerekiyor. Türkiye gerçekten şu anda çok ciddi bir şekilde her koldan bir psikolojik harbin operasyon alanına dönmüş durumda. Bunun bedelini ödemekteyiz, daha da ödeyeceğe benziyoruz ve bu arada tabii, olan demokrasimize, temel hak ve özgürlüklerimize oluyor ve bu gidişatın nasıl döndürülebileceği konusunda da önümüzde çok parlak işaretler maalesef yok.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.