Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İslam, İslamcılık ve demokrasi: Olumlu bir örnek olarak Tunus ve Gannuşi

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Dün “İslam, İslamiyet demokrasiyle bağdaşır mı?” diye bir yayın yaptım ve orada bu sorunun yanlış olduğunu, esas sorunun, “İslamcılık ya da İslamî hareketler demokrasiyle ne derece bağdaşır ya da bağdaşabilir mi?” sorusu olduğunu söylemiştim. Orada bir şeyi bilerek bugüne sakladım, o da Tunus, Tunus’ta yaşananlar. Tunus’ta Ennahda Partisi ve onun kurucu lideri Raşid El Gannuşi. Şu anda İslam dünyasında gerçekten farklı, belki de tek örnek olarak önümüzde duruyor. Genellikle yaşananlar –maalesef en başta Türkiye olmak üzere– kötü örnek. Ama Tunus bir anlamda iyi örnek olarak karşımıza çıkıyor. Ama tabii iyi örnek derken çok büyük bir mucize, çok büyük bir başarı söz konusu değil. Hâlâ çok ciddi sorunlar var.
Dün Tunus’ta otoriter rejimin yıkılışının yedinci yılıydı ve tam onun yıldönümünde bir grup Tunuslu, genellikle soldan aydın, sivil toplum temsilcisi ortak bir bildiriyle Raşid El Gannuşi’nin Beci Kaid Essibsi’yle kurmuş olduğu ittifakı eleştirdiler. Şu anda Tunus bu kişiler tarafından yönetiliyor, bir merkez partisiyle Ennahda’nın ittifakı söz konusu. Şu anda ülkeyi yöneten, Essibsi denen kişi, daha önceki diktatör Muhammed Ali döneminde onunla çalışmış, onun ekibinde yer almış bir kişi. Bu tartışma var.

İktidarı paylaşan İslamcılar

Yani şu anda Tunus’ta her şey toz pembe değil. Ancak çok önemli bir deneyim yaşandı. Arap Baharı’nın –biliyorsunuz– başlangıcı Tunus’tu. Tunus’ta başlayıp tüm Arap dünyasına yayıldı ve Tunus’ta hızlı bir şekilde bir başarı elde edildi. Daha sonra 2011 yılından itibaren Tunus’ta yeni rejime, yeni sisteme geçildi. Çoğulcu bir sisteme geçildi. Ve burada yapılan ilk özgür seçimlerde Gannuşi’nin lideri olduğu Ennahda Partisi açık farkla, etkili bir şekilde birinci parti çıktı. Ancak Gannuşi çok ilginç iki şey yaptı. Birincisi, kendisi yeni hükümette, yeni devlet inşasında yer almadı. Partinin manevi lideri, gerçek lideri olarak kaldı; ama ne cumhurbaşkanlığı, ne başbakanlık, ne meclis başkanlığı gibi herhangi bir görev üstlendi. Bunun yerine şunu yaptı: Cumhurbaşkanının Ennahda dışında birisi olmasını, Meclis başkanının da Ennahda dışında birisi olmasını sağladı. Bir tek hükümeti Ennahda kurdu. Yani iktidarı paylaştı Ennahda yönetimi. O tarihlerde, Ennahda’nın iktidarda olduğu tarihlerde dönemin cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le beraber ben de gazeteci olarak Tunus’a giden heyetteydim; orada çok ilginç şeylere tanık olmuştuk. Hatta Gannuşi’yle kısa da olsa samimi bir ortamda sohbet etme imkânı bulmuştuk. İlginç şeyler yaşanıyordu. Şöyle ki, orada bir ortak ittifak vardı, Tunus’ta bir ittifak vardı — Ennahda’nın liderliğinde, ama iktidarı paylaşan. Ama ülkede çok güçlü, giderek güçlenen bir Selefi akım vardı ve bu Selefi akım bu ittifakın çok ciddi bir şekilde altını oyuyordu. Biz oradayken henüz suikastler başlamamıştı. Ama birtakım çok çarpıcı eylemler yaşanıyordu. Özellikle Tunus’ta merkezde üniversite binasındaki bayrağın indirilmesi gibi olaylar olmuştu. Daha sonra da seküler çizgideki birtakım siyasetçilerin öldürüldüğünü gördük. Selefilik şu anlamda önemli. Rakamlara göre, yapılan araştırmalara göre, IŞİD’e katılan yabancı savaşçıların içerisinde en yüksek oranı Tunuslular oluşturuyor. Bunun bir kısmı Tunus’ta yaşayanlar, bir kısmı da Fransa başta olmak üzere Batı Avrupa’da yaşayan Tunus asıllılar. Yani Tunus ilginç bir ülke.
Gannuşi’nin yaptığı en önemli husus, demin de söylediğim gibi tek başına iktidarı alabilecekken iktidarını başkalarıyla paylaşmaya razı olmasıydı — ki bunu dünkü yayında da söyledim, Mısır’da Müslüman Kardeşler yapmadı, Mursi yapmadı. Hep birlikte bir koalisyonla, bir cepheyle iktidara gelindi. Ama daha sonra “Sandıktan biz çıktık” diyerek bütün herkes iktidardan uzaklaştırıldı. Ve kısa bir süre sonra da o iktidar yıkıldı. Gannuşi başından itibaren bunun dışında bir çizgi izlediği için varlığını koruyabildi. Şu anda iktidarda Ennahda birinci parti olarak yok, ama iktidarı paylaşıyor. Ama en önemli husus hâlâ güçlü bir siyasi hareket olarak varlığını sürdürüyor. Halbuki Mısır’da, mesela Müslüman Kardeşler böyle bir durumda değil. Yeraltına inmiş durumda, parçalandığı söyleniyor. Çok sayıda üyesi, sempatizanı cezaevinde, çoğu da kaçmış durumda.

Müslüman Kardeşler’e kıyasla zayıf bir İslamcı gelenek

Şimdi biraz başa dönelim. Ennahda’yı biraz anlatmak istiyorum. Aslında Ennahda’dan önce İslamî Yöneliş Hareketi adında bir hareket vardı ve Gannuşi bunu 1981 yılında bir grup arkadaşıyla beraber kurmuştu, yani kendisi 40 yaşındayken. Kendisi 1941 doğumlu. 40 yaşındayken Tunus’taki o İslamî hareketin temelini attı. Şu çok ilginç: Arap dünyasında egemen olan yaklaşım, İslamî hareket yaklaşımı Müslüman Kardeşler’dir. Tunus’ta da Müslüman Kardeşler’in bir kolu varken, Gannuşi bir grup arkadaşıyla beraber İslamî Yöneliş Hareketi’ni kurdu. Müslüman Kardeşler’e yakın ama ondan farklı bir perspektifi hayata geçirmeye çalıştı. İslamî Yöneliş Hareketi’nin kurulmasından kısa bir süre sonra, 1984’te cezaevine atıldı. Aynı yıl çıktı. Daha sonra 1987’de tekrar cezaevine atıldı ve 1988’de çıktıktan sonra İngiltere’ye sürgüne gitti. 22 yıl İngiltere’de yaşamış bir kişi. Ama orada yaşarken de İslamî Yöneliş Hareketi’ni bir şekilde yönetmeye devam etti. Ancak İslamî Yöneliş Hareketi zayıf bir hareketti. Çok güçlü bir hareket değildi. Mısır’da ya da başka Arap ülkelerindeki Müslüman Kardeşler gibi güçlü bir hareket değildi. Daha marjinal, daha entelektüel yönü kuvvetli bir hareket gibi biliniyordu. Toplumsal olarak da bir karşılığı vardı ama, diğerlerinin gölgesinde kalmış bir hareketti.
Gazeteci olarak İslamî hareketler üzerine çalışırken, kısa bir süre sonra Gannuşi’nin bazı kitaplarıyla da karşılaştım. Ve Gannuşi o tarihlerde de, 1980 sonları 90 başlarında, İslamcılığın tüm dünyada yükselişe geçtiği tarihlerde farklı bir çizgideydi. Demokrasiyi telaffuz eden birisiydi. İslam’la demokrasiyi, İslamcılık’la demokrasiyi bağdaştırmaya çalışan birisiydi. Bu anlamda da çok takdir edilmeyen birisiydi. Genellikle marjinal bir entelektüel sapkınlık olarak görülüyordu. Ve onun zaten İngiltere’de sürgünde olması da bununla irtibatlandırılıyordu. Bir nevi, onun emperyal güçler tarafından kontrol altına alınan bir İslamcı olduğu şeklinde yorumlar da yapılmadı değil. Ama haksızlık yapılıyordu; çünkü o gerçekten başından itibaren demokrasiyi bir şekilde benimseme arayışı içerisindeki bir İslamcı düşünürdü.

“Müslüman demokrasisine girmek için siyasî İslam’dan çıkıyoruz”

Daha sonra geçen yıl Mayıs ayında Ennahda’nın bir kongresi oldu ve çok önemli, dönüm noktası bir kongreydi bu. O kongreden kısa bir süre önce Le Monde gazetesine verdiği bir röportajda –ki bu arada şunu vurgulayalım: Hayatının, gençliğinin bir bölümünde Fransa’da yaşamış, orada felsefe öğrenimi de görmüş birisidir. Zaten Tunuslular Fransızca bilir, konuşur, ama Gannuşi Fransız kültürüne de çok hâkim birisidir– orada yapılan röportajı biz Medyascope’ta Haldun Bayrı çevirisiyle koymuştuk. Başlık şuydu: “Müslüman demokrasisine girmek için siyasî İslam’dan çıkıyoruz”. 19 Mayıs 2016’de Le Monde’da yayınlanan röportaj. Kısa bir süre sonra da, kongreden sonra Amerika’nın etkili Dış İlişkiler Konseyi’nin –Council of Foreign Relations–, o dünyaca ünlü think tank’in yayın organı olan Foreign Affairs’de yine aynı konuda kendisinin uzun bir yazısı çıktı. O yazının da başlığı: Siyasal İslam’dan Müslüman Demokrasiye. Şunu söylüyor Gannuşi: “Cami herkesin buluştuğu dinsel bir yerdir. Bizim siyasî parti olarak, artık camiyle hiçbir işimizin olmaması gerekir. Biz camiyle siyaseti birbirinden ayırmak istiyoruz. Siyasî faaliyetin yeri cami değildir” diye çok net bir şekilde söyledi. Ve artık İslamcılığın, siyasal İslam’ın savunulabilecek bir şey olmadığını vurguladı. Ve bunu da parti politikası olarak hayata geçirdiler.
Tabii burada çok kişi –Tunus’un içerisinden ve dışından–, bunun aldatmaca olduğunu savunanlar vs. var. Ama şu âna kadar izlenen, 2011 başından bugüne kadar baktığımız zaman, Tunus diğer Arap ülkelerinden ve dahi Türkiye’den çok daha istikrarlı bir ülke — tabii ki çok sorunları var hâlâ; Selefi cihadcı akımların tehdidi var, ekonomik anlamda çok ciddi sorunları var, ama yine de orada güçlü bir sivil toplum, bir tartışma ortamı, kamusal alan var. Tunus bunu muhafaza ediyor. Aslında Tunus Türkiye’ye çok benzeyen bir ülke, o anlamda baktığımız zaman İslam dünyasında birbirine benzeyen ülkeler. Zaten bu Gannuşi olayının ve Arap Baharı’dan sonra Tunus’un iyi bir örnek olarak ortada kalmasını, bu konunun uzmanları genellikle Tunus’taki çok güçlü sivil toplum kurumlarına ve birçok Arap ülkesinden farklı olarak kendi Tunuslu kimliğini çok daha erken oluşturmuş olmasına bağlıyorlar.

Türkiye ile Tunus benzerliği

Bu anlamda Türkiye’yi de benzer bir yere koyabiliriz. Ancak çok acı bir olay yaşanıyor. Tunus bir çoğulculuğu, otoriterlikten çıkıp çoğulculuğu inşa etmekteyken ve bu konuda sancılı bir şekilde bayağı bir mesafe katetmişken, Türkiye çoğulculuktan –iyi kötü çoğulculuktan diyelim, tabii ki sorunları vardı– otoriterliğe doğru ters tarafa gidiyor. Tunus birtakım kurumlar inşa ediyor ve bu kurumların bazılarının Türkiye’de geçmişte olan, etkili bir şekilde var olan kurumlara benzediğini görüyoruz. Ama Türkiye bu kurumların ve bazı geleneklerin aşınmasına tanık oluyor.
Çok ilginçtir, geçtiğimiz günlerde Türkiye’de siyasî iktidara yakın bir yayın organında Gannuşi’yle bir röportaj yayınlandı. Ve Gannuşi’nin başlığını söyleyeyim: “Siz başkanlık sistemine gidiyorsunuz, biz başkanlık sisteminden parlamenter demokrasiye geçmek istiyoruz” diye. Çünkü bundan çok çekmiş bir ülke Tunus. Ve çoğulculuğu parlamenter sistemde bulup onu oturtmaya çalışan bir ülke. Ve Türkiye ise tam tersine, bir başkanlık sistemine geçiyor. Tabii buradaki Gannuşi’nin bu çıkışını bir eleştiri olarak almamış olsalar gerek ki başlığa da çıkartmışlardı. Aslında çok acı bir olay bu. Tunus’ta ileriye doğru yaşanan –bütün sorunlara rağmen, bunu hep vurguluyorum–, demokratikleşme ve çoğulculukta ileriye doğru gidiş yaşanırken ve burada İslamcı aktör olan Ennahda’nın çok önemli bir rolü varken, Türkiye’de çoğulculuktan çoğunlukçuluğa doğru, otoriterliğe doğru hızlı bir geri gidiş var. Burada da aynı şekilde baş aktör İslamcı iddialı bir lider ve etrafındaki kişiler.

Gaza değil frene basmak

Burada çok önemli bir başka not, demin sözünü ettim, Ennahda hiçbir zaman Müslüman Kardeşler kadar güçlü bir hareket olmamıştı. Ve ilk yapılan seçimlerde de Nahda’nın çok büyük bir başarı göstermesi açıkçası beklenmiyordu. Yani ikinci, üçüncü parti olabileceği; koalisyon ortağı olabileceği konuşulurken birinci parti oldular ve bu kendilerini de şaşırttı. Ve orada bu birinci gelmenin verdiği heyecanla, bir zafer edasıyla pekâlâ Mısır’da Mursi’nin ve Müslüman Kardeşler’in yaptığını yapabilirdi. Bunun yerine çok farklı bir şey yaptı, frene bastı, gaza değil frene bastı. Kontrollü bir şekilde başkalarını da katarak, toplumun farklı kesimlerini de katarak otoriterlikten demokrasiye geçişte çok önemli bir rol oynadılar. Bu anlamda gerçekten takdiri hak ediyorlar. Bir benzer olay, tam birebir benzemiyor ama, yıllar önce Washington’da gazetecilik yaparken Fas’ın Adalet ve Kalkınma Partisi –aynı isimli bir partisi var biliyorsunuz; İslamcı bir parti ve bizdekinden önce kurulmuş bir parti–, onun üst düzey yetkilisi Washington’da bir think tank’e konuşmaya gelmişti ve ben de kendisiyle röportaj yapmıştım. O tarihte hiç unutmuyorum, şunu söylemişti: Önlerinde o tarihte, 2005-2006 olması lazım, bir yerel seçim vardı; özellikle Fas’ın turizmde güçlü olan bazı şehirlerinde yerel seçimleri kazanmalarına garanti gözüyle bakılıyordu. Ama Fas’taki Adalet ve Kalkınma Partisi, o yerel seçimlerde o illerde turizm bölgelerinde seçime girmeme kararı almıştı. Çünkü girmeleri hâlinde buradaki turizm gelirlerinin psikolojik etkenlerle düşebileceğini, bunun da kendilerinin uzun vadeli mücadelelerine zarar vereceğini düşünüyorlardı. Ve bundan hareketle böyle bir adım atmışlardı.

AKP’nin muhafazakâr demokrasisinden geriye ne kaldı?

Tekrar Tunus’a dönecek olursak, Tunus’ta çok geniş bir iktidar imkânı yakalamışken kendi iktidarını sınırlayıp başkalarıyla paylaşma yoluna gitti Ennahda. Ama buna rağmen yine de, özellikle 2011’de hemen otoriter rejimden çıkıldıktan sonraki iktidarın ilk yıllarında, Ennahda’nın kurduğu hükümet, özellikle ekonomi konusunda çok kötü bir sınav verdi. Dolayısıyla bir sonraki seçimde bunun cevabını çok net bir şekilde aldı. Yani şunu söylemek istiyorum: Değişik ülkelerdeki İslamî hareketler, var olan sistemlerin, rejimlerin krizi dolayısıyla toplumsal olarak bir umut olabiliyorlar. Ama ülke realitesi ve ülke yönetme realitesiyle karşılaştıkları zaman işlerinin hiç kolay olmadığı ortaya çıkabiliyor. Tunus’ta örneğini gördüğümüz gibi. Dolayısıyla eğer iktidarı orada paylaşma yoluna gitmeseydi Nahda, o ilk iki üç yıllık kötü hükümet yönetiminin faturası belki çok daha ağır olacaktı. Daha sonra hiç kimse belki onlarla beraber hareket etmek istemiyor olacaktı; ama şu anda yine iktidarın büyük ortağı olmamakla beraber, bir iktidar ortağı olarak varlıklarını sürdürebiliyorlar. Dillerini de değiştirerek, İslamcılığa veda ederek kendilerine yeni bir rota çizmeye çalışıyorlar. Bunu genellikle Gannuşi Müslüman demokrasisi olarak tanımlıyor.
Bu aslında bizde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ilk kurulduğu yıllarda dile getirilen muhafazakâr demokrasiye benzer bir tanım. Ama umarım Tunus’taki Gannuşi’nin ve Ennahda’nın dile getirdiği Müslüman demokrasisinin akıbeti bizdeki muhafazakâr demokrasiyle bir olmaz. Çünkü bizdeki muhafazakâr demokrasinin demokrasisi gitti, geriye bir tek muhafazakârlık kaldı. Bu muhafazakârlığın da dinsel bir muhafazakârlıktan ziyade iktidarı muhafaza etme ısrarı olduğunu görüyoruz. Bu anlamda Türkiye gerçekten çok kötü bir sınav veriyor. Hatırlıyorum, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı döneminde Tunus’a gittiğimizde, Türkiye hâlâ örnek alınabilecek bir ülke durumundaydı, birçok açıdan Tunus için de. Ama şimdi herhalde Türkiye’de şunu söylemek mümkün: Eğer hâlâ İslamcılık iddiasında birileri varsa ve şu anda yaşanan İslamcılığın krizini aşmak ve yeni birtakım stratejiler geliştirmek istiyorlarsa, onlara tavsiye edebileceğim, Tunus örneğini dikkate almaları ve oradan kendilerine birtakım dersler çıkarmalarıdır. Tunus gibi bir ülke, tarihsel ve birtakım toplumsal, sosyo-ekonomik nedenlerle Arap Baharı’nı başlatan Tunus, Arap Baharı’ndan en az zarar ve en çok kârla çıkan ülke olarak karşımıza çıkıyor. Onun dışında Arap Baharı’nın tüm ülkelerinin hanesinde ağırlıklı bir zarar görüyoruz. Ve garip bir şekilde Arap Baharı’nı en çok destekleyen ülkelerden birisi olan Türkiye de Arap Baharı’nın fiyaskoyla sonuçlanmasının faturasını çok ciddi bir şekilde ödüyor.
Evet, Tunus ve Gannuşi örneği aslında İslam ve demokrasi, daha önemlisi İslamcılık ve demokrasi kavramlarının bir arada telâffuzunun hiç de imkânsız olmadığını bize gösteren, hâlen yaşanmakta olan ilginç bir örnek. Tabii ki bunu mutlaklaştırmamak ve çok pembe bir tablo olarak çizmemek lazım. Ama yine de önemli bir deneyim yaşanıyor Tunus’ta. Umarım Türkiye de Tunus’tan gerekli dersleri çıkarır temennisiyle bitireyim.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.