Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Metin Karabaşoğlu ile FETÖ soruşturmaları ve İslami Camia

 

Metin Karabaşoğlu söyleşisinin tam metni:

Yayına hazırlayan:Sahra Atila ve Ali Mert İnal

Medyascope TV özel yayından merhaba, bu özel yayınımızda FETÖ soruşturmaları ve İslami Camia’yı konuşacağız. Konuğumuz ise Metin Karabaşoğlu. Kendisi Nur Cemaati’nden bir isim şu an bağımsız olarak makaleler yazıyor, düşüncelerini ifade ediyor. Daha önce de Mart ayında Ruşen Çakır’ın konuğu olmuştu. Güzel bir sohbetti. Ben dinledim. Merak edenler tekrar Medyascope sayfasına girip dinleyebilirler. Şimdi o konuşmayı biraz daha ileri götüreceğiz. O günden bu güne neler değiştiğini ve başka konuları konuşacağız. Metin Bey, hoş geldiniz. Ruşen Çakır ile söyleşiniz FETÖ soruşturmalarının yoğun olduğu bir dönemde gerçekleşmişti. Siz o yayında Cemaat’e çok mesafeli durmuş isimlerin de soruşturma kapsamına alındığını söylemiştiniz. Bu durum aslında yüksek siyasetin de dile getirdiği bir durum. “Kurunun yanında yaşın da yanması” olarak da ifade edildi. Ne dersiniz? Aynı süreç devam ediyor mu?

 Metin Karabaşoğlu: Bir parça belki iyileşme olduğunu en azından böyle bir durum olduğunun kabul edildiğini bunun dahi bile bir aşama olduğunu söyleyebiliriz. Malum onunla ilgili bir komisyon kuruldu. Mağduriyetin bir realite olarak kabul ve teslimi anlamında. Ama onun da çok güçlü ve çok hızlı şekilde yol aldığını söylememiz mümkün değil. Fakat ağırlıklı olarak Mart ayından bugüne mağduriyetler noktasında yani “Fetullahçılıkla” alakası olamadığı halde bir şekilde işin içine dahil edilmiş benim de bizatihi tanıdığım insanlar var. Hayatında bu yapının karşında olmuş olduğu halde işinden olmuş veya soruşturma konusu olmuş isimler var. Ben ağırlıklı olarak problemin devam ediyor olduğunu düşünüyorum. Bu vesileyle söylemek isterim mesela FETÖ dediniz burada da FETÖ dediğimizde mesela Fethullah Gülen’in kitapları ekseninde bir dini hizmet olduğunu düşünüp orada olanla da ilgili bir ayrım yapılması gerektiğini düşünüyorum. Yani mağduriyeti iki boyutlu görüyorum.

Örgütsel, kriminal bir durum içinde olanla olmayan arasında gibi mi?

 Karabaşoğlu: Evet, iki türlü mağduriyet var bence; birincisi, Cemaat boyutuyla dahi “Fetullahçılıkla” alakası olmadığı halde FETÖ soruşturma içerisine dahil edilip işinden olan veya bir adli soruşturma içerisinde olan hatta hapishaneye düşmüş insanlar var. Birincisi böyle bir mağduriyet grubu var ki, bunun içinde İslami kesimin çok farklı gruplarından yani FETÖ ile yan yana anılması mümkün olmayan gruplardan insanlar var. Kamuoyuna da yansıyor zaten bu noktadaki şikayetler. İkincisi bu yapının cemaat boyutu ile ilgili olmuş kandırılma muhabbeti var. Şöyle diyeyim, siyasiler “kandırıldık” dediğinde tamam deniyor. Devletin içinde olup devletin yönetiminde olup her türlü istihbarı bilgi kendisine ulaşabildiği halde siyasinin kandırılabilme ihtimaline hoşgörü gösterilirken sıradan bir esnafın, Anadolu’nun herhangi bir şehrinde birilerinin “diğer cemaatlerden daha farklı şeyler yapıyorlar, daha güzel şeyler yapıyorlar” diyerek destek vermesi hoş karşılanmıyor. Bu manada ben Cemaati üç noktaya ayırıyorum; cemaat boyutu var, örgüt boyutu var, örgütün de derininde bir kült boyutu var. Böyle enteresan bir yapı bana göre asıl çelik çekirdeği kült boyut oluşturuyor. Yani burada Fethullah Gülen merkez olmak üzere Fethullah Gülen üzerinden kendilerine çok özel, bir manevi, bir ilahi, dünyanın kurtarıcısı gibi bir misyon yüklemiş bir grup. İkinci olarak bu amacı gerçekleştirmek üzere kurulmuş kriminal işlere bulaşmış bir yapı var. Geçmişten bugüne illegal olmuş devletin içine sızmış, insanları dinlemiş en sonunda darbe girişiminde bulunmuş bir örgüt tarafı var. Bir de Fethullah Gülen’in kitapları veya onun etrafında oluşan yapı sayesinde namaz kılmaya başlamış, Kuran okumaya başlamış, dini çerçevede kalmış “Güzel şeyler yapıyorlar destek olayım” diyen ve destek olan insanlar var ki, bu üçüncü gruba ben Cemaat Grubu diyorum. Bu ortaya çıkan tabloda şöyle de bir mağduriyet durumu var. Fethullahçı olmadığı halde FETÖ soruşturması kapsamına alınan insanlar kadar Fethullah Gülen’in bugüne kadar görülmemiş ortaya çıkmamış, derin, gizli, mahrem, kriminal yüzünü görmemiş Cemaat boyutunda kalan diye tanımladığım insanlar var. Örgütün tüm faturası deyim yerindeyse Cemaatin bu insanlarına kesiliyor gibi bir durum var. Hem kültü hem örgütü oluşturanlara baktığımızda, belki darbe teşebbüsüne girişmiş subaylar, onlarla bağlantılı isimler hapse atıldı ama buna karşılık çelik çekirdeğini oluşturan isimler ve örgütün kriminal işlerdeki beyni durumda en güçlü olanları hep yurtdışında. Doğup büyüdüğüm kentten örnek vereyim. Mesela bayramda gittiğimde bir mağazaya girdiğimde bir hanım ve çocuklar vardı onlar mağazayı idare ediyorlardı. Annem dedi ki, “Babaları yardım ettiği için, para verdiği için şu kadar zamandır hapiste FETÖ’cü diye.” Bence mağduriyet çift yönlü. Bu ayrım yapılması gerekiyor. Bu ayrımı 2014’de yapıyorduk, 2016’da niye yapılmıyor veya 2017’de neden yapılmıyor. Bunun hakikaten konuşulması lazım. Hani ilk zamanlar deniyordu ya üstü ihanet, ortası ticaret, altı ibadet. Ama biz ticaret boyutunu geçtik. İhanet diye tanımladığımız üstün faturasını, ibadet diye tanımladığımız kesimin içinde ki insanlara kesmeye başladığımızda bunun haksızlık olduğu besbelli bir şey. Böyle bir haksızlık var.

Hemen Metin Bey’den bahsedeyim kendisi aslında 17-25 Aralık 2013’den çok önce “kapıdaki tehlike” diye Fethullah Gülen Cemaati’ne dikkat çeken bir isim dolayısıyla söyledikleri bizim için çok kıymetli.

 Karabaşoğlu: İrfan bey hemen şunu söyleyeceğim. “Zamanında bu yapı tehlikeli bir yapı, bu yapı maazallah bir güç edinmek istese karşımıza çıkacak tablo bir yönüyle Kuzey Kore gibi kapalı otoriter ama bunu dini bir söylem üzerinden yapacak. Yani İran, Kuzey Kore karışımı bir bela bekliyor” dedik. Söylerken bizim böyle çok negatif, çok olumsuz, çok önyargılı haksız bir şekilde bir tahlilde bulunduğumuzu düşünen veya söyleyen insanlar olduğunu görüyoruz. Öyle ki 17-25 Aralık sürecinde dahi bu tehlikeye ulaşabildiğimiz mecralarda dikkat çekmeye çalışıyorduk. 17-25’in sorasındaki tabloda dahi iki tarafı idare edecek pozisyonda konuşanlar vardı. Hatta öyle ki içlerinde Fethullah Gülen’e yönelik ağlak yazılar, mektuplar yazanlar şimdi en büyük FETÖ avcısı oldular. Bu da ayrıca bence süreci zehirleyen tablo olarak görülüyor.

Peki bu profildeki isimlerin onların bu soruşturmaları manipüle etme ihtimali var mı?

 Karabaşoğlu: Manipüle etme ihtimalleri var. Böyle bir muhtemel kişi olursanız kendi kabahatiniz örtmek için başka birilerini hedef haline getirirsiniz. Böyle bir riskin mevcut ve muhtemel olduğunu düşünüyorum. Bunlar yapılan mücadelelin sahiciliği konusunda şüphe uyandırıyorlar. Şöyle diyeyim FETÖ bir problemse bunlarla mücadele dendiğinde akla en son isimler onlar. Çünkü FETÖ diye bir şey oluşmuşsa bir yerlere geldiyse bunda onların da emeği var.

Peki sizin şöyle bir sözünüz var yine Mart 2017’den “Dini hizmetler alanında krizler var” sizde sonuçta Nur Cemaati içerisinde kendinizi öyle tarif ediyorsunuz, gerçi bağımsız kişisiniz ama sohbetleriniz oluyor, gençlerle temas ediyorsunuz. “Dini hizmetler alanında kriz var” diyerek neyi kastediyorsunuz?

Karabaşoğlu: Ben şunu kastediyorum. Bu kriz devam ediyor, şimdi değişik ortamlarda da söylüyorum şu an kendinizi liseli bir genç olarak tanımlayın ya da üniversite de bir genç olarak tanımlayın. Dinle ilgili belli bir düşünceniz var. Negatif değilsiniz ama tam böyle bağlılık içerisinde değilsiniz ama neticede dindar diye tanımladığınız insanlara baktığınızda kendi içlerinde büyük bir çatışma var. İşte bir tarafta Fethullahçılık diye bir şey çıkmış dün İslam’ın en güler yüzlü, sevecen yüzünü temsil eden gözükürken o yüzün arkasında nasıl kötücül bir ruh hali, nasıl kötücül bir dil ve üslup taşıdıkları ve ellerine imkan geçtiklerinde ne gibi kötülüklere temessül edecekleri ortaya çıkmış. Böyle bir şey var. Buna karşı mücadele dendiğinde de hani Müslüman ahlakına yakışır bir dil, üslup, söylemin olmadığını görüyoruz. Hele ki Kuran müminleri adalet üzerinde hassasiyete ısrarla davet ederken mesela Kur’an beş kere geçen bir emirdir; suçun şahsiliği meselesi. Birinin hatasıyla başkası mesul olmaz.

Bir topluluğa olan kininizin sizi adaletsizliğe itmemesi gerektiği yolundaki ayeti kastediyorsunuz herhalde.

 Karabaşoğlu: Düşünebiliyor musunuz İrfan Bey bu ayeti hatırlatarak. Ayetin devamında da takva üzerine alınıyor. Bu sizin için daha doğrudur, daha uygun hayırlısı olan budur diye takvaya çağırıyor. Takva müminlerin ulaşmak istedikleri bir hedef şu dünyada takva hedefine ulaşmayı adil olma şartına bağlıyor ayet. Düşünebiliyor musunuz?

 Şu an bundan yoksunuz mu diyorsunuz?

 Karabaşoğlu: Şu an bundan yoksunuz. Şöyle oluyor hatta bunu hatırlatıyorsunuz. Evet bir mücadele olması lazım ama bu mücadelede Kuran’da Allah’ın bize söylediği emirlere uyma şekli olması lazım. Adaletin gözetilmesi lazım. Birinin suçunun faturası başkasına yazılmaması lazım. Hatta öyle ki bir kişi suçlu değil ama mesela misal hırsızlıktan suçlu birine cinayet cezası

veremezsiniz. Suçsuz olanın, suçlanması, iki suçlu ise dahi bir birim suçu varsa on birim kabahatinin onun üzerine eklenmesi gibi. Şimdi bunu hatırlattığınızda birileri ayetin uyarısını hatırlatmanızdan rahatsız olabiliyor. Hatta utanmadan size FETÖ’cü diyebiliyor. Şimdi böyle bir tabloda ne olur? Maalesef ortada net sıkıntı olduğu, dindarlığın krizi dediğimiz tablo açık. En temel krizde neticede bir iktidar mücadelesi gözüküyor. Biri diğerini yok etmek istiyor.

Bunların ikisi de dindar olduğu iddiasında

 Karabaşoğlu: Neticede dindar dediğimiz de hani dindar şu dünyayı imtihan yeri olarak görüyor. Kalınacak yer olarak görmez. Ahireti görür, dolayısıyla uhrevi bir algı idrak içerisinde bu dünyada davranır ama dünya için birbiri ile adeta boğaz boğaza gelen herhangi bir insana söylenemeyecek sözü yakıştırmayı birbirine yapabiliyor. Bu tablodan insanları dine davet noktasında elbette çok ciddi bir problemin zuhur edeceğini görüyoruz dolayısıyla dindarlığın krizi diye bir tabloyu bu sebeple yaşıyoruz. Bu dil, bu yöntem devam ettikçe bu kriz çözülmeyecek. Derinleşerek devam edecek.

Sonuçta şu anda geçmişinde İslamcılığı savunan ve dindar olduğunu söyleyen siyasi iktidar merkeze oturmuş durumda. Bu noktada aslında dindarlık için bir alan söz konusu değil mi? Yoksa burada zihinler devletleşiyor mu? Sivil bir alan olan din için bu bir avantaj mıdır? Yoksa dezavantaj mı?

 Karabaşoğlu: Bu bir avantaj değil. Aslında bakarsak İslam tarihinin bütününe bakarsak Halifeler dönemi yani 30 senelik dönem dışında siyaset, iktidar, dindarlığın temsilcisi olmamıştır. Siyaset dini ölçüleri uygulamada bazı örneklerde bazı Emevi sultanlarında gördüğümüz gibi yozlaşma, yabancılaşmanın timsali olarak yola gelmiştir. İslam’ın ana damarını hep sivil unsurlar ulemadır, dergahtır, halktır taşıya gelmiştir. Dolayısıyla dindarlığın taşıyıcılığını devlete ihale eden dolayısıyla yukarıdan aşağıya bir dindarlaşma kurgulayan bütün hareketler yani geçmişte de günümüzde de işte Suudi Arabistan da Vahhabilik üzerinden yaşanan örnek, İran’da yaşanan bir örnek başka örnekler de var. Yani yukarıdan aşağıya devlet üzerinden, iktidar üzerinden inşaları, toplumu dindarlaştırma yönündeki bütün teşebbüslerin en büyük zararları dine ve dindarların kendisine olmuştur.

Şu an böyle bir durum olduğunu söyleyebilir misiniz?

 Karabaşoğlu: Böyle bir problem olduğunu düşünüyorum, epeydir dile getiriyorum. Burada fark edilmeyen şöyle bir nokta olduğunu düşünüyorum; dindarın, dindar kişiler topluluğunu savunmanın dindarları savunma olduğu zannediliyor. Halbuki neticede kişiler dindar olma noktasında çaba içerisinde olabilirler fakat dini temsil yetkisi olanlara verdiğimizde onların yaptığı hatalar doğrudan dinin hataları haline geliyor. Veya şöyle oluyor eksen dinin ölçüleri iken bu ölçüler kişileri belirleyecek durumdayken kişiler eksen haline geliyor. Dini ona göre yorumlamaya başlıyoruz ki Fethullahçı durumu bu noktada bir örnektir. Ben bu durumun sadece Fethullahçılıkla sınırlı kalmadığını, siyasi iktidarı, mevcut siyasi iktidarın dinin muhafızı konumuna yüklediği andan itibaren Fetullahçılıkla mücadele ederken de kişilerin bu tarafta benzer bir hatayı sergilediklerini düşünüyorum. 100 sene, 110 sene öncesinde de benzer bir durum yaşanmış. Sultan Abdülhamit’in 30 senelik bir iradesi var. Baktığınızda 30 senelik bir OHAL aslında. Kanuni Esasi askıya alınmış, tek adam dönemi oluşturulmuş. Ama sürece baktığımızda Mehmet Akif gibi, Elmalılı Hamdi Yazır gibi daha sonra ki dönemlerde de yetkinliklerini çok net bir şekilde dine alanda gördüğümüz isimlerin büyük çoğunun o istibdat yönetimine karşı net ve sert bir muhalefet içerisinde olduklarını görüyoruz. Çünkü şunu görüyorlar yani dindar bir hükümdarın elinde din siyaset için araçsallaştığında bundan iktidar zarar görmüyor, bundan din zarar görüyor.

 Bu bahsettiğiniz itirazları yüksek sesle dile getirnelere pek rastlanmıyor. Neden?

 Karabaşoğlu: Bence bu itirazlar duyulamıyor, sorunumuz o. Yoksa bu itirazlar yok değil. Şu an ben alttan alta bu endişenin görüldüğü ve bu itirazların dile getirildiğini görüyorum.

 Bu itirazlar AKP’ye gönül vermiş kişilerden de geliyor mu?

 Karabaşoğlu: Bu itirazlar evet konuşuluyor ama kamuoyu önüne çıkamıyor. Alttan alta birebir arkadaş sohbetinde bu konuda endişelerini ifade eden ama şu veya bu endişe ile kamuoyu önünde belki asla böyle bir şeyi dillendirmeyen isimler biliyorum.

 Aslında şöyle bir durum da var; sonuçta Ak Parti iktidarı ile örneğin başörtü sorunu halloldu. Kamuda dahi artık sıkıntı yok. Acaba o bahsettiğimiz itirazı olan kesimler “Adalet ve Kalkınma Partisi giderse tekrar eski sıkıntılı günler yaşanabilir” endişesiyle “ne olursa olsun biz bunun arkasında durmalıyız” türünde bir fikre sahip olabilirler mi?

Karabaşoğlu: Bence bu düşünceye sahipler ve bu düşüncede haksız olduklarını söyleyemem. Bu endişenin ben var olduğunu, bu endişede de haksız olmadıklarını söyleyebilirim. Şöyle söyleyeyim. Şimdi hayatın içinde olmaya çalışıyorum. Değişik yerler, değişik ulaşım vasıtalarına binmeye çalışıyorum. Bunlardan en sık kullandıklarımdan biri İstanbul’da hani CHP’nin en yüksek oy aldığı Kadıköy, Bostancı muhitinden kalkan bir otobüs. Oradan bindiğim saatlerde emekli teyzeler, amcalar oluyorlar. Okudukları gazeteleri görüyorum aralarındaki konuşmaları duyuyorum. Bir hınç var. Dolayısıyla bir iktidar ele geçse tek parti döneminde yapılanların bir benzeri, 27 Mayıs’ta yapılanların özlemi ve hayali içinde insanlar olduğunu görüyorum. Dolayasıyla burada normalleşme gerekiyorsa dindarlara düşen sorumluluk var. Yani Ak Parti’ye de düşen sorumluluk var. Şuna gelmemiz gerekiyor. Bu topraklar bu ülke sadece dindarların değil. Sadece sekülerlerin de değil. Bizim farklı bir siyaset dili kurmamız gerekiyor. Bu ülke hepimizin ve bu ülkede hep birlikte yaşıyoruz. Birimiz diğerimizin namına mutlu olamayız. Ancak hepimizin beraberce mutlu olduğu bir ülkede biz rahat ve huzur bulabiliriz. Ak Parti taraftarı dindarların da bunu yapması lazım ama öbür tarafın da bunu yapması lazım.

 CHP’nin dindarların endişelerini giderme çabası var gibi. İkna edici olamıyor mu?

 Karabaşoğlu: Evet, fakat diğer tarafı kendi yani dindarları ikna ettiğinde kendisini terk edecek birileri var. CHP’nin dilemması da bu.

 AKP’ye yakın ama rahatsız olan AKP giderse dindar kimliğimizden dolayı sıkıntı yaşarız diyen kitle için meral Akşener girişimi bir adres olabilir mi?

Karabaşoğlu: Evet dindarlara karşı olmayacağını düşüyorum ama öbür tarafta Akşener hareketi, çıkışı, kullandığı dil o noktada çokta güven vermediğini düşünüyorum ben.

 Ben dindarların kazanımlarını kaybetme ya da kazanma noktasında Meral Hanım’a güven CHP göre daha çoktur mu acaba diye sormuştum.

 Karabaşoğlu: Evet CHP’ye göre daha çoktur ama öbür tarafta çıktığı zemin ve kullandığı dil itibari ile dindarları çokta böyle ikna edici bir söylem tutturduğu kanaatinde değilim. Madem bu şekilde ifade ettik. Bu ülke dindar olsun, seküler olsun birimiz diğerimizin namına kazanamayız. Siyasilerin de bunları görüp 50-50 bloklaştırmak değil farklı siyasi görüşlerden olsa bunların hepsinin aynı ülkenin insanlarından olduğu gerçeğini gözeten bir ilerleme kurması lazım. Türk’te olsa Kürt’te olsa bu ülkenin insanları eşit vatandaşlar olma durumunda. Bu noktada tutturmak lazım ki, Akşener özellikle bu noktada güven veriyor. Mesela ben etnik köken durumundan Kürt değilim, Egeli ailenin bir çocuğuyum benim için milliyetçi bir siyaset risk boyutu taşıyan bir siyasettir. Dolayısıyla kendim etnik olarak Türk olsam da Türkçülük söylemi üzerinde ilerleten bir siyasete de güvenmem çünkü milliyetçilik insanı adaletten uzaklaştırır.

Yine sizin sözlerinizden biri “ muhafazakar kesim devlet biziz diyor ama zihin dünyalarının ele geçirildiğini düşünüyorum.” Ne demek istiyorsunuz burada?

Karabaşoğlu: Devlet biziz duygusu ile devletin yaptığı her şeyi savunma refleksi geliştiriyorlar. Halbuki şu bürokrasinin nesine kefil olabiliriz? Siyaset zaten apayrı bir olay. Siyasetin içinde her şey olabiliyor. Ben siyasetçiye kefil olmam. Onun için her şeyi savunmam bu çok ciddi bir problem. Hele ki siyasetçileri dahi yanlış yönlendirebilen yeri geldiğinde çok güçlü bir bürokratik gelenek var. O bürokrasinin nesine ben kefil olabilirim ki? Ama şu an bir çok dindar insan dindarın iktidarını ve savunmayı dini savunmak zannettiği için dinin ölçüleri ile izahı imkansız bir devletçi ve milliyetçi söylem içerisine savrulabiliyor. Adalet ilkesini unutabiliyor amalar üretebiliyor. Şimdi bu nedir? Devlet biziz zannediyorsunuz ama siz devlete halim olmamışsınız, devletçilik size hakim olmuş, devlet sizi ele geçirmiş. Nedir? Bürokrasi her zaman yaptığını yapmaya devam ediyor. Devlet aygıtın taşıyıcıları her zaman yaptıklarına devam ediyorlar ama bu sefer siz onun kullanışlı aparatı haline gelmişsiniz. Bu bir hakimiyet, bir galibiyet manzarası değil. Ülkeyi yönetiyor zannederken, ilkeyi yitiriyorsanız sizin temel ilkelerinizde bir aşınma yaşıyorsa kazanım değil kayıp tablosunu gösteriyor.

Çok güzel bir bitiriş oldu, çok teşekkürler. Metin Karabaşoğlu ile FETÖ Soruşturmaları ve İslami Camiadan başladık. Sonuçta dindarların devletleşmesi, devlet gibi düşünmesi üzerine konuştuk. Umarım faydalı bir sohbet olmuştur. İyi akşamlar.

 

 

 

 

 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.